Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
22 AĞUSTOS 2008 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM C 9 Dünya devleri birer birer dökülürken Türkiye’dekilerin faiz gelirleri katlanarak arttı Türk bankalarını faiz kurtardı Necdet ÇALIŞKAN Birinci yılını dünya borsalarında 5 trilyon dolara yakın kayıpla geride bırakan mortgage krizi, Türkiye’deki bankaları ne kârından ne de faiz gelirlerinden etti. Küresel ekonomi durgunluk ve mortgage sorunlarına bağlı krizle sarsıladursun, Türk bankacılık sektörü tüketim harcamalarının gazıyla büyümeye devam ediyor. Son bir yılda hızlı yükseliş ve düşüşlerin yaşandığı İstanbul Borsası’nda işlem gören toplam 17 bankanın geçen yıl bu zamanlarda 90 milyar dolar olan toplam piyasa değeri, dünya finans devlerinin bile iflaslarla boğuştuğu son bir yılda sadece 4 milyar dolar geriledi. 12 Ağustos itibarıyla bu bankaların piyasa değeri 86 milyar dolar olurken 2008’in ilk çeyreğinin ardından ikinci çeyrek verilerine göre de kârlılıktaki artış hız kesmeden sürdü. ‘EUROPEANA’ Ulusal Kütüphanesi’nin (BN) 1997’de dijital temelde hayata geçirdiği “ Gallica ” (http://gallica.bnf.fr/) tasarısını kendine prototip olarak seçen AB girişimi. Başlangıçta pek iddialı program, LatinoBatılı Fransa’nın bir çok girişimi gibi ilerleyen yıllarda pusulayı kaybedip, yalpalama sürecine girer. Fakat Amerikalılar Google’ı tetikleyip de, İspanya, Danimarka ve tabii ki İngiltere’yi “Google Kütüphanesi” devresine sokunca, Avrupa’nın ‘sol duyusu’ Fransa sanal sarhoşluğundan ayılır. Dönemin Cumhurbaşkanı Jacques Chirac “masum Google”a (!) beklenmedik bir tepkiyle karşı çıkar, “Amerikan egemen bir dünya kültürü”ne kaydını koyar. “Ala Franga” Avrupa’nın, AngloSakson “evrensel”liğine “hop” diyebilmesi için pamuk elleri cebe atar. “Amerikası Avrupası bir, Gâvur Dünya !” veya “ Ha Amerikan, ha Avrupa Emperyalizmi, ne fark eder ?” diyen akkaracılar dışında kalanlara hitap eden bir projeye hız verilir. Gelecek nesillerin dünyayı nasıl algılayacağı, nasıl kavrayacağı; yarını nasıl, ne temellerde kurmak isteyecekleri söz konusudur. EUROPEANA’ya dönüşecek olan Avrupa Sanal Kütüphanesi fikri daha başından “Nerede, Ne Zaman, Kim, Ne ve Niçin” sorularıyla dünyaya nasıl bakacağını, bakılması gerektiğinin çerçevesini çizer. ??? 11 Ağustos’ta bir açıklama yapan AB Komisyonu’nun Bilgi Toplumu ve Medyalar Komiseri, Lüksemburglu Frankofon düşünür ve yazar Vivian Reding, bir buçuk ay sonra kasım başında EUROPEANA’nın (http://www.europeana.eu) resmen 2 milyon dijital birimle faaliyete geçeceğini duyuruyordu. Reding 20092010 itibariyle ayrılan 120 milyon avroluk bir bütçeyle 2010’da “Sanal Kütüphane”de 6 milyonluk bir temel ve çok yönlü, kolektif ve kolay başvuru dağarcığının oluşacağını müjdeliyordu. Soran, arayan, eleştiren bir dağarcık! Şikayeti, hem AB, hem de çoğu Avrupa Konseyi üyesi ülkenin kayıtsızlığıydı. Örneğin 32 Avrupa ülkesi (en azından resmen) tasarıya “tam” katılırken, Türkiye’nin de aralarında olduğu Arnavutluk, Makedonya, San Marino gibi bir kısım ülke “temel”de vardılar ama ortada yoktular. Televizyon izleme oranının yüzde 94, kitap okuma oranın yüzde 4 olduğu Türkiye’nin sorumluları anlaşılan pek ilgilenmiyorlardı. Devrin analarıbabaları Türkiye’de çocuklarını paranın kokusu, “tek” kitabın korkusuyla yetiştiriyorlarsa onların ne umurunda bilgenin dedikleri: “ Dünyayı yöneten kalem, mürekkep ve kâğıttır (sanala dönüşse bile)... ” (*) Sevgili okurlarımız, geçen haftaki yazımız teknik bir karışıklık sonucu aynı sayı içinde iki kez kullanılmıştır. Özür dileriz... Kârlar zirvede İlk 6 aylık finansal sonuçlarını açıklayan bankalardan İş Bankası bu yılın ilk yarısında faiz gelirlerini geçen yılın aynı dönemine göre 4.5 milyar YTL’den 4.9 milyar YTL’ye; Akbank 4 milyar YTL’den 4.6 milyar YTL’ye; Garanti 3.3 milyar YTL’den 4.2 milyar YTL’ye Yapı Kredi ise 2.9 milyar YTL’den 3.2 milyar YTL’ye çıkardı. Aynı bankaların kârlarındaki artış ise yüzde 60’ları aştı. 2008’in ilk çeyreği itibarıyla bankacılık sektörünün faiz geliri ise 19 milyar YTL’yi aşmıştı. Devler kayıplara gömüldü Uluslararası yatırım bankası Lehman Brothers Türk ekonomisinin global kredi piyasalarındaki kargaşaya karşı şu ana kadar esnek kalmayı başardığını ancak ekonominin yabancı tasarruflara bağımlılığının ekonomik aktiviteye ilişkin önemli zorluklara yol açmasının muhtemel olduğunu bildirdi. Lehman, Türk ekonomisi için bu yıl ve gelecek yıla ilişkin büyüme tahminlerini aşağı yönlü revize etti (2008’de yüzde 4 ve 2009’da yüzde 4.5 büyüme). Bu yılki faiz tahmini ise yüzde 17.50. Tehlike henüz geçmedi ürkiye, mortgage piyasası Avrupa ve ABD kadar gelişmediği için son bir yılda yaşanan krizden göreceli olarak daha az etkilendi. Küresel durgunluk, reel ekonomide yaşanan sıkıntıları arttırırken, Türkiye’nin dünyanın en yüksek reel faizini veren ülke olması nedeniyle Türk finans piyasası, küresel sarsın Z ALİ AN T tıdan en az zararla çıkmayı başardı. Ancak tüketici kredileri ve kredi kartları harcamalarındaki artış siyasi ve ekonomik belirsizliklere karşın devam edince, Türk bankacılık sektörüne dünyadaki likidite darlığı ve artan zararlar uğramadı. Hatta yabancı bankaları Türkiye’ye çeken en önemli gelişme de bu dinamik oldu. ürk bankaları küresel kriz karşısında hem kârlılık hem de piyasa değeri açısından geçen yılki sağlamlığını korurken dünya finans devlerinin faturası gittikçe kabarıyor. Bloomberg’ün haberine göre, UBS’nin açıkladığı ikinci çeyrek sonuçları sonrasında dünyanın en büyük 100 banka ve aracı kurumunun, ABD subprime (yüksek riksli konut kredisi) krizi ve bunu izleyen kredi krizi nedeniyle aktiflerindeki değer kayıpları, krizin daha fazla varlık tipine yayılmasının etkisi ile 500 T milyar doları aştı. Listenin ilk sırasında ise Akbank’ta yüzde 20’lik payı olan Citigroup var. Finans devlerinin küresel ölçekteki zararlarına bakıldığında Türkiye’de Dışbank’ı alarak faaliyetlerine başlayan HollandaBelçika ortaklı Fortis 7.4 milyar dolar, Oyakbank’ı satın alan Hollandalı ING Group 5.8 milyar dolar, TEB’in Fransız ortağı BNP Paribas 4 milyar dolar, Yapı Kredi’nin İtalyan ortağı Unicredit ise 2.6 milyar dolar, Denizbank’ın BelçikaFransız sermayeli ortağı Dexia 1.2 milyar dolar aktif kaybına uğradı. IMF, nisan ayında yayımladığı raporda bankalar için zarar tahminini 510 milyar dolar, tüm şirketler için ise 1 trilyon dolar olarak açıklamıştı. New York Üniversitesi’nden Profesör Nouriel Roubini ise zararın 2 trilyon dolara ulaşacağını öngörmüştü. KBC Financial Products’tan analist Makeem Asif, krizin bir varlıktan diğerine yayıldığını belirterek aktiflerdeki bu değer düşüşünün ne zaman sona ereceğini kestirmenin zor olduğunu vurguladı. Kriz yeni kurbanını arıyor Sıra e? d Kim iyasalarda trilyon doları bulan zararlar, her geçen gün katlanırken yayımlanan bir araştırma da krizin yeni bir devi daha kurban etmeye hazırlandığını ortaya koydu. Amerikalı finansal danışmanlık şirketi Greenwich Associates tarafından 146 kurumsal yatırımcılar arasında gerçekleştirilen ankete göre, katılımcıların yüzde 60’ı, 6 ay içerisinde büyük bir finansal şirketin daha çökmesini bekliyor. Anket, şirketler için halen en tehlikeli dönemin geçmediğini gösterirken piyasa çevrelerinde P kriz nedeniyle ABD’de kredi pozisyonları gün geçtikçe bozulan ve bu nedenle yakın bir tarihte sert bir sarsıntı yaşama olasılığı yüksek gösterilen finans devleri şunlar: Lehman Brothers, Wachovia, Washington Mutual, Merril Lynch, Morgan Stanley, Citi, JP Morgan, Bankf of America, Goldman Sachs. Temmuz 2007’de patlak veren mortgage krizi dikkate alındığında Avrupa borsalarında en kötü performans gösteren şirketlerin listesi ise şöyle: Bradford & Bingley, HBOS, UBS, Allinace & Leicester, Natixis. alışma Bakanı’nın KESK Başkanı’nı masaya davet eden açıklamasını dinlerken bir kez daha acı acı gülümsedim: “Kavramlar içleri boşaltılarak, anlamlarının dışında nasıl bu kadar çarpık kullanılabilir, topluma yutturulabilir?” KESK, zaten 1984’lü yıllardan bu yana verilen savaşıma, Türkiye’nin iç içtihat niteliğindeki uymadığı ILO, AB sözleşmelerine karşın, bir türlü toplusözleşme masasına oturulmamasını protesto etmek üzere, toplusözleşme masası olmayan, masa gibi gösterilen kurgu masaya oturmamak için toplantıyı terk etmişti. Sendikal haklara giderek daha çok yabancılaşan kamuoyunun anlayabileceği bir dille özetlersek; sendikal hakların olmazsa olmaz ayağı toplu pazarlık, toplusözleşme masasına oturma hakkıdır. Gelişmiş demokrasilerde çalışanların bu haklarını etkin kullanabilmeleri için, grev haklarında da sınırlama yoktur. Bizim gibi yarı demokrasilerde, hakları düzenleyen anayasa, yasalar öncelikle grev hakkına yönelik, toplu pazarlık ve örgütlenme hakları için de bir dizi kısıtlama getirmiştir. 12 Mart askeri darbesi hukuku kamu çalışanlarına doğrudan sendika hakkını yasaklarken, 12 Eylül hukukunda özel yasak konulmasının unutulmasından yararlanan kamu çalışanları, 1984 sonrası yıllarda yasağın olmamasından yola çıkarak Türkiye’de en anlamlı örgütlenme, hak arama savaşımını vermişlerdir. Öncü örgütlenmelerin öğretmen sendikaları, KESK olduğunun altını çizmeye bilmem gerek Ç İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER Masaya Davet(!) leşme masası değil. Memurların ücretleri, çalışma koşulları bu masada değil, Hükümetin kararlarıyla, bütçeye konulan katsayılara göre belirlenmekte. Bu dostlar alışverişte görsün masasında geçmiş hükümetler görüntüyü kurtarmaya yönelik olarak taraf sendikalarla sözde pazarlık yapmış gibi olurlardı. En iktidara yakın sendikalar bile direniyor gibi eylemlerle rakamlar üzerinden tartışırlar, uzlaşamazlar, sonra da onların hatırına kimi yeni rakamlar gelirdi. Toplusözleşme niteliğinde olmayan vitrin pazarlığa hiç değilse bir toplumsal uzlaşma görüntüsü verilmeye çalışılırdı. Erdoğan hükümetinin sahnelediği son masa oyununda, AKP yandaşı sendikaların bir şeyler alacaklarmış pazarlığı oyununun bile sahnelenmesine izin verilmedi. Çalışma Bakanı, KESK’i masaya davet eden açıklamasının içinde, ücret ayarlamalarına ilişkin asıl açıklamanın Başbakan Erdoğan tarafından yapılacağını açıklamakta bir sakınca görmedi. Sonra Başbakan Erdoğan, sahnelenmiş masa oyunu ortada dururken, padişah yetkileri ile donanmış bir diktatör, tek başına karar verici gibi, memurlarımızın yeni ücret dilimlerini, öngörülen ücret düzenlemelerini açıklayıverdi. (Dikkatinizden var mı? Türkiye’nin imzalamış olduğu ve uymakla yükümlü olduğu uluslararası sözleşmelerin de itici gücü ile siyaset, bu fiili örgütlenme gücü, dinamiğini tanımak zorunda kalmıştır. Sorunlar yargıya yansıdıkça kimi çözümlemeler, açılımlar yargıdan gelmiştir. Ancak genel olarak işçilerin sendikal haklarındaki 12 Eylül düzeninin yasakları bir yana, kamu çalışanları için uluslararası sözleşmelere uygun, evrensel sendikal haklarının çok uzağında durmaktayız. 2. dönem iktidarını sürdürmekte olan AKP de muhalefette verdiği sözleri, dahası AB üyelik önkoşullarını, imzalanmış ILO sözleşmeleri ve Türkiye’ye yönelik kararlarını yok sayarak, grevlisini unutun, kamu çalışanlarına toplusözleşme hakkı tanımamak için direnmektedir. ??? İşte tarafların süs, göz boyama olarak oturdukları sanılan masaya KESK’in oturmayışının, kendileri de memur olan polislerin sert polisiye önlemleri ile bastırdıkları eylemin anlamı, yasal toplusözleşme masası hakkının verilmeyişini protesto etmek. Televizyonlarda haberleri, görüntüleri verilen, sözde tarafları bir araya getiren masa, bildiğimiz söz kaçmasın, son paragrafta, sendikal söylemde yeri olan kamu çalışanı yerine, bir kez daha, Osmanlı kültüründen gelmiş, kapıkuluyu çağrıştıran memur sözcüğünü kullanmayı uygun gördüm.) Çünkü AKP’yi kamuda anormal hızlı kadrolaşmasında, ellerinden tutulan yandaş kamu sendikalarının, vitrinde de olsa oynanan masa oyununda sözde masaya oturmuş kendilerinin yok sayılıp, ücret düzenlemesinin kendi başına Başbakan tarafından açıklanmış olmasından bile onurları kırılmıyor. Nasılsa sonuçta kapıkululuğa razı edilen memurlardan kesilen aidatlarla koltuklarında oturmayı sürdürecekler. Başbakan’ın memurlara ulufe gibi bahşettiği ücret artışları, aslında sadaka ücretinin üstünde bir anlam taşımayacakmış. Kimin umurunda? Başbakan’ın ulufe, sadaka dağıtma edasındaki bahşetme gösterisi sahnesi kusursuz... Ha bu arada zaten Erdoğan hükümetleri dünyada örneği olmayan, Özalizmin sözde özel, sınırlı sayıda kamuda çalıştırılacak uzmanlar için getirdiği sözleşmeli statüsünü, yüz binlerin memur güvencesi de olmadan, en ucuza çalıştırılmaları için ILO sözleşmeleri ve Türkiye kararlarına aykırı olarak katlayarak artırıyormuş... Yönetim biçimi gerçek demokrasiden, sosyal devletten bu kadar kopuk, keyfilik, padişahlık düzenin kaydırılmışsa.. tarikatlarla uyutulan tebaa halinden hoşnutsa... ahmetli pederimin hep saygıyla andığı, “1952 Tevkifatı”ndan sonra kalpten vefat eden eski bir arkadaşı vardı. Babama kucağındaki bebek, beni işaret ederek, “Bu oğlana kitap kokusunu sevdir, yeter...” dermiş. Hikayesi uzundur girilmez. Annembabam kitap kokusunu, kağıt tutkusunu o denli aşıladılar ki, sonradan kendileri bile pişman oldular. Yattığı yerde burnunun dibinde kitap, elini attığı her noktada kağıt olmasa kendini engelli veya çıplak hissedecek kadar “müptela” olup çıktık. Daktiloyu atlayıp elle yazmaktan zorunlu vazgeçip bilgisayarın ağına, eline düştük. Ne kağıdı terk ettik, ne de sıkıştıracak delik kalmamasına rağmen hanemize katılan yeni kitapların yükselme sayısında azalma kaydedebildik. Üstüne üstlük baktık ki, bir de kağıdın sanalını, kitabın dijitalini toplamağa başlamışız. Nereye kadar? Hayat biter, yer biter, toplamak bitmez... Google denen “lânet”in etkisiyle çılgınlığımıza gem vurmayı düşünmeye başlar gibi olmuştuk ki, bu yönde daha ciddi düşünmemizi gerektirecek bir girişimin ete kemiğe büründüğünü öğrendik: EUROPEANA. ??? EUROPEANA, Avrupa Birliği’nin epeyce gecikmeyle de olsa harekete geçirmeğe çalıştığı bir tasarının, ortak ulusalbölgeselkıtasal kültürel mirasın, varlıkların (istisnasız) herkesin, her dünyalının daha kolay erişebileceği bir dijital kütüphane, sanal başvuru kaynağı, merkezinin adıdır. Meraklıları bilirler, daha 2004’te Google benzeri bir tasarının, “Kütüphane Projesi”nin ilk adımlarını atmış, şu anda da ulaşması söylendiği kadar kolay olmasa da bir takım temel kitaplara veya propaganda mahiyetindeki eserlere internet üzerinden girişi kolaylaştırmıştı. http://books.google.com/ eadresinden yayın dünyasına açılan pencereden etrafa bir göz atın. Aradığınız kitapların yüzde 99’una gerek telif hakkı, gerek başka gerekçelerle ulaşmanız olası değildir. Google’ın Türkçe ifade edecek kadar incelikle belirttiği gibi “Amaç kitapları ‘online’ olarak baştan sona okumanız değil, kitapları keşfetmenize ve nereden satın veya ödünç alabileceğiniz hakkında bilgi edinmenize yardımcı olmaktır. Bu işlemi bir kitapçıya gidip göz atmak gibi düşünebilirsiniz.” Elbette çok saygıdeğer bir görüştür bu. Hele hele arkasında ilk bakışta Harvard, Stanford, Michigan Üniversiteleri gibi birinci sınıf Amerikan üniversiteleri, New York Public Library, hatta İngiltere’nin en prestijli iki üniversitesinden Oxford gibi akademik ve kültürel değerlerini teslim etmemiz gereken kurumlar varsa. Ancak “reklam yok, (doğrudan) kazanç yok” ve benzeri argümanlar sıkça kullanılsa da, aradığınız kitabı satın almak için sağ sütuna yerleştirilen ‘kitap tüccar’larına ayrılan bölüm mükemmelen zengindir. Ver parayı, çal (kültürün) düdüğü(nü)... Kaldı ki iş satın almakla da bitmiyor... ??? EUROPEANA, Fransız R ugur.hukum?gmail.com SABANCI ÜNİVERSİTESİ Prof. Mete Soner’in projesine Avrupa’dan destek geldi Ekonomi Servisi Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mete Soner, Finansal Risk Yönetimi İçin Matematiksel Metodlar projesi ile Avrupa’dan 880 bin Avro’luk destek aldı. Matematiksel Finans alanında dünyanın sayılı akademisyenlerinden olan Prof. Soner, Avrupa Araştırma Konseyi tarafından, “ileri araştırmacı desteğine” layık görüldü. Sabancı Üniversitesi’nde yürütülen projeler hakkında bilgi vermek için düzenlenen sohbet toplantısında konuşan rektör Prof. Dr. Tosun Terzioğlu “Doğa Bilimleri ve Mühendislik” alanında toplam 997 araştırma projesi ile başvuru yapıldığını, Prof. Soner’in araştırmasının Türkiye’den desteklenen tek proje olduğunu söyledi. soner?cumhuriyet.com.tr