Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 C röportaj YANSIMA OSMAN İKİZ 22 AĞUSTOS 2008 CUMA Fransız olimpiyat ekibinde bir Türk kızı Pekin Olimpiyat Oyunları’na katılan 323 kişilik Fransız sporcu kafilesinde Türk kökenli bir halterci genç kadın var. Müslime Meral Sunar 8 kez Fransa şampiyonu olmuş, çok sayıda Avrupa kupası da olan alışılagelmişin dışında bir sporcu. Fransız edebiyatı mezunu, yazıyor ve Fransa’da polis memuru olarak çalışıyor. Eşi Erdal Sunar da halterci. Üstelik Avrupa şampiyonluğu, dünya ikinciliği gibi dereceleri var. Sakatlığı nedeniyle Pekin’e giden Türk Ulusal Halter Takımı’na katılamayan Erdal da eşinin Pekin rüyasına refakatçi sıfatıyla eşlik ediyor. Uğur HÜKÜM Müslime’yi Fransa’da Türkçe öğretmenliği yapan Ayşe Jolly isimli arkadaşımın aracılığıyla tanıdım. Onu önce Ayşe’nin elektronik postayla yolladığı 2008 Fransa Halter Şampiyonası kaydında izledim. Müslime’nin kafamızdaki ‘halterci’ imgesiyle hiç bağdaşmayan inceliği, bir balerin ‘zarafet’iyle hareket edişi, kibarlığı ve güzelliği en başta gelen sportif başarısını gölgeleyecek kadar etkiliydi. Kendisini yakından tanıdıkça hayretimiz artmaya devam etti. Fransa’da doğup büyümüş çoğu Türk çocuğundan beklenmedik temizlikte, oldukça zengin ve düzgün bir Türkçe konuşuyordu. Fransa’da polis memuru olarak aktif hayata atılan Müslime, Fransız Edebiyatı diploması almıştı, üstelik kalemi de bileği gibi kuvvetli amatör bir yazardı... Ayrı bir sürpizi de kendisiyle söyleşi yapmazdan kısa bir süre önce yaşadım. Müslime’nin 2006 yılında evlendiği Halter Şampiyonu bir Türk eşinin olduğunu ve Erdal Sunar’ın da şimdilik Fransa’da yarı profesyonel sporculuk yaptığını öğreniyordum. Erdal’ın alçakgönüllü ve efendi haliyse futbol ve basketbol gibi bazı sporların profesyonelleşmesinin özünde insanlığa ve spora neler kaybettirdiğinin dışa vuran en basit kanıtlarındandı. ve heyecan nereden kaynaklandı? Onlar da başarılıydı. Haklarında gazeteler ve dergilerde yazılar çıkıyordu. Ben de onlardan heveslendim. Başarılı olduğumu kısa zamanda herkes fark etti. Başladıktan iki sene sonra, 1994’te Fransa Yıldızlar (Junior) Şampiyonu oldum. Erdal siz haltere nasıl sardınız, Müslime ile nasıl karşılaştınız ve Fransa’yı niçin tercih ettiniz? Erdal: Haltere 1994’te ilkokul 5. sınıfta öğretmenimin teşvikiyle başladım. İlk başta Kütahya’da 30 kadar çocuktuk. Gerçi sonunda 34 kişi kaldık ama, o dönemde Naim Süleymanoğlu’nun çok popüler olması hepimizi heveslendiriyordu. Ben yükseğine kadar devam ettirdim, desem yeridir. Kütahya’da yüksek öğrenimimi yaparken de KOMBASSAN ve ASKİ’de halterciliğimi sürdürdüm. Müslime ile ilk karşılaşmamız 2001 Avrupa Gençler Şampiyonası’nda oldu. O sene daha ziyade bakıştık. Gerçek tanışma ve konuşmamızsa 2003 şampiyonasında oldu. Sonra haberleştik, telefonlaştık, görüştük. 2006’da da evlendik. Askerliğimi bitirdiğim ve eşimin iş durumu da daha müsait olduğu için Fransa’ya gelmeye karar verdim. Türkiye’de belki Beden Eğitimi öğretmeni olabilirdim, ancak burada diplomamın eşliğini tanıdılar. İki dersten fark geçmemi istediler. İlk dersi geçtim. Ekim ayında ikinci fark dersinin sınavına hazırlanıyorum. Diplomamı alırsam Fransa’da halter antrenörlüğü yapabileceğim. Eşimin de işi nedeniyle bu durum bize daha uygun geldi. İnsanlık Trajedisi kazandırdı? Kazanan sadece Amerikan silah tekelleri, petrol şirketleri ve neocon denen Bush’un çevresindeki savaş tacirleri. Oysa bugün insanlığın önünde su sorunu gibi gibi çözümü aciliyet kazanmış olan bir sorun var. Uzmanlar yıllardır haykırıyor. Politikacılar dinlermiş gibi kafa sallıyor. Bugünlerde Stockholm’de toplanan 2000 dolayında uzman, bilim adamı ve çevre örgütlerinin temsilcileri gene aynı şeyleri tartışıp politikacıları uyarıyor. ??? Stockholm’deki “Dünya Su Haftası”na BM uzmanlarınca hazırlanmış olan bir rapor sunuldu. Raporda su sorununun çözülmesi için politikacıların olayın ciddiyetini kavraması gerektiğine dikkat çekiliyor. Stockholm Su Enstitüsü Müdürü Anders Berntell , kürsüden yıllardır bakanların gözlerinin içine baka baka çözdiği tabloyu çaresiz bakışlarıyla tekrar ediyor. Tablo şu: 2,5 milyar insan temiz su’dan yoksun. Her yıl kirli sulardan bulaşan hastalıklardan ölenlerin sayısı 5 milyon. Sadece ishal yüzünden hergün 4 bin çocuk ölüyor. Evinde tuvaleti olmayanların sayısı1,2 milyar. ??? Anders Berntell, acil eylem planı için çağrı yapıyor ama eyleme geçmesi gerekenler Orta Avrupa’ya füze dikip soğuk savaşın zeminini hazırlamakla meşgul. Bilindiği gibi soğuk savaş da silah fabrikalarının çalışması yeni silah teknolojilerinin geliştirilmesi demek. Oysa ABD’nin Irak’ın işgali için bugüne kadar yaptığı harcamalar dünyanın en önemli sorunu olan su sorununu çözmeye yetiyor. Uzmanların hesaplarına göre, tüm susuz bölgelere su götürme, kirli suları arıtma, modern sulama teknolojilerini uygulamaya sokmak için 526 milyar dolar yettiği gibi artıyor bile. Tablo böyleyken ve bu gerçek biliniyorken hangi insanlıktan, hangi demokrasiden söz edebiliriz. osman.ikiz?tele2.se Müslime’nin eşi Erdal Sunar (sağda) 1982 Kütahya doğumlu, Kütahya Beden Eğitimi Yüksek Okulu mezunu. 1998’de Yıldızlar Avrupa üçüncüsü, daha sonra Gençlerde Avrupa Şampiyonu ve nihayet 85 kiloda 2003’te dünya ikincisi, 2004’te Avrupa üçüncüsü ve 2005’te Üniversiteler Dünya ikincisi olur. 2007 Dünya Şampiyonası’nda sakatlanır, bu nedenle bu yıl olimpiyat kadrosuna giremez. ğil. Annemle babamla evde sürekli Türkçe konuşuyorduk. Ayrıca babam evde sürekli Türk televizyonlarını izliyordu. Bir de Türkçe kitap okuyorum. Sanırım bunun da bana yararı oldu. Erdal ile evlendikten sonra da Türkçem çok ilerledi, çok düzeldi, kelime hazinem zenginleşti. 1999’ta Türk basınında yayımlanan küçük bir haberde, tek isteğinizin ‘ayyıldızlı’ formayı giymek olduğu yazılmış. Bugün durum farklı, niçin? Evet, o zaman Türk Milli Takımını temsil etmek istemiştim. Gençtim, delilik çağıydı. (Gülüyor) Biraz da saflık işte... Deneyimli bir Türk halterci beni başarılı bulmuş, Türk takımına geçmemi istemişti. Ben de heveslenmiştim, ama annembabam izin vermedi. Zira onlar için önemli olan spordan önce tahsilimdi, hayatımı garanti altına almaktı. Ben de önce okudum ve bir meslek edindim. Polis oldum. Müslime, Türk kökenli bir sporcu olarak Olimpiyatlarda Fransız renklerini, Fransa’yı temsil ediyorsunuz. Örneğin, Türk bir rakiple yarışacak olsanız neler hissedersiniz? Nasıl bir duygu bu? Fransız olmaktan ve Fransız renklerini temsil etmekten çok gurur duyuyorum. Fransa’da doğdum büyüdüm. Fransa benimle ilgilendi. Fransa’da bu duruma geldim. Sonsuz teşekkür borçluyum. Eşimin de Türkiye’yi temsil etmesinden çok gurur duyuyorum. Sonuçta bir ülkeyi temsil etmek o kadar da kolay değil. Her ülkenin ayrı bir tarihi, kültürü var. Sırf bunun için bile saygılı olmak gerekiyor. Fransa’da doğup büyüdünüz ama, adınız ‘Müslime’ bile derhal Müslümanlığı, ‘yabancılığı’, ‘öteki’ni çağrıştırıyor. Üstelik Fransa’nın taşrasında yaşıyorsunuz. Okulda, sporda, polislik mesleğinizde, çevrenizde size nasıl davranıldı, davranılıyor? Geçmişte bu farklılığı nasıl yaşadınız, şimdi nasıl yaşıyorsuz? Başta kolay değildi, çünkü ismimden dolayı hemen farklı bir insan olduğumu anlıyorlardı. Ama bir insan eğer bir topluma uyum sağlayabiliyorsa, inanıyorum ki, iyi geçinmemek için hiç bir sebep olmaz. Bu tamamen uyumu istemek sorunu. Bugün etrafımla aram çok iyi. AİLENİN ETKİSİ Müslime haltere nasıl başladınız? Haltere başlamama ailem vesile oldu. Çok küçükten beri onları halter kulüplerinde takip ederdim. Babam vücutçuydu. Annem üç çocuk dünyaya getirdikten sonra burada “Atletik Güç Sporları” dediğimiz, “Halter”e bağlı bir spora başladı. Ağabeylerim de halter yapınca ben de onların izinden gittim. Ancak hepsini geçmişsiniz... Bu istek RANSA BENİMLE İLGİLENDİ Müslime sizin Türkçeniz burada doğup büyümüş, okumuş çocuklara oranla epeyce iyi. Bunu neye borçlusunuz? Yok maalesef Türkçem o kadar iyi de F ünümüz Fransız filozoflarından, sosyalist Segolene Royal ’ın “ Favorim ’’ diye söz ettiği Jacques Ranciere, 2005’te yazdığı “Demokrasiden Nefret’’ adlı kitabının girişinde günümüzün en belalı hastalığını demokrasi diye tanımlayanların bakışını analiz ediyor. Demokrasinin toplumu ve iktidarı sorgulamaya yönelik bir zihinsel faaliyet, anlayış olduğundan hareket eden Ranciere, Batı demokrasilerinin 1970’lerin sonundan itibaren oligarşik hukuk devletlerine dönüştüğü görüşünde. Günümüzün sorunu da zaten despotluğun demokrasi diye yutturulması değil mi!... “Sandık’’tan çıkmayı sınırsız özgürlüklerin vizesi sayanlarla, demokrasi adına istedikleri ülkeyi bombalayıp işgal edenler, televizyonun kitleleri uyutması sayesinde, demokrasiyi iğfal edip, talanı sürdürüyorlar. Kitleler sağduyusunu yitirmemiş olsa, işgal ettiği Irak’ta bir milyon insanın ölümünden, milyonlarcasının ülkesini terk etmesinden, sorumlu ABD, “NATO, Rusya’yı cezalandıracak’’ diye nasıl meydan okuyabilir… Modern çağın televizyon ‘’imparatorluğu’’ döneminde, sıradan çoğunluğun hayatı algılayışı, olaylara bakışı, yeme alışkanlığı, giyinme alışkanlığı, koku tercihi, film zevki, müzik ilgisi ekranlardan yönlendiriliyor. ??? Demokrasi masalları anlatılırken insanlığın nasıl bir trajedi yaşadığına bir bakalım: Ölen Iraklı siviller (tahmini): 1.120.000 Irak’tan kaçan siviller: 4 milyon Irak’ı işgal altında tutan Amerikan askeri: 155.000 Özel şirketlerin paralı Amerikan askerleri: 180.000 ABD’nin bugüne kadar olan savaş giderleri: 526 milyar dolar İşgalin uzun vadede ABD’ye maliyeti (tahmini): 3 trilyon dolar ??? Irak’ın işgali, bunca masum insanın ölümü, milyonlarca Iraklı‘nın göçmen olarak sefalet içinde yaşamak zorunda kalması insanlığa ne G Aynı zamanda edebiyatçı Başta Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy olmak üzere belli bir çevre Türkiye’nin Avrupalı olmadığını savunuyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Fransız arkadaşlarım bu olaylardan sonra bana Türkiye ile alakalı sorular sormaya başladılar. Bence tartışmalar bir bakıma olumlu. Bilgisiz insanların kafalarında sorular uyandırıyor ve onları Türkiye’yi araştırmaya yönlendiriyor. Böylelikle Türkiye’yi daha iyi tanıyorlar. Bu sayede Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesini isteyen arkadaşlarım çoğaldı. Mesela, polis meslekdaşlarım arasında Türkiye’ye karşı olanlar birkaç sene önce daha fazlaydı. Bugün çoğunluğu girmesinden yana, zira araştırdılar. Türkiye’yi daha iyi tanıdılar. Bu konuda biz Türk asıllı olanlara da bir görev düşüyor. Fransız edebiyatı okudunuz, ufak tefek yazı denemeleriniz de var. Bunlardan bildiğimiz ilki 1999 İzmit depremine ilişkin. Her yıl yaptığınız gibi ailenizle tatili geçirmek üzere Türkiye’ye gidiyordunuz. O sene yolunuz Yalova’ya düşer. Sizden dinleyelim... Babamın çok eski bir arkadaşının Yalova’da oturduğunu duymuştuk. 20 senedir görüşmemişlerdi. Felaketi onlara misafir olduğumuz gece yaşadık. Dünyanın böyle sarsılabileceğini insan düşünemiyor. Bunun üzerine annemin önerisiyle bir hikâye yazmaya karar verdim. Yaşadıklarımı anlattım. Avrupa’da doğan Türkiye kökenli gençlere tavsiyeleriniz olabilir mi? Onlara Türk asıllı olduklarını unutmamalarını söylemek isterim. Sonra içinde yaşadıkları toplumda uyum sağlamak zorundalar. Büyük Ödül Sutristanto’nun oldu Uluslararası Nasreddin Hoca Karikatür 28.Yarışması’na 910 sanatçı katıldı İstanbul Haber Servisi Karikatürcüler Derneği’nin düzenlediği 28. Uluslararası Nasreddin Hoca Karikatür Yarışması sonuçlandı. Yarışmada, Büyük Ödül Endenozyalı karikatür sanatçısı Arif Sutristanto’ya verildi. Cumhuriyet Gazetesi Özel Ödülü ise Meksikalı sanatçı Angel Boligan’a layık görüldü. Ödüller, 28 Kasım’da Ankara Sheraton Otel’de düzenlenen törenle sahiplerine verilecek. Ana sponsorluğunu Koç Holding’in yaptığı, gazetemizin de sponsor kurumlar içinde yer aldığı yarışmaya 63 ülkeden 910 sanatçı 910 eserle katıldı. Jüri üyeleri, Turhan Selçuk, Kadir Doğruer, Paolo Dalponte (İtalya), Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Nazan Erkmen, Luiz Carlos Fernandes (Brezilya), Muhittin Köroğlu, Cheong San Lim (Güney Kore), Leng Mu (Çin), Metin Peker, Tonguç Yaşar, Thomas Rodriguez Zayas’dan (Küba) oluştu. Büyük Ödül’e Sutristanto değer görüldü. Başarı ödülleri ise Musa Gümüş (Ankara), Agim Sulaj (İtalya), Shahrokh Heidari (İran) ve Alessandro Gatto’ya (İtalya) verildi. Yarışmada sponsor olan kurum ve kuruluşların değer gördüğü özel ödüllerin verildiği sanatçılar şu isimlerden oluştu: Nasreddin Hoca Özel Ödülü: Serdar Günbilen/Ertan Sertöz, Karikatürcüler Derneği Özel Ödülü: Grzegorz Szumowski/Polonya, Jüri Özel Ödülü: Mildo Dikov/ Bulgaristan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Ödülü: İsmet Lokman, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon G. Md. Özel Ödülü: George Licurici/ Romanya, Koç Holding Özel Ödülü: Feng Gui Bo/Çin, İBB Özel Ödülü: Nam MyungLae/Güney Kore, Çankaya Belediyesi Özel Ödülü: Luka Lagator/SırbistanKaradağ, Şişli Belediyesi Özel Ödülü: Mahmood Nazari/İran, Akşam Gazetesi Özel Ödülü: Vladamir Kazanesky/Ukrayna, Cumhuriyet Gazetesi Özül Ödülü: Angel Boligan/Meksika, Sabah Gazetesi Özel Ödülü: Erico Junqueira/Brezilya, Milliyet Sanat Dergisi Özel Ödülü: Ali Aghaey/İran, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Özel Ödülü: Yang Xiang Yu/Çin, TRT Özel Ödülü: Goran Divac/SirbistanKaradağ, NTV Özel Ödülü: Pavel Kuczynski/Polonya, Fox Televizyonu Özel Ödülü: Zhi Dong Zeng/Çin, Serdar Çakırer Özel Ödülü: Lubomir Mihailov/ Hırvatistan. hmedinejad Türkiye’yi ziyaretinde Anıtkabir’i ziyaret etmedi... Ahmedinejad kim? Tahran Belediye Başkanlığı’ndan kaderin cilvesiyle İran’ın, bu büyük ve önemli ülkenin cumhurbaşkanlığına tırmanmış biri. Tıpkı bizdekiler gibi... Ziyaret etmediği Anıtkabir’deki kim? Dünyanın ve kendi ülkesinin en zor, en karışık dönemlerinden birinde ülkesinin kurtuluşuna ve yeniden kuruluşuna öncülük etmiş bir ulusal kahraman. Sadece kendi ülkesinin değil bütün dünya aydınlanma tarihinin gelmiş geçmiş ve gelebilecek en seçkin kişiliklerinden biri. Ahmedinejad Anıtkabir’i ziyaret etmedi. Zaten oraya yakışmazdı!.. ??? Konuyla ilgili haberlerde İran’ın tepesindeki mollanın cuma namazını İstanbul’da kılacağını (bu yazı yayımlandığında, kıldığını) öğreniyoruz. Bu gibi haberlerden tiksinti duymaya başladım. Namaz bir gösteriş konusu değildir. Ahmedinejad’ın ya da herhangi bir A CUMARTESİ YAZILARI ATAOL BEHRAMOĞLU Etse Ne Olur, Etmese Ne Olur!.. Namaz kılan sözüm ona siz devlet erkânıyla, aynı namazı kılan sıradan yurttaş arasında, namaz kılma olgusu bakımından ne gibi bir fark olabilir? Sizinki daha mı artistik, daha mı fiyakalı, daha mı göz alıcı? Yoksa dualarınız mı daha farklı? Tanrı katında daha mı önemli? Tanrı aynı Tanrı, insan aynı insan, dua aynı dua, namaz aynı namaz değil mi? Neden sizin namazınız sıradan yurttaşın namazından farklı olarak medyanın konusu olsun? Yoksa siz Tanrı katında ayrıcalıklı mısınız? Gerçekten de bir an, bir saniye düşünseniz, yaptığınız şeyin dinle, imanla, samimi ve gerçek inançla ilgisi bulunmadığını, bütün bunlara aykırı olduğunu kavramanız bu kadar mı güç? Sizin, sizlerin, sizin gibilerin ger başkasının herhangi bir namazını nerede kılacağından bana ne, kime ne? Bütün bu insanlara utanmıyor musunuz diye sormak gerekmiyor mu? Utanmıyor musunuz? İnandığınız bir Tanrı’yı kullanarak kendinizi bu kadar reklam konusu yapmak size utanç vermiyor mu? Bu o Tanrı’yı küçültmek, kullanılan bir şey derekesine indirmek değil mi? Namaz kılmak kadar sade, olağan, son derece kişisel olması gereken bir ibadet biçimini, bu kadar olağanüstü, bu kadar şaşaalı bir biçime sokmaktan utanıp sıkılmıyor musunuz? Namaz bir gösteriş konusu mudur? Namazlarınızı sıradan yurttaşlar gibi, sessizce, gösterişsizce, medya ordusundan habersiz kılamaz mısınız? çekten inanç sahibi olduğunuza da inanmıyorum. Sizler despotluklarınızı, kişisel ihtiraslarınızı, çıkar hırslarınızı inanç maskesi ardında gizlemeye çalışan, bu anlamda da Ortaçağ Hıristiyan dünyasında cennetin anahtarlarının kendilerinde olduğunu ileri süren din sahtekârlarının günümüzdeki benzerlerisiniz. Onlardan farkınız yok. Değil mi ki, hiç de inandırıcı olmayan inançlarınızı, çıkarlarınız için, gösteriş için, reklam için, göz korkutmak için, göz boyamak için kullanmayı meslek edinmişsiniz… ??? Ahmedinejad Anıtkabir’i ziyaret etmedi! Etse ne olur, etmese ne olur!... Zaten doğrusu, Mustafa Kemal’in anısı önünde saygı duruşunda bulunmaya layık olmayan, bunu hak etmeyen kişinin oraya çıkmamasıdır. Bu nedenle de, ne olduğunu, kim olduğunu gizlemek gereğini duymayan İranlı mollanın davranış biçimi, ülkemizdeki kimilerinin ikiyüzlülüğünden daha saygı değer bile görülebilir... ataolb?cumhuriyet.com.tr