04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

22 AĞUSTOS 2008 CUMA bilim/vaziyet C Yağmur Deniz 17 ERKEKLER KANUNLARI KENDİLERİ İÇİN YAPIYOR Hitit kanunlarında zina ve tecavüz Binnur ÇELEBİ nadolu’da ilk yazılı hukukun MÖ. 2.binyılda Anadolu’da yaşayan Hititlere ait olduğu biliniyor. Hitit kanunları, Hammurabi kanunları gibi bir kitabe üzerinde değil, kil tabletlere yazılıyordu. İki büyük seriden meydana gelen bu kanunlar “Eğer bir adam” ve “Eğer bağlar” sözleri ile başlıyor. Bilim adamlarınca sonradan numaralandırılan bu tabletler, bilindiği kadarıyla 200 maddeden oluşuyor. Hitit Hukuku modern hukukta olduğu gibi, veraset, ticaret hukuku, medeni hukuk, ceza hukuku gibi bölümlere ayrılmıyor. Ele geçen tabletlerde veraset, adoption (evlatlık alma) ve borç hukukuna dair maddelerin olmamasına karşın, aile hukukunu içeren maddeler yer alıyor. Kısasa kısas (göze göz, dişe diş) prensibinin yerine tazminatın geçerli olduğu Hitit kanunlarında ölüm cezaları; kralın emrine karşı gelmek, cinsel suçlar ve büyü yapmak gibi ender hallerde veriliyor. Ancak ölüme mahkum edilen birini kral da affedebiliyor. Adam öldürme suçlarına bile tazminat cezası uygulayan Hitit kanunları, cinsel suçlar için ölümden başka bir ceza tanımıyor . Cinsel suçlara ait maddelerin çokluğu Hititlerin ahlaki değerlerin korunmasına verdiği önemi de ortaya koyuyor. Yetiştirme yurdundan şampiyon çıktı. İşte yetiştirme böyle olur! A ZİNA VE TECAVÜZ SUÇU Evlilikten önce sözün çiğnenmesi konusunda nispeten yumuşak önlemler içeren Hitit hukuku, evlilik sonrası sadakatsizliğe karşı daha sert tavır alıyor. Oysa, resmi bir anlaşma ile evlenen erkek, ilk karısının meşru eş sayılmasına rağmen başka kadınlar da alabiliyor. Buna karşın zina yapan kadına ise ölüm ceza uygun görülüyor. Hitit kanunlarında zina ve tecavüz suçu aşağıda yer alan 197. maddede birlikte ele alınarak, kadının rızası olup olmamasına göre farklı hükümler veriliyor: “Eğer bir adam bir kadını dağda alırsa (tecavüz ederse), suç adamındır ve o ölsün. Ama eğer onu evde alırsa (tecavüz ederse), suç kadınındır ve kadın ölsün. Eğer adam (koca) onları bulursa ve onları öldürürse, onun eylemi cezaya değer değildir.” Söz konusu maddeden evli bir kadının dağda tecavüze uğraması halinde, kadının kendini koruyacak hiçbir araca sahip olmadığı ve yerin ıssız olması dolayısıyla yardım da isteyemeyeceği düşünülerek adam suçlanıyor. Ancak olayın bir evin içinde vuku bulması halinde kadının yardım isteme olanağı olduğu ve bunu yapmadığı varsayılıyor. Bu nedenle kadının rızasının olduğu düşünülerek kadın suçlanıyor. Bu durumda koca, hem karısını hem de âşığını öldürme hakkına sahip oluyor. Hitit kanununun 197. maddesi günümüz mahkemelerine taşınan en sorunlu dava türlerinden birini içeriyor. Kadın, cinsel birleşme olayında gönüllü müydü gönülsüz müydü? Tecavüz mü oldu rızasıyla ilişki mi? Bağırdı mı bağırmadı mı? 2007 yılında tecavüze uğrayan bir kadınla ilgili olarak Bafra Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen bir kararın, Yargıtay 5’inci Ceza Dairesi’nce bozulması, günümüzden 3 bin 500 yıl önceki Hitit kanunlarının 197. maddesi ile taşıdığı benzerlik açısından insanı hayrete düşürüyor. Söz konusu karar; “evinde çocukları bulunan mağdurenin ırza geçme eyleminin gerçekleştirildiği zamanlarda bağırıp çevreden yardım istememiş olması, eylemin birden çok değişik zamanlarda tekrarlanmasına rağmen hiç kimseye anlatmaması, durgun halinden şüphelenen eşine olaydan yaklaşık iki ay sonra açıklama yapması” hususları gözetilerek, tecavüz suçunu işleyen sanığa daha önce verilen hapis cezası kaldırılarak bozuluyor. Burada adamın beraat etmesi değil, mağdurun tecavüze uğramadığının kanıtı olarak bağırmamış ve yardım istememiş olması dikkati çekiyor. Eleştirel hukuk kuramının önemli bir parçasını teşkil eden feminist hukuk kuramı, bu tarz davalarda “erkek” bakışının egemen olduğunu, bununda ötesinde genel olarak hukukun erkek bakışını yansıttığını söylüyor. Yargıtay’ın vermiş olduğu karar da bu bakışı sergiliyor. Genel anlamda, iffetli kadınların ve genç kızların (bakire oldukları için) tecavüze rıza göstermedikleri ve bu nedenle tecavüze açık oldukları düşünülüyor. Buna karşın iffetsiz kadınlar, eşler ve fahişeler, yani rıza gösterenler tecavüz edilemezler grubunu oluşturuyor. Bu varsayıma göre yaş sınırı üzerinde olan kadınlar, rıza konusunda karar verebilecek kadar güçleri olup olmadığına bakılmaksızın güçlü kabul ediliyor. Erkeklere göre tecavüz bilinmeyen kişiyle olur. Sanık kadını tanıdığına ve cinsel ilişkide bulunduğuna göre, bunda kadının rızası olduğu anlamı çıkarılıyor. Kadın mahkemede aksini ispat edemiyorsa, olay tecavüz sayılmıyor. Kadınlar ve erkekler tecavüz deneyimleri açısından eşit olmayan toplumsal koşullarda bulunuyor. Erkeklerin tecavüz edilmekten çok tecavüz etmeye yatkın oldukları kabul ediliyor. Kadınların neredeyse yarısı hayatlarında en az bir kere tecavüze ya da tecavüz girişimine maruz kalıyor, bunların yüzde kırk kadarı çocukluklarında istismara uğruyor. Bir tecavüz davası, kadın rızası olmadığını ispatlayamadığı için kaybedilince, kadının incinmiş olduğu hiçbir şekilde kabul görmüyor. Erkekler cinsel deneyimi ol muş bir kadının, tecavüze uğradığı zaman neyi kaybettiğini anlayamıyor. Çünkü onlara göre, artık kadının kaybedeceği bir şey yoktur. “Hayır” diye bağırmayan kadının rızası olduğu düşünülüyor. Kadının kendisiyle cinsel ilişkide bulunmak istemediğini bile bile, yine de işine devam ediyor. Sistematik olarak kadınların ne istediğini bile fark etmemeye şartlanan erkekler, özellikle pornografi Bitik Vazosu “Duvak Açma Sahnesi” Bitik/Ankara düşkünü olanlar, kakiye’deki yargı sistemi namus cinayetleridınların kendilerine karşı ilgisizliğinin, tepni, genellikle geleneğe ve kültüre dayanakiselliğinin, açıkça hayır demelerine rağmen rak ve aile ferdinin erkekliğine yönelik hayır dendiğinin dahi farkına varamıyorlar. saldırı oluşturduğu gerekçesiyle haklı görüTecavüzcüler tipik olarak kadınların kenyordu. dilerine yapılanlara bayıldığına inanıyor. Türk Ceza Kanunu’nda doğrudan namus “Muhtemelen tecavüzcülerin kurbanlarına kavramı ile ilgili bir madde bulunmamasısöyledikleri tipik sözler: ‘Seni kalna rağmen mahkemeler genellikle karar vetak…orospu… istediğini sende biliyorsun. rirken namus faktörünü hafifletici bir sebep Hepiniz istersiniz’ ve sonra da ‘Bak gördün olarak ele alıyordu. Namusa yönelik bir meymü, sen de hoşlandın işte.” dan okumanın, namus cinayeti failleri için Erkeklerin yaygın inancı olan, kadınların ağır tahrik teşkil ettiği gerekçesiyle “töre önce rıza gösterip daha sonra tecavüz suçsuçları” kapsamında değerlendirilerek ceza lamasında bulunmaları, bu bilgiler ışığında indirimine gidiliyordu. daha da anlamlanıyor. Tecavüzcünün algıFakat TCK’nin AB talimatlarına uygun layabileceği incinmeyi esas alan tecavüz yahale getirilmesi sırasında feministlerin; nasası, cinsel karşılaşmalarda, erkekleri kadınmus ve ihtiras nedeniyle suç işleyenlerin, ların dediğini anlayamadıkları için, yargılanhaksız tahrik gerekçesiyle ceza indiriminden dıkları davalardan beraat ettirerek ödüllenyararlanmalarının engellenmesi yönündeki diriyor. talepleri doğrultusunda, TCK’nun 462. maddesinde yer alan sekizde bire indirilen EĞİŞEN NE VAR? ceza yürürlükten kaldırıldı. Bunun yerine zina saikiyle cinayet suçu işlenmesi hafifTürk Ceza Kanunu’nun birçok tecavüz valetici neden olmaktan çıkarıldı. Aksine, kalarında “kadının bağırmaması, yardım isKanunun 82. maddesinde töre saikiyle cinatememesi” gibi sebepler göz önünde bulunyet işlenmesi ağırlaştırıcı neden olarak kadurularak karar verilmesi hususunun bizlebul edilerek, müebbet hapis cezasıyla cezare Hititlerden şimdiye değin pek fazla bir şelandırılması hükme bağlandı. yin değişmediğini gösteriyor. Böylece namus cinayetlerinin yasa eliyOysa, mağdurenin bağırmamasının sebele meşrulaştırılmasına teoride son verilmiş oldu. Hititlerde zina yapan kadının yazgısı kocanın elinde. Hitit kanunlarının 197.maddesi karısını ve aşığını zina durumunda yakalayan kocaya her ikisini de aynı anda öldürme hakkı tanınmakla birlikte aşağıda verilen 198.madde olduğu üzere koca, karısının yaşamasını da isteyebiliyor: “Eğer Sarayın kapısına onları götürürse ve derse:’Benim karım ölmesin’, o zaman karısını hayatta bırakır, ve zina yapan erkeği <de> hayatta bırakır, ve onun <=zina yapan erkeğin> başını örter. Eğer derse ‘işte tam ikisi de ölsün, o zaman tekerleğe diz çöksünler, kral onları öldürür, kral onları yaşatır.” Kocanın karısını affetmesi durumunda zina yapan adam da sağ kalıyor. Ancak bir utanç simgesi olarak başını örtüyor. Erkeğin başının örtülmesi kadınlaştırılarak aşağılanması anlamına mı geliyor, yoksa sadece bir utanç simgesi midir, bilinemiyor. Hititlerde kocanın, karısının aşığıyla Tanrıça Kubaba Kabartması tazminat karşılığı bir anlaşmaya varması da Taş (Bazalt) Karkamış mümkündü. Böyle bir anlaşma ile boşadığı karısını bir başkasına l2 gümüş şekele (Hititlerde hesap birimi ölçüsü 1 şekelin bugünbi çok daha farklı bir şiddetle karşılaşmasınkü karşılığı 12,5 gram gümüşü ifade ediyor.) dan korkmuş olmasını da mümkün kılıyor. satabilirdi. Bütün kriminolojik araştırmalar, toplumsal Hitit kanunlarının 26/b ve c maddelerinin algı ve utanç gibi nedenlerden dolayı yarbu husus ile ilgili olduğu sanılıyor. Ancak gıya en az intikal eden suçların tecavüz suçtabletin çok kırık olması nedeniyle bu koları olduğunu gösteriyor. nuda kesin bir yorum getirilemiyor. Eğer öyGünümüzde birçok kadın, evliyse kocaleyse, adamın karısını ‘satın alarak’ kocasının boşayacağı, bekâr ise bu kusurundan ya ödediği tazminatın, ölüm cezasıyla kıyasdolayı tercih edilmeyeceği veya dul bir erlandığında, çok mütevazı bulunuyor. Her ne kekle evlenmek zorunda bırakılacağı, yaşakadar bazıları mağdur kocanın, sadakatsiz dığı toplum içinde aşağılanacağı, ömür bir kadını satması karşılığında, bir koşum boyu bu utancı taşıyacağı, belki de en kööküz almaya yetecek para alabilmesinin iyi tüsü sonu cinayetle biteceği korkusuyla ne bir pazarlık olduğu görüşünü belirtse de, buyazık ki tecavüze uğradığını itiraf dahi rada asıl sorgulanması gereken husus Hititedemiyor. Kuşkusuz bu tür korku ve suskunlerde kadının bir mal gibi alınıp satılabilir luk tecavüzün devamını da getirebiliyor. olup olmadığıdır. Aile içi yaşanan ensest ilişkilerin uzun süre Bütün bu anlatılanlardan; Hititlerin cingizli kalmasının nedeni bu olabilir mi? siyetçi değerlerin korunması için şiddeti kaYargıya göre aile içi tecavüzlerde kadının bul eden bir hukuk sistemine sahip ataerkil bağırmaması kadının bu tecavüze rızası bir toplum olduğu anlaşılıyor. Günümüzden olduğunu gösterir mi? Elif Şafak “Baba ve 3 bin 500 yıl öncesine ait Hitit KanunlarınPiç” adlı kitabında; kardeşi Mustafa’nın teda yer alan bu maddelerin, kendisinden soncavüzüne uğrayan, ancak buna karşı koyaraki dönemlerde ve bugün de bazı konularmayan, ne tecavüzü ne de istem dışı doğurda hala geçerliliğini koruyor. duğu çocuğu kimseye söyleyemeyerek, bu Arkeolojik kazılarda şu ana değin gün ışıutancı bir sır olarak ömür boyu taşımak zoğına çıkarılan tabletler birçok soruyu yanıtrunda kalan Zeliha’nın dramını gözler önüsız bırakıyor. Arkeologlar bilinenden bilinne seriyor. Söz konusu kitapta tecavüz sumeyene ulaşıp, Hititlere ait sırları çözebilçunu işleyen Mustafa’nın, vicdanıyla kenmek için kazılarını sürdürüyor. dini yok etmesi ise insana Victor Hugo’nun; “En mükemmel adalet vicdandır” SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA sözünü hatırlatıyor. F.KINAL, Eski Anadolu Tarihi, TTKB, Ankara, 1991, s.147 vd. ÖRE AHLAKI “NAMUS” 2 F.IMPARATI, Hitit Yasaları, İtalyan Kültür Heyeti, Çev: Prof. Dr Erendiz ÖzbaHititlerde olduğu gibi bugünkü pek çok yoğlu, Ankara 1992,s.279 vd. ataerkil toplumda “zinanın” cezası ölümdür 3 Yargıtay 5’inci Ceza Dairesi’nin E.No: ve zina yaptığı düşünülen insanların, “şüp2007/1161, K.No: 2007/2039 sayılı kararı heli, suçu ispatlanana kadar masumdur” il4 C.A.MACKİNNON, Feminist Bir Devkesinden yararlanılmasına izin verilmiyor. let Kuramına Doğru, Çev: Sabir Yücesoy, Evli erkeğin zina durumunda karısının ölTürkan Yöney, 2003, İstanbul, s.198 vd. mesi ya da hayatta kalması konusunda ka5 B.DİNÇOL, Eski Önasya Toplumlarınrar verme yetkisinin dayanağı olan 197. madda Suç ve Ceza Kavramı, Eskiçağ Bilimlede, acaba töre ahlakı mıdır, yoksa erkeğin ri Enstitüsü Y. Sayı 22, İstanbul, 2003, s.42 karısı için ödediği başlık nedeniyle, kadın 6 L.PERVİZAT, “Namus Adına 1” Naüzerinde söz sahibi olduğunun kabul edilmus Adına Şiddet Kuramsal ve Siyasal Yakmesi midir? Bu sorular karşısında da kesin laşımlar, İstanbul Bilgi Üniversitesi Y., İsbir sonuca gidilemiyor ne yazık ki... tanbul, 2006, s.145 vd. Bu husus yine günümüz mahkemelerine 7 T.BRYCE, “Hitit Dünyasında Yaşam yansıyan namus aklamaya yönelik dava tipve Toplum”, Dost Kitapevi, Ankara, lerinden biri olma özelliğini taşıyordu. Tür2003,s.143 vd. İSTANBUL Barosu Genel Sekreteri avukat Hüseyin Özbek, yıkılan Osmanlı‘nın işgal dönemiyle günümüzü karşılaştırıyor: “Günümüz Türkiye’sinde görünürde fiili bir işgal yok. Boğaz’da, İzmir Körfezi’nde silahlarını kente çevirmiş zırhlılar demirlememiş! Ama işgal günlerinin mütareke medyasına rahmet okutacak, Ali Kemal’lere, Refi Cevat’lara pes dedirtecek kalem erbapları medya köşelerinden topluma mütareke şırıngası yapıyor! Mütareke İstanbul’unun İngiliz şeriatçısı Sait Molla’sını, Kürdistan emirliği düşleri gören Seyit Abdülkadir’ini teslimiyet paydasında birleştiren İngiliz emperyalizmi onlara aynı sözleri söyletip aynısını yazdırıyordu. Günümüz ‘Türkiyeli’ medyasında Kürtçüsünün, ılımlı İslamcısının, entelliboşunun aynı şeyleri yazıp söylemesine Mütareke! de şaşmamak gerekir! Küresel emperyalizm, 1920’lerin mütareke münevverlerinin günümüzdeki mirasçılarını istihdam etmekte zorlanmamışa benziyor. Mütareke İstanbul’unun satılık kalemleri İngiliz Devleti Fehimanesine kapılanmaktan başka çıkar yolun bulunmadığı düşüncesini halka aşılama yarışındaydılar. Mütareke kalemlerinin günümüze klonlanmış kopyaları da ABD’ye secde ederek BOP’un gönüllü taşeronluğuna soyunmaktan başka çözümün olmadığını yemin billah tekrarlayıp duruyorlar. Ne var ki ulusal bilincini yitirmiş bir toplumun sürü haline getirilebileceğinin, istenen zamanda, istenen amaçla sokağa salınabileceğinin, Atlantik ötesinden tayin edilen Soros ödenekli liderlerin peşinde toplumsal intihara yönelebileceğinin ibretlik örnekleri ortadadır. Öte yandan ulusuna olan inancını kaybetmemiş onurlu kalemler de sömürüye, soyguna karşı insanlığın ortak vicdanını sese, söze, yazıya dönüştürmektedir. Sahibinin sesi kalem ve kelam sahipleriyse utanılası bir misyonun utanmaz sürdürücüleri tarihte layık oldukları yeri alacaklardır. Tolstoy’un dediği gibi sonuçta olması gerekenler olacak, coğrafyayı vatan yapan inanç ve iradenin günümüzdeki mirasçıları epeyce örselenecekleri bu amansız kavgadan yine galip çıkacaklar. Havasına, suyuna, toprağına sinmiş, atmosferle kaynaşmış 1920’lerin ‘Milli Mücadele’ ruhu bu ülkede yaşamaya devam ediyor ve hep edecek!” Yüksek Yerilim Hattı [email protected] Dişlisinde defo da olsa sistemin, durmak yok, yolsuzluğa devam! ayetleri ile Türkiye’yi gezerken, iki dudağının arasından çıkan buyruklarla Süleymancılar tarikatının yurtlarına da el atmak istemiş ve fakat daha sonra eli yandığı için geri çekilerek Süleyman Hilmi Tunahan’ın müritleri ile pek de güzel halvet olmuştur! 12 Eylül sonrası Akdeniz’den Ege’ye, Marmara’dan İç Anadolu’ya “Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Derneği” şablonu altında pıtrak gibi açılan yatılı Kuran kurslarının hamisi bir bakıma Kenan Evren olmuştur. Konya Valisi’nin “Neredeymiş o kaçak Kuran kursu” dediği Süleymancı örgütlenmesi, Fetoşçular gibi enternasyonal olmasa da belli bir güce ulaşmıştır. Süleymancılar, bugün başta Antalya, Isparta, Burdur, Afyon, Kütahya, Bilecik, Denizli, Manisa, Balıkesir, Aydın, Uşak, Karaman, Konya, Aksaray olmak üzere birçok valinin gözlerinin içine bakarak köyleri, kasabaları yatılı Kuran kursu ile donatmıştır. Konya’daki olaydan sonra valilerin bölgelerindeki kaçak kursların kapısına dayanması gerekirken, hükümetin nabzına göre şerbet Konya’dan gelmiş ve hükümetin adamları da kulaklarının üzerine yatma kolaylığına kavuşmuştur. Olay, “komisyon”a havale edilmeyecek kadar ortadadır. Teferruat Avni Kurtuldu: “Ahmedinejad İstanbul halkından özür dilemiş. Anıtkabir’in yanında trafik teferruattır!” Komisyon ELÇİLER devleti temsil eder; valiler ise hükümetin adamıdır. Örneğin, RTE geldiğinde İstanbul Valisi Muammer Güler’in işi gücü bırakıp peşinden koşturması boşuna değildir. Yine örneğin Konya Valisi Osman Aydın’ın buyruğu ile kurulan komisyonun tarikat yurdunda 18 kişinin öldüğü patlamayı araştırırken çöken binada kaçak Kuran dersi verildiğini saptayamaması da boşuna değildir! Her iki örnekte de önemli olan Başbakan’ın ve Başbakan’ın şahsında hükümetin rahatlatılmasıdır! Konya Valiliği Araştırma Komisyonu’nun kaçak kursu görememiş olması başka bir gerçeğin saptanmasını sağlamıştır: Türkiye’ye “Ilımlı İslam” gömleği biçen ABD’nin himayesindeki ve laiklik karşıtı eylemlerin odağı halindeki İslamcı AKP iktidarı ile Türkiye Cumhuriyeti her geçen gün biraz daha ortaçağ karanlığının içine sokulmaktadır. Vali Bey’in emri altındaki birkaç kişiden oluşan komisyonun göremediği gerçek, 12 Eylül’ün haşmetli dikta lideri Orgeneral Kenan Evren’in eseridir. Evren, dilinden düşürmediği Kuran D Sistem Erol Barutçugil: “Çarklarını öyle sistemli kurmuşlar ki, bir dişliyi bile feda edemiyorlar!” Gizli Aslan Çeker: “Her okula ibadethane isteyen AKP’li Edibe Sözen, partinin kapatılması için çalışan gizli Ergenekoncu olmasın?” Madalya Anıl Öçal: “ABD devşirmeleri ile yönetilen ülkenin olimpiyat madalyası da devşirme olabilir ancak...” Gül’ün rektörü tehditler savuruyormuş... “Vay Kasımpaşalı vay!” ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ ‘Kemeraltı’ları Yaşatmak... arihi çarşılarımız binyıllardan beri böylesine bir “vefasız”lık yaşamadılar... “Muhafazakâr”(!) iktidar, dünyanın imrendiği geleneksel alışveriş dünyamızı küresel sömürgeciliğin dev mağazalarına kurban etmekten çekinmiyor... Bu aymazlık ne yazık ki tarihsel kimliğine duyarlı kimi “aydın” kentlerimizde de gözleniyor. Halkın parasını kendi öz esnafıyla paylaşması yerine, uluslararası sermayenin tüketim hangarlarında harcaması “çağdaş”lık sanılıyor... Örneğin geleneksel kimlik değerlerini yaşatmakla ün yapan Muğla’ya bile bulaşmış mega marketlerden biri, yüzlerce yıldır süregelen ünlü “Muğla Pazarı”nın kurulduğu “perşembe” günleri yüzde 40’lara varan “özel indirim” yapmaya başlamış. Tüm Güney Ege’nin emektar pazarcılarına karşı böylesine acımasızca rekabet savaşı açan “sömürgeci” alışveriş tekellerine ayrıcalıklı imar olanakları sağlamak, nasıl bir “çağdaş”lıktır? Nitekim daha 2002’de “hazır” denilen süpermarketleri kent dışına çıkarma yasasının neden “bekletildiği”ni de Sanayi ve Ticaret Bakanı şöyle açıklamıştı: “Bazı ricalardan ötürü erteledik...” İşte bu anlayışa karşı kendi çarşılarımızın yaşatılması, “kimlikli ve onurlu bir gelecek” için de büyük değer taşıyan çabalar... Tıpkı, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin, görmüş geçirmiş “Kemeraltı” çarşısını bugün de “vaz T T geçilmez” kılmaya dönük çalışmaları gibi... Çünkü Kemeraltı, kentin anıtsal simgelerinden Kadifekale etekleriyle antik liman arasında sadece tarihsel ticaretin değil, kültürel ve kamusal yaşamın da yarattığı eşsiz bir “kentsel SİT”... “Agora” ve “Antik Tiyatro” gibi binlerce yılın “bellek” değerleriyle de İzmir’in tam merkezinde kentin geçmişinin okunduğu zengin bir “arkeolojik SİT”... Belediye, evrensel bir “miras” olarak da yaşatılması gereken Kemeraltı çarşısının günümüzdeki “acımasız rakipleri”ne karşı “direnişi”ni güçlendirmek; İzmirliler için geleneksel çekiciliğinin yanı sıra çağdaş yaşam konforuyla da “öncelikle tercih edilmesi”ni sağlamak üzere adeta seferberlik halinde... Bunun için Konak ve Büyükşehir belediyelerince eşgüdüm içinde hazırlanan koruma planlaması çalışmaları önceki yıl tamamlandı. Bölgenin tarihsel omurgası olan Anafartalar Caddesi’ndeki yıpranmış tarihi cepheler elden geçirildi. Onurlu geçmişin tanığı yapıların sıva ve boyaları yenilendi; cumba, kepenk ve doğrama gibi ahşap yüzeyler onarıldı; salkım saçak ve çirkin tabelalar kaldırılarak “estetik olgunluk”la yeniden düzenlendiler... Bütün bu çabaların önemli bir aşaması olarak gerçekleştirilen “Kemeraltı Üst Örtü ve Kent Mobilyaları Ulusal Fikir Yarışması” da geçen günlerde sonuçlanarak, bölgenin tüm İzmirlilerce “yeniden” kucaklanmasını sağlamaya dönük projeler elde edildi... Kentlerindeki tarihi çarşılara duyarlı belediyelerimiz için de örnek oluşturan bu yarışma için 44 başvurunun olması, geleneksel bir alışveriş semtinin özgünlüğünü koruyarak çağdaş konforla yaşatmaya dönük bir “fikir zenginliği” yaratmış olması bakımından da önemlidir. Deneyimli mimarlarımızdan Cem Açıkkol başkanlığındaki seçici kurulun en başarılı bulduğu 8 projedeki genel ortak yaklaşım şöyle özetlenebilir: “Geçmişin duyumsanmasını engellemeden, tarihi çevreyle daha fazla birlikte olunmayı özendirecek bir kentsel yaşam kalitesini Kemeraltı’yla bütünleştimek...” Belediye işte bu olanağı da kente kazandırdıktan sonra asıl görev İzmirlilere düşecek. Her yönleriyle “çağdaş” olmalarını haklı bir gurur kaynağı yapan bu aydınlık kentimizin sakinleri, cüzdanımızla birlikte kimliğimize de göz koyan sömürgeci dev alışveriş merkezleri yerine artık hep Kemeraltı’nı yeğlemeliler... İzmir’de Kemeraltı’ndan alışveriş yapmak, sadece İzmirli olma erdeminin değil, bu ülkenin tüm değerlerine düşman olan şu küresel sömürgeciliğe karşı “9 Eylül ruhu”nun da yaşatılması demektir... ekinci?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle