04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8C ekonomi GLOBAL POLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU 22 AĞUSTOS 2008 CUMA Borçlar AKP ile katlandı Kamu riskini azalttı ama, özel sektördeki borçlar nedeniyle kısa vadeli dış borç AKP döneminde yüzde 222 arttı Ekonominin cari açıktan sonraki ikinci ‘yumuşak karnı’ olan kısa vadeli borç stoku, 53 milyar dolara dayandı. Ekonomi Servisi Türkiye’nin yüksek kur riski oluşturan ve tamamına yakını özel sektöre ait kısa vadeli dış borç stoku, yılın ilk altı ayında 11 milyar dolar büyüyerek 52.8 milyar dolara ulaştı. Türkiye’nin tamamına yakını bankalar ile şirketler olmak üzere özel sektöre ait kısa vadeli dış borç stoku, 2007 sonu itibarıyla 41.8 milyar dolar düzeyinde bulunuyordu. Bu yılın ilk altı ayında söz konusu borç stoku 11 milyar dolar artış gösterdi. Altı aylık dönemde şirketlerin kısa vadeli dış borcu 5.6 milyar dolar artarak 28.3 milyar, bankalara ait borç da 5.4 milyar dolar artışla 22.2 milyar dolara ulaştı. Merkez Bankası’nın kısa vadeli dış borcu ise beş ayda 9 milyon Pakistan’da ‘Yeni’ Dönem muoyu yoklaması, halkın yüzde 86’sının günlük temel gereksinimlerini karşılamakta zorluk çektiğini, bundan da sivil hükümeti suçladığını gösteriyordu. Her şeye rağmen iki nokta vurgulanabilir. Birincisi, önemli olan “sivilleşme”, “demokratikleşme”, nasıl olsa bir çare bulunur. İkincisi, siviller ABD Savunma Bakan Yardımcısı Negroponte’nin, Büyükelçi Patterson’un Müşerref’i görevinde tutmaya yönelik baskılarına direndiler. Bunlar önemli noktalar. Ancak burada da görünene fazla inanmakta yarar var. Birincisi, Tarik Ali’nin işaret ettiği gibi, koalisyon hükümeti, Müşerref’i devirme operasyonuna, Genelkurmay Başkanı Aşfak Kayani’nin, ordunun tarafsız kalacağını garanti etmesinden sonra başlayabildi. Kayani, Müşerref’in yetiştirmesi, ABD’nin ülkedeki ikinci adamı, ordu da Pakistan’ın en büyük sermaye grubu. Sivillerin ABD’ye Müşerref konusunda direnmelerine gelince, bunun arkasında, egemen sınıfın, yükselen ve sertleşen İslami hareketin etkisinden korkarak, can havliyle bir uzlaşma arama çabası var. Ancak gerçekleşme olasılığı gerçekten çok güçlü iki eğilimin kesişerek, yeni bir askeri müdahaleyi gündeme getirmesi söz konusu olabilir. Birincisi, koalisyon ortakları birbirine düşer ve İslamabad’dan savunma konularında uzman Talat Mesut’un işaret ettiği gibi zaten felç olmaya başlayan devlet makinesi ( Christian Science Monitor , 18/08) tümüyle işlemez hale gelir, ekonomik durum daha da bozulur, orta sınıfın toplumsal muhalefeti yeniden yükselmeye başlar. İkincisi, sivil hükümet, kendi siyasi ittifak kaygılarından dolayı, Afganistan sınırındaki otonom aşiretler bölgesinde gittikçe güçlenen, Pakistan içinde intihar bombacılarıyla, Afganistan’a giden NATO konvoylarına yönelik, artan sıklıktaki saldırılarla etkilerini hissettiren Taliban yanlısı, köktendinci militan gruplara karşı gereken sertliği gösteremez, ABD’nin askeri operasyonlarını engellemeye ya da zorlaştırmaya çalışır. Bu koşullarda, “siyasiler yine her şeyi berbat ettiği için” Kayani’ye veya bir başka generale, ABD’nin de desteğiyle siyasete yeniden çekidüzen vermek görevi düşebilir. Radikal İslamın, bağnaz feodalitenin, yarı işbirlikçi, yarı korsan sermayenin kıskacı, ABD’nin “terorizme karşı savaş” dediği emperyalist projenin baskısı altındaki Pakistan halkına şimdilik başka bir gelecek görünmüyor. Bu gerçekleri göz önüne almadan demokratikleşmeden ve sivilleşmeden dem vuranlar da, en fazla, taraflardan birinin bir süre için cebini doldurma döneminin aracı oluyorlar… ergin?tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com KAMU KISTI... BANKALAR BORÇLANDI Bankaların 2002 sonunda 6.3 milyar dolar olan kısa vadeli borç stoku bu yılın Haziran sonu itibarıyla 22.2 milyar dolara kadar yükseldi. Söz konusu borçlar, 2002 sonundan bu yılın Haziran sonuna kadar olan dönemde yüzde 251 oranında (net 15.9 milyar dolar) artış kaydetti. Bankalar ve şirketler olmak üzere özel sektör, son beş buçuk yıllık dönemde kısa vadeli dış borcunu aşırı büyüterek ciddi boyutlarda kur riski alırken, kamu ise bu riskten kaçındı. Kısa vadeli dış borcunu 2001 yılında sıfırlayan genel hükümet, izleyen dönemde yeni borç almazken, Merkez Bankası’nın 2002 sonunda 1.6 milyar dolar olan, 2004 sonunda 3.3 milyar dolara çıkan kısa vadeli dış borcu ise, bu yılın Haziran sonu itibarıyla 2.3 milyar dolara kadar geriledi. dolarlık bir azalışla 2.2 milyar dolara geriledi. Kısa vadeli borç stoku, AKP tek parti hükümetlerinin iş başında olduğu 2002 sonundan bu yana, özellikle şirketler kesiminden kaynaklanan rekor düzeyde bir artış gösterdi. 2002 sonunda 16.4 milyar dolar olan kısa vadeli dış borç, bu yılın Haziran ayı sonuna kadar olan dönemde yüzde 222 oranında, 36.4 milyar dolar artış gösterdi. Bu artış da tamamen özel sektörden kaynaklandı. ANKA’nın Merkez Bankası’nın revize verilerinden yaptığı hesaplamaya göre haziran sonu itibarıyla kısa vadeli dış borç stokunun 28.3 milyar dolarla en büyük bölümünü oluşturan banka dışı özel kesime ait borç, 2002 sonundan bu yana geçen dönemde yüzde 236 oranında, 19.9 milyar dolarlık artış gösterdi. akistan Devlet Başkanı, General Pervez Müşerref, pazartesi günü istifa etti. Müşerref “Ben beş yıllığına seçildim, gitmem” diyerek bir süre direndi. Bush yönetimi Pakistan’daki “adamını” kaybetmemek için elinden geleni yapmıştı. Ama sonunda şubat ayında kurulan koalisyon hükümetinin istediği oldu, “sivilleşme” ağır bastı. Böylece Pakistan’da “yeni” bir dönem başladı… Diyorlarsa da hemen inanmayınız. Pazartesi günü Tarık Ali’nin Los Angeles Times’daki yorumunda vurguladığı gibi, “Müşerref gitti diye ülkenin sorunlar çözülecek değil”. Dahası, dünya son yıllarda, bizde de moda olan sözde demokratikleşme, sivilleşme eğilimlerinden, sözde asker sivil ikilemlerinden çok daha karmaşık. P MÜŞERREF’TEN SONRA… The Times of India gazetesi, Müşerref’in istifasıyla ilgili olarak pazartesi günü web sitesine koyduğu yorumunda, bence, biraz da müstehzi bir edayla “Müşerref gittiğine göre koalisyon hükümetinin çalışmamak için hiçbir mazereti kalmadı” diyordu. Doğru, ama ne için çalışacaklar acaba? Koalisyonun yapısına bakınca, bana, sivil siyasiler hemen ceplerini doldurmaya, bu arada gittikçe daralan pastayı paylaşmak için birbirlerinin kuyularını kazmaya çalışacaklar gibi geliyor. Koalisyona bakar mısınız? Başbakan, Pakistan Halk Partisi’nin lideri, suikasta kurban giden Benazir Butto’nun kocası, “Bay yüzde 10” olarak bilinen Asif Ali Zardari. Ortağı Pakistan Müslüman Birliği lideri, Pakistan’ın en zengin işadamı ve yolsuzluk dosyası son derecede kabarık Navaz Şerif. Pakistan siyaseti coğrafyasının bu geleneksel iki rakip partisinin bir koalisyon kurmayı başarmasının tek nedeni Pervez Müşerref’ten kurtulmaktı. Müşerref 1999’da, yolsuzlukları skandal düzeyine çıkan Navaz Şerif hükümetine karşı darbe yapmış, 2002 yılında yaptığı bir anayasa değişikliğiyle, hakkında tonlarla dosya olan Benazir Butto’nun tekrar Başbakan olmasının önünü kesmişti. Pastaya gelince, hızla daraldığı bir gerçek. Neoliberal model, burada da karaya oturmuş durumda. Maliye Bakanı Şokat Aziz, özelleştirmeleri, kamu hizmetlerini tasfiye etmeyi hızlandırdı. Ama iş çevrelerine yakın The International News gazetesinin editörünün kabul etmek durumunda kaldığı gibi, sıcak parayla finanse edilen ithalatı körükledi, büyük bir dış açık sorunu yarattı (18/08). Diğer ekonomik göstergeler de iyi değil. Enflasyon yüzde 15 düzeyinde. Ancak yoksulların temel gereksinimlerinden margarin, buğday, doğalgaz gibi mallarda yılık enflasyon yüzde 2030 arasında seyrediyor. Haziran ayında yapılan bir ka TOBB’den Afrika pazarından Türkiye’nin daha fazla pay alması için yeni bir öneri: Afrika ticaret odası kurulsun TOBB Afrika ile Türk özel sektörleri arasındaki ortaklığın kurumsal bir yapıya taşınması için ticaret odası kurulmasını önerdi. Ekonomi Servisi Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Afrika ve Türk özel sektörleri arasındaki ortaklığın daimi kalması ve kurumsal bir yapıya taşınması için “TürkAfrika Ticaret Odası” kurulması yönünde çalışma başlatılmasını önerdi. Hisarcıklıoğlu, zirve kapsamında gerçekleştirilen “TürkiyeAfrika İş Forumu”nun açılışında yaptığı konuşmada, Türkiye’nin dünyanın 15, Avrupa’nın ise 6. büyük ekonomisi olarak 200’den fazla ülkeye 130 milyar dolar ihracat yaptığını, Türk müteahhitlik firmalarının 70 farklı ülkede tamamladıkları proje bedelinin 110 milyar doları aştığı bilgisini verdi. Hisarcıklıoğlu, Türkiye’nin İslam dünyasının en büyük 100 şirketinden 24’üne sahip olduğunu ve son 5 yılda kümülatif olarak yüzde 49’luk büyüme ile OECD ülkeleri arasında en hızlı büyüyen ikinci ülke konumunda bulunduğunu dile getirdi. “Kuzey Afrika’nın tüm ülkeleri ile kurduğumuz iş konseylerine ilaveten, son bir yıl içerisinde Sudan ve Etiyopya iş konseylerini kurduk. Orta vadede tüm Afrika ülkeleri ile iş konseyi kurmayı hedefliyoruz” diyen Hisarcıklıoğlu, “22 milyar doları aşan dış yatırımı bulunan Türk özel sektörü, yapacağı doğrudan yatırımlar ile Afrika’nın ekonomik kalkınmasına katkı sağlayabilir” dedi. Türkiye önemli bir konumda Türkiye bir yandan sahra altı Afrika’ya yönelerek Hindistan, Çin ve Japonya arasından kendisine yeni ekonomik imkânlar yaratmak, öte yandan Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi adaylığına daha fazla destek bulmak için Türkiye Afrika İşbirliği Zirvesi’ne ev sahipliği yapıyor. Türkiye, 2005’i Afrika yılı ilan ederken, kıtada halen toplam 12 olan büyükelçilik sayısını 2009 sonuna kadar 27’ye çıkarmayı planlıyor. Böylece Kuzey Afrika’da Cezayir, Tunus, Mısır gibi ülkelerle iyi ticari ilişkileri olan Türkiye, ihmal ettiği sahra altı Afrika’ya da kaydırmayı umuyor. Reuters’a konuşan bir Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, “Türkiye’nin kıtaya son dönemde artan ilgisi hem tarihin bir gerekliliği hem de kıtanın potansiyelinin iyi değerlendirilmesi açısından bir görev” dedi. Amerikan sömürgeciliğine direnen İran mı? Şeriatçı düzeni kabullenmiş İran İslam Cumhuriyeti mi? İktisadi işbirliğinden büyük yarar sağlayacağımız İran mı? Batı’nın BOP dayatması karşısında “kesin işbirliği yapmamız gereken ülke mi?” Binlerce yıldır kültürü, dili iç içe geçmiş iki toplumdan biri olan sınır komşumuz İran mı? Üstelik bu sınır 400 yıldır değişmeden korunmuş, tarihi bir rekora sahip. İran’ın Türkiye açısından ortaya çıkan bu farklı özelliklerini, içimizde herkes “kendine göre değerlendirir.” Kimi çevreler İran’ı yalnızca “şeriatçı kimliği” ile değerlendirir, diğer özelliklerini göz ardı ederler. Bu kesim, Amerikancı yeni liberallerden biçimsel Atatürkçülere kadar uzanır. Bugün bölgemizdeki en büyük tehlikenin BOP için, ABD ve AB’nin işgal ve dayatmaları olduğuna inanan çevreler İran’la işbirliği yapılması gerektiğine inanırlar. Öte yandan iç rejimi ne olursa olsun sınır komşusu olarak, İran’la ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine inanan çok geniş bir çevre vardır. Türkiye’de işbirlikçi olmayan “siyasal İslam”, İran’a çok sıcak BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI Türkiye’den İran Manzaraları ser... Ahmedinejad’ın İstanbul ziyareti, “Amerikancılık ve İslamcılık” arasında kalan AKP’yi biraz terletti. AKP Ahmedinejad’ı tabanına, “İstanbul’da sunarak”, parti içi amacına ulaştı. Öte yandan, ABD’nin isteği doğrultusunda “doğalgaz anlaşmasını rafa kaldırarak” onu tatmin etti. Ancak bu iki sonuç ile kaybeden taraf Türkiye Cumhuriyeti oldu. bakar. AKP İRAN’A NASIL BAKAR? AKP’nin İran politikası tam bir çelişkiler yumağıdır. Bir yandan, özel ilişkiler içinde olduğu ABD’nin İran politikasına sadık kalacak; Öte yandan İslamcı yapılanma konusunda benzeştiği, “ABD’nin bir numaralı düşmanı İran’a yakınlık duyacak”. İnsaflı olmak gerekirse çelişki yalnızca AKP’nin değil, ABD’de de var. Amerika İran’da rejimi değil politikayı değiştirmek istiyor. Şeriatın yanına “Amerikancı politika” gelirse sorun çözülecek. S. Arabistan’la işini ne güzel götürüyor. Washington için tek kriter, “işbirlikçilik”; şeriatçı, faşist, cuntacı, kralcı hiç fark etmez, yeter ki Amerikancı olsun. Hatta İslamcının fazladan avantajları bile var; gerçek demokrasinin, sosyal ve laik hukuk devletinin yolunu ke İRAN’LA GERÇEKÇİ POLİTİKA İran’ın rejimi bizim Atatürkçü felsefemizle bağdaşmaz, karşıttır. Ancak İran ve Türkiye, “Batı emperyalizminin, birlikte tehdidi altındadırlar”. ABD ve AB’nin yeni Ortadoğu planları ve uygulamaları, “her iki ülkeyi de bölmeye ve parçalamaya yöneliktir”. 7 Mart 2002’de Harp Akade mileri’ndeki seminerde MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç bu nedenle, “Türkiye, başta Rusya ve İran olmak üzere bölge ülkeleri ile işbirliği yapmalı” ve dış politikada dengeye gitmeli demişti. İran, Şanghay İşbirliği Örgütü ile çok yakın dayanışma içindedir, şimdilik gözlemcidir. Hazar Denizi çevresi işbirliğini, Rusya ile birlikte, başarılı bir biçimde yürütmektedir. “Ankara’nın ABD ile aşırı yakın bağlarına karşın”, Türkiye ile dengeli politikaya özel önem vermektedir. İran ve “Türkiye’nin, sömürgeci dış güçlere karşı, yaşamsal ortak çıkarlarının bulunduğnu” görebilmektedir. Ahmedinejad’ın Türkiye ziyareti ABD ve İsrail’in gölgesinde geçti. Onların baskıları yüzünden iktidar, enerji anlaşmasını imzalamadı, Türkiye kayba uğradı. Bu ziyaret dolayısıyla, hem Ankara’nın Batı ile ilişkilerindeki tek yanlılığı hem de Ortadoğu’daki çelişkili konumu gözler önüne serilmiş oldu. İran üzerinde Batı’nın nükleer enerji baskısına gelince; Batı’nın Ortadoğu’daki saldırgan politikaları kesilmediği sürece bu tür tepkiler devam edecektir. Dış tehdit ve parçalanma korkusu bu sonucu doğuruyor. www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali Venezüella’da el koyma Çimento şirketlerinin kamulaştırılmasında 60 günlük sürede anlaşma sağlanamadı. Hükümet, Meksikalı şirketin fabrikalarını devraldı Ekonomi Servisi Venezüella’da hükümet, çimento şirketlerinin millileştirilmesi konusunda anlaşmaya varamadığı Meksikalı ‘Cemex SAB’ şirketinin fabrikalarının kontrolünü devraldı. Ulusal muhafızlara bağlı güçler desteğindeki hükümet yetkilileri, Devlet Başkanı Hugo Chavez’in haziranda imzaladığı çimento şirketlerinin millileştirilmesi kararnamesiyle ilgili 60 günlük görüşme sürecinin dolması üzerine anlaşma sağlayamadığı Cemex SAB’ın fabrikalarına el koydu. Petrol Bakanı Rafael Ramirez , “Yönetimi ele geçirme operasyonları yapıyoruz” dedi. Venezüella Devlet Başkanı Yardımcısı Ramon Carrizalez de Cemex SAB’ın ülkedeki faaliyetleri için 1.3 milyar dolar tazminat talep ettiğini, ancak bunun şirketin faaliyetlerinin gerçek değerinin üzerinde olduğunu ifade etti. Ramirez, hükümetin adil bir tazminat belirlemek amacıyla şirketin varlıklarının değerini tespit edeceğini belirtti. Bu arada Fransa’nın Lafarge ve İsviçre’nin Holcim şirketleri ise hükümetle millileştirme konusunda anlaşmaya vardı. Carrizalez, 60 gün içinde Lafarge’a yüzde 89 hisse karşılığında 267 milyon dolar ve Holcim’e yüzde 85 hissesi için 552 milyon dolar tazminat ödeyeceklerini, bu iki şirketin azınlık hisselerine sahip olarak faaliyetlerini sürdüreceğini söyledi. Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez, petrol, elektrik, çelik ile telekomünikasyon şirketlerinin millileştirilmesinden sonra “sosyalizme doğru atılan adımlardan biri” olarak çimento şirketlerinin millileştirilmesini istemişti. Chavez, devletin denetimindeki çimento fabrikalarının fiyatların düşmesine yardımcı olacağını bildirmişti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle