Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2C DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN olaylar ve görüşler RusyaİranABD Üçgeninde AKP gibi karmaşık bir konuda, Amerika’nın öngördüğü çözümler doğrultusundan çıkarak, bölgenin istikrarını sağlamak için yeni çözümler üretmesi ne kadar olasıdır? Türkiye ile Rusya’nın Kafkaslar ve Karadeniz’de ortak ya da birbirlerine yakın çıkarlarının ne kadar büyük olduğunu, Karadeniz’i de bir açık deniz haline getirmek için Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni ortadan kaldırmak için harekete geçmeye hazırlanan ABD’nin bu girişimlerini ortaya koymasından sonra daha açıkça anlaşılacaktır. ??? Ahmedinejad‘ın, suretini bir kez daha açıkça ortaya koyduğu İstanbul ziyareti için de aynı şeyi söylemek mümkündür. Bush yönetiminin İran’ı hedef aldığı ve her an çılgınca bir girişimde bulunmasının söz konusu olduğu, bunun da bölge ülkesi ve İran’ın komşusu olan Türkiye’nin çıkarlarıyla hiç mi hiç bağdaşmadığı herkesçe bilinmektedir. Yine herkesin bildiği bir başka husus da, ABD ile İsrail’in İran Cumhurbaşkanı’nın Türkiye ziyaretinden hiç mi hiç hoşnut olmadıklarıdır. Ancak, Ankara bu ziyaretin, biraz da İran tarafından gelen baskılar üzerine gerçekleşmesini sağlamış ve bu alanda da, görece bağımsız bir politika izlediği görüntüsünü yaratmaya çalışmıştır. Bu görüntünün gerçeği yansıtıp yansıtmadığı ise ziyaret sonrası yapılan açıklama ve onu izleyen günlerde Batı basınında çıkan haberlerle daha iyi ortaya çıkmıştır. Washington gönülsüzce kabul ettiği ziyaret sırasında, İran ile Türkiye’nin yeni bir gaz anlaşması imzalamasını istemediğini AKP kurmaylarına açıklıkla söylemiş bulunmaktadır. Ekonomik yaptırımların Tahran’ın üzerinde caydırıcı bir etki yapmasına çalışıldığı bir dönemde, Türkiye ile İran arasında yeni anlaşma ve projeler çok ters bir etki yaratabilirdi. Nitekim Guardian, anlaşmanın ABD tarafından torpillendiğini açıkça belirtmiş bulunuyor. Hem Rusya hem de İran ile ilişkilerinde, rahat ve görece bağımsız iyi komşuluk ilişkileri geliştirmeye çalıştığı izlenimini yaratmak isteyen, ama Rusya İranABD üçgeni içine sıkışmış olan AKP, bu mayınlı alanda, icazetli politikalarıyla ulusal çıkarları savunmada ne kadar başarılı olabilir dersiniz? 22 AĞUSTOS 2008 CUMA Montrö Sözleşmesi ve Türk Boğazları Prof. Dr. Rona AYBAY İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi ürk Boğazlarının hukuksal statüsü, 20 Temmuz 1936’da İsviçre’nin Montrö (Montreaux) kentinde imzalanan sözleşme ile belirlenmiştir. O günden bu yana, demek ki 72 yıldır yürürlükte olan Montrö Sözleşmesi, Lozan Barış Antlaşması ile kurulmuş olan Uluslararası “Boğazlar Komisyonu” yönetimine son vermiştir. Böylece Boğazlar üzerinde Türkiye Cumhuriyeti’nin tam egemenlik yetkisi, uluslararası düzeyde kesin olarak kabul edilmiştir. Yeni TBMM yönetiminin 1923’te kabul etmek zorunda kaldığı sakıncalı düzenlemeler, Türk hükümetlerinin ustaca diplomatik taktiklerinin sonucunda 1936’da yerini, çok daha elverişli bir düzenleme getiren Montrö Sözleşmesi’ne bırakmıştır. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin sağladığı bu diplomatik başarı Atatürk’ün önderliğindeki Türkiye’nin uluslararası alandaki saygınlığının bir göstergesi sayılmalıdır. Montrö Sözleşmesi’nin hazırlık çalışmaları sırasında, devletler kendi çıkarları doğrultusunda çeşitli öneriler ileri sürmüşlerdir. Örneğin İngiltere, Boğazlardan geçişin uluslararası denetim altında kalmaya devam etmesini istiyordu. Türkiye ise bunu kabul etmiyor ve Boğazlar Komisyonu adı verilen uluslararası denetim kurulunun kaldırılmasını istiyordu. Türkiye’nin bir başka isteği de, Boğazlar bölgesinin askerden arındırılmış olma durumuna son verilerek, bölgenin Türk askerlerine bütünüyle açılmasıydı. Sovyetler Birliği de, Türkiye’nin Boğazlarda uluslararası denetimin kaldırılması tezini desteklemiş ama Boğazların bütün savaş gemilerine kapatılması görüşünü ileri sürerek Karadeniz’de kendi güvenliğinin sağlanmasına çalışmıştır. Bu tür uluslararası konferanslarda çoğu zaman olduğu gibi, çatışan çeşitli istemler arasında dengeli bir uzlaşma sonucunda Montrö Boğazlar Sözleşmesi kabul edilmiştir. Türkiye’nin yanında, sözleşmeye taraf devletler Bulgaristan, Fransa, İngiltere (Büyük Britanya), Japonya (daha sonra sözleşmeden çekilmiştir), Romanya, Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve Yunanistan’dır. Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ne oranla, Türkiye’nin kazanımları şöyle özetlenebilir: Türk Boğazları üzerinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği kesin olarak kabul edilmiştir. Ticaret gemilerine geçiş serbestliği tanınması konusunda Türkiye’nin kabul ettiği yükümlülük, Boğazlar üzerinde egemenlik yetkisini ortadan kaldırmaz. Türkiye’nin uluslararası yükümlüğü , Sözleşme kapsamına giren gemilere sui generis bir geçiş özgürlüğünü tanımaktan ibarettir. Nitekim Türkiye, Boğazlardan geçişi düzenleme ve dolayısıyla geçiş güvenliği için bazı kurallar, sınırlamalar ve yasaklar koyup uygulama yetkisini fiilen yıllardır kullanmaktadır. Ayrıca, ceza hukuku ve özel hukuk alanında yargı yetkisi, güvenlik (zabıta) yetkisi gibi konular bakımından da Türkiye’nin egemenliği tartışılmaz niteliktedir; bu konuda verilmiş yargı kararları da vardır. Uluslararası denetim organı olarak Lozan PENCERE Olimpiyatlar mı?.. esse Owens zenciydi, 1936 Berlin Olimpiyatları’nda 100 metreyi 10.2 saniyede koşarak dünya rekoru kırmıştı. Alman ırkının üstünlüğüne bel bağlayan Hitler’in bu sonuca öfkelenip şeref tribününü terk ettiği söylenir... Ne var ki faşist kafalar o yıllarda Amerika’da da siyah ırkın canına okuyordu... ? Pekin Olimpiyatları Çin için bir gösteri meşheri oldu; unutmayalım ki bu ülkede tarihsel ölçekle çok kısa sayılabilecek bir süre önce kimi lokantaların kapısında ne yazıyordu: Buraya köpekler ve Çinliler giremezler... Çin Pekin’de tüm dünyaya şahane bir gösteri düzenledi... ? Ancak Olimpiyatların her boyutuyla alkışlanabilirliği yoktur; yüzmelerde 8 altın madalya alarak ünlü Mark Spitz’in rekorunu kıran Amerikalı Michael Phelps ne diyor: “ Yemek, uyumak ve yüzmek... Bütün yaptığım bu.” Sıradan bir insan günde 2 bin kalori alırken şampiyon 12 bin kalori alıyor... Obezitenin başlı başına bir sorun olduğu Amerika’da, değişik açıdan bakarsanız, Phelps de sorun... ? 1936’dan bu yana Olimpiyatlar (2008 dahil) ırkçılığa prim sağlayacak bir manzara sergiliyor... Örnek mi?.. Finaldeki 100 metre sıralamasında tenlerin rengine bakmak yeterlidir: 1) Usain Bolt (Jamaika), 2) Richard Thomson (Tobago), 3) Walter Dix (ABD), 4) Churandy Martina (Hollanda Antilleri), 5) Asafa Powell (Jamaika), 6) Michael Frater (Jamaika), 7) Marc Burns (Tobago). Hiç kimse Olimpiyatlarda milletiyle devletiyle böbürlenmesin; yukardaki tablo ve sıralamada bir kitap dolusu gizem var... Hitler yaşasaydı bu sıralamayı görünce çatlardı... Hem bu Jamaika, Tobago, falan filan gibi ülkeler beyazların daha dünkü sömürgeleri küçücük devletler... ? Olimpiyatlarda spor, rayından çıkmış bir lokomotife benziyor; ne kadar alkışlanırsa alkışlansın, eleştirel gözlüklerle de izlenmesi gerekiyor... uzey komşumuzda meydana gelen olaylar, bir başka komşumuz İran’ın devlet başkanının ülkemizi ziyareti, son gelişmeler üzerine, RusyaİranABD üçgeni arasına sıkışmış olan AKP’nin içinde bulunduğu durumun ele alınmasını gerektirdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında, hatta ondan önce, rejimin temelinin atıldığı “Kurtuluş Savaşı” döneminde, Türkiye’nin günümüzde de, dünyanın en kritik noktalarından biri haline gelmiş olan “Kafkaslar”a bakışı son derecede ilginçtir. Bolşevik rejimi kuşatmak ve büyük petrol bölgesini ele geçirmek için var gücüyle seferber olmuş İtilaf Devletleri bir “Kafkas seddi” oluşturmak ve yeni rejimi oradan sarsarak, petrol yataklarını ele geçirmek istiyorlardı. Osmanlı’nın kukla iktidarının yandaş olduğu bu girişime Mustafa Kemal karşı çıktı, Lenin ile ayrı ufuklara yelken açmış olmalarına karşın, aynı düşmana karşı mücadele ettiğini bilerek, Sıvas Kongresi’nde bile dile getirilen önerileri elinin tersiyle itti. Cumartesi günü bu köşede, Ankara’nın bu tercihini Moskova’nın Stalin zamanındaki kabul edilmesi olanaksız istemleri yüzünden değiştirmek zorunda kaldığı ve Batı ile birlikte Sovyetler’e karşı blok oluştururken, kendi haklı ulusal çıkarları ve toprak bütünlüğünü savunma yolunu tuttuğu yazılmıştı. Ne var ki, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte, kartlar yeniden karılıp dağıtılmış, yeni dengeler, yeni durumlar oluşmuştur. ??? Bu durumda Ankara’nın yeni oluşuma uygun yeni politikalar üretmesi, bütün bölgeye olduğu kadar, dünyaya da yeni bir gözle bakıp, yeni yaklaşımları benimsemesi gerekirdi. Kafkaslar, 1920’lerdeki gibi bir kez daha ABD’nin iştahını kabartmaktadır. Bu kez “Kafkas Seddi”, renkli devrimler yoluyla, ABD eksenine yamanmış rejimler aracılığıyla yaşama geçirilmek istenmektedir. Son Gürcistan olaylarına, Saakaşvili‘nin, ABD desteğini abartarak hesap hatası yapması neden oldu. Bu fırsatı iyi değerlendiren Putin şimdi bölgedeki etkinliğini arttırmıştır ve Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün artık hayal olduğu Moskova tarafından da açıklanmış bulunmaktadır. Gürcistan olayları üzerine hemen Moskova ve Tiflis’e giden Tayyip Erdoğan, içeriğini kendisinin de bilip bilmediğinden kuşkulu olduğum Kafkaslar’da İstikrar Platformu fikrini ortaya atarak, aktif bir politika izlediği görüntüsünü yaratmak istemiştir. Ama acaba, ABD tarafından dizayn edilen ve iktidara oturtulan bir partinin liderinin Kafkasya K J T asirmen?cumhuriyet.com.tr Konferansı’nda kurulmuş olan Boğazlar Komisyonu’nun kaldırılması da, Boğazlar üzerindeki Türkiye Cumhuriyeti egemenliğinin bir göstergesidir. Boğazlar bölgesine Türk askerinin girmesini önleyen düzenlemeye son verilmiş olması da; bu bölgenin Türkiye Cumhuriyeti ülkesinin herhangi bir parçasından farklı olmadığını doğrulamaktadır. Montrö Sözleşmesi’nin hükümlerinin incelenmesinde, çeşitli kavramların dikkate alınması gerekir. Örneğin, ticaret gemisi, savaş gemisi ayrımı; savaş zamanıbarış zamanı ayrımı, gündüz vaktigece vakti ayrımı; suüstü gemidenizaltı gemisi gibi. Ayrıca, gemilerin yanı sıra, uçaklarla ilgili düzenlemeler de vardır. Gürcistan’daki savaş durumu nedeniyle, savaş gemilerinin Boğazlarımızdan geçişi konusunun güncel bir önem kazandığı anlaşılıyor. Haberlere göre “ABD Başkanı George W. Bush, deniz kuvvetlerini de devreye sokarak Gürcistan’a yardım yollama taahhüdünde bulunmuştur” (Cumhuriyet,15 Ağustos 2008, Bahadır S. Selek’in haberi, s.11). Başkan Bush’un bu taahhüdünü yerine getirme olanağının var olup olmadığı ve bu taahhüdünü gerçekleştirmek üzere harekete geçmesinin, Montrö Sözleşmesi hükümleri karşısında değerlendirilmesi gerekir. Montrö Sözleşmesi’nin, savaş gemilerine ilişkin düzenlemelerinde, Türkiye’nin “savaşan” devlet olup olmamasına göre değişen hükümler vardır. Ancak, günümüzde söz konusu olan durum bu değildir. Şimdiki durumda öne çıkan hükümler, “Karadeniz’e kıyısı olmayan” devletlerin savaş gemilerinin Boğazlarımızdan geçişiyle ilgili olanlardır ve ABD bu kategoriye girmektedir. Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin savaş gemilerinin Boğazlardan geçişine ilişkin çeşitli sınırlamalar vardır. Örneğin, bu gemilerin Boğazlardan geçebilmesi için, gemi geçirmek isteyen devletçe Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne, bir önbildirim yapılması gerekmektedir. Diplomasi yoluyla iletilecek olan bu önbildirimin, sekiz gün öncesinden yapılması gerekmektedir. Bu sürenin, on beş güne çıkarılması da “istenmeye değer” sayılmıştır (madde 13). Önbildirimde, gemilerin adı, tipi, sayısı, gidecekleri gidiş ve gerekirse dönüş tarihlerine ilişkin bilgi verilmesi gerekir. Geçişin duraklamadan yapılması ve beş gün içinde tamamlanması gerekmektedir. Boğazlara giren yabancı savaş gemilerinin komutanı, komutası altındaki gemiler konusunda Türk işaret istasyonuna tam bir bilgi vermek zorundadır. Bu gemilerin Karadeniz’de toplam kalış süresi en çok 21 gün olacaktır (madde 18). Karadeniz’e kıyıdaş olmayan devletlerin, Boğazlardan uçak gemisi, “hattıharp” gemisi (büyük boy savaş gemisi) ve denizaltı geçirmeleri yasaktır. Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin Karadeniz’de bulundurabilecekleri gemilerin toplam tonilatosu ile ilgili olarak da ayrıntılı sınırlamalar vardır (madde 18).