Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
25 TEMMUZ 2008 CUMA haberler SÖZ ÇİZGİNİN Turhan Selçuk C 3 AÇI MÜMTAZ SOYSAL POLİTİKA GÜNLÜĞÜ HİKMET ÇETİNKAYA İktidar ve Mahkeme UKUK politikanın onarıcısı mıdır, yoksa bir “aslî” unsuru mu? Türkiye, önümüzdeki haftalarda, yalnız kendi tarihinin değil, belki de dünya demokrasi tarihinin bu önemli sorununa yanıt bulabilen bir ülke olacak. Büyük oyçokluğuyla iktidar olmuş bir partinin aradan bir yıl geçmeden kapatma davasıyla karşı karşıya gelmiş olması üzerinde durmaya değer bir olaydır. Dünyayı şaşırtan buydu. Böyle bir partinin mahkeme kararıyla kapatılıp kapatılamayacağı tartışması bu nedenle ilgi çekti. Önce, durumun şaşırtıcılığı dolayısıyla, olaya bir “kaza” görüntüsü verilmeye çalışıldı. “Böyle bir parti kendini kapatılabilir duruma sokar mı” dendi. “Kazara” ortaya çıkmış bir durum pekâlâ onarılabilir ve sonrasında sanki hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edebilirdi. İçte ve dışta ileri sürülen birçok düşüncede böyle bir hava seziliyor. “Mahkeme kapatma kararı vermesin, devlet ödeneğinden yoksun bırakma gibi bir kararla yetinsin; böylece hem kapatmanın yaratacağı karmaşa önlenir hem de iktidar partisine uyarıda bulunulmuş olur” diyenler çok. Parti programlarının ve yasalara yansıyan politikaların yargı denetimine tabi tutulması her ülkede görülen bir durum değil. İkinci Dünya Harbi’nden sonra ortaya çıkan bir yöntem bu. Yasaların anayasaya uygunluğunu yargı denetimine tabi tutmak bile Amerika’yla başlamıştı ve harp öncesinde Avrupa’da ancak tek tük örnekler vardı ama, kalıcı örnekler İtalya ve Almanya’dan geldi. Niçin? Çünkü bu iki ülkede faşist ve Nazi partiler genel oya dayanarak iktidara gelmiş ve sonrasında iktidar üstünlüğünü kullanarak rejim değişikliğine giderek koca kıtaya egemen olan sistemleri kurmuşlardı. İkinci Dünya Harbi’ni kazanıp Avrupa’ya kurtarıcı olarak gelen ABD, her iki ülkenin anayasalarına yasalar için yargı denetiminin konmasını ve partilerin de bu denetime tabi tutulmasını ısrarla istedi. Türkiye, o çeşit diktatörlüklerden geçmedi, ama parlamentodaki oyçokluğunu ulusal iradeyle karıştıran on yıllık bir iktidar döneminin ardından 27 Mayıs’ı ve siyasal tutumlarındaki yanlışlığın bedelini yaşamlarıyla ödeyen devlet adamlarını yaşadı. Böyle olduğu içindir ki Anayasa Mahkemesi’ni Türk demokrasisinin önündeki engel saymak kadar büyük yanlış olamaz. Tam tersine, engel değil, bir güvence söz konusudur. Demokrasi konusunda klasik örneklerden kalkıp sonuca varmak yerine, 1961’den beri Türkiye’deki uygulamayı da İkinci Dünya Savaşı sonrasının “yargı denetimli demokrasi”lerinden biri olarak değişik bir kategoride ele almak daha doğrudur. Bu kategoride yargı kararı “ikincil” bir onarım yolu değil, sistemin meşruluğuna doğrudan katkıda bulunan öz unsurlardan biri sayılmalıdır. Olaya böyle bakınca, kapatma kararında herhangi bir “olağandışılık” değil, sadece bir “derece farkı” görüp sonucu normal saymak kolaylaşır. H Ölümlere Karşı Durmak... uddusi Okkır’ın ölümünden önceki görüntüleri hiç çıkmıyor aklımdan... Medyamız hiç umursamadı. Ne zaman ki, hastaneye kaldırılıp bir köşeye atıldı, işte o zaman ilgi gösterdi. İş işten geçmiş, yapılacak bir şey yoktu... Umursamazlık içindeydik... Bugüne dek kaç kişiyi yitirmiştik F tipi cezaevlerinde?.. Kaç kişi sakat kalmıştı?.. 20 yaşında böbrek hastası, siroz, görme yitimine uğrayan tutuklu ve hükümlü görmüştüm, kaç kez yazmıştım onların öykülerini, anımsamam olanaksız... Cezaevlerinde tedavi edilmeyen, salıverilmeyen yüzlerce hasta tutuklu ve hükümlü mektup yazmıştı... Yıldırım Türker’in Radikal’deki “Erol Zavarlar Ölmesin” başlıklı yazısını üç kez okudum... Donup kaldım!.. Başım döndü, yüreğimde fırtınalar koptu... Neden böylesine duyarsız bir toplum olduk? Neden suspustuk, niçin tepkilerimizi yansıtmıyorduk? Yıl 2001... Bir sabaha karşı, yıldızların uykuya yattığı saatlerde alınıp götürüldü Erol Zavar... 1967 Zonguldak doğumluydu... İki yaşında kızı vardı. Eşi ikinci çocuğuna hamileydi. Gözaltında üç gün süreyle işkence gördü, tutuklandı. Suçu “Yasadışı Direniş Hareketi”nin üyesi olmaktı. Yargılandı ve yaşam boyu hapis cezası aldı. ??? Erol Zavar’a 1999 yılında “mesane kanseri” tanısı konulmuştu, bu nedenle ameliyat olmuştu. Tecrittretman yöntemiyle F tipi koşullarında migren, safra kesesi sorunlarıyla boğuştu. Burada amaç, örgüt üyesi Erol Zavar’ın yola getirilmesiydi... Şunu söylemesi gerekiyordu Erol’un: “Yaptıklarımdan pişmanım.” İşkencenin, hapisliğin, F tipinin ne olduğunu bilenlerdenim... Yıldırım Türker’in yazısından Kuddusi Okkır’ın eşi Sabriye Okkır ile, Erol Zavar’ın eşinin bir araya gelip acılarını paylaştıklarını öğrendim... Kuddusi Okkır “Ergenekon’un Kasası” olduğu savıyla gözaltına alınıp tutuklanmıştı. 60 yaşında F tipinde kansere yakalandı ve öldü. Erol Zavar, ameliyat üstüne ameliyat geçirdi... Erol Zavar gibi, Kuddusi Okkır gibi kaç tutuklu ve hükümlü var F tipi cezaevlerinde? Cezaevleri Türkiye’nin bir gerçeği... Oralara düştüğünüzde yandınız demek... Bu 1986’da böyleydi, 2008’de de böyle... Değişen bir şey yok!.. Eskişehir/Aydın hattı... Açlık grevleri... Hücrede geçen yıllar... Tek başına... Yıl 1989’du o “Kanlı Sürgün” yaşandığında... Tek tip elbiseye hayır!.. 30 yıl önce 30 yıl sonra... Değişen bir şey yok!.. Yüce devletimiz Erol Zavar’ı anasından doğduğuna pişman etmiş bir kez... Kuddusi Okkır öldü de ne oldu? Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin soruşturma başlatmış... Ne olacak sonuç? Cezaevlerine konulan tutuklu ve hükümlülerin güvencesi devlet değil midir? Suçları ne olursa olsun yüce devletimizin görevi onları koruma altında tutmaktır... ??? Toplum olarak cezaevlerindeki ölümlere, faili meçhul cinayetlere alıştık... Katilleri, canileri adliye önünde “Türkiye sizinle gurur duyuyor” diye alkışladık... Kendimiz gibi düşünmeyenlere “ya sev ya terk et” diye tempo tuttuk... Her şey dün gibiydi... Geçip gitti gözlerimizin önünden... Zonguldaklı Erol Zavar 41 yaşında... O ölümü bekliyor... Ama ölmeyecek ve yaşayacak... İnadına!.. Gelecek onun için uçsuz bucaksız bir okyanus. Hayatın gürültülü bir ırmak olduğunun bilincinde. Hayattan çıkıp gitmeyecek şu dizelerdeki gibi... Diyecek ki: “Kusura bakma ölüm adın çok soğuk bunca mazeretim varken yaşama dair ölümü aklımdan bile geçirmem...” K “OLMAK YA DA OLMAMAK” Göç sürecinde, Türkçe ve düşünce tartışmaları yayılıyor ‘Die Gaste’nin ikinci sayısı çıktı ESSEN (Cumhuriyet) Essen/Duisburg Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü Öğrenci Temsilciliği’nin girişimiyle ve Zeynel Korkmaz yönetiminde yayımlanan “Die Gaste”nin ikinci sayısında, göç sürecinin dil ve düşünce kapsamındaki etkileri çeşitli cepheleriyle tartışmaya açıldı. İki ayda bir yayımlanacağı belirtilen gazetenin yeni sayısının başyazısını da kaleme alan Korkmaz, göçün kaçınılmaz olarak dil, anadil, eğitim ve toplumsal ilişkileri bir bütün olarak sorunlu hale getirdiğini belirtirken, amaçlarını bir kez daha anımsattı: “Amacımız, Almanya’da biçimlenmiş haliyle Türkiyelilerin dil, eğitim ve toplumsal sorunlarının ortaya konulmasını sağlamak, düşüncesi olan herkesin düşüncesini açıklamasına ve tartışmasına olanak vermek ve bu tartışmalardan olabilecek en olanaklı sonuçlara ulaşılmasına katkıda bulunmaktır.” Gazetenin giriş yazısı niteliğindeki “Elli yıllık Göç ve Yarım Dilli Entergrasyon” başlıklı ilginç ve gerçekten yaratıcı denemede, tipik bir son kuşak çeşitlemesi yapılarak, sorun, birbirine karıştırılmış iki dille ortaya konulmaya çalışıldı. EssenDuisburg Üniversitesi öğretim üyelerinden Berrin Uyar, “Dil, Düşüncenin Aynasıyla Eğer...” başlıklı yazısında, dilin “insanın ait olduğu kültür grubunu, nasıl düşünüp nasıl yaşadığını, değerlerini görebildiğimiz bir ayna” olduğunu hatırlatarak, şu saptamada bulundu: “Küreselleşmenin, altını kalın çizgilerle çizdiği etnik, kültürel, dinsel ve dilsel farklılıkların sınırlarını aşarak düşünebilen ve hareket edebilen; kültürler arasında sadece farklılıkların değil ortak noktaların da bulunduğunun bilincine varabilen birey, topluluk ve ulusların, çokkültürlü toplumu geliştirebileceği açıktır. Bu ideal olduğu düşünülen toplumu da hiç şüphesiz, düşmanlığın, kin ve şiddetin dilini değil, aklın ve sağduyunun dilini konuşacak olanlar kuracaktır.” “Die Gaste”, yeni sayısında, göç, genç kuşaklar ve anadil çerçevesinde Zeynel Korkmaz, Milazım Koçtürk, Nebahat Ercan, Hasan Gürler, Mevlut Asar, Aslan Yalçın, Sabri Çakır, İmdat Ulusoy, Ahmet Onay gibi yazarların çeşitli makalelerine yer verdi. İlgilenenlerin, “Die Gaste” ile “diegaste@yahoo.com” adresi üzerinden bağlantı kurabilecekleri belirtildi. mumtazsoysal@gmail.com Bayrampaşa Cezaevi boşaldı İstanbul Haber Servisi Türkiye’nin en büyük cezaevlerinden biri olan, firarları, cezaevi isyanları ve ünlü mahkumları ile adı hep gündemde kalan Bayrampaşa Cezaevi kuruluşundan 40 yıl sonra kapatıldı. Bayrampaşa Belediye Başkanı Hüseyin Bürge ve ilçe halkının uzun süren mücadelelerinin sonuç vermesi ile Adalet Bakanlığı Bayrampaşa Cezaevi’nin taşınma kararını onayladı, toplam 5 bin 500 tutuklunun büyük bölümü Silivri ilçesinde inşaa edilen Kınalı Cezaevi olmak üzere çeşitli cezaevlerine nakledildi. Cezaevinin kaldırılması konusunda en büyük talep Bayrampaşa Belediyesi’nin 2001 yılında başlattığı “Cezaevi değil, üniversite istiyoruz” sloganlı kampanya ile gerçekleşti. 120 bin metrekarelik alanı kaplayan Bayrampaşa Cezaevi’nin yerine ne yapılacağı konusunda ise üniversite ya da kültür merkezi kurulması yönünde projeler bulunuyor. Bayrampaşa’da yaşanan ve zihinlerden silinmeyen önemli olaylar satırbaşlarıyla şöyle: 2 Kasım 1978: 13 ülkücü, gardiyanların yardımıyla firar etti. 25 Ekim 1989: DevSol liderlerinden Bedri Yağan ve Dursun Karataş firar etti. l9 Mayıs 1994: Tecavüz suçundan dolayı tutuklu bulunan 5 kişi boğularak ve şişlenerek öldürüldü. 18 Temmuz 1994: Sol örgüt üyesi 7 tutuklu, infaz koruma memuru elbisesi giyerek firar etti. 20 Eylül 1999: Alaattin Çakıcı’nın yeğeni Kenan Ali Gürsel ile Hakan Çillioğlu’nun adamları arasındaki çatışmada 8 kişi öldürüldü. 19 Aralık 1999: Ölüm orucu yapan tutuklu ve hükümlülere yönelik “Hayata Dönüş Operasyonu” yapıldı. Operasyon sonucunda ise 12 kişi yaşamını yitirdi. ? SUÇA GÖRE CEZAEVİ Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, İstanbul’da açılan cezaevleriyle Türkiye’de ilk defa bazı yeni uygulamalar da hayata geçirmeye başladı. Bu kapsamda; İstanbul’da bulunan hükümlüler ile tutuklular her ceza infaz kurumunda değil, suç türlerine göre belirlenen ve konumlarına uygun farklı ceza infaz kurumlarında barındırılacak. renkli ilan SATILIK VİLLA İzmir Urla İskelesi’nde sahibinden satılık kat kaloriferli, tripleks villa. Telefonu, mobilyalarıyla birlikte. Üç oda, çatı katı oda, büyük salon ve bahçe. 65 bin Euro Tel: 0090 232 4411220 İSMAİL ÇETİNKAYA hikmet.cetinkaya?cumhuriyet.com.tr Faks numaramız: +90 212/ 343 72 69