28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 C dış haberler ATİNA’DAN MURAT İLEM 25 TEMMUZ 2008 CUMA Avrupa’da 2. Dünya Savaşı’ndan sonra işlenmiş en büyük savaş suçunun beyni olarak görülen Sırp lideri yakalandı Belgrad Karaciç’i paketledi Başta Serebreniça katliamı olmak üzere on binlerce sivilin katlinden sorumlu tutulan Bosnalı Sırp lider 13 yıldır aranıyordu. Sırp yetkililer Karaciç’in, sahte bir kimlikle Belgrad’da yaşadığı ve alternatif tedavi yöntemleri uygulayan özel bir klinikte çalıştığı açıklandı. Savcılar, Karaciç’in tanınmamak için beyaz uzun bir sakal bıraktığını, gözlük taktığını belirttiler. Karaciç’e, Lahey’e teslim edilmesiyle ilgili alınacak herhangi bir karara itiraz etmesi için üç gün süre verildi. Dış Haberler Servisi Başta 8 bin Boşnak’ın öldürüldüğü Serebreniça katliamı olmak üzere 19921995 yılları arasındaki Bosna savaşında on binlerce sivilin katlinden sorumlu tutulan dönemin Bosnalı Sırp lideri Radovan Karaciç Sırbistan’da yakalandı. 13 yıldır kaçak hayatı süren “Bosna kasabı” olarak bilinen Karaciç, eski Yugoslavya Federasyonu’nda işlenen savaş suçlarını yargılamak için Lahey’de kurulan BM’ye bağlı uluslararası savaş suçları mahkemesinin en çok arananlar listesinin başında yer alıyordu. Karaciç’in aralarında soykırım, insanlığa karşı suç işlemek ve savaş suçu işlemenin de bulunduğu 15 suçtan yargılanması bekleniyor. Balkanlar’ı kana bulayan Karaciç’in yakalanmasının ardından dikkatler Serebreniça katliamından ve savaş suçu işlemekten sorumlu tutulan, kaçak durumdki eski Bosnalı Sırp komutan Ratko Mladiç’e çevrildi. Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra işlenmiş en büyük savaş suçlarının beyni olarak görülen Karaciç’in, Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da bir belediye otobüsünde yakalandığı bildirildi. Sırbistan Devlet Başkanı Boris Tadiç, “cehennemden sahneler ve insanlık tarihinin en karanlık sayfalarının yazılmasının” mimarı olarak gösterdiği Karaciç’in Sırp güvenlik güçlerince düzenlenen bir operasyon sonucu yakalanarak Belgrad’daki savaş suçları mahkemesine çıkarılarak tutuklandığını söyledi. Sırp yetkililer tarafından düzenlenen basın toplantısında 13 yıldır savaş suçlarından hakkında tutuklama kararı olan Karaciç’in, sahte bir kimlikle Belgrad’da yaşadığı ve ve alternatif tedavi yöntemleri uygulayan özel bir klinikte çalıştığı açıklandı. Savcılar, Karaciç’in tanınmamak için beyaz uzun bir sakal bıraktığını, gözlük taktığını ve Dragan Dabiç adını kullandığını da belirttiler. Karaciç’in yakalandığı sırada gergin olduğu ancak direnmediği de ifade edildi. Basın toplantısında, Karaciç’in beyaz sakallı resmi de gazetecilere dağıtıldı. Karaciç’in hücreye konduğu ve soruşturma yargıcı tarafından sorgulandığı bildirildi. Sırp yetkililer, Karaciç’e, Lahey’deki Eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne teslim edilmesiyle ilgili alınacak herhangi bir karara itiraz etmesi için üç gün verildiğini belirttiler. Karaciç’in avukatı ise müvekkilinin geçen cuma yakalandığını söyledi. Sırbistanlı bir polis kaynağı, Karaciç’in yabancı bir istihbarat servisinin verdiği bilginin ardından saklandığı evde haftalarca izlendikten sonra Belgrad’ın bir banliyösünde yakalandığını savundu. Sırbistan güvenlik güçleri Belgrad’daki savaş suçları mahkemesinin etrafında geniş güvenlik önlemleri aldı. ciç’in tutuklanmasının öğrenilmesi üzerine, bölge halkı sokaklara döküldü. Belgrad ise Karaciç yanlısı aşırı milliyetçi bazı gruplar tutuklama kararına tepki gösterek “Kahraman Karaciç”, “Vatan Haini Tadiç” sloganları attı. Polis, savaş suçları mahkemesi binası önünde bekleyen gazetecilere saldıran bir grubu gözaltına aldı. Karaciç’in 13 yıl sonra yakalanması başta Eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi (YUCM) olmak üzere uluslararası toplum tarafından memnunlukla karşılandı. YUCM başsavcısı Serge Brammertz gelişmeyi “bir dönüm noktası” olarak nitelendirdi. AB üyesi olmak isteyen ancak savaş suçlularının yakalanması konusunda yeterli çabayı göstermemekle suçlanan Belgrad yönetimi, kendisine yönelik baskıları azaltmanın yollarını arıyordu. 63 yaşındaki Karaciç’in yakalanma haberi AB ve NATO tarafından da memnunlukla karşılandı. AB ortak dış politika ve güvenlik Yüksek Temsilcisi Javier Solana, Balkanlar için “güzel bir gün” yaşandığını kaydetti. Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso “Bu Sırbistan’ın Avrupa ile bütünleşme hedefi açısından çok önemli” ifadesini kullandı. Toplar, Tüfekler.. birbirlerini görmezden gelmişler. KKTC’de ne kadar fuzuli politikacı varsa görüşüp koklaşan Erdoğan, nedense Denktaş ile görüşmeyi bir türlü kendine yedirememiş. Üstelik bir konuşmasında Denktaş’a mesaj göndererek “ne olur, siyasi konuşmalarla birbirimizi rencide etmeyelim” demiş. Eğer Kıbrıs halkının bağımsızlığının devamını istiyorsan neden seni rencide etsinler. Ancak gidiş, o gidiş değil. Türkiye’den sonra KKTC’yi de özelleştirme (!) kapsamına alan Erdoğan, satış için düğmeye basmış durumda. Ona göre 1974 Barış Harekatı ile Türkiye’nin AB’ye giriş yolu tıkanmış. Erdoğan bu durumu, Akdeniz’deki bu önemli Türk devletinin anavatana borçlu olduğunun kanıtı olarak değerlendiriyor. Bu amaçla TMSF yetkilisi olarak M. Ali Talat atanmış. Söz konusu kişi göreve getirildiğinden bu yana AKP hükümetinin memuru olarak KKTC’yi kimlere satsam arayışı içinde. AB’ne mi satsam? Sadece Rumlara mı versem? Yunanistan ile ENOSIS yaparlarsa bizim azınlık olarak işimize gelir mi? Bu sorularına cevaplar arıyor. Yakın zamanda satış noktasında bir şeyler başaramayacağını (!) herkes biliyor. Öte yandan Erdoğan’ın “tek adam” bencilliği burada da bir kere daha depreşmiş. Geçeceği yollar korumalarının emri ile kesilmiş. Konuşma yaparken protesto pankartı açanlar, yine korumaları marifeti ile uzaklaştırılmış. Gazeteciler itilip kakılmış. Etrafına kimse yanaştırılmamış. Muhalif partilere tavır koymuş. Kısaca başbakanımız ülkesinde olduğu gibi KKTC’de de demokratik (!) terör estirmiş. Türkiye’deki “halkın savcısı” (ne demekse), Türkiye’de olduğu gibi misafir gittiği ülkenin kurucu liderinden, halkından, basınından korkuyor. Yapısı gereği herkesi sindirmeye çalışıyor. Nedeni ise basit: Erdoğan yaptıklarının bilincinde! Bir gün gelip kendisine “suçlu ayağa kalk” demelerinden büyük endişe duyuyor. Bu, belki yapay Ergenekon soruşturmasından, belki ülkesini en az 50 yıl geriye götürmeye çalışmasından, belki KKTC’nin satılmasından, belki de önceki davalarından ve kanun dışı uygulamalarından olacak. Tabii “gemicikler” de unutulmayacak. Ancak gerçek adalet ve demokrasi bir gün mutlaka işleyecek ve birileri ondan hesap soracak. Atatürkçüler, laikler, demokratlar adaletin terasizine olan inançlarını yitirmediler, yitirmeyecekler. murilem?otenet.tr Dragan Dabiç adını kullandığı saptanan Karaciç’in beyaz sakallı resmi gazetecilere dağıtıldı. VRUPA’NIN BİN LADİN’İ’ Sırbistan’ın yakın müttefiklerinden Rusya’dan konuyla ilgili “içişleridir” yönünde açıklama gelirken eski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Halbrooke yayımladığı açıklamada şu ifadelere yer verdi: “Bu Avrupa’da en çok aranan adam, Avrupa’nın Usame Bin Ladin’i. Kendisi etnik temizliğin en önemli entelektüel mimarı. Karaciç benim gözümde Miloşeviç’ten de kötüydü.” Eski Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloşeviç de savaş suçları işlediği gerekçesiyle tutklanarak Sırbistan tarafından YUCM’ye teslim edilmişti. Ancak Miloşeviç 2006’da hakkındaki karar verilemeden kaldığı cezaevinde ölmüştü. ‘A B YOLUNDA ÖNEMLİ ADIM Karaciç’in tutuklanması haberi, Saraybosna’da sevinç gösterileriyle kutlandı. Savaş sırasında Saraybosna’nın 43 ay süren kuşatması sırasında soykırım suçu işlemekle suçlanan Kara A Pskiyatristlikten ‘Bosna Kasaplığı’na adovan Karaciç, eski Yugoslavya’da şimdiki Karadağ topraklarında1 945’te doğdu. Babası, Sırp milliyetçisi Çetniklerin üyeleri arasındaydı. Çetnikler, 2. Dünya Savaşı sırasında hem Nazi işgalcilerine, hem de Tito’nun komünist partizanlarına karşı savaşmıştı. Çocukluk döneminin çoğunda babası cezaevinde yatan Karaciç, 1960’ta Saraybosna’ya R taşındı ve burada daha sonra eşi olacak, yeni mezun bir doktor olan Lilyana ile tanıştı. 1971’de tıp fakültesinden mezun oldu. Psikiyatrist ve şair olan Karadziç, aşırı Sırp milliyetçilerine katıldı ve kısa zamanda sivrildi. Karaciç, 1990’da BosnaHersek’te Sırbistan Demokrat Partisi’nin (SDP) kurucu üyeleri arasındaydı. İki yıl sonra BM tarafından bağımsız devlet olarak tanınan Bosna’daki Sırp Cumhuriyeti’nin başkanlık konseyinin üç üyesinden biri oldu. Aynı yıl Bosna Sırp Cumhuriyeti’nin tek başkanı oldu ve 1996’ya kadar Silahlı Kuvvetler Başkomutanı ve Devlet Başkanı olarak görevler yaptı. Yaklaşık 200 bin kişinin öldüğü, 1.8 milyon kişinin evlerinden sürüldüğü Bosna Savaşı’nın sona ermesinden sonra Eski Yugoslavya için Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi, Bosnalı Müslümanlar ve Hırvatlara karşı savaş suçu işlediği gerekçesiyle adı “Bosna Kasabı”na çıkan Karaciç’i resmen suçladı. Kendisine yönelik suçlamanın ardından kayıplara karışan Karadziç’in bazen Sırp Ortodoks kilisesi manastırlarında, bazen Bosna’nın doğusunda dağlık bölgelerdeki mağaralarda saklandığı iddia edildi. Ekim 2004’te “Gecenin Mucizevi Kayıtları” isimli kitabını yayımlattı. ok, hayır” Ergenekon çetesinden söz edecek değiliz. Bu terörist (!) çete çökertildi gibi. Yandaş basına sızdırılanlara göre onlarda top ve tüfek zaten yok. Hücre evde birkaç bomba bulunmuştu, onlar da yok edildi ve darbe (!) önlendi. Şimdi İlhan Ağabey ve Balbay kara kara düşünüyorlardır “biz artık nasıl gazetemizi bombalatabiliriz” diye. Doğru ya, bombalar da imha edildiğine göre “Türkiye artık istikrara kavuşmuş” demektir. Bundan sonra kimse darbe falan beklemesin. Sinan Aygün bu aşamada ne yapacak bilmiyorum. Ben olsam kasamdan çıkan paraları harcayarak günümü gün ederim. Ama o rahat durmayacak, bunu da biliyoruz. İlla da iş yapmak isteyecektir. Bu durumda ona tavsiyemiz alsın bir “gemicik”, gelirine gelir katıp, kısa yoldan köşeyi dönsün. Olmadı “tavuk” yetiştirsin. Bu sayede bir gecede binlerce ton mısır alıp, aynı gece mısırları tavuklarına yedirebilir. Bu işte de iyi para var deniyor. Son dönemde “şekerli popcorn” satanlar hallerinden memnunmuş. Aslında başka işler de var ancak olayı burada keselim. Malumunuz “zenginin parası, züğürdün çenesini yorarmış.” ??? Başlıkta “Toplar, Tüfekler” derken KKTC’deki kutlamalardan söz ediyoruz. Barış harekatının 34’üncü yılından söz etmek istemiyordum. Bunu geçen hafta deklare etmiştim. Ancak olanlar beni yazmaya mecbur etti. KKTC’nin kukla Cumhurbaşkanı konuşmasından önce 21 pare top atışı yaptırmış. Tüfekler atılmış vs. Başbakanımız yaptığı konuşmada “illa da çözümden yanayız” demiş, geçiniz. Türkiye’den adaya giden dokuz bakan şirinleri oynamışlar. Ya Erdoğan ve Gül’ün kuklası M. Ali Talat’a ne demeli! “Türkler bir daha asla azınlık olmayacak” demiş. Pes yani, “tek vatandaşlık” temelinde çözüm arayışına yönelmenin ne demek olduğunu birileri bu adama anlatmalı. Onu da geçiniz. İkinci kukla Ferdi Sabit Soyer kürsüyü ele geçirince atıp tutmuş. Onu zaten geçtik. Erdoğan’ın başlama vuruşu ile maçlar yapılmış, Rumlara mesajlar gönderilmiş. Bunları zaten son beş yıldan bu yana sürekli yazıp çiziyoruz. Bu nevi Show’lar artık kimsenin umurunda değil. Halk deyimi ile “kimse yemiyor.” Esas savaş özgürlük mücadelesi kapsamında KKTC’nin kurucu cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile Erdoğan arasında gerçekleşmiş. 34’üncü yılda şehitlikte karşılaşan Denktaş ve Erdoğan “Y rgenekon davası, AKP iktidarına yakın kesimler tarafından toplumu ‘demokratlar’ ve ‘darbeciler’ olarak ikiye bölmek doğrultusunda başarılı bir biçimde kullanıldı. Öyle ki, siyasal yaşama demokrasi dışı hiçbir müdahaleyi hiçbir zaman düşünmemiş, fakat soruşturma sürecinde kamuoyuna yansıyan uygulama, önlem ve yöntemleri çeşitli açılardan içine sindiremeyen, eleştiren insanlar ‘darbecilik çamuru’ üzerlerine sıçrar korkusundan suskun kalıyorlar. Son haftalarda sosyalistler de bu demokrasidarbe ikilemine çekilmek isteniyor. Oysa sosyalistlerin, temel amacı kapitalist düzeni egemenler adına güvenceye almak olan bir askeri darbeye yandaş olabileceklerini düşünmenin akıl dışı bir davranış olduğunu medyadaki en geri zekâlı AKP sözcüleri de biliyorlar. Fakat amaçları, sosyalizmi farklı bir yoldan bu ikileme çekmek olduğundan sosyalistlerin laiklik konusundaki duyarlıklarına yükleniyorlar. Ne var ki tüm bunlar sonuçsuz kalmaya mahkumdur, çünkü laikliğin ‘demokrasinin olmazsa olmazı’ olduğunu bilen hiçbir sosyalist, eğer aklını yitirmemişse ya da yoldan çıkmamışsa, AKP’nin yanında saf tutmaz. Bundan, “Sosyalistlerin darbecileri desteklediği anlamı çıkar mı” sorusuna yanıtımız doğal ki ‘hayır’dır. Bu ülkede askeri darbelerin en büyük mağdurları solcular olmuştur. 12 E PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Mart, 12 Eylül zindanlarında en yoğun işkenceleri onlar görmüşler, en yaygın tutuklamaları onlar yaşamışlar, en uzun hapis cezalarına onlar çarptırılmışlar, en fazla canı da onlar yitirmişlerdir. AKP sözcülerinin ileri sürdüklerinin tam tersine darbelere en kesin kararlılıkla karşı çıkanlar onlardır. Dolayısıyla sosyalistleri darbecilerin yanında göstermeye çalışmak boş bir çabadır. ??? Türkiye’de darbe olasılıklarının kökünün kazınmasını en fazla arzu edenler sosyalistlerdir. Susurluk Olayı’na ilişkin olarak ‘Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık’ gibi yaygın kampanyalar başlatanlar da yine onlar olmuştur. Ne var ki birkaç polis cezalandırılarak olayın üstü örtülmüş, esas suçluların üzerine gidilmemiştir. 12 Eylül darbecilerinin yargı önüne çıkarılmalarını mümkün kılacak anayasa değişikliği talebi de sosyalistlerden gelmiştir. Ne var ki bugün ‘demokrasi havarisi’ kesilen AKP iktidarı anayasa değişikliği konusunda toplumu aylarca oya Darbe, Demokrasi ve Sol Üzerine lamış, sonunda dağ fare doğurmuştur. Doğan farenin de ömrü uzun olmamış, çıkartılan ‘türban yasası’ Anayasa Mahkemesi’nden geri dönmüş, anayasayı baştan sona değiştirme düşüncesi uyumaya bırakılmıştır. Tek başına bu olay bile AKP iktidarının demokrasi konusundaki samimiyetsizliğini ortaya koymaktadır. AKP yandaşları, sosyalistlerden, ne olduğu meçhul bir davada taraf olmalarını istemekte, bunu da, ‘Susurluk’a o zaman karşı çıkanlar bugün Ergenekon’a neden karşı çıkmıyorlar’ sorusuyla formüle etmektedirler. Eğer Ergenekon bir darbe örgütlenmesi ise, gerçekten de böyle bir örgütlenme varsa buna elbette karşı çıkılacaktır, fakat bugüne kadarki gelişmeler yalnızca sosyalistlerde değil, aklı başında hiç kimsede ortada müdahale edilmesi gereken ciddi bir olay olduğu izlenimini uyandırmıyor. ??? Bu hayhuy içinde kendisini ‘liberal’ olarak tanımlayan bir kesimin giderek AKP iktidarına daha fazla yakınlaştı ğı görülüyor. Bu kesimden salt liberallerin davranışlarını anlayabiliyorum. Fakat bir de “Biz hâlâ sosyalistiz!” diyen, izledikleri liberal çizgiyi sol/sosyalist sözcükleriyle tanımlayan bir kesim daha var. Bunların ise bu süreçte neden çağcıl Marksist eleştirel düşünürlerden ya da sosyalist siyasetçilerden değil de, önerileri toplumun geneli için her zaman sınırlı kalmaya mahkum burjuva düşünürlerden esinlendiklerini anlamakta zorlanıyorum. Bu konu üzerinde daha ayrıntılı duracağız, şimdilik ABD Komünist Partisi Başkanı Sam Webb’den bir cümle alıntılamakla yetinelim: “Bizim sosyalizm vizyonumuz değer ve ölçüler açısından temel birikimleri içermelidir. Bunların en önemlileri sosyal dayanışma, eşitlik, barışçılık, ekonomik adalet, sömürünün ortadan kaldırılması, demokrasi, başkalarına saygı, bireysel özgürlükler ve yurttaş hakları, kararlılık ve enternasyonalizmdir. Bu değerler gelişigüzel seçilmiş olmayıp çalışan insanların savaşımlarından ve sosyal gelişimin gereksinimlerinden ortaya çıkmıştır.” Demek istediğimiz sosyalizmde ‘demokrasi’ ve ‘bireysel özgürlük’ kavramlarının bizim ‘solcu liberallerimizin’ ya da ‘liberal solcularımızın’ özgün buluşları olmadığıdır. www.denizkavukcuoglu.blogspot.com www.dkavukcuoglu@superonline.com CocaCola’dan NATO’ya transfer Dış Haberler Servisi NATO uluslararası alanda imajını düzeltmek için CocaCola’dan yönetici transfer etti. İki yıl CocaCola’da üst düzey yöneticilik yapan Michael Stopford, stratejik iletişim hizmetlerinden sorumlu genel sekreter yardımcısı olarak gelecek ay göreve başlayacak. Stopford’un başlıca görevi, Berlin Duvarı yıkıldıktan ve Varşova Paktı ortadan kalktıktan sonra gerekli olup olmadığı tartışılan NATO’nun “dünya güvenliği için önemini” gösterecek çalışmalar yapmak. İngiltere doğumlu ABD vatandaşı olan Stopford, CocaCola’dan önce Birleşmiş Milletler ve İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nda çalıştı. NATO ile ilgili tartışmalar 19 yıl önce Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla başladı. ABD’de yayımlanan New York Times gazetesinin haberine göre, NATO iç yazışmalarında yer alan ve Alman Marshall Vakfı’nın yaptırdığı bir araştırma, 20022007 yılları arasında NATO’nun dünya güvenliği için önemli olduğunu düşünenlerin oranı ABD’de yüzde 4 arttığını, Almanya’da yüzde 19, İngiltere’de yüzde 12, İtalya’da yüzde 13, Polonya’da yüzde 8 düştüğünü ortaya koydu. İTTİFAKIN TANITIM ATAĞI Bir başka iç yazışmada da NATO’ya üye ülkelerde nüfusun büyük bölümünün NATO’nun amacı ve politikaları hakkında muğlak fikirlere sahip olduğu belirtiliyor. Bu gelişmeler ışığında bir tanıtım atağına kalkan NATO, internetten yayın yapan NATO TV’nin yanı sıra Afganistan’da bir medya merkezi kurmaya da karar verdi. NATO Genel Sekreter Yardımcısı JeanFrançois Bureau, çalışmalarının kamuoyunun desteğini sağlamaya yönelik olduğunu, terorizme karşı savaşta bunun büyük önem taşıdığını belirtiyor. NATO Baş Sözcüsü James Appathurai ise medyanın olumsuzluklara çok fazla odaklandığını, NATO TV’nin örgütün medyaya yansımayan yönünü tanıtmayı amaçladığını söylüyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle