Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 C röportaj YANSIMA OSMAN İKİZ 25 TEMMUZ 2008 CUMA “Birinci kaynak”tan Türk sinemasının kadınları... Eskiden sinema kitapları yok denecek kadar azdı, filmler çoktu, şimdi yayımlanan çok sayıda sinema kitabı var, filmler az… Böyle düşünüyor Agah Özgüç. Türk sinemasının belleği olarak tanınması boşuna değil, şimdi de Türk sinemasının kadınlarını kaleme aldı, Muhterem Nur’u, Türkan Şoray’ı, Filiz Akın’ı, Müjde Ar’ı ve diğerlerini… Agâh Özgüç, Muhterem Nur’un (solda) kadın seyirciyi sinemaya çeken ilk kadın oyuncu olduğunu söylüyor... Pekin Olimpiyatlarını boykot histerisi sabote edilmiş olur. vrupa Şampiyonası‘nın heyecanı geçti sıra şimdi dünyanın en büyük spor etkinliğinde. Kendini spora adayanların insan gücünün sınırlarını nasıl zorladığını, bir fizik ve estetik şölen içinde seyrediyoruz olimpiyatlarda. Bu kez ev sahibi Çin. Spor sahalarında, yarış kulvarlarında, minderlerde nasıl rekorlar kırılıyorsa, siyaset piyasasında da puan toplamak isteyenler bir süreden beri seslerini yükseltmekteler. Bunlara göre Çin’de insan hakları ezildiğinden Pekin Olimpiyatları boykot edilmeliymiş. 2008 Pekin Olimpiyatlarının, 1936 Berlin Olimpiyatlarından Çin yönetiminin de Hitler yönetiminden farkı yokmuş. Sanki Batı‘da Çin’in demokratik bir rejimle yönetildiğini iddia eden varmış gibi boykot meselesi histeri halinde polemik konusu yapılıyor. A DEMOKRASİ CEHENNEMİ Örnekleri istediğiniz kadar uzatabilirsiniz. Demokrasi hakkında söylenenler de artık, ‘’Arapça değil mi uydur uydur söyle’’ tekerlemesini hatırlatıyor. En fazla demokrasi nutukları atanlar da demokrasiyi iğfal edenler. Demokrasi değil mi uydur uydur söyle. Nasıl olsa yalandan ölen yok. Buyrun, demokrasi ihracatı adı altında yaratılan cehenneme bakalım. Demokrasi şövalyelerinin marifetlerini, ikiyüzlülerin, liberallerin görmezden geldiği Irak’taki trajik tabloyu arabwomenblues.blogspot.com’da Layla Anwar şöyle anlatıyor: Bir milyondan fazla ölü. Üç milyon sakat. Milyonlarca anasız babasız kalmış çocuk. Dört milyon evini barkını terk etmiş mülteci. Cezaevlerindekilerin sayısı 150 binden fazla. Etnik temzilik had safhada. Milyarlarca dolarlık, tarihi ve kültürel hazine yağma edildi. Petrole el kondu. Halkın yüzde 70’i işsiz. İşte ABD’nin Irak’a getirdiği demokrasi. DEMOKRATLIKLARININ SINIRI MUHASEBE DEFTERLERİ Histeri salgınına hükümetler aldırsa bir türlü aldırmasa bir türlü. Ne de olsa onlar da politikacı ve kamuoyunun nabzına göre şerbet vermek gerektiğini biliyorlar. Bu yüzden Çin yönetimine göstermelik de olsa tutuklamalar vs konusunda endişelerini bildiriyorlar. Popülistler olimpiyatların boykot edilmesini istiyor ama hiçbiri Çin’le ilişkilerin kökten kesilmesini talep etmiyor. Çünkü kapitalist ülkelerin büyük şirketleri Çin’de cirit atıyor ve onlar da ilişkilerin kesilmesinin kendi zararlarına olacağını biliyorlar. Bunların demokratlıklarının sınırı muhasebe defterlerinden geçiyor. Kar varsa ilişkilere devam, yoksa boykot. Piyasacı çığırtkanların bir özelliği de dünyaya tek gözle bakmaları. Tek gözleri de her nedense sadece doğuya bakıyor. Batı‘da olanları görmüyorlar. Tek gözle görenlerin beyinleri de tek kanal çalışıyor. Ya siyah ya beyaz. Ya iyi ya kötü. Ya doğru ya yanlış. İşte birkaç örnek: Çin Tibet’te öldürünce soykırım ama ABD Irak’ta öldürünce demokrasi kuruculuğu oluyor. Çin, olimpiyat oyunlarına propaganda için ev sahipliği yapıyor; ABD ise olimpiyat tarihine hizmet için. Çin ev sahipliği yaparsa olimpiyat oyunları boykot edilmeli ama ABD’nin ev sahipliği boykot edilecek olsa olimpiyat Müjde ARSLAN “Sinemamızla ilgili herhangi bir gerçeği araştıranlar, onun kitaplarına başvurmadan yapamazlar. Onun belgelerini karıştırmadan sinemamızı anlamanız ve doğru bir değerlendirme yapmanız olanaksızdır,” demişti Mahmut Tali Öngören, Agâh Özgüç’e verilen Aziz Nesin Emek Ödülü’nü sunarken. Bu sebeple “birinci kaynak” demek doğru olur Agâh Özgüç için. Türk sinema tarihini birinci elden yaşadı. Bugün bir tarih olan filmlerin çoğunun setlerinde bulundu: günümüzde DVD izleyerek sinema yazarlığı yapan gençlerin aksine, o filmleri atmosferleriyle perdede, zamanın seyircisiyle izledi. Bu sebeple anlatacak çok anekdotu, yazacak çok kitabı var. Bono karşılığı film çekilen yılları, Birinci marka sigaralarının arkasına yazılan diyalogları, Yılmaz Güney seyircisini, “aile filmleri” seyircisini, sinemanın gün ben gün değişimini, seyircinin dönüşümünü yaşadı. Agâh Özgüç şimdi de Türk Sinemasının Kadınları’nı yazdı. Agora Kitaplığı’ndan yayımlanan kitap, ilk yıllarından günümüze sinemadan geçen kimi starlaşmış, kimi karakter oyuncusu olmuş, kimi vamp, kimi şehirli, kimi saf köylü kızı oynamış oyuncuları anlatıyor. Özgüç, şimdi 76 yaşında. Hâlâ her sabah Feneryolu’ndaki evinden Beyoğlu’na geliyor: Tüm sinema kurum ve şirketlerini geziyor: Vizyona giren filmleri takip ediyor; Türk sinemasını her gün yeniden yazıyor. Biz de buluştuk ve sinema tarihinin yazımını, kadın oyuncuları ve yeni projelerini konuştuk. Türk sinema tarihinin yazımı ne durumda sizce? Nijat Özön bu konuda başlangıcından 1960’lara kadar olan dönemi anlatan önemli bir kaynak hazırlamış. Onlar bu işlerin tanıkları aslında, onlar olmasa kim yazabilirdi ki? Herkes gitti, çünkü. Türk sinema tarihinin yeniden yazılması gerekir, ama bunun önemli zorluğu var; yeni kuşak maalesef bütün eski Türk filmlerini televizyonda gösterilen filmlerle sınırlı biliyor, oysa bu filmlerin yeniden izlenmesi gerekir. Fakat, altı bin filmin iki binden fazlası kayıp. Ne olduğu bilinmiyor. Kamyonlarla denize atılmış, depo yangınlarında gitmiş. Kimisi kiloyla satmış, kurşuna eklenmiş, ayakkabı bağcıklarının süsü yapılmış. Yapılan değerlendirmeler artık günümüzde geçerli değil, örneğin Susuz Yaz yeniden yazılmalı. Bir de tüm Türk sineması 56 yönetmen üzerine kurulu, oysa öyle enteresan yönetmenler var ki, iyi ama kötü, onların da yazılması gerekir, Muharrem Gürses, üzerine kitap yazılacak bir yönetmen; çünkü halkı en iyi tanıyanlardan, Ertem Eğilmez de çok önemli. Son birkaç yıldır özellikle akademisyenlerin çok sayıda sinema kitabı yayımlandı. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Çok enteresan bir durum, filmden çok kitap yayımlanmaya başladı, çok iyi kitaplar basılıyor ve çok okunuyor. Bana sorarsanız beni Türk sinemasıyla ilgili, örneğin Atıf Yılmaz üzerine bir araştırma kitabı ilgilendiriyor. Önce ülkenin sineması araştırılmalı. Akademisyenlerin yazdı NEREDE HUZURSUZLUK VARSA ORADA ABD PARMAĞI VAR Pekin Olimpiyatlarının boykot edilmesini isteyenler her nedense Irak halkının yaşadığı trajediyi görmezden geliyor. Batılı devletler de yeniden inşa edilecek Irak’tan pay kapma peşinde. Halkın temsilcisi pozundaki kuklalar ve işbirlikçilerle yağma pazarlıkları yapılmakta. Medya da seyirci. Yeryüzünde nerede bir huzursuzluk varsa, orada ABD’nin parmağı vardır. Güney Amerika’da yakın zamana kadar Amerikan şirketlerinin çıkarları için darbe üstüne darbeler yapıldı. Afrika’da kabile savaşları diye anlatılan çatışmaların arkasında büyük maden şirketlerinin çıkarları yatıyor. Ortadoğu ve Asya’da petrol ve enerji kaynaklarını ve ulaşım yollarını denetleme savaşı sürmekte. Kafkaslar’da portakal renkli Amerikancıların yarattığı huzursuzluğun üstesinden gelinemiyor. Balkanlar’da parçalayönet politikası yüzünden yüzbinlerce kişinin kanı aktı. Bu süreç daha tamamlanmadı. Amerikan patentli ılımlı İslam’ın Türkiye’yi ne duruma düşürdüğü gözler önünde. “Çin mi yoksa ABD’ mi boykot edilmeli” diye kıtalararası bir referandum yapılsa acaba sonuç ne olur? osman.ikiz?tele2.se Agâh Özgüç, Fatma Girik’le birlikte... ğı kitapların sorunları zor okunmaları; okumakta zorlanıyorsa okur, bu tehlikelidir; uzaklaştırabilir de. Biz kaynak bulamıyorduk. 1960’larda Nijat o kitabı çıkardığı zaman çok zorlandı. O dönemde, o dönemi yaşayanlar vardı, bugün, kaç tane film çekildiğini gerçekten kimse bilmiyor, kimse de ilgilenmiyor. Türkiye’de sinema yazarlığının da bir önemi yok; ne maddi ne de manevi açıdan. Buna rağmen bunca yıldır bu işi bir gün bile aksatmadan sürdürmenizi neyle açıklıyorsunuz? Herkes bir şeyi seviyor, kimisi müzik yapıyor, kimisi resim. Ben de sinema tarihçiliği yapıyorum. 300 filmin çekildiği yıllarda her gün aşağı yukarı dört sete gidiyordum, sabahlara kadar. Eğer ben bunları dışarıda yapıyor olsaydım, çok büyük katkıları olurdu. Türkiye’nin ulusal bir sinema müzesi yok. İnternet sağlıklı değil; ben yanlış yapıyorum mesela, o yanlış dolaşıyor internette, sonra yerleşiyor. Çünkü belgelerde yanlışlık var. Onun için mümkün olduğu kadar bunları düzeltmeye çalışıyoruz, bu son kitapta da bunu yaptım. Hangi yapımcı kaç film çekti yok, buna önem vermemişler. Yeni kitabınız Türk Sinemasının Kadınları’nı nasıl hazırladınız? Eskiden Ses mecmuası vardı; genelde aktrislerin söylemediklerini söyleterek, onlara mal ederek, abartarak Yeşilçam’ın kadınlarını anlatırdı. Benim burada yaptığım, kadın oyuncuların hangi filmlerde hangi tipolojilerle yer aldığı. Tabii ki bu geliştirilebilir, önemli olan temel özelliklerini ve niteliklerini doğrudan yazmak. Zor bir iş, röportaj yapıyorsunuz ilk filmini hatırlamıyor ya da yanlış hatırlıyor, oysa ondan önce çevirdiği bir iki film var, onları atlıyor... Çok ilginç bir olay, Sezer Sezin isminin olduğu bir afiş var ama o filmde oynamamış. Müjde ilk filminin “Köçek” olduğunu söylüyor. Hâlbuki onun Fikret Hakan’la yaptığı bir filmde, küçük bir rolü var. Ben izlememiş olsam, siz bilmeseniz bu böyle gidecek. 12 star oyuncu ön planda olsa da, kitabınız aynı zamanda Türk sinemasının kadınlarının tarihi de diyebilir miyiz? Evet. Bu günümüze kadar tüm kadınların tarihini içe Yeşilçam’ın unutulmaz kadın oyuncusu Belgin Doruk. riyor, bunu yapmamış olsaydım, kimsenin ne film çekildiğini bilmesi mümkün değildi. Kimi dönemlere ayırıp ilk yıllardan günümüze kategorize ettim; bu sayede kadın oyunculuğun dönüşümü, sinemadaki kadın karakterin değişimini de görmek mümkün. 60’larda oynayan kadınların olgunluk çağı filmlerini de yazdım. Türk sinemasında kadına yaklaşım nasıl sizce? Eskiden kadınlar hep “genç kız” ve “ebedi bakire” olarak sunulmuşlar, yavaş yavaş bu aşıldı. Muhterem Nur, ilk defa kadın seyirciyi sinemaya getiren kadındır. 1.55 boyunda dikkat çekmeyen ama halktan biri. Türkan Şoray çok alımlı, abartılı bir güzelliği olan bir kadın, o her yerde dikkat çeker. Ondan önce femme fetale’ler vamp kadın tipleri vardır, ama Leyla Sayar hem vamp hem star oldu. Filiz Akın, çok derin izler bırakamadı. Hülya Avşar, Yeşilçam geleneğinin dışında bir kadın. Müjde Ar, Türk sinema tarihinde en fazla yararı olan, seyirciyi yönlendiren bir rolü oynadı, biraz Yılmaz Güney gibiydi. Bütün kadınların sinemaya ve seyirciye katkısı oldu… Bu kadınlar biraz da erkek senaristlerin, yönetmenlerin zihnindeki, erkek seyircinin istediği kadını oynadılar… Kadın temsili nasıl gerçekleşti? Biz genelde maço bir topluluğuz. Bu kadınlar da hem sinemada hem özel yaşamlarında sömürüldü, ama bu işi dışarıdan biri yazamaz, içeriden birinin yazması gerekir. Kadın imgeleri diye kitaplar yapılıyor, fakat onlar bir akademisyen gözüyle yazıldığında gerçek ortaya çıkmıyor. Allianoi direnişi AİHM’nin dava dilekçesini kabul etmesi umudu arttırdı İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Bergama’daki Yortanlı Barajı’nın suları altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya olan Allianoi antik kentinin kurtarılması amacıyla çeşitli meslek kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan Allianoi Girişim Grubu, kazıların yeniden başlatılmasını ve alternatif çözüm önerilerinin geliştirilmesi istemini içeren 5 bin 518 imzalı dilekçeyi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a göndereceğini açıkladı. Allianoi’nin korunması konusunda iç hukuk yollarının kullanıldığı, bunun yanı sıra AİHM’de de dava açıldığı vurgulanarak AİHM’nin dava dilekçesini kabul ettiği açıklandı. Bunun kültürel mirasın korunması konusunda AİHM’de görülecek ilk dava olma özelliğini taşıdığı kaydedildi. Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözüsü Avukat Hilal Küey, kalabalık bir grupla yaptığı toplantıda, antik kentte 10 yıl kazı başkanı ve danışman olarak görev yapan Ahmet Yaraş’tan Allianoi’yle ilgili bilgi, belge ve yazılı görüş istenmesini olumlu bulduklarını söyledi. Küey, buna karşın buluntuların mil tabakası ile kaplanarak korunması yönteminin ise kabul edilemez olduğunu belirtti. ir zamanların hükümetleri darda kaldıklarında, özellikle de ekonomik uygulamaların yanlışlarını üstlerinden atmak istediklerinde hemen “anayasa fırlatma” meselesine sarf ederlerdi. İnanan inanır, inanmayanlar seslerini çıkarıncaya kadar da sorunlar unutulur giderdi. Şimdi daha etkili bir günah keçileri var. Yabancılar ülkeden çıkmasın diye faizi mi yükseltmek lazım? Ya da ardı ardına kapanan işyerlerinde işini kaybedenleri avutmak mı? Neden hazır: AKP’nin kapatılması, ülke içindeki siyasi çatışmalar! Çözümse: Ergenekon Sanırsınız, Ergenekon’un karizması her derde deva! Ne var ki, ekonomik olaylar salt siyasi nedenlerle açıklanmayacak kadar gerçek ve ciddidir. Dahası, tüm çıkar grupları aynı anda kazanıp kaybetmediğinden uygulanan politikalardan farklı farklı etkilenmekteler. Örneğin, kurlar düşük olduğu sürece ithalatçılar kazanır. Kazandıkları için de mevcut siyasete destek vermeye devam ederler. Çünkü, artan ithalatın cari açığı arttırması, dolayısıyla bu açığın hangi kaynaklardan finanse edileceği onların değil, hükümetin sorunudur. Ekonomi köşe yazarları da tam bu nedenle kalemlerini hükümet şakşakçılığı yerine… Dikkate alınmama kaygısı taşımadan uyarıcı muhalefet doğrultusunda kullanmalıdır. Aksi halde, 43 milyar B GÖZ UCUYLA TÜRKEL MİNİBAŞ doları bulan cari açıkta olduğu gibi, sorun çizmeyi aşar, hükümetlere ekonomiyle ilgisiz günah keçileri yaratma ve ardına sığınma olanağı verir. “Göz ucuyla” okurları cari açık meselesinin altını çize çize yıllardır yazdığımı… Hükümetin kısa vadeli sermaye hareketleri dışında finansman kaynakları yaratma uğraşısına girmesi gerektiğini usanmadan vurguladığımı bilirler! Artık gün o gün. Zira, cari açık geçen yılın ilk beş ayına göre 5.5 milyar dolar daha fazla. 2007 sonunda 38 milyar dolara yaklaşan açık 43 milyar dolar civarında! Petrol fiyatlarındaki artışın süreklilik kazanması halinde açığın 50 milyar doları bulacağından AKP hükümeti de dahil neredeyse herkes hemfikir. Ne var ki, uygulanan ekonomi politikasının yumuşak karnını görmezden gelip açığın nedenini petrol gibi sadece dışsal etkenlere bağlamak mümkün değil. Özellikle de Türkiye gibi sanayi üretimi petrole bağımlı ve savaşın merkezindeki bir ülkede! Cari Açığa 43 Milyar $ Finansman Kaynağı ise Belli Değil! Evet, cari açık I. AKP hükümeti döneminde ekonominin yumuşak karnıydı. Çünkü açığın finansmanında ağırlık doğrudan yatırımlardan ziyade kısa vadeli sermaye hareketlerindeydi. Faiz oranlarının diğer piyasalara göre daha cazip olması koşuluyla para hareketleri çekilebilmekteydi. Yani? Gelişmiş ülke piyasalarında faizlerin yükselmesi halinde Türkiye’nin faizleri yükselterek cazibesini koruyamayacağını, yitireceğini gösteriyordu! Kaldı ki, bu yılın ocakmayıs verilerine göre doğrudan yatırımlar 2007’nin aynı dönemine göre 5.2 milyar dolar daha düşük gerçekleşti! Yani? Altını çizdiğim gibi açığın finansmanında bu yıl Merkez Bankası kaynakları daha fazla kullanılır olacak! Merkez Bankası kaynaklarıyla finansman dış yatırımcının Türkiye’de kalma kararında önemli bir etken. Özellikle de Merkez Bankası rezervlerinin azaldığı bugünkü gibi durumlarda.! Cari açığın finansmanında geriye it halatın kısılması kalıyor ki… Çok korkulan 1980 öncesi dönemde değiliz ki hükümet böyle bir uygulamaya girebilsin. Tabi ki, bunu ara ve yardımcı girdi de ithalata bağımlı üretim modellerini tercih ederken düşünmek gerekiyordu. Üreticiyi ithal girdi kullanmaktan vazgeçirmek için artık çok geç! Bir kere, tüm makine aksamı buna göre yenilendi. Yerli girdi üreticilerinin büyük kısmı iflas etti, kibarcası piyasayı terk etti. Tüketici derseniz çoğunun davranış kalıpları ithal girdiyle üretilmiş malların kullanımına göre yeniden biçimlendi. Kaldı ki, piyasadaki fiyat oluşumu da tüketicinin tercihlerini hızla ithal ürünlere kaydırmalarını sağlayacak şekilde.! Geriye, denize düşmeye bile gerek kalmadan her daim can simidi gibi gözüken özelleştirme kalıyor ki… Doğrudan yatırımcının ilgisini çekecek elde pek bir şey kalmadığına göre özelleştirmeye umut bağlamak da zor. Dileyelim de hükümet, ilk beş ayda Merkez Bankası rezervlerindeki daralmanın senenin ikinci yarısında devam etmemesi için: Başta ihracatı arttırcı olanlar olmak üzere gerekli politika uygulamalarını bir an önce devreye soksun. turkmini@superonline.com www.turkelminibas.net Picasso’nun tablosu bulundu Sao Paulo(AA) Brezilya polisi, Pablo Picasso’nun geçen ay Pinacoteca Müzesi’nden çalınan 2 tablosundan biri olan ‘Ressam ve Modeli’ adlı tablosunu buldu. Brezilya resmi haber ajansı Agencia Brasil’in verdiği habere göre, polis, Sao Paulo’daki Pinacoteca Müzesi’nde gün ortasında yapılan silahlı soygunda çalınan Picasso’nun ‘Ressam ve Modeli’ adlı tablosunu bulmanın yanı sıra soygunla ilgili bir kişiyi tutukladı. 12 Haziran’daki soygunda Picasso’nun ‘Öküz Başlı Adam, İçkici ve Kadın’ adlı tablosuyla, Brezilyalı sanatçıların iki tablosu da çalınmıştı.