06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 TEMMUZ 2008 CUMA haberler AYDINLANMA EMRE KONGAR C Sisli Günlerde Pusulamız Anayasa ve Demokrasi Olmalıdır riz: Ergenekon davası da, AKP’yi kapatma davası da aynı eksende, anayasa ve “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” bağlamında görülebilir ve sonuca bağlanabilir. ??? Sakın bunun kolay bir iş olduğunu sanmayın: Çünkü her iki dava da bugünkü bunalımın nedenleri değil; tarihteki, toplumdaki ve siyasetteki esas çelişkilerin sonucu olan bu bunalımın sadece görüntüleridir. ??? Hiç kıvırtmadan esas çelişkileri özetleyelim: Çok partili demokrasiye geçmişiz ama demokrasiyi kuracak ve koruyacak çağdaş sınıfları, yani sermaye ve işçi sınıflarını yeterince güçlendirememişiz… Anayasamıza Türkiye Cumhuriyeti’nin “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğunu yazmışız ama, vatandaşı bu çizgide eğitememiş, eğitimi dincilere, dogmatiklere teslim etmişiz… Sosyal devletin kökünü kazıyoruz… Hukuk devletini çarpıtıyoruz, yozlaştırıyoruz… Laikliği ekseninden kaydırıyoruz… Demokratikliği kötüye kullanıyoruz… Siyasal partileri kurmuşuz ama çoğu sözde demokrat… Yolsuzluklar diz boyu… Yargıya bağımsız demişiz ama bunu tam anlamıyla gerçekleştirememişiz… Güya özgür ve bağımsız olan medyanın büyük kısmı iktidarın denetiminde… Gerçek sivil toplum örgütleri güçsüz bırakılmış.. tarikatlar, cemaatler güçlendirilmiş… ??? Sorumlu ya da sorumlular kim? Tabii ki Türkiye’yi yönetenler… Yani esas olarak iktidarlar… O halde çözüm de onlarda: Onların “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletine” olan sadakatlerinde… Bu sadakati zedeleyenler, ister darbeci olsun ister seçilmiş, bedelini öder… Tabii toplum da zarar görür, geri kalır… Bugünkü bunalım noktasına böyle geldik… Bu gerçeği hiç unutmayalım… 5 İtalyan usulü ve alaturka Temiz Eller Nilgün CERRAHOĞLU Başbakan “İtalya’da ‘Temiz Eller operasyonu’ yapıldığında hayran hayran bakanlar, bizde bu adımlar atıldığı zaman neden rahatsız oluyor?” deyince Baykal yanıtı yapıştırdı: “Temiz Eller operasyonunu yapmak için düğmeye basacak olanın önce kendi eli temiz olmalıdır... Sen milletvekili dokunulmazlığını kaldırmadan böyle büyük söz söyleme hakkına sahip değilsin!” Deniz Baykal, “Temiz Eller”in özünü hedeften vuran iki konuyu gündeme getiriyor. Birincisi: “Temiz Eller için düğmeye basacak merci ‘kim’dir ya da ‘kim olabilir’?” Türkiye’deki süreçle İtalya örneği arasında bir benzerlik kurulmak isteniyorsa; böyle bir operasyon için “düğmeye basan merci” asla “siyasi iktidar” olamaz... 90’lı yıllar İtalyasının “Temiz Eller”i, hiçbir zaman iktidarlarca yönetilen bir icraat ya da operasyon olmadı. Tersine, “bağımsız yargının” yoz iktidarlar ve siyasi sınıfa karşı hayata geçirdiği bir süreç olarak yaşandı. İtalya’nın “Temiz Eller” macerasını hayranlıkla izlemiş olmamızın nedeni buydu. İtalya’da muhabirlik yaptığım yıllarda konuyu yerinden takip eden bir gazeteci olarak bunu defalarca yazdım: “Temiz Eller operasyonu ‘padişah’ ya da ‘vezirin’ emriyle gerçekleşmez. Padişah, vezir, şehzadelerin yarattığı pislikler zaten bu operasyonun hedefi...” (Sa 90’lı yıllar İtalyası’nın ‘Temiz Eller’i, hiçbir zaman iktidarlarca yönetilen bir icraat ya da operasyon olmadı. On üç aydır iddianamesi ortada olmayan Türk usulü ‘Temiz Eller’de yarını kimse kestiremiyor bah, 9 Ekim 1994) “Temiz Eller”, tam da işte bu nedenle efsane yarattı. “Yargı bağımsızlığı” ötesinde, süreci mümkün kılan diğer unsur da Baykal’ın sözünü ettiği “dokunulmazlıkların kaldırılmasıydı”. “Temiz Eller” savcısı Antonio Di Pietro başta olmak üzere operasyona imza atan savcılarla çeşitli vesilelerle yaptığım tüm röportajlarda bu konu; sürecin “olmazssa olmaz” şartı olarak hep öne çıkarıldı. I PIETRO: YARGI BAĞIMLIYSA YARIN KESTİRİLEMEZ! “Milliyet”te çıkan (2/9/1998 ) bir röportajımızda “Temiz Eller, yasallığın tescili, hukuk devleti demektir” demişti Di Pietro: “Hukuk devleti olmadan demokrasi olmaz. Hukuk devletinin vazgeçilmez şartı yargı bağımsızlığıdır. Hukuk devleti; yasama ve yargı erklerinin birbirlerinden tamamen bağımsız olması demek. Yargının yürütmeye bağlı olduğu bir ülkede, demokrasinin katresini göremezsiniz. Savcının yasa yerine denetleyeceği kişilere bağımlı olması, belirsizlik yaratır. Yarını kestiremezsiniz..” “Dokunulmazlığın kaldırılması şart mı” şeklindeki soruma ünlü savcı şu yanıtı vermişti: “Bunu Türkiye’ye ayak bastığım ilk gün söyledim. ‘Kanunsuz işlere son vermek istiyorsanız, savcıların parlamenterleri soruşturmasına olanak vermelisiniz’ dedim. Biz bu zırhı kaldırabildiğimiz için ‘Temiz Eller’i yapabildik. Savcılar bizde milletvekili telefonlarını dinleyebiliyor, ev ve işyerlerinde arama, tutuklama yapabiliyor. Milletvekili etrafında 360 derecelik soruşturma yapma imkânına sahibiz...” Cumhuriyet’te de daha önce çok geniş biçimde özetlediğim gibi (Bkz. “Temiz Eller”: Taklitlerinden Sakınınız, 27 Mart 2008) benzer bir soruyu “Temiz Eller”in bir diğer ünlü savcısı Gherardo Colombo’ya yöneltmiştim. “Dokunulmazlıkların İtalya’da 93 yılında kalktığını” belirten Colombo da; “kredibilitesini yitiren parlamentonun, yeniden kredibilite kazanmak için dokunulmazlıkları kaldırmaya mecbur kaldığını” anlatmıştı... D “HSYK BAĞIMSIZ OLACAK” Turhan Selçuk İEF’de Bu yıl 2231 Ağustos tarihleri arasında kapılarını 77. kez ziyaretçilerine açacak Uluslararası İzmir Fuarı’nda (İEF), gazetemiz çizerlerinden Turhan Selçuk’un eserleri de sanatseverlerle buluşacak. Selçuk, “Önce Çizgi Vardı” karikatür sergisi ve “Abdülcanbaz ve Gözlüklü Sami ” gibi unutulmaz kahramanlarıyla fuarda yer alacak. Turhan Selçuk Karikatür Sergisi fuar süresince Doğaltaş Müzesi’nde ziyaret edilebilecek. İP’den Zaman gazetesine yalanlama İstanbul Haber Servisi İşçi Partisi (İP) Genel Başkanvekili Mehmet Bedri Gültekin, Zaman gazetesinin bir İP üyesinin ifadeleri olduğunu iddia ettiği “kalpaklı darbe” haberini “deli zırvası” olarak niteledi. Gültekin, “Savcı Zekeriya Öz’e konuştuğu iddia edilen bu ‘gizli tanığın’ ifadeleri Zaman gazetesinde nasıl yer alabilmektedir?” diye sordu. İP Genel Başkanvekili Gültekin yaptığı yazılı açıklamada, Zaman gazetesinin haberini yalanlayarak “Hiçbir İP üyesi böyle bir ifade vermez. Çünkü olmayan bir şeyin tanığı olmaz. Olsa olsa sahte kanıt ve yalancı tanık söz konusu olabilir” dedi. Gizli tanığın ifadelerinin Zaman gazetesine ulaşması dikkat çekici bulan Gültekin, iddianamenin sanıklara ve avukatlara bile verilmediğini, soruşturma ile ilgili yayın yasağının kalkmadığını ancak bu yasakların “Fethullahçı çete” için geçerli olmadığının anlaşıldığını belirtti. Gültekin, “Tertip, bütün çıplaklığı ile orta yerdedir. Tertipçiler büyük bir pervasızlıkla kanunları çiğnemeye devam ediyorlar. Yalancı tanıklar ve sahte kanıtlarla tertibi tezgâhlayanlar, işlemeye devam ettikleri suçun hesabını vereceklerdir” dedi. Di Pietro’nun mesai arkadaşına yönelttiğim sorulardan bir diğeri şöyleydi: “Bizde iktidarlar zaman zaman kendi kendilerine ‘Temiz Eller’ başlatmaktan söz ediyor. İtalya’dan ilham alındığı söylenerek gündeme getirilen önlemler arasında dokunulmazlıkları kaldırmak ki bu bir türlü yapılamıyor ve ‘güçlendirilmiş yargıç’ (süper savcı) var. Sizde ‘süper savcı’ diye bir şey var mı?” “Yok böyle bir şey!” demişti Colombo: “İtalya’da ‘Temiz Eller’in bu noktaya gelebilmesinin nedeni, yargının bağımsızlığıdır. Yargı bağımsızlığı olmadan Temiz Eller olmaz...” (Milliyet, 19/07/1998) Sürekli vurgulanan bu “yargı bağımsızlığının” pratikteki anlamı; “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun” Adalet Bakanı’ndan bağımsız olması... Çizme’deki durum bu. “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu” İtalya’da özerk biçimde işliyor. Bizde olduğu gibi Adalet Bakanı, HSYK’ye başkanlık etmiyor... Uzun lafın kısası, İtalyan usulü bir “Temiz Eller operasyonundan” söz edebilmek için; öncelikle “hukuk devleti” olmuş olmak gerekiyor. Havalı olsun diyerekten halis muhlis Türk mallarına “İtalyan etiketi” yapıştırmaya benzemiyor bu iş. Kurumsal yapıda evvela “hukuk devletini” kuracak, güçler ayrılığını hayata geçirmiş olacaksınız ki, “siyasetin değil, yasanın üstünlüğü” sağlanabilsin... Tersten gittiğinizde Di Pietro’nun, yıllar önce bana sözünü ettiği o ürkütücü tehdit ortaya çıkıyor ki; o da yasanın öngörülebilir kesinliği yerine “belirsizlik” getiriyor. Vaktiyle ne demiş Di Pietro? “Yargının yürütmeye bağlı olduğu bir ülkede, demokrasinin katresini göremezsiniz. Savcının yasa yerine denetleyeceği kişilere bağımlı olması, belirsizlik yaratır. Yarını kestiremezsiniz...” On üç aydır iddianamesi ortada olmayan Türk usulü “Temiz Eller”de yarını kestirebilen var mı? Yok. Neden? Türkiye’de güçler ayrılığı bağlamındaki bir “hukuk devletinden” henüz bahsedilemediği için... ine bir çılgınlık dönemindeyiz… Toplumsal bir paranoya herkesi pençesine almış… Zaten güven duygusu en düşük toplumlardan biri olan ülkemizde artık herkes birbirinden, çevresinden, ilişkilerinden kuşku duyar hale gelmiş… Hatta ortak yaşam alanlarını belirleyen ve düzenleyen kamu hizmetlerinde kuşku sınırları da aşılmış; herkes birbirini düşman görmeye başlamış… ??? TürkKürt… SünniAlevi… Irk ve mezhep farklılıkları yetmemiş… Herkes yapay eksenlerde yeniden ayrıştırılmış, birbirine düşmanlaştırılmış… ??? TürbanlıTürbansız… Dincilaik… AKP’li olanAKP’li olmayan… MilliyetçiKüreselleşmeci… AtatürkçüHumeynici… Askersivil… ??? Oysa… Ülkemizin düşmanlarca işgal edildiği.. Bölündüğü, parçalandığı, paylaşıldığı.. Baştaki yöneticilerin ülkeyi işgal edenlerle ve bölenlerle işbirliği yaptığı.. Sonunda halkın canını dişine takarak Kurtuluş Savaşı verdiği ve kazandığı.. Anadolu’nun, bir dintarım cemaatinden, çağdaş bir endüstri toplumuna dönüşme yoluna girdiği.. Padişahlıktan Cumhuriyet’e, Halifelikten demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletine kâğıt üstünde de olsa geçebildiği.. Kurtuluş ve kuruluş dönemi yeni yaşandı, hâlâ yaşanıyor… ??? Boş lafları bırakalım… Bunalım, “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olan Cumhuriyet rejimini değiştirme açgözlülüğünden kaynaklanmıştır. Dolayısıyla çözüm de, anayasal çizgideki demokraside yatmaktadır. ??? Aynı çözüm ilkesini bugünlerde gündeme yerleşen her iki dava için de rahatlıkla önerebili Y ekongar?cumhuriyet.com.tr; www.kongar.org Şener hızlı başladı “Yeni Oluşum Hareketi” adıyla yeni bir parti kurmak için hazırlıklarını sürdüren eski Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, önümüzdeki haftadan itibaren bazı isimlerle görüşmelere başlayacağını açıkladı. Şener’in özellikle merkez sağ ve soldan bazı etkili isimlerle görüşeceğine dikkat çekiliyor. Bazı eski AKP’li milletvekillerinin desteğini alan Şener’e, AKP’nin mevcut milletvekillerinden şimdilik bir destek gözükmüyor. iyasetten gereği kadar anlamadığımı, bu nedenle de yazılarımda siyasete yer vermeye niyetlenmediğimi daha önce de belirtmiştim. Siyasetle gazeteci olarak son eylemli ilgimin 1965 senato yenileme seçiminde olduğunu eklersem, yaklaşımım daha iyi anlaşılır sanıyorum. Bu yaklaşımıma karşın, siyaset dışı nedenlerle siyasetten söz etmek de, bugün olduğu gibi kaçınılmaz oluyor. Siyaseti bilmediğim için yazacaklarım, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) bugün vermekte olduğu demokrasi ve hukuk savaşımına “pişmiş aşa soğuk su katmak” gibi yorumlanır mı bilemem. Ama bir gazeteci olarak yazılmasının gerekli olduğunu sanıyorum. Türkiye’nin değiştirilemez ilkelerinden biri olan laiklik ilkesinin geçersiz kılınmaya çalışıldığı günlerde yaşıyoruz. Recep Tayyip Erdoğan’ın yasaklılıktan kurtularak milletvekili seçilmesini sağlayan anayasa ve yasa değişikliklerinin CHP’nin desteği ile yaşama geçirildiğini bilmeyen yok. Yolun başına döşenen iyi niyet taşlarının, üzerine boca edilen girişimlerin altında kaldığı da bir başka gerçek. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın “Erdoğan’ı ben başbakan yaptım” demesi, bir pişmanlığı mı ifade ediyor, yoksa S GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ yanlış itiraf mı bilemem. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda görüşülen yasa değişikliği tasarısına CHP’nin yönelttiği eleştiriler de Nasrettin Hoca’nın kendisinin de beğenmediği kar helvasını çağrıştırıyor. Kendi payına düşecek üç Radyo Televizyon Üst Kurulu üyeliğine tamah eden CHP’nin görüşmedeki eleştirileri ne kadar içtenlikli sayılır? Soruya geçmişi biraz irdeleyerek yanıt arayalım. Radyo ve televizyonlarla ilgili 3984 sayılı özel yasa, denetim için Radyo Televizyon Üst Kurulu oluşturulmasını öngörüyordu. Kurul oluşturuldu ama bir süre sonra siyasi partiler 9 üyeli kurulun 5 üyesini aralarında paylaştırmak için anlaştılar. 4756 sayılı yasayla gerçekleştirilen değişiklikle üye seçimine şu ilke getirildi. “a) Siyasi parti gruplarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı oluşum formülüne göre belirlenecek kon İş İşten Geçmişken... tenjan doğrultusunda gösterilecek ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nca seçilecek beş.” Sayın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, değişikliği, anayasaya aykırı olduğunu belirterek iade etti. Ancak paylaşımcı partiler ikinci kez kabul edince yayımlatmak zorunda kaldı. Ardından da iptal davası açtı. Anayasa Mahkemesi de RTÜK seçimi için anayasada TBMM’ye verilmiş bir yetki bulunmadığından yeni kuralı iptal etmekle kalmadı, yürürlüğünü de durdurdu. Paylaşımcı partilere yapacak tek şey kalmıştı. Anayasayı değiştirmek. O dönemde parlamentodaki iki grubun üyesi vardı. AKP ve CHP, ortaklaşa bir girişimle (21.6.2005) anayasanın 133. maddesini değiştirdiler ve 9 üyenin de TBMM’de seçilmesini sağladılar. CHP üç üyelik kazanmaktan mutluydu ama 6 üyeliği de AKP kontenjanından seçileceklere vermişti. Tartışılmaz sonuç şuydu; 9 üyeli kurul da 6 oyla karar alınması olanağı yaratılmıştı. Tabii yasa da bu kurala uyduruldu. Ama seçilenlerin süresi 2012 yılında bitecekti. Yenilenen seçimde MHP de Meclis’e girdi. Bir başkanvekili var ama RTÜK üyesi yok. Bu da bir başka gariplik. Yukarıdaki özel anımsatma karşısında CHP sözcülerinin “Tarafsız ve bağımsız olması gereken RTÜK’ün siyasi iradeye bağımlı kılınmak istendiği” eleştirilerini anlamak zor. Bağımlı kılınmışsa katkılarıyla zaten kılınmıştı. Suç işlendiğinde başbakandan izin istenmesi neyi değiştirecek? Siyasi bir yaklaşım söz konusu olursa Danıştay var. Oysa ben beklerdim ki RTÜK’ün reklam gelirlerinden aldığı yüzde 5’lik pay eleştirilsin. Brüt gelirden alınan, radyo ve televizyonların çoğuna haraç gibi gelen payın gözden geçirilmesi ve böylece harcanmayan gelirlerin Hazine’ye aktarılmasının engellenmesi sağlansın. Ya da başbakan ve görevlendireceği bakanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne de aykırı düşen “yayın durdurma” yetkisine son verecek bir girişimde bulunulsun. Tabii “Basra harap olduktan sonra” denilmezse. oerinc?cumhuriyet.com.tr ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yeni bir parti kurmak için çalışmalarını sürdüren eski Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, yeni çıkan “Osmanlı Maliyesinin Şeffaflaşması” adını taşıyan kitabının tanıtımı sırasında gazetecilerin yeni oluşumla ilgili sorularını yanıtladı. Tanıtıma eski AKP milletvekilleri Cavit Torun, Mustafa Nuri Akbulut ve Maliki Ejder Arvas ile eski DYP’li Salim Ensarioğlu da katıldı. TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’ndeki görevinden ayrılan Şener, Ağrı’da 800, Konya’da ise 2 bin 314 araçlık bir konvoyla karşılandığını, bu katılımları sağlamak için herhangi bir örgütlenme çalışması yapmadığını söyledi. Şener, kendisine yönelik ilginin neden kaynaklandığının merak edildiğini, buna bir açıklık getiremeyeceğini belirtti. Yeni partiyle ilgili olarak il ve ilçe örgütlerinin henüz kurulmadığını, parti çalışmalarına gelecek hafta başlayacağını açıklayan Şener, “Benim yaptığım bir açıklamaydı. Halkın bir siyasi talebi var, ben buna cevap verdim. Kimlerle birlikte olduğum soruları geliyor. Daha görüşme yapmadım. Görüşmeleri yaptıkça bu isimler belli olacak. Şu anda bu konuda bir açıklama yapmak istemiyorum. Sadece beni izlemeye devam edin” dedi.Şener, bir soru üzerine, gelecek hafta bazı isimlerle görüşme yapmaya başlayacağını açıkladı. AKP’nin son MKYK toplantısında partili arkadaşlarına veda ettiğini, Başbakan Tayyip Erdoğan ile kucaklaşarak ayrıldığını kaydeden Şener, siyaset tarihinde parti içindeki ayrılmaların genellikle kavgalı olduğunu, ancak kendisinin AKP’den ayrılışında böyle bir durumun yaşanmadığına dikkat çekti. Şener, bunun Türk siyasi yaşamında bir ilk ve özlenen bir tablo olduğu nu söyledi. Başbakan Erdoğan’ın MKYK toplantısının ardından kendisinin başlattığı yeni oluşum hareketiyle ilgili olarak, “Tarihte böyle oluşumlar olmuştur, ama başarılı olamamıştır” dediğinin anımsatılması üzerine Şener, başarının oy oranı ile ölçülemeyeceğini, Türkiye’nin yeni bir siyasi oluşuma ihtiyacı olduğunu belirtti. Şener, “Türkiye’deki sorunların çözümüne yapacağım katkılar benim için başarı olacaktır” diye konuştu. Kendisine yönelik eleştiriler nedeniyle incinip incinmediğinin sorulması üzerine Şener, demokrasinin özünde eleştirinin olduğunu, bu eleştirilerin kendisine katkı sağlayacağını anlattı. Ergenekon iddianamesiyle ilgili yapılan açıklamaları nasıl değerlendirdiğinin sorulması üzerine Şener, iddianameyi okumadığını, ancak hukuk devletinde herkesin görevinin anayasa ve yasalar çerçevesinde belirlendiğini söyledi. Kamu içinde ya da dışında birilerinin anayasanın kendisine vermediği yetkileri kullanıyorsa ya da verilen yetkileri aşıyorsa bununla ilgili sürecin nasıl işleyeceğinin de yasalarda belli olduğunu anlatan Şener, “Türkiye’de bağımsız yargı vardır ve bağımsız yargı sadece bir savcı ve bir avukattan ibaret değildir. Yargı, üzerine düşeni yapacaktır, süreç hukuk devleti gereklerine göre gerçekleşecektir” dedi. AKP içinde mevcut milletvekillerinden Şener’e şimdilik bir destek gözükmüyor. Ancak Şener, bazı eski AKP’li milletvekillerinin desteğini almış bulunuyor. AKP içinde “Şener, AKP’den milletvekili koparamaz, destek bulamaz” değerlendirmeleri gelse de AKP’nin kapatılması durumunda yaşanacak gelişmelere göre bu durumun değişebileceğine dikkat çekiliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle