28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2C DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN stanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin, hazırlanması bir yıldan uzun süren Ergenekon Davası İddianamesi’nin İstanbul 13. Ağırceza Mahkemesi’ne tevdi edildiğini, mahkemenin iddianameyi kabulünden önce içeriği ile ilgili açıklama yapılamayacağını bir basın toplantısı ile açıkladı. 2455 sayfa tuttuğu belirtilen iddianamenin içeriğini bilemediğimiz için iddialarla ilgili olarak henüz herhangi bir şey söyleyebilecek durumda değil kimse. Tabii, hukuki olarak kimse iddianame hakkında bir şey söyleyecek durumda değil. Ama artık bir hukuk devleti olmaktan çıkıp, korku ve baskı rejimine dönüşmüş olan Türkiye’de yine neler yazılacak ve söylenecektir... Ergenekon soruşturmasının zanlısı durumunda olanlar, hukukun altın kuralı çiğnenerek, zaten şimdiden şaibe altında bırakılmışlardır. Bütün bunlar gizli olması gereken; hazırlık soruşturması sırasında polis ve yargıdan iktidar yandaşı basına sızdırılan bilgilerle yapılmış; yandaş medyanın büyük gayretiyle, Ergenekon soruşturması yoluyla toplumda, bilgi kirlenmesi, korku ve yılgınlık yaratılmıştır. Bütün bunlara bakarak diyebiliriz ki, şimdiye kadarki uygulama ile toplumu istikrarsızlaştırmak, bölmekte, devletin saygınlığını tehdit edecek şekilde, gizli olması gereken bilgiyi etrafa sızdırmak konusunda bizatihi Ergenekon soruşturması, birinci derecede tehdit edici bir öğe olmuştur. ??? Başsavcı’nın kendisi de, gizli olması gereken hazırlık soruşturması sırasında basına kamuoyunu yanıltıcı bilgi sızmış olduğunu ikrar etmiş bulunuyor. Ne var ki, bizim gazeteci olarak böyle bir olguyu saptayıp belirtmek nasıl görevimiz ise Başsavcı’nın da yalnız bununla yetinmesi görevin savsaklanmasıdır. Çünkü bu tür eylemler suç teşkil etmektedir. Bu bilgileri sızdıranlar da, yayanlar da suç işlemişler demektir ve bunu soruşturmak için harekete geçmek de savcıların görevidir. Şimdi Başsavcı’nın açıklamaları ile ilgili hususları teker teker irdelemeye çalışalım. Her şeyden önce, son olarak tutuklanan orgenerallerin iddianamede yer almadıkları, onlar için ek iddianame hazırlanması söz konusu olduğu görülüyor. Haklarında dava açılması istenen 86 kişi için ise Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne karşı halkı isyana tahrik; askeri, itaatsizliğe teşvik gibi çok elastiki, çok tehlikeli hususların bulunduğunu belirtmek isterim. Unutmayalım Nâzım olaylar ve görüşler Ergenekon’un Bizatihi Kendisi... Hikmet de düzmece bir dava ile askeri itaatsizliğe teşvikten yıllarca hapiste tutulmuştu. Hangi halde insanlar, halkı ya da askeri isyana teşvik ya da itaatsizliğe tahrik etmiş sayılacaklardır? Örneğin ben, AKP’nin, işbaşına geldiği günden itibaren, laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni bir İslam Cumhuriyeti’ne dönüştürmek için sivil darbeyi uygulamaya koyduğunu, buna karşı bir şeyler yapılması gerektiğini düşünüyor, söylüyor ve yazıyorum. Ama bu mücadelenin demokratik sınırlar içinde, anayasa çerçevesinde yapılması gerektiği düşüncesindeyim.. Cumhuriyet mitingleri ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın Anayasa Mahkemesi’nde açtığı kapatma davası gibi.... ??? Başsavcı Engin’in basın toplantısında yaptığı açıklamalar içinde çok dikkatimi çeken, fevkalade tehlikeli bulduğum hususta, terör örgütünün niteliği hakkındaki aşağıdaki sözleri oldu: “İddianamede ifade edilen terör örgütü hepimizin bildiği, anladığı anlamda BÖLÜCÜ veya İDEOLOJİK terör örgütü değildir.... Terör tanımı, 3713 sayılı Terör ile Mücadele Kanunu’nun 1. maddesinde yer almaktadır... ‘Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek; temel hak ve hürriyetleri yok etmek; devletin iç ve dış güvenliğini ve kamu düzenini bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemler de terör suçu olarak kabul edilmiştir.’ Bu itibarla iddianamede tarif edilen terör örgütü deyiminin bu bağlamda dikkate alınması gerekmektedir”. Bu sözler suçların kanuniliği ilkesine aykırı olduğu gibi, 3713 sayılı yasanın 1. maddesinde 2004 yılında yapılan değişiklikle de çelişmektedir. Bu son derecede tehlikeli açıklama, insanlarda, artık her türlü muhalefet eyleminin terör kapsamı içinde mütalaa edilebileceği korkusunu yaratacaktır. Eskiden bu tür uygulamalar ve kaygılar “geçiş” dönemlerine mahsustu. Artık, “Normal! Demokratik!” dönemlerde de aynı korku içinde yaşayacağız. Dedim ya, Ergenekon soruşturmasının bugüne kadarki uygulamaları kadar hiçbir şey insanlara korku salmamış, demokrasiden uzaklaşıldığı izlenimini uyandırmamıştır. Yarın tarih bunun vebalini kimin hesabına yazacak? asirmen?cumhuriyet.com.tr 18 TEMMUZ 2008 CUMA İ undan bir süre önce Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması konusunda Sayın Başbakan’ın, Sayın Devlet Bakanı Şimşek’in ve Sayın Maliye Bakanı’nın “Bu iş tamam”, “Yeri bile hazır”, “Kimseye sormayız” cümleleriyle tamamlanan açıklamaları basında yer aldı. Merkez Bankası’nın neden İstanbul’a taşınması gerektiği konusunda tek gerekçe: “İstanbul’un finansal merkez olduğuolacağı, bütün mali ve finans kurumlarının İstanbul’da toplanması gerektiği” olarak belirtiliyordu. Bu açıklamalara kamuoyu sert tepki verdi. SHP de gerek Genel Başkanı’nın demeçleri, gerek web sitesinde ve basında yer alan parti açıklamalarıyla taşınmanın gereksizliğini ve anlamsızlığını vurguladı. Bu konuda bir süre ses çıkmaması üzerine, hükümetin girişimin anlamsızlığını kavradığı ve vazgeçtiği sanıldı. Ancak bu ay başında Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınmasına ilişkin yasa tasarısı Meclis’e sevk edildi. Meclis’e gönderilen tasarıya göre Merkez Bankası’nın yanına Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) başkanlıkları ve Vakıflar Bankası Genel Müdürlüğü de eklendi. Şimdilik Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı’nın taşınması tasarıda yer almadı. Yasaya göre İstanbul’a taşınmayla ilgili iş ve işlemler tamamlanıncaya kadar bankanın idare merkezinin Ankara’da kalması öngörüldü. Özellikle bu madde gerçek bir sağduyu örneği olarak değerlendirildi. Bu gelişme karşısında Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması ile ilgili görüşlerimizin kamuoyunun tekrar bilgisine sunulması ve hatırlatılması gerekli görüldü. “Finans merkezi” konusunda hükümet yetkililerinin yeterli bir bilgi birikimi olmadığı anlaşılmaktadır. Sayın Başbakan da basına yaptığı bir açıklamada, Merkez Bankası’ndan genel müdürlük olarak bahsetmiştir. Merkez Bankası Başkanlığı (guvernörlüğü), içinde 15 genel müdürlüğün yer aldığı bir yapıdır. Sayın Başbakan, yasasını bile okumadığını böylelikle açığa vurduğu bankanın İstanbul’a taşınması kararını alırken “Kimseye danışmayız” diyebilmektedir. Finans merkezleri, o ülkenin ekonomik koşullarına bağlı olarak, finans hareketlerinin belirli yörelerde yoğunlaşmasına bağlı olarak oluşur. Merkez Bankası’nın böyle bir oluşuma katkı Ataşehir Merkez Bankası(!) B Timur ERKMAN SHP MYK Üyesi sının olması doğaldır. Ancak Merkez Bankası’nın bir yerde olmasıyla, o yerin finans merkezi olması beklenemez. Öyle olsaydı şimdiye kadar Ankara Türkiye’nin, Washington ise Amerika Birleşik Devletleri’nin finans merkezi olurdu. Dolayısıyla bu gerekçe Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınmasını hiçbir zaman haklı göstermez. Finans merkezi ile alışveriş merkezi karıştırılmamalıdır. Öte yandan elektronik haberleşmenin ulaştığı gelişmişlik aşamasında ve hemen hemen tümü elektronik haberleşmeyle gerçekleştirilen finans hareketlerinin yer aldığı bankacılık sisteminde “finansal merkez” kavramının bir önemi kalmamıştır. Merkez Bankası’nın İstanbul’a nakli için gösterilen bu gerekçenin zayıflığı karşısında, neden Ankara’da olması gerektiğini gösteren çok sağlam gerekçeler vardır. Para basma faaliyeti, devlet olmanın en önemli unsurlarından biri olarak, devletin merkezinde bulunur. Merkez Bankası’nın ekonomik ve finansal işlevleri yanında bir sembol olma işlevi de vardır. İsminin “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” olması bir rastlantı değildir. Bankanın bir “Cumhuriyet” kurumu olduğunu vurgular. Merkez Bankası’nın bağımsız olarak Türk parasının istikrarını korumak, ana görevidir. Bunun yanında para ve kur politikalarının yürütülmesi, ödeme sistemlerinin kurulması, gözetimi ve denetimi, hükümetle birlikte Türk Lirası’nın iç ve dış değerinin korunması, zorunlu karşılıklar ve disponibilite usul ve esaslarının belirlenmesi, ülke altın ve döviz rezervlerinin yönetilmesi, Türk Lirası’nın hacim ve tedavülünün düzenlenmesi, hükümetle birlikte enflasyon hedefinin tespit edilmesi, yasanın bankaya verdiği temel görevlerdir. Banka ayrıca mali ve iktisadi konularda hükümete danışmanlık yapmakla görevlendirilmiştir. Yasa, bankanın, hükümetin mali ve ekonomik müşaviri, mali ajanı ve haznedarı olduğunu vurgular. Bu görevler ancak Hazine Müsteşarlığı, Maliye Bakanlığı ve diğer kamu mali kurumlarıyla yakın bir işbirliği ve bilgi alışverişi ile gerçekleşebilir. Bu temasların işin özelliği nedeniyle yüz yüze yapılması zorunludur. Merkez Bankası İdare Merkezi, büyük yatırımlar yapılarak işlevlerinin gerektirdiği özelliklere göre gerçekleştirilmiş özel ve pahalı bir inşaattır. (Para koruma ve saklama birimleri, altın koruma mekânları, ileri emniyet ve güvenlik önlemleri gibi.) Ayrıca Merkez Bankası’na bağlı olarak çalışan Banknot Matbaası da Ankara’dadır ve o da özel ve ileri teknolojik unsurları olan bir yapıdır. Bu binaların İstanbul’da yeniden yapılması akıl almaz bir israf olacaktır. Her ne kadar yeni tasarı Merkez Bankası Genel Merkezi ifadesini kullanıyorsa da banka genel merkezi ve banknot matbaasının ayrı illerde olması düşünülemez. Merkez Bankası’nın basılan banknotları karayoluyla Türkiye’nin her tarafına ulaştıran bir dağıtım sistemi vardır. Ankara’nın merkezi konumu bu ulaşımı kolaylaştırmaktadır. Merkez Bankası’nın yetişmiş, nitelikli ve uzmanlaşmış kadrosu Ankara’da yerleşik durumdadır. Bir yer değiştirme halinde büyük bir çoğunluğu bankadan ayrılmayı veya emekli olmayı tercih edeceklerdir. Bu durumda bankada yeni bir kadrolaşma hareketi başlayacaktır. Acaba nakilde söylenmeyen gerekçelerden biri de bu mudur? Merkez Bankası’nın Ankara için büyük önemi vardır. Atatürk, ulusdevletin başkentini oluştururken, tüm unsurlarıyla birlikte düşünmüş ve Merkez Bankası’nın Ankara’nın Cumhuriyetçi kimliğini oluşturan unsurlardan biri olarak Ankara’da olmasını tercih etmiş ve bankanın İdare Merkezi projesi (şimdi Ankara Şubesi) Mimar Holtzmeister’e çizdirilerek Ankara’nın o zamanlar en prestijli yerine bir sembol bina olarak yapılmıştır. Herhalde o tarihte de İstanbul ekonomik ve finansal açıdan Ankara’dan ileri bir konumdaydı. Buna rağmen Ankara’nın neden tercih edildiği üzerinde hükümet yetkilileri biraz daha düşünmelidir. Bütün bu gerekçeler bir yana itilip, Merkez Bankası’nın İstanbul’da çok değerli bir arsasının (İstanbul şubesi ve para transfer merkezi olarak düşünülen) bulunduğu Levent’e değil de Anadolu yakasında yeni bir yerleşim birimine götürülmekte ısrar edilmesi, Merkez Bankası’nın bu yörenin değerlendirilmesi için bir yem olarak kullanılmak istendiğini akla getirmektedir. PENCERE ‘Kirli Yayın’ın Gerçek Nedeni... stanbul Başsavcılığı, pazartesi günü, Ergenekon adıyla anılan dava üzerine medyaya ilişkin bir açıklama yaptı... Dedi ki: “ Kamuoyunu bilgilendirme basının elbette başta gelen görevi olup, bu asli görevin yapılmamasını düşünmek kesinlikle söz konusu olamaz... Ancak (Ergenekon üzerine yapılan) yayın ve yorumların çok büyük bir bölümünün, maalesef gerçekdışı olduğunu ifade etmek isterim... Bu yayınlar ciddi boyutlarda bilgi kirliliğine sebebiyet vermiş ve kamuoyu yanlış bilgilendirilmiş ve bilgilendirilmektedir.” Başsavcı başka ne desin... ? Ertesi günü gazeteleri açtım, başsavcının açıklamasını kimse takmamış, âlem yine ol âlem... Başsavcı medyaya diyor ki: Bilgi kirliliği üretiyorsun, gerçekdışı yayın yapıyorsun... Kime ne!.. Peki, bu iş neden böyle?.. Medyanın büyük bir bölümü neden kirli yayın yapıyor?.. ? Başsavcının açıklamasını yaptığının ertesi günü bu köşede yayımlanan yazının başlığı şöyleydi: “Türkiye’de sermaye İslamcılaştırılıyor...” Yazının ilk satırları: “Gazeteci milleti, daha gözünü açamadan, neler oluyor diyemeden gördü ki medya, neredeyse İslamcıların eline geçti geçecek...” Aynı gün Orhan Bursalı köşesinde vurguluyordu: “Dikkat çekici olan, iktidarı her koşulda destekleyici AKP’li basının toplam satış içindeki payının 2001’de yüzde 1015, 2004’te yüzde 19.9’dan yüzde 40.8’e çıkmasıdır.” Ergenekon soruşturmasında AKP medyasının tutumu açık seçik ortaya çıktı... Başsavcının dediği gibi bilgi kirliliği üretmek ve kamuoyunu yanıltmak İslamcı medya sermayesinin ortaklaşa yürüttükleri bir siyasal kampanya... ? Doğrusunu isterseniz İslamcı, dinci, gerici iktidar ne yapacağını iyi biliyor... Önce gazeteleri, televizyonları, dergileriyle medya sermayesini İslamcılaştıracaksın... Sonra, hiçbir kural tanımadan, siyasal mücadeleni Ergenekon soruşturması üzerinden yürüteceksin... Adalet mi?.. Hukuk mu?.. Yasa mı?.. Boş vereceksin... Türkiye binmiş bir alamete... Gidiyor kıyamete... İ Büyük Tehlike... Vecihi TİMUROĞLU urtuluş Savaşı, bağımsız Türk devleti, Cumhuriyet ve devrimler, yirminci yüzyılın başında, Anadolu’da, Atatürkçü (Kemalist) bilinçle başarılmıştır. Atatürkçü bilinç, alabildiğine aşındırılarak siyaset dinselleştirilmiş (dinin siyasallaşmasından daha büyük bir tehlike), uluslaşma süreci, tarihsel akışına bırakılmıştır. Bu duruma tüm gücüyle karşı çıkması gereken sermaye sınıfı, akıl almaz biçimde, sömürgeci güçlerin Ortadoğu siyasalarını yaşama geçirmeyi sürdüren Recep Tayyip Erdoğan iktidarını destekliyor. Kuşku yok ki, Atatürkçü bilincin aşındırıldığı Türkiye’de, İslamın gölgesinde burjuva yaşayamaz. Tehlike de burada. Kendi sınıfının ve tarihsel işlevinin ayırdında olmayan “Türk burjuvası”, kendisinin ve Cumhuriyetin sonunu hazırlıyor. Sermaye düzeni, emekçilerin sınırsallık konumunu, bütün eleştiri oklarına karşın başarılı biçimde sömürgeleştiriyor. Değişmeceli (mecazi) anlamda, “köleleştirdi” de diyebiliriz. Bunu da kişinin öznelliğini (insanların öznelliklerini), tüketim büyücülüğünün çekiciliğine boyun eğdirerek başarıyor, öyle ki, hiç kimse gidişata içsel bir direniş göstermiyor. Sermaye sınıfının ne yaptığını, amacını, hemen her çalışan görüyor, ama içsel bir tepki vermiyor. Nerdeyse, işçi sınıfının, “dünyayı yeniden yaratma” ülküsü, tarihe karışmıştır. Buna karşın, en küçük toplumsalcı ve ulusalcı kıpırdanışlarla coşuyorum. Devrimci bilinç, yurtseverlik ve ulusalcı özseverlik biçiminde yansıyor zaman zaman. Bu bile, umut mumunu yakıyor. “Küreselleşme” kavramı, iliğine dek sömürülen işçi sınıfı içinde bile, içeriğini bilmeden sevimli bulunuyor. Sömürü kavramı üzerine düşünmeyen, kendisinin yarattığı “artı değer”in (surplusvalue), sermayeyi nasıl şişirdiğini kavramayan işçi, küreselleşme olgusunun zorunluğundan ve yararından söz ediyor. Bu olgu, emekçilerin bilinçsel savsaklığa terk edildiğini gösteriyor. Yaşadığımız tehlike, AKP’nin, toplumu kendisine benzetmiş olmasıdır. Kendisini torbalayan genç kızlar, siyasal karışmadan (müdahale) etkilenmiyorlar ama zır cahil Fethullah Hocaefendi’nin bir kaş göz edişiyle buharlaşıyorlar. K Gizemci, baskıcı, bilimi dışlayan bilimsel düşünceyi, bütün İslam dünyası için korkutucu bulan “özerk bir topluluk” doğmuştur: Fethul1ahçı cemaat. Bu topluluğun sınıfsal bir nitelik kazanıp kazanmadığı bile incelenmelidir. Öyle mahalle baskısı falan gibi temelsiz kavramlarla oyalanmaya gelmez. Uyduruk, Amerikan’ vari yüzeysel düşüncelerle vakit geçirecek zamanımız yok. Fethullahçılık, Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidarıyla, ABD’nin koltuğuyla, Atatürk Cumhuriyeti’nin altını oydu. Recep Tayyip’in partisi, Atatürk Cumhuriyeti’ni, topluma yabancı bir görüngü gibi göstermeyi başarmıştır. Kırsal alandan kentlerin kıyılarına yerleşen “tarikatçı köylülük”, toplumun özerkleşmiş yeni katmanlarını oluşturuyor, üretmeden, sadaka ile geçinme geleneğine bağlı tarikatçı yığınlar, Recep Tayyip’in ısrarlı dinsel iletileriyle, “Bu Cumhuriyette, Müslüman olarak yaşamamız olanaksızlaştı” yargısını pekiştirdiler. Hatta, bu savlarını, kuşku duyulmayacak biçimde “devletleştirdi”ler. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve yardımcıları, Milli Eğitim Bakanı, Adalet Bakanı, şimdilik açık seçik söylemiyorlar ama bu acı görüşü, tutarlı biçimde temsil ediyorlar. Çağdaş sanayi emeği, sürekli nitelik değiştirerek işlevini sürdürüyor ama her an, ulusal özünden yitirerek sınıfsal bilinçleri oluşmamış işçiler, burjuva sınıfının ilerici ve devrimci yapısını kavrayamadığından, onu dinsiz ve inançsız sayar, ama ekmeğini onun elinden yediği için, geçerli düzene boyun eğer. İşçi sınıfımız, şimdi, bu tuzağın kapanındadır. Başbakan, neyi gündeme getiriyor? Hep kadını. Türbanla, ana olmakla, aileyle ve giderek çok çocuk doğurmakla. Gizli bir ideolojinin dışavurumudur bu. Çok evlilik ve ücretle alınmış (cariye) kadın, yakında, gündemin resmini tamamlar. Marks’çıları şapka kuramıyla tanımlayan İslamcı sermaye, bu gidişi nasıl buluyor? Kaynağında, kadının giyimini kuşamını tartışmak, onun bedenini tartışmak anlamına gelir, özü budur. İğrenç değil mi? Üniversiteli gençler bile, “Bu Cumhuriyette Müslüman olarak yaşanmaz” önermesini tartışıyorlar. Atatürkçülük ise kuru ve sığ görünüyor. Tehlikenin farkındayız ama!..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle