Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 TEMMUZ 2008 CUMA bilim/vaziyet C Yağmur Deniz 17 Atatürk’ün son devrimi Geometri dilinde devrim Osman BAHADIR tatürk, Cumhuriyetin kuruluşunun onuncu yılı söylevinde, “Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir” diyordu. Uygarlık tarihinde bir milletin veya bir ülkenin geleceğinde yol gösterici olarak ideolojiler yerine bilimi seçmiş Atatürk’ten başka hiçbir devlet başkanı yoktur. O elbette bu ilkeyi öne sürerken hem uygarlıkların gelişmesinde temel hareket ettiricinin bilim olduğunu biliyor ve düşünüyor, hem de geri ve hurafelere esir olmuş ülkesinin bu gerilikten ve esaretten ancak bilimle kurtulabileceğini görüyordu. Atatürk’ün yönlendirdiği bütün devrimlerin ana fikri bu nedenle hızla ve bir an önce bilimle yönetilen ve halkı bilimsel zihniyetle donanmış bir ülkenin yaratılmasına yönelikti. Çünkü 600 yıllık bilimsiz geçmişin çekim gücünün farkındaydı. Eğitim birliğinin sağlanmasının, harf devriminin BİLİM TARİHİ Özkök’e yeni unvan: Eskimeyen Genelkurmay Başkanı! Atatürk’ün Geometri kitabı, ülkesinin kendisinden sonraki dönemini her zaman etkilemiş olan onun son devrimci eseridir... A ABD’deki gül gibi temsilcilik işini bırakıp Türkiye’ye gelen ve yeni çıkacak Taraf gazetesinin doğumuna katılarak kurucusu Ahmet Altan’a yardımcı olan Yasemin Çongar hanımefendi çok güzel bir yazı yazdı geçen gün. Ahmet Altan’ın biraderi Star başyazarı Mehmet Altan Taraf’taki bu yazıdan alıntı yaparak halkın dikkatini çekmeye çalıştı. Mehmet, Yasemin’in açıkladığı MİT’in Başbakan RTE’ye beş yıl önce verdiği “çok gizli” rapordan söz ederken o raporda kimler varsa Ergenekon Terör Örgütü İddianamesi’nde de onların olduğunu anlatmaya çalıştı kalemi döndüğünce. Fakat Yasemin’in yazısında çok daha büyük bir uyarı vardı. Nedense Mehmet’in de Ahmet’in de şeyinden kaçmış gibiydi. Şöyle diyordu Yasemin, İstanbul Cumhuriyet Yasemin Başsavcısı iddianameye ilişkin basın toplantısı yaptığı sırada: “Ergenekon soruşturmasını aylardır yakından takip etmeye çalışıyorum ve izlenimim şu: İddianameyi enine boyuna incelediğimizde, karşımızda silaha ve teröre uzak durmayan bir çete bulacağız. Sadece Ümraniye’den, Cumhuriyet gazetesi saldırısından, Danıştay cinayetinden tanıdığımız türden el bombaları, fünyeler, tabanca ve tüfeklerden söz etmiyorum. Örneğin, nükleer, kimyasal, biyolojik silah geliştirme planları yapmış bir çete çıkarsa karşımıza, çok şaşırmayacağım. ‘Nükleer silah üretmek zor ama kimyasal ve biyolojik silah üreterek birçok terör örgütünü kontrol altına alabiliriz’ diye plan yapmış Ergenekoncularla karşılaşırsak ürkeceğim. Ama şaşırmayacağım.” Bu satırları okurken ben de şaşırmadım ve aklıma Yasemin’in yakından tanıdığı ABD Başkanı George W. Bush’un Irak’a saldırma bahanesi olarak kullandığı “Saddam Hüseyin’in nükleer, kimyasal, biyolojik silahları var” yalanı geliverdi. Ergenekon’da piyasaya sürülen CIA raporlarını, FBI tarzı gizli tanık koruma yöntemlerini, Yasemin hanımefendinin nükleer, kimyasal ve biyolojik silah geliştirme planı iddialarıyla birleştirince; operasyon başarı ile tamamlanırsa Türkiye’ye nasıl bir “demokrasi” ihraç edileceğini de anlamış oluyoruz: Bunlar, Türkiye’yi Irak’a benzetecekler! Yüksek Yerilim Hattı erdincutku@yahoo.com Ergenekon adını değiştirelim, “oha” diyelim; olağanüstü hal alametleri! örgütü değildir. Avrupa kapısındaki ve Amerika kıyısındaki çağdaşlık dikkate alınara postmodern terör örgütü olarak algılanmalıdır. Madde 5: Halen şüpheli olarak adı geçen kişiler aslında birer teröristtir. Fakat bunları dağdaki terörist gibi düşünmek yanlıştır; bunlar kentli teröristtir ve çağdaş kılıkta dolaşırlar, örneğin takım elbise giyer, kravat takar, sinekkaydı tıraş olurlar. Madde 6: Haklarında dava açılacak şüpheli teröristlerin, silahlı terör örgütünün kurucu üyesi olup olmalarına bakılmaksızın halkı silahlı isyana teşvik etmiş olmaları bakımından kasaptaki ete soğan doğrama girişimi nedeniyle cezalandırılmaları kaçınılmazdır. Madde 7: Hükümeti cebir ve şiddet yoluyla devirmeyi düşünenlerin cebirden sonra geometriye başvurmaları söz konusu olduğu için olay matematiksel yönden de ayrı bir soruşturma konusu yapılacaktır. Madde 8: İddianame bu kadar değildir. Ek iddianame birkaç yıl içinde hazırlanacaktır ve bundan sonraki açıklamaların hükümet tarafından medyaya iliştirilmiş gazetecilerce yapılması yolunda kanun hükmünde kararname yayımlanacaktır. Temiz T. Doğan Özdinç: “Senin elin temiz mi diye sormuşlar... Neyi tutturacaksınız demiş!” Atatürk, Sıvas Lisesi’nde Türkçe terimlerle geometri dersi verirken (13 Kasım 1937). rın kullanılmasını kabul etmiş ve Maarif Vekâleti’ne bu kararın zorunlu olarak uygulanmasını direktif olarak vermiş ve liselerin yeni ders kitapları bu yeni esaslar çerçevesinde basılmıştı. Kimyada uluslararası semboller ve rakamlar zaten daha önce kullanılmaya başlanmıştı. Böylece yeni Cumhuriyet gerek öğrencilerin gerekse her düzeydeki eğitimcilerin çalışmalarını büyük ölçüde kolaylaştırmıştı. (Örneğin, Arap rakamıyla sıfır, bir noktadan ibarettir. Bu nokta çok kolaylıkla başka rakamlara karışabiliyor, bazen de tamamen yok olabiliyordu. Bugünkü rakamlarımızla 0 olarak gösterilen Arap rakamıyla 5 ise, içi mürekkeple dolduğu zaman bir noktaya dönüşüyor ve böylece sıfır olarak görülebiliyordu. Ayrıca rakamların soldan sağa, oysa harflerin sağdan sola yazılması ve okunması bir kimyasal denklemin yazılmasında ve okunmasında zorluklar ve karışıklıklar çıkarıyordu.) Atatürk, 1928 Ağustos’unda Sarayburnu’nda yaptığı harf devrimini başlatan ünlü konuşmasında “hamala, sandalcıya yeni harfleri öğretiniz” derken, aklından geçen ve vurgulamak istediği, Latin alfabesinin sağlayacağı okuma yazma kolaylığıydı. Gerçekten de yeni alfabeyle çok kısa sürede ve toplumsal katmanların her düzeyinde olumlu sonuçlar alınmış ve böylece,okumazyazmaz bir ülke, büyük ölçüde okuryazar bir ülke haline gelmiştir. TATÜRK BİZZAT HAZIRLADI Ancak zorluklar eski alfabenin zorluklarıyla sınırlı değildi. Eski dönemin ağdalı dilinden kalan anlaşılması güç bazı kavram, deyim ve terimler de öğrenme zorluğu yaratıyordu. Bilim dallarının birçoğunda zaman içinde kavramların Türkçeleştirilmesinde belli bir mesafe alınmıştı. Fakat nispeten kendi içinde kapalı bir bilim dalı sayılabilecek geometride özellikle ortaokul ve lise öğrencilerinin anlamakta çok güçlük çektiği kavramlar varlıklarını koruyordu. İşte belki başkalarının önemsiz görebileceği bu sorunu, bu defa Atatürk bizzat çözmeye girişti ve geometrinin anlaşılması güç dilini Türkçeleştirmek ve sadeleştirmek amacıyla bir geometri kitabı hazırladı. Dilbilimci Agop Dilaçar bu kitabın hazırlanışının öyküsünü şöyle anlatmaktadır: “1936 sonbaharında bir gün Atatürk beni, özel kalem müdürü Süreyya Anderiman’ın yanına katarak Beyoğlu’ndaki Haşet Kitabevi’’ne gönderip uygun gördüğümüz Fransızca geometri kitaplarından birer tane aldırttı. Bunlar Atatürk’le birlikte gözden geçirildikten sonra, yazılacak geometri kitabının genel tasarısı çizildi. Bir süre sonra ben ayrıldım ve kış aylarında Atatürk bu yapıt üzerinde çalıştı. Elinizdeki kitapçık bu emeğin ürünüdür.” Atatürk’ün 1937 kışında, ölümünden bir buçuk yıl önce hazırladığı bu kitap geometri dilinde bir devrim yaratmıştır. Bugün kullandığımız hemen hemen bütün önemli geometri terimleri bu kitapta Atatürk tarafından önerilen terimlerdir. 142 açıklamanın yer aldığı 44 sayfalık bu kitapta Atatürk tarafından türetilen bazı terimler şunlardır: Boyut, uzay, yüzey, düzey, çap, yarıçap, kesek, kesit, yay, çember, teğet, açı, açıortay, içters açı, dışters açı, taban, eğik, kırık, çekül, yatay, düşey, dikey, yöndeş, konum, üçgen, dörtgen, beşgen, köşegen, eşkenar, ikizkenar, paralelkenar, yanal, yamuk, artı, eksi, çarpı, bölü, eşit, toplam, oran, orantı, türev, alan, varsayı, gerekçe... Bu terimlerden sadece bazıları tutunamamıştır. Örneğin tümey açı yerine tümler açı geçmiş, çarpak terimi yerini çarpıma bırakmıştır vb. (Eşkenar üçgenin eski karşılığı, müsellesi mütesâviyül adlâ idi. İçters açıların eski karşılığı ise, zâviyetânı mütekabiletânı dâhiletân.) Atatürk’ün Geometri kitabı, ülkesinin kendisinden sonraki dönemini her zaman etkilemiş olan onun son devrimci eseridir. O bu eseri Türkiye’nin bir bilim ülkesi haline dönüşmesinin bir parçası olarak hazırlamıştı. Geometri kitabı yayımlandıktan sonra da bu yeni terimlerle yapılacak eğitimi başlatmak üzere hasta durumda iken Anadolu liselerini ziyaret etti. Onun son derece kısıtlı ve zor koşullarda vermiş olduğu bu büyük mücadeleyi, bugün sahip olduğumuz büyük olanaklarla bilim ve demokrasi için yeniden yükseltmemiz gerekmiyor mu? Açıklama BEKLENEN iddianamede yer alan iddialar, gizli tanıkların da kimliği dikkate alınarak saklı tutulmak kaydıyla fakat öte yandan kamuoyunu tatmin etmek için bazı teknik hususlar aşağıdaki şekilde açıklanmıştır. Madde 1: Görev başındaki hükümetin icraatlarını eleştirmek, darbe girişiminde bulunmakla eşdeğerdir. Hükümet eleştirilemez. İstikrarın tek teminatı olan hükümeti eleştirmek hem demokrasiden vazgeçmek hem de dinden çıkmak anlamına gelir. Madde 2: Hükümeti eleştirme girişiminde bulunmak silahlı örgüt kurmayı düşünmekten farksız bir düşünce tarzıdır. Dolayısıyla silahlı örgüt kurmayı düşünmek, halkı hükümete karşı silahlı isyana teşvik etmektir. Madde 3: Silahlı isyan örgütünün kuruluş sermayesi olarak kullandığı silahlar, gecekonduda bulunan seri numaraları tutanakta yazılı yirmi yedi adet el bombasıdır. El bombaları, elde patlamasın diye gizli tutulan ek tutanakla imha edilmiştir. Madde 4: Silahlı isyan örgütü aynı zamanda terör örgütüdür. Bu örgüt, klasik anlamdaki terör Arsen Aydın Türkaydın: “Ankara’nın suyunda rastlanan arsenik, Ergenekoncuların işi olmasın!” ATATÜRK’ÜN BİZZAT ÜRETTİĞİ TERİMLER: Boyut, uzay, yüzey, düzey, çap, yarıçap, kesek, kesit, yay, çember, teğet, açı, açıortay, içters açı, dışters açı, taban, eğik, kırık, çekül, yatay, düşey, dikey, yöndeş, konum, üçgen, dörtgen, beşgen, köşegen, eşkenar, ikizkenar, paralelkenar, yanal, yamuk, artı, eksi, çarpı, bölü, eşit, toplam, oran, orantı, türev, alan, varsayı, gerekçe... Imtiyaz M. Alpaslan Yener: “Hiçbir demokraside muhalefet ediyorum diye suç işleme imtiyazı tanınamaz; bu imtiyaz sadece iktidara mahsustur!” Go¨tu¨ru¨ Erol İşisağ: “Yabancılar son beş yılda, 25,4 milyar doları ülkelerine götürmüş. AKP; el iyisi, el delisi...” yapılmasının, millet mekteplerinin ve halkevlerinin açılmasının, 1933 üniversite reformunun yapılmasının, bütün bunların hedefi eğitimsiz kalmış insanların en kısa sürede ve mümkün olan kolaylıkla bilinçli ve çağdaş yurttaşlar haline gelebilmesiydi. AKAM VE SEMBOLLER YAZIDAN ÖNCE Atatürk bu büyük bilim ve aydınlanma yolunda hiçbir engel ve geciktirici görmek istemiyordu. Arap harfli alfabe sisteminden çıkılmasının temel nedeni, bu sistemle insanların okuryazar durumuna gelmekte büyük zorluklar çekmesiydi. Bu sistem sadece sıradan halkın okuryazarlığını etkilemekle kalmıyor, üniversite dünyasında bile zorluklara ve karışıklıklara neden oluyordu. Bu nedenle uluslararası rakam ve sembollere geçilmesi, harf devriminden de önce olmuştu. Daha cumhuriyetin başında, 1924 ilkbaharında Ankara’da toplanan Heyeti İlmiye, matematikte ve fizikte uluslararası sembollerin ve rakamla Özkök, sefertası kullanıyormuş... “Sefer görev emri gereğidir!” R A ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Tarlabaşı’ında ‘Ruh’ ve ‘Beton’ “Betonsuz bir karış yer kalmasın!” Bu başlığı görür görmez okuduğum makalenin yazarı Pakize Suda’ydı... Bizim milletin “beton sevgisi”nden yakınırken sözü “Tarlabaşı projesi”ne getirmesi ise “dahiyane”ydi... Projenin bilgisayar resimlerindeki sözde “eski”leri yaşatan(!) yeni binaları görünce, benim de aklıma “Bu da bir tür betonlaşma değil mi?” sorusu takılmış, ama ayıp olmasın diyeyazıya dönüşmemişti... Pakize Hanım’ı benden daha cesur olduğu için kutluyorum. Tarlabaşı’nın “şu andaki” görünümü ile “mimarların elinden çıkmış gelecekteki hâli”ni kıyaslarken diyor ki; “Evet, binaların canına okumuşuz, dökülüyorlar falan da.. kimse kusura bakmasın, tasarlanmış Tarlabaşı’na tercih ederim. Korku filmi dekoru gibi olmuş yeni hâli...” Neden mi? Okuyalım; “Her şey yerli yerinde ama bir şey var rahatsız eden... Ruh yok! Şimdi bekle 150 yıl geçsin ki Tarlabaşı’na ruh gelsin...” (Hürriyet08 Temmuz 2008) Bu tür eleştirilere “Suç yuvası olmaya mı ruh diyorsunuz” diyenler ya benim yerimde olsalardı!.. Son zamanlarda ardı ardına 3 kez “Tarlabaşı gerçeği”ni yaşadım. İlkinde, arabam için Dolapdere’deki servise yürüyerek inmeyi yeğlemiştim. Yokuşun sonlarında bir el arka cebime yapıştı; ben de o ele... Cüzdanı alamadan elimden kurtulan delikanlı zıpkın gibi köşeyi dönüp kayboldu. “Geçmiş olsun” diyenler arasında “buralarda dikkatli olmalısınız” diye nasihat edenler de vardı... İkicisinde, öbür dik yokuştan Beyoğlu’na bu kez arabamla çıkarken çarpıldım. Bir ara tıkanan trafikte, yine bir delikanlı arka kapıyı açarak koltuğun üzerindeki el çantamı alıp aşağılara doğru kaçtı. Polis ve herkes “Neden kapılarınızı kilitlemediniz” diye beni azarlarken, çantayı “boşaltılmış” olarak bir arsada buldular... Üçüncüsünde ise restore edilen Süryani Kilisesi’nin açılışına davetliydim. Karakolun kapısındaki polise yolu sorduğumda dedi ki: “İlk sokaktan sola dön ama omzundaki çantaya dikkat et..!” Sola dönerken köşedeki kasaba da “Kilise burada mı?” dediğimde, çantama bakarak “ne yapmam gerektiği”ni söylemişti; “Evet; ama istersen geri dön, Taksim’e doğru yürü.. oradan aşağı in.” Sonunda aynı törene giden polislere rica ettim de arabalarına aldılar ve kasabın “aferin” anlamındaki gülümsemesini de selamlayarak kiliseye “çantam”la birlikte varabildim... İşte bütün bunlara rağmen yine diyorum ki: “Tarlabaşı’ndaki suç ortamını, ruhsuz ve çıkarcı projelerinize bahane etmeyin...” Çünkü gençleri kapkaççı olmaya iten, yok edeceğiniz özgün mimarî doku ve insansız bırakacağınız sokaklar değil; yıllardır kentlerimizin kimlik değerlerini yıkıp apartmanlaştıran “insanlık yoksunu” rant politikalarıdır. Nice kültür mirasını “arsa”laştırıp imara açanlar, arabamdan çantamı alıp kaçan gençten bin kat daha fazla soyguncu değiller midir?... Projeye gelince... Eski binaların ve “görmüş geçirmiş semtler”in onarımlarında uygar dünyanın gözettiği temel ilke öncelikle; “yaşamlarını uzatma”yı hedeflemek; bunun için “zamanı algılatan tüm izlerin ve yansımaların geleceğe aktarılması”nı sağlamaktır. Yani yenileme ya da dönüşüm adına, yine zamanın yarattığı “oraya has” kimlik değerlerinin yok edilmesi mimarlık değil, “kültürel soykırım” olarak kabul ediliyor... Hele eski cepheye modern katlar çıkmak; yaşanmışlıkların gizlerini barındıran iç mekânları silip atmak; “turist için”, özde değil sözde korumanın parlak uygulamalarına kapılmak, acaba nasıl tanımlanabilir? Kent ve kültür alanındaki en duyarlı gazetecilerimizden Ersin Kalkan, 5 Temmuz tarihli Hürriyet Cumartesi’de yayımlanan “Tarlabaşı 9 Ünlü Mimara Emanet” başlıklı sayfalarında, keşke bu gerçeğe de yer verebilseydi... ekinci?cumhuriyet.com.tr Gen araştırmaları Kopyalanmış bağışıklık hücreleri kanser hastasını kurtardı Bir cilt kanseri hastası, kendi bedeninden kopyalanan bağışıklık hücreleriyle başarılı bir şekilde tedavi edildi. Hastanın tümörleri iki ay içinde yok olmuş. Tıp tarihinde bir ilk olan bu tedavi Seattle’deki Fred Hutchinson Kanser Araştırmaları Merkezi’nden Cassian Yee ve ekibi tarafından gerçekleştirildi. Araştırmacılar hastadan aldıkları uzmanlaşmış savunma hücrelerini (‘Thücreleri”) beden dışında kopyaladıktan sonra enjekte etmişlerdi. Tedaviden iki yıl sonra bile hastada kanser hücreleri saptanmamış. Melanom hastasının tedavisinde başarılı olan ekip, şimdi sağaltımın etkisini geniş kapsamlı bir araştırmada kanıtlamaya çalışacak. Hastaya özellikle de belli bir şekilde uzmanlaşan tümör proteinine karşı etkili olan kopya CD4T hücreleri aşılanmış. Hücreler hastanın bedeninde seksen gün hayatta kalmışlar. Melanom özellikle de bedenin uzun süre güneşte kalan bölgelerinde gelişmekte. Kanser derine işleyerek lenf ve kan damarları ile bedene yayılabilmekte ki bu kanser türünü tehlikeli kılan da bu. Melanom daha çok omuzların ve kalçaların arasında, baş veya omuzda ve özellikle de kadınların kollarında ve bacaklarında gelişmekte. Konuyla ilgili araştırma yazısı New England Journal of Medicine dergisinde yayımlandı.