28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ 18 TEMMUZ 2008 CUMA Baykal, Ergenekon soruşturmasından ‘darbe’ değil terör iddianamesi çıktığına dikkat çekti ‘Cinayeti kim işledi?’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, grup konuşmasında Ergenekon iddianamesini esprili bir dille eleştirdi. Baykal, Ergenekon iddianamesini partisinin grup toplantısında değerlendirdi. Mahkemece henüz kabul edilmediği için iddianamenin sadece “ilk taksidi”nin açıklandığını belirten Baykal, iddianameyle ilgili ilk tespitini “Bu bir darbe iddianamesi değil, terör iddianamesidir” sözleriyle yaptı. Kamuoyunun günlerce “Türkiye’de cuntalara son verilecek, darbecilerle tarihi hesaplaşma yapılacak, demokratik rejim nihai olarak güvenceye kavuşturulacak beklentisi içine sokulduğuna” dikkat çeken Baykal, “Ayışığı, Sarıkız’ın, hesabı sorulacak, Eldiven örgütlenmesinin içyüzü teşhir edilecek” beklentisi içindeki iyi niyetli insanların, aydınların bu gerekçeyle bazı yanlışları da görmezden gelmeyi tercih ettiğini söyledi. Gerçekler ve Sorular... Bu utanç hepimizin ve kurtulmalıyız!.. ? Gazetemizin, 1 Temmuz’da “Büyük Gözdağı” diyerek özetlediği gibi, Ergenekon soruşturması, “muhalif sesleri susturma operasyonu”na dönüşmüştü: Ankara Temsilcimiz Mustafa Balbay, emekli orgeneraller Eruygur ve Tolon ile ATO Başkanı Aygün’ün de aralarında bulunduğu 23 kişi gözaltına alınmıştı. Balbay çıktığında, gözaltında geçirdiği 4 günü ve sorgulamasını, bir ART televizyonu programında anlattı. Onun ağzından anladığımız, garip, dahası ciddiyet dışı bir sorgulamanın olduğu. Gazetecimizin 7 Temmuz günlü Cumhuriyet’te çıkan “Kendimi Arıyorum... Ulaşamıyorum!” adlı yazısı, bir mizah şaheseridir. Onun kaleminden böyle neler okuyacağız! Balbay, o yazısında şu tespitini de yapıyordu: “5 günlük yakalama, sorgu, mahkeme huzuruna çıkma sürecinde yaşadıklarım, Türkiye’nin nasıl bir iklimde olduğunu da ortaya koydu. AKP ve medyasının oluşturmak istediği havayı, toplumun ve dış basının yutmadığı anlaşılıyor. Oluşturulmak istenen korku imparatorluğu kâğıttan bir kule gibi çökecek!” AKP’nin, bir “korku imparatorluğu” yaratma çabasına değinen başkaları da vardı: “Gördünüz mü, biz paşaları bile tutuklarız” izlenimi yaratarak sade vatandaşı da sindirmek istiyorlar, diyorlardı. Şu sorular da korkunçtur: Soruşturma, neden iktidarın peyki basının işbirliği ile yürütülüyor? Ve niçin hep muhalifler içeri alınıyor? Bir de, iddianame, bir yılı aştığı halde ne maksatla ortada yok? Daha başka gerçekler, Türkiye’yi bir “polis devleti” haline getirdiği yolundadır. İşte, AKP’nin bir eseri de budur! Ama ülkemizde “liberal devlet”i de yarattı deyip, onun arkasından yürüyenlerin çehresinde de bir utanma eseri görüyor musunuz? Erdoğan’ın yaptığı “Evet savcılık yapıyorum” sözlerine de yanıt veren Baykal, savcılığın saygıdeğer bir iş olduğunu ve özenmesinde hiçbir sakınca olmadığını belirterek şunları söyledi: “Ama başbakanın şunu hatırlaması lazım. Savcının isminin önünde cumhuriyet yazar, cumhuriyet savcısıdır. Ben milletin savcısıyım demiş başbakan; savcılar cumhuriyetin savcısıdır, avukatlar milletin avukatıdır. Başbakanın kendisine hukuk süreci içinde bir yer arayışı içine girdiğini görüyorum, savcılığı arzu etmesi saygıdeğer ama savcıyım diye çıkacaksan, başbakan olarak savcılık iddiası yapamazsın, başbakanlığı savcılıkla karıştırdığın için zaten işler bu noktaya geldi. Yanlışın kökünde yatan bu . Hem başbakansın hem savcılık yapıyorsun. Savcı başbakan olamaz.” dianameye benzeyecek mi benzemeyecek mi?” dedi. Cezaevinden tahliyesinin ardından yaşamını yitiren Kuddusi Okkır’ı kastederek, örgütün kasası olarak nitelendirilen kişinin cenazesini gönderecek parasının bile olmadığının ortaya çıktığını kaydeden Baykal, “Kasası, finansmanı olmayan terör örgütü eksik olur. Onun için yeni kasa lazım. Ek iddianame, ek tutuklama olabilir, ona göre parası bol olanlar dikkatli olsunlar” diyerek espri yaptı. ATO Başkanı Sinan Aygün’ün serbet bırakılmasına sevindiğini ve kendisine geçmiş olsun dileklerini ileten Baykal, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nu da Aygün’e sahip çıktığı için kutladı. Baykal, “Keşke TOBB başkanımız diğer sanıklarla da ilgilense yararı olur mu diye aklımdan geçiriyorum. Belki oralarda da bir katkısı olursa mutluluk duyarız” diye konuştu. Baykal, Ergenekon iddianamesinin Başbakan Tayyip Erdoğan’ın iktidar olmadan da önce hep savunduğu “çeteleşme” tezini sahiplenen bir iddianame niteliğinde olduğunu da söyledi. Başba ŞEMDİNLİ BENZETMESİ Herkesin bu konuya “kredi açarak” sonucu beklediğini vurgulayan Baykal, “Peki ne ortaya çıktı? Günlükler, günlüklerden yola çıkarak başlatılacak yeni sorgulamalar... Bunların hiçbirisi yok. Bu iş bitmiş, bu iddianame darbe iddianamesi değil. Yani Şemdinli’de yaşanan burada da yaşandı. Geriye ne kaldı, iddianame acaba Van’daki id kan’ın Danıştay cinayetini “Ergenekon çetesinin işlediğini” söylediğini anımsatan Baykal, oysa Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bu saldırıyla, Ergenekon arasında bir bağ olmadığı yönünde karar verdiğini söyledi. Şimdi İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın bu kararın tamamen karşısında bir tesbit yaparak Danıştay saldırısıyla Ergenekon arasında bağ kurduğuna dikkat çeken Baykal, “Yani Danıştay’da türban kararını alan daireye yönelik saldırıyı yönlendiren insanlar, bu emekli paşalar, İlhan Selçuk, Mustafa Balbay ve arkadaşlarıdır diyor iddianame. Bu çok temel nokta, en kısa sürede aydınlığa kavuşturulmalı” dedi. Danıştay saldırısının, Ergenekon kapsamında gözaltına alınan kişiler tarafından yapıldığının kanıtlanmasının son derece önemli oldunu ifade eden Baykal, sözlerini şöyle sürdürdü: “Danıştay cinayetini kim işletti ? Paşalar, Mustafa Balbay, İlhan Selçuk, Sinan Aygün mü işletti bunu bilelim. Ama bunlar işletmedi, Danıştay cinayeti Ankara’daki mahkemenin kararı doğrultusunda ilgili dairenin kararına tepki için dini motiflerle işlendiyse ve bu davanın içinde dönüştürülmek istendiyse, Türkiye’nin önüne bu dava ters yüz edilerek sunuluyorsa, bu vahim bir olaydır, bunun altında iktidar da kalır, onun yardakçıları da kalır. Bu ithamın en kısa sürede aydınlatılmasını istiyorum.” Erdoğan, grupta yaptığı konuşmada, soruşturmada siyasi yönlendirme olduğu iddialarını kabul etti ‘Ergenekon’un savcısıyım’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başbakan Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ı illegal yapılanmaların avukatlığına soyunmakla suçlarken, “Bize de savcılık görevini sağ olsun yine onlar veriyorlar. Bu da güzel bir şey. Niye? Savcı millet adına oradadır. Biz de millet adına hak aramanın, hakkı savunmanın gayreti içerisindeyiz. Eğer bu anlamda savcılıksa, evet savcıyım” dedi. Başbakan Erdoğan, partisinin grup toplantısında kapatma davası ve Ergenekon iddianamesini değerlendirdi. Erdoğan, sadece belli bir zümrenin siyasi çıkarlarını düşünerek hareket edenlerin maskeleriyle birlikte deşifre olduklarını söyledi. İstanbul’da daha önce defalarca sahnelenen kirli oyunun bir kez daha sahnelenmek istendiği belirten Erdoğan, “Ama bu menfur saldırıyı gerçekleştiren o karanlık eller, karanlık senaryoları içinde boğuldular” dedi. Türkiye’de her fırsatta kurumların yıpratılmaması gerektiğini söyleyenlerin siyaset kurumuna yönelik yıpratmalara karşı sessiz kalmaması gerektiğini anlatan Erdoğan, demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla yaşatılabilmesi için siyaset kurumuna en az diğer kurumsal yapılar kadar hassasiyet gösterilmesi gerektiğini belirtti. Üstü kapalı olarak kapatma davasını eleştiren Erdoğan, 5060 yıl kesintisiz siyasi yaşamına devam eden partilerin bulunmadığı bir ülkede siyasetin kurumsallaşamayacağını söyledi. Erdoğan, “Kendi siyasi tarihimize bir bakalım, siyaset kurumsallaşmadan demokrasi nasıl kurumsallaşacak? Buna bir dikkat edelim” diye konuştu. Bu konuda herkesin özeleştiri yapması gerektiğini belirten Erdoğan, demokrasinin üst seviyede kurumsallaştığı ülkelerde gelenekler üzerine oturan, kalıcı ve kuşatıcı teamüller inşa etmiş asırlık siyasi partiler olduğuna dikkat çekti. Erdoğan, siyasete dışarıdan müdahalelerin normalleştiği bir siyasi iklimde bu tür gelenek ve teamülleri oluşturmanın zor olduğuna işaret etti. Demokratik siyasetin özünün, medeni anlamda yarışma ve uzlaşma olduğunu kaydeden Erdoğan, uzlaşmanın hiçbir zaman yüzde 100 olamayacağını, “kısmi azamisinin üzerinde mutabık kalmanın” başarılması gerektiğini söyledi. Geçmişte siyasetin yıpranmasına seyirci kalan siyasi aktörlerin nasıl kendi sonlarını hazırladıklarını, millet tarafından nasıl tasfiye edildiklerinin hep birlikte görüldüğünü kaydeden Erdoğan, bugün siyasetin yıpratılmasına sessiz kalan, yıpratma ameliyesine destek veren siyasetçileri de aynı sonun beklediğini söyledi. BAYKAL’A ELEŞTIRI Erdoğan, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Ergenekon soruşturmasıyla ilgili olarak “Başbakan savcı ise Baykal da avukat olur” şeklindeki sözlerini de eleştirdi. Baykal ve CHP sözcülerinin son günlerdeki gayretkeşliğini tarihin ve milletin kaydettiğini savunan Erdoğan, şöyle konuştu: “Hukuki süreç henüz işlerken, demokratik siyasi sürece darbe vurma iddiasıyla soruşturulan illegal yapılanmaların avukatlığına soyunmak, ancak demokratik hukuk devleti anlayışına inancı zayıf olan bir siyasi anlayışın kalkışabileceği bir iştir. Bu tür siyasetçilerin ve böyle bir siyaset tarzının, siyasete verdiği zararı, demokrasiye verdiği zararı, hukuka verdiği zararı herhalde başka kimse veremez. İktidarı yıpratmak uğruna bindiği dalı kesen, içinde bulunduğu gemiyi batırmaya çalışan siyasetçi tipi, soruyorum size; bu millete ne verebilir? İzliyor ve değerlendirmesini de buna göre yapıyor, çünkü kim kimlerin avukatlığına soyunmuş veya kimler kimlerin avukatlığına so yunmuş. Biz kendimize hiçbir vasıf tayin etmemişken, bize de savcılık görevini sağ olsun yine onlar veriyorlar. Bu da güzel bir şey. Niye? Savcı millet adına vardır. İddia makamı millet adına oradadır ve biz de millet adına hakkı aramanın, hakkı savunmanın gayreti içerisindeyiz. Eğer bu anlamda savcılıksa, evet savcıyım.” Erdoğan, partiden hiç kimsenin bir şey koparamayacağını belirterek, yeni parti kurma hazırlığı yapan Abdüllatif Şener’e de mesaj verdi. emmuza girerken, Ergenekon soruşturması kapsamında yapılanların gürültüpatırtılarıyla uğraştığımızdan, Madımak kıyımının üstünde gerektiği gibi durulamadı. Oysa, olayın üzerinden on beş yıl geçmişti ve içinde seçkin aydınlarımızın da olduğu 35 kişinin yanarak ve dumandan boğularak öldüğü “Madımak Yangını” hâlâ yüreklerimizdeki yakıcılığını koruyordu. Bir de şu çelişme: Türkiye’nin toplumsal tarihine “Sıvas Cankırımı” olarak geçen şeriatçı kalkışma, Cumhuriyetimizin tohumlarının atıldığı bir kentte gerçekleşmişti. Özetle, 2 Temmuz 1993 tarihi, olan bitenleri kadar geleceği de haber verir. Öyle olduğu için, her yıl bugün, çok daha kapsamlı olarak anılmalı. Ve geleceğe doğru yürüyüşlerimize de yeni bir direşkenlik gelmeli!.. ? Hrant Dink cinayeti davasından ilginç örnekler... Davanın basına açık 7 Temmuz’daki ilk duruşmasının, tutuklu sanıkların sorularla “dalga geçtiği” bir şov programına döndüğünü yazıyor Hürriyet gazetesi. Hrant Dink’in eşi Rakel, kızları Sera ve Delal ile kardeşi Orhan Dink, davayı izlemek için adliyeye siyah bir araba ve ayyıldızlı bir plakayla gelmişler. Dink ailesi, adliye girişinde duruşmayı izlemeye gelen yazar Adalet Ağaoğlu ile karşılaşmış; göğsünde Hrant Dink’in fotoğrafını taşıyan Ağaoğlu, Rakel Dink’le kucaklaşmış. Ünlü başka kişiler de vardı herhalde. Olmalı da... Hrant Dink Davası’nı İzleme Koordinasyonu’nun bir büyük flamasının üstünde şu yazı: “Hepimiz Tanığız, Adalet İstiyoruz!” Bu tanıklık ve özlemde de ortağız! Ve yığınla flamanın üstünde şu soru: “1 yıl oldu, ne oldu?” Şu oldu: Hrant, üstelik yurttaşımız bir aydın olarak, başta devletin ilgisizliğinin eseri olarak, öldürüldü. T Yazarlardan AKP’ye protesto İstanbul Haber Servisi Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “Frankfurt Kitap Fuarı”na davet ettiği yazar ve şairler, AKP ve Kültür Bakanlığı’nın politikalarını gerekçe göstererek daveti reddettiler. PEN Yazarlar Derneği üyesi Leyla Erbil, Tahsin Yücel, Nihat Behram ve Kaan Arslanoğlu, AKP ve Kültür Bakanlığı’nı protesto ederek, fuara katılmayacaklarını, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın Türkiye’yi temsil etmesinden rahatsızlık duyduklarını dile getirdiler. Kültür Bakanlığı’nın, Almanya’nın Frankfurt kentinde 1419 Ekim tarihlerinde düzenlenecek olan ve Türkiye’nin onur konuğu olarak katılacağı kitap fuarı davetine bazı yazar ve şairlerden tepki geldi. Türkiye PEN Merkezi Onur Kurulu üyesi yazar Leyla Erbil, AKP’yi protesto ettiğini vurgulayarak “İşine geldiğinde yazarları kullanarak kendine pay çıkaran AKP’yi ve onun Kültür Bakanı’nı protesto ettim. Fuar için yapılan daveti reddettim” dedi. Kültür Bakanlığı yetkililerinin kendisine 3 Temmuz günü davet mektubu gönderdiğini belirten şairyazar Nihat Behram, bakanlık yetkililerine gönderdiği yazıda, dünya ve insanlık kültürünün derin bir beşiği olan Türkiye’nin Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı’nda Onur Konuğu seçilmesine sevindiğini, ancak bu sevincini kıran nedenlerin olduğunu anlattı. edecek olmasından derin üzüntü duyuyorum. Almancada yayımlanan kitaplarım nedeniyle söz konusu fuara değişik zamanlarda özgür irademle katıldım. Söz konusu kentte ise devrimcidemokrat kuruluşların etkinliklerinde aynı iradeyle defalarca bulundum. Bu irade Türkiye’yi temsil etmede taşıdığım düşünce ve duygumun özünü oluşturur. Bu düşünce ve duygu, söz konusu fuara bu davetle gitmekten yazarlık onurumu sakınmamın da ifadesidir” dedi. Behram, adının davetliler listesinden çıkarılması gerektiğini isteyerek “Dilerim her şey Türkiye ve onun mazlum emekçi halkı için ilerleyen yıllarda daha aydınlık olur” açıklamasını yaptı. uray Mert, Milliyet’te Devrim Sevimay’a “AKP’de önlenemez, gözü kara bir medya tekeli oluşturma gayreti var. Sindirme dediğimiz şey illa polis ve askerle olmaz, çağımızda iletişim üzerinden olur. İtalya’da medya tekeli olan Berlusconi sürekli seçim kazanıyor. Bu çok ürkütücü değil mi” dedi. Bunu Nuray Mert gibi, türbana ve yakın zamana kadar genel anlamda AKP’ye de destek veren bir akademisyen ve köşe yazarı dile getiriyorsa, şüphesiz önemlidir. İnsan, kendi ayakları ve kendi beyni üzerinde duran, akademik etiğini gözeten, sayıları az da olsa, toplumun önünde bazı insanların olmasına seviniyor! Mert vesile olunca, epey bir zamandır gündemimde olan, AKP’nin medyada yükselişine ilişkin bazı sayısal verileri derleyip toplama zamanı geldi belki de. Aşağıdaki toplama çıkarmalara kaynaklık eden veriler, Zaman gazetesi ve medya internet sitelerinden alındı!.. 24 Mart 2004 tarihinde, 34 günlük ulusal gazetenin toplam haftalık satış ortalaması 4.673.000 idi. Peki o tarihte AKP’yi ne kadarı destekliyordu? Bu açıdan şöyle bir kuralı anımsamak veya varsaymak yerinde olur: Yeni bir iktidara karşı basının yaklaşımı genellikle olumludur, destek çıkılır ve kısmen de tarafsız rol alınır. Buna karşılık, muhalefetteki partileri destekleyen, siyasal ve ideolojik angaje olmuş gazeteler veya AKP gibi bir zihniyete karşı olan gazeteler iktidara karşı yayın yapar. Bu, eşyanın tabiatı gereğidir. 2004 yılında, bu açıdan basının “lehte aleyhte” dağılımı nasıldı? Eğer tama N CUMA YAZILARI ORHAN BURSALI men spor yayını yapan, tamamen magazin haber basan gazeteleri ve 510 binlik küçük tirajları dikkate almazsak... Kesin AKP yanlısı: Zaman (611.000); Türkiye 134.000; Yeni Şafak 118.000; A.Vakit 70.000... Bu kesim basın her koşulda (ideolojik ve siyasal olarak) AKP’nin yanında, kimi tam AKP denetiminde veya “sahip”liğindeydi... Satış rakamlarını topladığınızda, 933.000 sayısı elde edersiniz. 4 gazete ve toplam satış içindeki payları %19.9... Önemli not: 2001, 2002 ve hatta 2003’te AKP bağımlısı gazetelerin toplam satış içindeki paylarının yüzde 1015’ler civarında olduğunu de bu arada belirtelim. Ortada olup AKP’ye destek çıkan: Posta (532.000), Hürriyet (497.000), Sabah (411.000), Takvim (282.000); Milliyet (270.000), Akşam (208.000); Radikal (55.000), Dünya (42.000)... Buna göre, AKP’li olmayan, ancak AKP’ye destek veren, bazen de tarafsız kalmaya özen gösteren gazetelerin toplam satış rakamı 2.297.000. Toplam satıştaki oranı: % 49.1. Karşı olan: Gözcü (132.000), Cumhuriyet (61.000), Star (Uzanların, 70.000), diğer (70.000)... Toplam rakam: 333.000. Toplam satıştaki payları: 7.1. AKP: Medya Tekelinde Yükseliş Bugüne bakalım. 30 Haziran 6 Temmuz haftası toplam satış rakamı 4.980.000. AKP’li gazeteler: Zaman (726.000), Sabah (384.000), Türkiye (146.000), Yeni Şafak (113.000), Star (116.000), A.Vakit (67.000), Taraf (60.000), Bugün (47.000)... Diğer: 15.000... Toplam satışları: 1.674.000. Toplam satış içindeki payları: % 33.6... (İki gazete daha, siyasi olmaktan çok magazin gazete niteliğinde, ama kesin AKP kontrolünde: Takvim (207.000), Güneş (152.000).. Bunlar siyaseti arada sırada öne çıkarabilir. Bu iki gazeteyi de sayarsak, oran % 40.8’e çıkıyor) Bu süre içinde AKP, kendini destekleyen sermaye ile Sabah Grubu’nu, Star ve Bugün gazetelerini satın aldı. Taraf da bu gruba yeni girdi! AKP’ye destek verenler : Akşam (171.000), Radikal (43.000).. Ve diğer (50.000).. Toplamı: 264.000. Toplam satış içindeki payları: %5.3. AKP’ye karşı bağımsızlaşan ve muhalifliği dikkat çekici veya ara sıra öne çıkanlar: Hürriyet (530.000), Vatan (203.000), Sözcü (134.000), Milliyet (202.0000) Posta (630.000)... Toplam: 1.700.000. Satış içindeki payı: % 34.1. AKP’ye kesin karşı çıkanlar: Cumhuriyet (100.000), Yeniçağ (60.000), Tercüman (26.000), Milli Gazete (50.000)... Toplamı: 236. Toplam içindeki payı: %4.7. Bu değerlendirmeyi elimizde sayısal bir bilgi olsun diye yapıyorum. Dikkat çekici olan, iktidarı her koşulda destekleyici AKP’li basının, toplam satış içindeki payının, yüzde 2001’lerde 1015 ve 2004’te yüzde 19.9’dan yüzde 33.6’ya (veya % 40.8’e) çıkmasıdır. Buna yüzde 5.3 ile AKP’ye destek verenleri de katalım... AKP’nin medya tekeli kurma ve bütün basını (ve sermayeyi!) kendisileştirme politikası korku ve dehşet yaratınca, özellikle Doğan Medya Grubu’nun AKP’ye karşı bağımsızlaştığını ve muhalefeti yer yer ön plana çıkardığını görüyoruz... Bunun temel nedeni aslında, vurguladığımız gibi, AKP’nin medyayı tekelleştirme saldırı politikalarını karşı savunmadır. AKP ve basındaki namusları tartışmaya açık kalemler ise, büyük bir rezillikle, Doğan Grubu’na iktidar adına saldırıp duruyor. Şüphesiz, Doğan Medya’nın AKP karşısında bağımsızlığını ve zamanı ve yeri geldiğince gerçeklere ve olgulara dayalı haklı muhalefeti sürdürmesi, sürdürebilmesi; Türkiye, demokrasi, laiklik ve gelecek açısından çok önemlidir. AKP’ye kesin karşı olanların oranında ise azalma var: Yüzde 7.1’den yüzde 4.7’ye düşüş... Şüphesiz, medyanın bir de TV ayağı başka bir yazı konusu... Nuray Mert’in işaret ettiği medya tekeli ve iktidar ilişkisi ile demokrasi ilişkileri ise başka yazıların... obursali?cumhuriyet.com.tr ‘FUARA KATıLMAYACAĞıM’ Kültür Bakanlığı’ndan bir temsilcinin kendisini arayarak fuarın Okuma Günü’ne davet ettiğini anımsatan yazar Tahsin Tücel ise fuara katılmayı Almanya’daki Unions Verlang (Yayınevleri Birliği) veya benzer kurumlardan davet gelmesi halinde kabul edeceğini, AKP aracılığıyla kesinlikle katılmayacağını söyledi. Yazar Kaan Arslanoğlu da, “Ben de fuara katılmama kararı aldım. Bu kararda, AKP ve kültür politikalarının gericiliğinden çok bu tür organizasyonlar aracılığıyla AKP gericiliğini üreten ve destekleyen sol çevrelerin payı var” diye konuştu. Arslanoğlu, Kültür Bakanlığı’nın temsilcilerine gerekçeyi “TÜYAP Kitap Fuarı’na da katılmıyorum, buraya hiç katılmam” diye açıkladı. Edebiyat dünyasını ticarileştiren, piyasalaştıran anlayışa karşı olduğunu dile getiren Arslanoğlu, bu anlayışı üreten çevrelerde bulunmak istemediğini kaydetti. ‘ÜZÜNTÜ DUYUYORUM’ Behram, “İlkin değişik kültürler, inanç ve dillerin beşiği olan yurdumun hak ettiği biçimde temsil edilemeyecek olmasından derin üzüntü duyuyorum” diye konuştu. Behram, geçmiş yıllarda Frankfurt’taki kitap fuarına katıldığını anımsatarak “Bugünkü Kültür Bakanı ve ekibinin Türkiye’yi temsil
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle