Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
23 MAYIS 2008 CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY C 7 Oğuz Boran, şarkılarında siyasal duruşu ile Anadolu ezgileri ve dünya müziklerini harmanlıyor Kültürel yozlaşmaya karşı bir ateş Hatice TUNCER Protest ve Anadolu rock tarzında şarkılarıyla yıllardır sahnelerde olan Oğuz Boran, “Hızır Paşa’lar hiç bitmedi. Hayatın her alanında olduğu gibi müziğimizde de Pir Sultan’lar gibi olmalıyız” diyor. İlk albümü “Asi Bir Çocuk” Seyhan Müzik tarafından yayımlanan ve güçlü yorumlarıyla dikkat çeken Oğuz Boran, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı nedeniyle Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde düzenlenen kutlamalar kapsamında Hacıbektaş Kültür Merkezi’nde konser verdi. Oğuz Boran, Ankara’nın Mamak ilçesinde Tuzluçayır semtinde 1972 yılında doğup büyümüş ve halen de orada yaşıyor. Ailesi Ankara’ya 1944’te Sıvas’tan göç etmiş, babası işçilik yaparak geçimlerini sağlamış. Annesi de Arguvanlı olan Boran, halk kültürüne meraklı, yerel ozanlara kapıları açık olan bir evde yetişmiş. Âşık İhsani, Mahzuni Şerif, Ruhi Su, Zülfü Livaneli, Rahmi Saltuk, Sadık Gürbüz’ün yorumladığı şarkılar, türküler, deyişlerle müzik zevki şekillenmiş. İlkgençlik çağlarında, 1718 yaşlarında, dünyada yapılan müziklere de ilgi duymuş ve bu ilgisi arşivciliğe kadar uzanmış: “Çin’den Hindistan’a, Avrupa’ya kadar bulabildiğim müzikleri dinlemeye çalıştım. Harçlıklarımızı biriktirerek yabancı kasetler alıyordum. Şimdi de binlerce eserden oluşan büyük bir müzik arşi En İyi ‘Müsekkin’ Hangisi? meleriyle sahneye de salabilirler. Bunu yapıyorlar. Nitekim dünyanın en zengin ülkelerinden birinde, maddi bir refahın gerçek nedeni raporlar halinde açıklanıyor: Almanya’da, zenginliği giderek artan bu ülkede her 4 kişiden biri ya yoksul ya da her an yoksullar arasına katılma tehdidi altında yaşıyor. Raporlara geçti bile. Burada en az iki gerçek saklı. Bir: Zenginliğin artması halkın yoksulluk sarmalından kurtulması anlamına gelmiyor. Tersine, artması anlamına geliyor. İki: Bu sarmalın, yani toplumsal adaletsizliğin verdiği acıların da, halkın bilincine çıkmaması gerekiyor. Halk acısızlaştırılmalı. O zaman bazı ideolojik yardımcıların, yatıştırıcıların (diyelim “müsekkin”) görev alması şart. Dincilik, hem bu anlamda hem de kamu yönetimine egemenlik anlamında, mutlak bir gereklilik. Bazı yerlerde eski versiyonlarıyla, bazı yerlerde yeni versiyonlarıyla. Ama, şart. ??? Avrupa’nın motoru Almanya’da, sermayenin büyüme hızındaki tüm rekorlar art arda kırılıyor. Dünya kriz içindeyken Alman ekonomisindeki büyüme hızı pek kimseyi şaşırtmıyor. Çalışan veya işsiz halkın sıkıntıları artarken patlak veren bu zenginleşme, sermaye birikim hızı, tuhaf bir çelişkinin toplumsallaşmasını kolaylaştırdı: Mutlu azınlık ile mutsuz çoğunluk, karşı karşıya. Bu acıyı uyuşturmak şart. Bunun için dincilik ve etnikçilik gerekiyor. Böyle bakınca, Ankara’daki dinci iktidara, Paris veya Berlin’deki “demokratik” iktidarların verdiği desteğin anlamını da çözmüş oluyoruz. Halkın verdiği desteğin anlamını da çözmüş oluyoruz. Din pazarlayarak bu kan denizinin ve kan –ya da “kâr” transferinin devamını sağlamaktan başka bir hesapları yok. Hepsinin. Türkçede “Yanlış hesap Bağdat’tan döner” derler ya, işte su başlarındaki devler, o hesap dönünceye kendilerinin çoktan köşeyi döneceğine inanmış insan müsveddelerinden oluşuyor. Orada ve burada. Küreselleştik, malum: Her yerde... cutsay?gmx.net Yaptığımız müzik folkrock diye tanımlanabilir, ama biz ‘özgür müzik’ diyoruz. Müziğimize günübirlik popülist işler hariç, protest, rock, halk müziği, şiir ile birlikte bütün müzikal bakışları kapsayan bir bakışla yaklaşıyoruz. vim oldu.” Boran yine bu yıllarda müzikle birlikte sporla da ilgilenmiş; atletizm, futbol, boks ve tekvando yapmış. Askerlik görevini tamamladıktan sonra müzikle daha yakından ilgilenen arkadaşlarıyla kurduğu grupla derneklerde, demokratik kitle örgütlerinin düzenlediği şenliklerde sahne almış; Ankara’da dinleyici olarak gittiği bir türküevinde müziği beğenmeyerek mekân sahibine sitemde bulunması müzik yaşamında profesyonelliğe geçişinin ilk adımı olmuş: “Ben müziğin kötü olduğunu söyleyince ‘Sen daha iyisini yapıyorsan sen söyle’ dediler ve 1994 yılında Sakarya semtindeki o barda bir bağlama, bir gitar, çıkıp söyledik.” Sahne programlarında, konserlerinde kendisine yakın bulduğu sanatçıların seslendirdiği eserleri okuyan Oğuz Boran, zamanla kendi çizgisini oturtmaya başlamış. Boran bu dönemi “Genel anlamda ‘Sol müzik yapar’ diye bir düşünce vardı, ama bu müzik içinde nerede? Aynı istikamette gidiyoruz, ama sürekli şerit değiştirerek. 2000’li yıllarda bu çizgi belli oldu” sözleriyle özetleyip devam ediyor: “Ankaralılar bilir. Tuzluçayır 1970’lerde sol hareketin kalesiydi. Ailemden aldığım, ozanlardan gelen kültür ile sosyalist bir çerçeveden bakışımı harmanladım. Türk halk müziğini, küresel sound’la harmanlayıp o altyapının üzerine oturttum.” ANADOLU ROCK ESİNTİLERİ Albüm çalışmalarına Ankara’da, Ezgi Müzik’in prodüktörlüğünde 2005 yılında başlayan Oğuz Boran’ın “Asi Bir Çocuk” albümü, yapımcılığı ve giderleri üstlenen Seyhan Müzik tarafından geçen yıl yayımlandı. Bestelerin yanı sıra anonim türkülerin de yer aldığı albüm, sert gitarlarla okunan rock şarkılar, duygulu parçaların yanı sıra Anadolu rock esintileri taşıyor. Çok fazla gündeme gelmese de “Asi Bir Çocuk” nitelikli bir çalışma olmuş. EM KARACA’YI ANDIRAN SES Orta Anadolu’dan, Hacı Taşan’dan alınan “Sürüler İçinde” parçası, Anadolu rock tarzında düzenlenmiş. Klip de çekilen bu türküde Oğuz Boran’ın okuyuşu Cem Karaca’yı andırıyor: “Böyle düşünmenizden rahatsız değilim, ama ta C mamen de öyle değil. Ses oktavları geniş ve aynı tonda olan insanların başına gelir bu. Ruhi Su’ya, Ahmet Kaya’ya benzeten de oluyor. İnsanlar beni dinledikçe zamanla öyle olmadığını anlıyorlar, ama yine de bu yorumlardan rahatsız değilim.” “Yarını Yok”, Oğuz Boran’ın müzisyen Dünya Aydın ile birlikte yaptığı duygulu bir parça. Filistin ayaklanmasının adını taşıyan “İntifada”yı Boran sert gitarlar eşliğinde isyancı bir havada yorumluyor: “Sanatçı kendi memleketi dışındaki olaylara da gözü kapalı olmamalı. Sanatçı, kişiliği, kimliği ve misyonuyla dünyada neler olduğunu takip etmek zorunda. Filistin’de olanlara hangi sanatçı kayıtsız kalabilir?” Mustafa Kaya’ nın kendisi ve birçok sanatçının söylediği “Fikrimin İnce Gülü” şarkısını yorumlayan Oğuz Boran, bu parça için yeni çekilen klibiyle televizyonlarda görünüyor. Türkiye’de de çok sevilen İbrani halk şarkısı “Havvanagila”yı söylemek için Tolga Çandar’dan yardım alan Boran, bundan sonraki albümlerinde başka dünya halklarının şarkılarına yer vermek istiyor. Sözleri ve müziği kendisine ait olan “Seni Çok Seviyorum” adlı, kemanların kullanıldığı duygusal şarkıdan söz ederken Oğuz Boran, “aşk şarkılarında sevginin, ‘gözün güzel, saçın güzel’ demekten öte bir ifadesinin olduğunu” anlatıyor. Özgür müzik epertuvarında Pir Sultan’a mutlaka yer veren Boran, “Hazreti Şahın Avazı”nı da Anadolu rock tarzında okumuş. Geleneksel bir ezgi olan “Mamoş”u kendi tarzında yorumlayan Boran, albümü Tunay Bozyiğit’in “Ateşi Gözlerinden Almıştım” şiirini okuyarak tamamlıyor: “Okuma ve düzenlemelerde küresel bir müziğin konjonktürüne uyarak ama Anadolu söyleyişini de unutmadan, bozmadan bir aranje yaptık.” Bir ateşin başında verdiği pozla dikkat çeken albüm kapağının tasarımını Bülent Ateş, “kültürel yozlaşmaya karşı bir ateş” düşüncesinden hareketle hazırlamış: “Türkiye’de yaşayıp da muhalif olmamak gibi ya da asi olmamak gibi bir lüksümüz yok. Ya koyun gibi olacağız. çobanımızı bekleyeceğiz ya da Pir Sultan’lar gibi olacağız. Hızır Paşa’lar her dönemde Anadolu’da da oldu, dünyada da oluyor. Amerika’nın Irak’a gönderdiği general de bir Hızır Paşa işte.” Sahne çalışmalarını Ankara’da sürdüren Oğuz Boran, belirli aralıklarla opera sanatçısı Seza Kırgız ile konserler veriyor. Her pazar Esat Caddesi’ndeki Çığ Restoran’da sahne alıyor. Boran Hacıbektaş konserinden sonra 24 Mayıs’ta Çankaya Belediyesi ile Kızılay’ın ortaklaşa düzenlediği kan bağışı kampanyasında, saat 16.00’da, Yüksel Caddesi’nde açıkhava konseri verecek. Boran aynı gün saat 19.00’da YURTDER 1. Gençlik Festivali’nde, Yeni Mahalle Belediyesi’nde konser verecek. 8 Haziran’da da Temel Haklar ve Özgürlükler Derneği’nin “Ozanları Anma Etkinliği”nde sahne alacak. Çeşitli sanatçıların katkılarıyla hazırlanan ve önümüzdeki ay yayımlanacak olan “Pir Sultan Dostları 2” albümünde “Şu Kanlı Zalim” türküsünü ve “Açılın Kapılar Şaha Gidelim” şiirini okudu. “Seyduna Türküleri 4” albümüne de katkıda bulunan Boran, ikinci albümünde senfonik rock çalışmalarla dinleyicilerin karşısına çıkmaya hazırlanıyor: “Kendi bestelerimizi yeni bir sunumla, küresel fikirlerle sunuyoruz. Ama türkülerin yalnızca çerçevesini değiştirme hakkımız olduğuna inanıyorum. Halk müziği okurken resme değil, çerçeveye müdahale ediyoruz. Ama kendi bestelerimizi boş bir tuval gibi ele alıyoruz.” R eskin etmek”, sakinleştirmek gerekiyor demek ki. Neden? Hayatın bu kadar sertleştiği, toplumdaki adaletsizliğin tüm eski sınırları geçersizleştirdiği bir zamanda, herhalde açık yaralara tuz basılacak değildir. Acının hissedilmez olmasını sağlamak, o acıyı yaratanların da acıyı çekenlerin de ortak talebidir. Acımasızların aptal olduğunu kim söyledi? Açılan yaraların mutlaka uyuşturulması, kan transferlerinin daha bir sessiz sedasız, mümkünse acısız gerçekleştirilmesi gerekiyor. Elbette, yönetenler, bu denli açık haksızlıklar devam ederken, haksızlığa konu olan geniş halk yığınlarının acılarını kışkırtmayı düşünecek değildir. Çivi çiviyi sökmez yani. Burada öyle olmaz. Halkın, çalışan milyonların acılarını ayyuka çıkarmak, “yönetişim sanatı”na hele (“governance”), artık ne demekse, hiç sığmaz. Peki ne oluyor, ne olacak ve sahnedeki rezaleti halktan nasıl saklayacaklar? ??? Bu sorunun yanıtı kolay değil. Ama sorun ortak. Avrupa’nın motor ülkesinde, diyelim Almanya, veya kenar ülkesinde, diyelim Türkiye, sorun her şeye rağmen ortak. Yoksulluk ve ortaya çıkardığı acılar doludizgin gidiyor. O halde, eskilerin deyimiyle, mutlaka “müsekkin” lazım. Sakinleştirmek, daha doğrusu yatıştırmak gerek. En doğrusu da “uyuşturmak”... Kısacası, bir ideoloji gerek. Olup bitenleri, acımasız haksızlığı, bu tarih öncesi kan transferini önlemek, zaten kimsenin düşünmediği bir şey. Tersine, sadece aşağıdan yukarıya doğru bu kan transferinin yol açtığı acıları yatıştırmak, belirsizleştirmek, yani uyuşturmak için yollar aranıyor. Bulmadıkları söylenemez. Dinciliğin ve etnik milliyetçiliğin –“kabileciliğin” ne büyük bir uyuşturucu olduğuna önce ortaçağ sonra da onu yırtan aydınlanma tarihinden bol bol örnek bulabiliriz. Peki, bugün yeni bir ortaçağ yaşamadığımızı iddia eden kaldı mı? Tamam. Demek ki eski ve yeni dinler hep birlikte sahnelenebilir. Gerekirse eskileri, yeni çeşitle “T Genç piyanistin başarısı Kültür Servisi Bilkent Üniversitesi Müzik Hazırlık İlköğretim Okulu yedinci sınıf öğrencisi Ceren Su Şahin ‘3. Mozart Uluslararası Piyano Yarışması’nda birincilik ödülü aldı. 1995 doğumlu genç piyanist, geçen yıl da ‘Viyana Genç Piyanistler 2007’ ustalık sınıfına katılarak Jüri Özel Ödülü’nü kazanmıştı. Genç piyanist, 4 yaşında Bilkent Üniversitesi Müzik Okulu’nda piyano eğitimine başladı. Altı yıllık eğitimi sırasında Aylin Özuğur’dan dersler alan Şahin, piyanonun yanı sıra üç yıl boyunca da keman ve flüt derslerine devam etti. İlköğretim beşinci sınıfta Bilkent Üniversitesi Müzik Hazırlık İlköğretim Okulu sınavlarını kazanan Şahin, bir yıl Klarnet Anabilim Dalı’nda Viladimir Zverev’den klarnet eğitimi aldı. Altıncı sınıfta piyano bölümünün açtığı sınavı kazanarak bölüm değiştirdi. de, iki Alman düşü1848’ nür Karl Marx ile Friedrich Engels, dünyanın gidişini değiştirecek bir kitapcık yayımladılar. “Komünist Manifesto” adlı bu bildiri, bütün insanlık tarihine, üretim ilişkileri ve sınıf mücadeleleri gözüyle bakarak tarihten toplumbilime, felsefeden ekonomiye bütün bilimlere yeni bir bakış açısı getirdi. Bu Manifesto, yalnızca bilimsel bir yenilik değil, insanlığın sonraki gelişim yönü üstüne de öngörülerde bulunuyordu. Buna göre kapitalizm çağının temel çelişkisi emeksermaye karşıtlığıydı. Bunun sonucu olarak da çalışanlar yükselen sınıf olarak üretim araçlarını ele geçirdiklerinde yeryüzünde sınıf çatışmalarının bitip “herkesin yeteneği ölçüsünde çalışıp, ihtiyacı kadarını alacağı” bir sonsuz barış ve adalet dönemi başlayacaktı. Manifesto’nun otuz sayfalık metninde genel hatları çizilen bu süreç insanlığı gerçekten de derinden etkiledi. O tarihten sonra başarılıbaşarısız pek çok devrim hareketi gerçekleşti. Öte yandan sermaye sahipleri de bu gidişe engel olabilmek için, sınıf çelişkilerinin ve sömürünün üstünü örtebilecek, kendilerinin de DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ 160. Yılında Komünist Manifesto düşünce insanının, Manifesto’nun günümüzdeki anlamını yorumladıkları değerlendirme yazılarına yer veriliyor. Bu yazılar gerçekten çok önemli. Çünkü dünya yüz altmış yılda tanınmayacak kadar değişti. Bu değişimlerin insanlığın düşünce ve eylem sürecinde yol açtığı kırılmaların, bugünün sorunlarına temel yaklaşımların bilinmesi, yeni düşünce ufuklarına ulaşılması, günümüz yazarlarının okunmasına bağlı. ??? Günümüze dönersek, kapitalizm yüz altmış yıl önce yalnızca çalışanları sömürüyordu. Temel çelişki de çalışanlarla sermaye arasındaydı. Bugün kapitalizm yalnız insanları değil, üzerinde yaşadığımız doğayı, bütün yerküreyi sömürüyor. Gelişen teknoloji olanaklarını da sonuna kadar kullanarak yeraltında ve yerüs daha insani bir dünya için var olduklarını kanıtlayabilecek pek çok girişimde bulundular. Sekiz saatlik iş gününden grev hakkına, “sosyal devlet” anlayışından kamu yararına oluşturalan pek çok girişim, Manifesto’yla başlayan sürecin sonunda gerçekleşti. ??? Komünist Manifesto, ilk yayımlanışından bugüne yeryüzünün hemen bütün dillerinde defalarca yayımlardı. Yordam Yayınları, nitelikli bir yayıncılık örneği vererek Manifesto’nun yeni bir basımını yaptı. Bu basımda Nail Satlıgan’ın yeni bir çevirisinin yanı sıra, Dr. Şefik Hüsnü’nün “Komünist Beyannamesi” adıyla, 1923’te dilimizde yayımlanan ilk çevirisi de yer alıyor. Bununla da kalmayarak, ülkemizden ve dünyadan önde gelen on iki tünde ne varsa, her şeyi sömürüyor. Dünyanın geleceği, insanlığın geleceği umrunda değil. Tek derdi dünya egemenliğini, dünyayı yok edene kadar sürdürebilmek. Kendi ülkesindeki çalışanlarını, sunduğu orta sınıf hayatı ile sustururken dünyanın uzak köşelerinde sadaka düzeyindeki ücretlerle yoksul halkları acımasızca sömürüyor. Bilgisayar tuşlarıyla milyarlarca doları bir anda bir ülkeden ötekine taşıyıp, bir ülkeyi batırıp binlerce kişiyi işsiz bırakırken bir başka ülkeyi ihya edebiliyor. Bu olanakları bütün dünya uluslarının tepesinde bir tehdit unsuru olarak kullanıyor. Böyle bir dünya ne kadar kalıcı olabilir? Manifesto, bunun cevabını verebildiği için bugün de güncel. Üstelik iletişim olanaklarıyla daha da bilgili olması gerekirken sersemlemiş, bilinci bulanmış insanlığın geleceği için hâlâ yolgösterici olduğu için güncel. İnsanlığın ve yerküremizin geleceği, kafa karışıklığında değil, berrak bilinçlerde. turgay?fisekci.com Dikmener ödülleri verildi Mehmet CELEN ÇANAKKALE Bülent Dikmener “haber” ve 2. Turhan Narler “yerel gazetecilik” ödülleri, Çanakkale’de gerçekleştirilen törenle kazananlara verildi. Çanakkale Belediyesi ve Çanakkale Olay gazetesi işbirliğiyle Truva Otel’de gerçekleştirilen törende Milliyet gazetesinden Şükran Pakkan “Tarih Katliamı” başlıklı haberiyle kazandığı ödülünü TGC Başkanı Orhan Erinç’ten aldı. “Çankaya Boykotu” başlıklı haberiyle Bülent Dikmener Özel Jüri Ödülü’ne değer görülen Hürriyet gazetesinden Uğur Ergan’a ödülünü Dikmener’in ağabeyi Dündar Dikmener verdi. Çevre haberleriyle Turhan Narler Yerel Gazetecilik Ödülü’ne değer görülen gazetemiz muhabiri ve Çağdaş Marmaris Gazetesi Sahibi Mehmet Emin Berber de ödülünü Fikret Dağlıoğlu’ndan aldı. Yine aynı dalda DHA Çanakkale Büro Müdürü Erdem Sürek’e ödülünü Çanakkale Olay Gazetesi İmtiyaz Sahibi Aynur Narler verdi.