Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2C EVET/ HAYIR OKTAY AKBAL olaylar ve görüşler 23 MAYIS 2008 CUMA İş İşten Geçmeden! aramsarlık Yayılıyor! Ülkemiz yanlış siyaset yöntemleriyle giderek içinden çıkılmaz bir duruma sürükleniyor. Toplum, inanç ve etnik temelde kutuplaştırılmak isteniyor. Devlet aygıtları birbiriyle kavga ediyor. Siyaset, halkın birlikte yaşamasını güvence altına alacak söylemler ve politikalar geliştirmek yerine, bilerek veya bilmeyerek kutuplaşmayı derinleştiriyor. Ülkemizde siyasetin gündemi ile halkın gündemi giderek açılıyor. Halkımız, bir numaralı sorun olarak gördüğü işsizlik ve geçim sıkıntısı gibi konulara çözüm beklerken, daha iyi ve daha insanca bir yaşam isterken, siyaset kısır çekişmelerin tarafı oluyor ve topluma büyük bir karamsarlık yayıyor. Ne yazık ki ülkemizin siyasal ve ekonomik ortamına baktığımızda, bu karamsarlığın haklı gerekçeleri ile karşılaşıyoruz. KTİDAR MUHALEFET ÇATIŞMASI Bir yanda vergisini düzgün toplayamayan, halkına istenilen ekonomik ve sosyal hakları götüremeyen, anayasal ödevlerini yerine getiremeyen ve devleti yönetemeyen bir iktidar; diğer yanda iktidarın yanlışlarına karşı, kısır çekişme yerine, daha iyi bir devlet yönetimi ve herkese daha iyi bir yaşam umudu veremeyen muhalefet ! Bir yanda unutulan ekonomi, Türkiye’yi de etkilemesi beklenen kriz tehlikesi; diğer yanda çapsız iktidar ve muhalefet çatışması, doğru işlemeyen bir siyasi sistem! İktidar, Başbakanlık makamının ağırlığını taşımakta zorlanan bir zatın ve kadrosunun elinde, politik öncelikleri AÇI MÜMTAZ SOYSAL İlhan Selçuk: “Olmak ya da Olmamak!..” osyal devlet... Anayasa Mahkemesi... Yüksek Hâkimler Kurulu... İdarenin bütün karar ve işlemlerine yargı yolunun açık olduğu ilkesi... Üniversitelerin özerkliği... Radyo ve televizyonların tarafsızlığı... Sendikal haklar... Grev hakkı... Toplusözleşme düzeni... Yargı bağımsızlığı... Toplantı ve gösteri yürüyüş hakkı... Tabii yargıç ilkesi... Sosyal güvenlik hakkı... Ücrette eşitlik ilkesi...” 27 Mayıs 1961 Anayasası’nın, Türk ulusuna sunduğu temel ilkeler... Bir bir ele alın; hangisi kaldı, hangisi uygulanıyor ya da uygulanmak isteniyor.. hiç biri!.. ??? Sevgili İlhan Selçuk’un yeni baskısı yapılan “İskeleSancak” adlı kitabından aldım yukarda sıraladıklarımı... “Türkiye’de bugünkü rejim 1961 Anayasası‘nın gerisindedir. 27 Mayıs’tan bu yana kaç yıl geçti? Batı’da ‘temsili demokrasi’ aşıldı, ‘katılımcı demokrasi’ye geçildi, biz uygarlığın ardında nal topluyoruz?” İlhan Selçuk sanki bu yazıyı yıllar önce değil de, bugünlerde yazmış! Görüyorsunuz boşuna zaman öldürüyoruz. Gelip geçen liderler demokrasi lafı edip Atatürk’ün önerdiği halktan, uygarlıktan, hukuktan yana gerçek bir demokrasiyi bir yana itiyorlar. Hepsinin amacı, önce kendileri, yakınları, kişisel egemenliklerini bir süre daha sürdürebilmek hesapları... ??? “Düşünüyorum öyleyse vurun” demişti bir kitabında... Etiyle kemiğiyle yaşadığı bir süreçti. Köşklerde, hapislerde, tutuklanmalarda, kırk yaşından seksen yaşına kadar halkın mutluluğu, bilinçlenmesi, gerçekleri görmesi, kısacası akıllanması adına verdiği savaşım... İlhan Selçuk sekseninden sonra da yüklendiği görevi sürdürüyor, en genç yaşından bu yana büyük bir aydınlığı varlığıyla, yazılarıyla yaşıyor, çevresine de, yaşatıyor! “Türkiye’de sol, demokrasiyi kurmak ve faşizmi engellemek için birleşmek zorundadır. Laiklik düşmanlarına karşı durabilmek için birleşmek zorundadır. Şeriat tehlikesine karşı birleşmek zorundadır. Emeğin hakkını koruyabilmek için birleşmek zorundadır”. İlhan Selçuk, çözülmesi gereken sorunu iki sözcükle özetlemiş: “Olmak ya da olmamak!..” K Rıdvan BUDAK Türkiye’nin varlıkları satılıyor, ama yerine hiçbir şey konmuyor. Ekonominin sürükleyici sektörü sanayi, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Son bir yılda Türkiye’nin belli başlı bütün sanayi bölgelerinde, Çukurova’da, Marmara’da, Ege’de, Trakya’da ve diğerlerinde yüzlerce işyeri ve fabrika kapandı veya kapanma noktasına geldi. ni halkın taleplerine göre değil, kendi siyasi hedeflerine göre belirliyor. Oysa ekonomi birinci gündem maddesi olmalıdır. Türkiye’nin varlıkları satılıyor, ama yerine hiçbir şey konmuyor. Ekonominin sürükleyici sektörü sanayi, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Son bir yılda Türkiye’nin belli başlı bütün sanayi bölgelerinde; Çukurova’da, Marmara’da, Ege’de, Trakya’da ve diğerlerinde yüzlerce işyeri ve fabrika kapandı veya kapanma noktasına geldi. Yüz binlerce insan evine ekmek götüremiyor. Ekmek girmeyen evde, saygı, sevgi, güven, dirlik ve birlik kalmıyor. Aile çekirdeğimiz çatlıyor, toplumsal yapımız paramparça oluyor. Piyasalar durmuş, kimse çekini senedini ödeyemiyor. İflaslar artıyor. İşçiler günde 12 saat, sigortasız ve kaçak çalışıyor. “Yeşil kartlı” işçi çalıştırma yaygınlaşıyor. Oysa sanayi iştir, aştır, ekmektir. Hukuktur, özgürlüktür, eşitliktir, barıştır. Sağlıktır, eğitimdir, kültürdür. Sanayi vergidir. Sanayi sosyal devlettir. güçtür, güvendir, güvenliktir. Sanayi çağdaşlıktır, muasır medeniyettir. Ve sanayi demokrasinin de temelidir. Bu hükümet bunu bilmiyor ve görmüyorsa, ne için o koltuklarda oturuyorlar? Milyonlarca insanın ekmek yediği tekstil sektörünü “Çin’e bırakalım”, “Türkiye’de işsizlik olduğuna inanmıyorum” diyen bakanların olduğu, “Ekonominin yarısından fazlası kayıt dışında” ve “En az üç çocuk yapın” diyen Başbakan’a sahip bir hükümet bu ülkeyi yönetiyor (!). Böyle bir ülkenin normal bir demokrasi yaşaması mümkün mü? Sayın Başbakan, çok yetenekliyse, ekonomiyi düzeltmeli, işsizliği azaltmalıdır. Yüreği varsa “Cami değil, okul yaptırın” diyebilmelidir. Ancak Başbakan bunlarla uğraşmak yerine, sosyal güvenlik haklarını korumaya çalışan emekçilere sopa gösteriyor; hak arayan Tekel işçilerine kurşun gibi su sıktırıyor. Sonra da demokrasi nutukları atıyor, ama artık inandırıcı olamıyor. YOK! Futbol kulüplerinde bile üyeler ayrımsız oy kullanırken siyasi partilerde genel başkanların belirlediği delegeler yönetimleri seçiyor (!) Sendikaların genel kurulları 3 veya dört gün sürerken parti kurultayları en fazla iki günde bitiriliyor. Delegelere söz hakkı tanınmıyor, aday olmak imkânsız hale getiriliyor; kendileri çalıyor, kendileri oynuyor! Böyle bir demokrasi olmaz ve bu böyle gitmez! Ancak her şeye rağmen bu ülkeye sahip çıkmak boynumuzun borcudur, çünkü gidecek başka bir yerimiz yoktur. Çözüm, ekonomiyi birinci gündem maddesi yapan bir siyaset anlayışının egemen olmasıdır. Çözüm daha çok üretmek, daha çok ihraç etmek ve daha adil paylaşmaktır.Çözüm, demokrasinin, partilerin iç işleyişlerinden başlayarak her alanda egemen hale gelmesidir. Çözüm, siyasi partiler ve seçim yasasının acilen demokratikleştirilmesi ve demokratik siyaset kanallarının herkese açık hale getirilmesidir. Bizler, bu hedefler doğrultusunda siyaset yapma hakkımızı sonuna kadar kullanacağız. Aydınlarımıza, basınımıza ve tüm topluma çağrımız, yurttaşlık görevlerini yerine getirmeleri ve siyasetin demokratikleşmesine ve ülkemizin normalleşmesine katkı vermeleridir. hetiyatrosu@mynet.com O Sabah AMSUN kıyısı, bu mevsim sabahlarında bütün Karadeniz kıyıları nasılsa öyleydi herhalde... Fırtına dindiğine ve güneş yeni doğduğuna göre sakin deniz maviyle gri arası pastel bir renkteydi. Açıkta duran Bandırma vapurunda son demir kampanası vurulup tutunma tornistanı da yapılarak makine istop edince, sessizlik çökmüş olmalıdır ortalığa. Biraz sonra, Kemal Paşa 23 kişilik “seferî karargâh”ıyla karaya çıkacaktır. O yerel manzarayı daha geniş “manzarai umumiye”ye oturtamayanlar, üç buçuk yıl sonra bundan devrimci bir cumhuriyet doğacağını bilemezlerdi elbet. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı mesai saatlerinin sonuna doğru parti kapatma davasını açtığı gün de sıradan, olağan bir gündü, kesinlikle: Bir kamu görevlisi, yasaların bu yetkiyi verdiği tek kişi olarak, hukukun ve makamının gereğini yapmaktaydı. Ama, böyle bir dava açılmasının, yerli ya da yabancı, sıradan insanlara olağanüstü gelmiş olması doğaldır. Çünkü, bu ülkenin siyasal partiler hukukunu bilmeden konuştuklarında, ne diyorlardı? “Bir iktidar partisine, üstelik genel seçimde oyların yarıya yakınını almış bir partiye karşı, kapatma davası açılmaz” demiyorlar mıydı? Hâlâ da öyle demekteler. Yalnız demekle kalsalar, iyi. Hayır, bununla yetinmeyip yerlisi ve yabancısı, parlamenterler, devletler, hükümetler ve medya olarak seferber olup bağımsız bir cumhuriyetin başsavcısına ve yüksek yargısına çullanıyorlar. Seksen küsur yaştaki Batılı bir hükümdara ülkeyi gezdirirken iç ve dış telkinlerle düzenlenen programa bakınız: Anıtkabir töreni dışında, yapılan her şey “Burası bir İslam cumhuriyetidir; iktidarının İslamcı davranması uygundur; kapatma davası ise terstir”in vurgulanması değil mi? Başörtülü Çankaya kabulleri, camide Kuran dinletme, milli takımı mı, yoksa bir tarikatı mı temsil ettiği kestirilemeyen futbolcunun huzura çıkarılması vesaire… Şimdi, Anayasa Mahkemesi raportörlerinden birinin rapor sunuşuyla birlikte, değiştirilmesi teklif dahi edilemez cumhuriyet ilkelerini çiğnediği ileri sürülen bir anayasa değişikliğine ve bir partinin kapatılmasına ilişkin iki davanın karara bağlanacağı bir sürece girmekteyiz. Dışta ve içte sorumsuzca söylenenler ne olursa olsun, hukuka saygılı olanlar için yargının varacağı hükümleri beklemekten başka seçenek yoktur. Sürecin sonucu, bu günleri de, tıpkı 19 Mayıs günü gibi, olağanüstü süreçlere başlangıç saymayı gerektirebilir. Ancak, yine de, şu aşamada Sayın Mahkeme Başkanı’nın bu davalar için neden hep aynı raportöre görev verdiğini anlamak zordur. O raportör ki, anayasa değişikliği davasındaki çalışmasının olağanüstü yavaşlığıyla ve kapatma davasının açılmasında da anayasa hükmü “Başsavcı dava dilekçesini sununca dava açılmış olur” anlamına geldiği halde, sanki bu dava kendine özgü nitelik taşımayan bir ceza davasıymış gibi “Öyle de olur, böyle de” türünden yanlış bir yorum yapmış olmakla ün kazanmıştır. S “S İ MUHALEFET ORTADA Ne yazık ki muhalefet iktidardan da beter. Halkın gündemine uygun çözümler üretmek ve umut vermek yerine, salt gündemde kalmak adına, kısır siyasi gündemin gergin aktörü olmaktan öteye gidemiyor. İktidarı ve muhalefetiyle bu sistem artık tıkanmıştır. Doğru işlemeyen bir siyasi sistem, yanlış olduğu bilinen ama bir türlü düzeltilmeyen seçim ve partiler yasası, halkın siyasete olan güvenini zedeliyor. HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN ‘Avrupa Kalesi’nin yeni bekçisi Türkiye mi? ürk vatandaşlarının Avrupa Birliği (AB) ülkelerine vize almaya mecbur kalmadan seyahat edip edemeyeceği tartışmaları süredursun, Türkiye’nin Schengen süreci sessiz sedasız ilerlemeye devam ediyor. Bu süreçten kamuoyuna yansıyan tek gelişme “çipli” yeni pasaportlar olsa da, Türkiye, aynı Gümrük Birliği anlaşmasında olduğu gibi karar alma aşamasında söz sahibi olmadığı bir uygulamanın parçası haline gelerek, “Avrupa Kalesi”nin (Fortress Europe) yeni bekçisi olma yolunda hızlı adımlar atıyor. AB ile Türkiye arasında ağır aksak yürüyen tam üyelik müzakerelerinin “Adalet, Özgürlük, Güvenlik” başlığı altında yer alan Schengen müktesebatının Türk ulusal mevzuatına uyumu ile ilgili çalışmalar, Türkiye’nin 2003 yılında belirlediği strateji çerçevesinde yürütülmektedir. Bu strateji kapsamında “asker olmayan profesyonel bir sınır polisi oluşturmayı taahhüt eden” Türkiye, 2005 yılı mart ayından beri yürürlükte olan “Göç Ulusal Eylem Planı“ çerçevesinde bu yönde önemli adımlar atmıştır. Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Emin Arslan, “Sınır Polisi İçin Bir Eğitim Sisteminin Geliştirilmesi Eşleştirme Projesi”nin kapanış töreninde yaptığı açıklamada, entegre sınır yönetimi projesinin ilk iki aşamasının tamamlandığını, 2012 yılına kadar geriye kalan son iki aşamanın tamamlanarak “profesyonel sınır polisi” de dahil olmak üzere projenin bütünüyle hayata geçirileceğini belirtti. (1) Her ne kadar Arslan, “AB’ye üye olmak için sınır birimi oluşturmanız gerekiyor” açıklamasını yapmış olsa da, üyelik öncesi aşamada böyle bir zorunluluk bulunmamaktadır. Türkiye, AB’ye tam üye olsa bile “iç sınırların kontrolü Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasıyla eşzamanlı olarak kaldırılmayacaktır. Dolayısıyla, Türkiye’den diğer AB üyesi ülkelere seyahat etmek isteyen Türk vatandaşları ile diğer AB vatandaşları sınır kontrollerine tabi olacaklar ve diğer AB üyesi ülkelere girerken pasaportlarını veya kimliklerini göstermek zorunda kalacaklardır.” (2) Türkiye’nin Schengen’e uyum kapsamında attığı adımların “ancak küçük bölümleri AB fonları tarafından finanse edilebileceğinden”, bu sürecin ilk aşamasında ortaya çıkacak 4 milyar avro T Emre ERTEM civarındaki maliyeti, Türk vergi yükümlülerinin cebinden karşılanacaktır. Her ne kadar bu yapılan çalışmalar sonucu Türk vatandaşlarının AB ülkelerine vize almaya gerek kalmadan seyahat edebilecekleri ya da daha kolay vize prosedürleri ile karşı karşıya kalacağı bazı çevreler tarafından dile getirilse de, üyelik öncesi bu adımlar atılmadan da, Avrupa Birliği “Komisyonun teklifi üzerine üye ülkelerin müzakerelerin herhangi bir aşamasında Türkiye’ye vize uygulamasını kaldırmaları yolu açıktır.” (3) AB tam üye adayı Hırvatistan’ın yurttaşları vize almadan AB ülkelerine seyahat edebilmektedirler. Peki, AB, Türkiye’nin tam üyeliğin önkoşulu olmayan hatta Birleşik Krallık ve İrlanda gibi AB üyesi ülkelerin dahil olmadığı Schengen sistemine entegre edilmesine neden bu kadar fazla önem vermektedir? AB’nin bu konudaki ısrarını anlayabilmek için entegre sınır sistemi ile ne amaçlandığını ve Türkiye’ye entegre sınır sisteminde biçilen rolü incelemek gerekmektedir. AB’nin merkez ülkeleri özellikle Almanya kendilerini mültecilere ve “kaçak” göçmenlere karşı korumak için bir “cordon sanitaire” (güvenlik kuşağı) oluşturma çabası içindedir. (4) Bu yönde hem AB içerisinde hem de AB’ye sınır olan ülkelerde çeşitli faaliyetler yürütülmektedir. Birlik içerisinde yapılan çeşitli düzenlemelerle, mültecilerin ya da “kaçak” göçmenlerin AB sınırlarına ilk girdiği ülkede tutulması ve yasal sürecin bu ülkelerde devam etmesi ilkesi hayata geçirilmiştir. Örneğin şu an AB’nin doğu sınırı Polonya üzerinden Almanya’ya giriş yapan bir mülteci ya da “kaçak” göçmen, Polonya’ya geri yollanmakta ve yasal süreç bu ülkede tamamlanmaktadır. Geçerli vizesi ya da oturma izni olmayan yolcuların hava veya karayolu ile yolculuk yapması, ulaşım şirketlerine getirilen kısıtlamalar ve yüksek cezalar nedeniyle imkansız hale getirilmiştir. Türkiye ve Pakistan’dan Almanya’ya hava yolu seyahat etmek isteyen yolcuların bilgileri daha havaalanındayken Almanya’ya aktarılmakta ve yolcular fişlenmektedir. Konsular temsilciliklere mültecilik başvurusu yapılamayacağından, Birleşmiş Milletler tarafından temel insan haklarından biri olarak ilan edilen mültecilik başvurusu yapma hakkı, AB üyesi ülkeler tarafından uluslararası hukuka aykırı biçimde fiilen ortadan kaldırılmış olmaktadır. Ancak alınan bu önlemler AB üyesi ülkeler tarafından yeterli görülmemiş, başta Libya, Ukrayna ve Türkiye olmak üzere çeşitli Afrika ve Doğu Avrupa ülkelerinde mültecilerin ve “kaçak” göçmenlerin tutulacağı, yönetimlerinin yarı resmi kurumlar ve “sivil toplum kuruşlarınca” yürütüleceği kamplar kurulması planlanmaktadır. Bu kamplarla ilgili planlar 1 Eylül 2005 tarihinde yayınlanan strateji belgesi ile AB tarafından onaylanmış, Orta ve Güney Afrika ülkeleri ile AB sınırları dışında kalan Doğu Avrupa ülkelerinde pilot projeler uygulanmasına karar verilmiştir. (5) Avrupa Birliği’nin ilk mülteci toplama kampı Moritanya’nın Nouadibu bölgesinde İspanyol ordusu tarafından kurulmuştur. Bu kampta 2006 yılı ortasından itibaren İspanya’nın Kanarya Adaları açıklarında yakalanan “kaçak” göçmenler tutulmaktadır. Nitekim “ProAsyl”, 1998 yılında yaptığı bir basın açıklamasında, Türkiye ile AB arasındaki görüşmelere dikkat çekmiş ve AB’nin “kaçak” göçmenleri Türkiye’ye geri yollama, hatta daha da ileri giderek “kaçak” göçmenleri Türkiye’de kurulacak kamplarda tutma planları bulunduğunu belirtmiştir. (6) Birleşik Krallık hükümeti için 2003 yılında hazırlanan “Mülteciler için Yeni Bir Vizyon” raporunda, açıkça Türkiye’de koruma bölgeleri (protection area) adı altında kamplar kurulması ve Birleşik Krallık’ta mültecilik başvurusunda bulunanların Türkiye’ye yollanarak, başvurularını bu kamplarda yapmaları önerilmiştir. (7) 1951 Konvansiyonu’nu coğrafi kısıtlama koyarak imzalayan Türkiye, şu an Avrupa kıtası dışından gelen mültecileri kabul etmemektedir. AB, ısrarla Türkiye’nin bu coğrafi kısıtlamayı kaldırmasını talep etmektedir. Türkiye, hazırladığı “Göç Ulusal Eylem Planı“ ile bu kısıtlamayı kaldıracağını ilan etmiş ve başlangıçta ağırlıkla Türkiye’nin doğusunda olmak üzere toplam 5000 kişi kapasiteli yedi adet mülteci/göçmen kampı kurma yükümlüğü altına girmiştir. (8) Bu sürecin Türkiye’ye getireceği hukuki sorumluluklar, projenin finansal maliyeti ve karşı karşıya kalınacak etik problemler kamuoyunda tartışılmadan Avrupa’nın kapı bekçiliğine soyunan Türkiye, sınır polisi gibi hafif ateşli silahlar ile donatılmış yarıaskeri bir kolluk gücünün yaratacağı “demokrasi açığını“ da göz ardı etmektedir. NOTLAR: (1) Zaman, “Sınır Polisi 2012’de Görevde”, http://www.zaman.com.tr/haber.do?ha berno=613958 , 12.05.2008 (2) Avrupa Birliği Komisyonu Etki Raporu, http://www.belgenet.com/arsiv/ab/etki 2004.html, 12.05.2008 (3) Avrupa Birliği Komisyonu Etki Raporu, http://www.belgenet.com/arsiv/ab/etki 2004.html, 12.05.2008 (4) Jelle van Buuren, “Die Europäische Union und ihr Cordon sanitaire”, http://www.hamburgerbildungsserver.de/welcome.phtml?unten=/global/so zial/sozial150.html, 10.05.2008 (5) Mitteilung der Kommission an den Rat und das Europaeische Parlament, “Über Regionale Schutzprogramme”, KOM (2005) 388 endgültig, http://www.unhcr.de/fileadmin/unhcrd ata/pdfs/rechtsinformationen/2EU/2 EUAsyl/B.09StaerkungderSchutzkapazit aeten/B.9.03.com2005388de.pdf , 01.05.2008 (6) Proasyl, “Doppelte Moral der EU bei den Menschenrechten in der Türkei”, Presseerklärung vom 28. Mai 1998, http://www.proasyl.de/texte/europe/euturk.htm , 29.04.2008 (7) “A new vision for refugees”, UK government “Restricted Policy”, draft Final report, 5 February 2003, p.23 (8) İltica ve Göç Alanındaki Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Eylem Planı, 25 Mart 2005, http://www.hyd.org.tr/staticfiles/files/tu rkiyeulusaleylemplani.doc, p.28 28.04.2008 mumtazsoysal@gmail.com