Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4C haberler Yeni bir proje, göçmen çocuklarını koruyor BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ 23 MAYIS 2008 CUMA İlk dilin önemi ortaya çıktı Belkıs ÖNAL PİŞMİŞLER BOTTROP – Almanya’da, iki dilli çocukların dil gelişiminde yaşanan derin boşluklara güncel müdahale amacıyla “RAA Bottrop” tarafından oluşturulan bir proje, mevcut sistemin ciddi boşluklar içerdiğini gösteriyor. Proje kapsamında, sağlık müdürlüklerince yapılan dil testlerinde “Almanca yetersizliği saptanan göçmen kökenli çocukların” anadillerinde ya da ilk dillerindeki seviyenin temel alınması öngörülüyor. Göçmen çocukların dil seviyelerini saptama yöntemlerindeki kısıtlılığı aşmaya yönelik projeyi oluşturanlardan sosyal pedagog Yüksel Gür, çıkış noktalarının iki dilli bir çocuğun nerede durduğu sorusuna yanıt aramak olduğunu söylüyor. Ancak bu arayış, Gür’e göre, basit bir başlama noktasından ibaret değil. Bu arayış, statükoya yönelik eleştirinin yanı sıra, geleneksel test yöntemlerinin yetersizliğinin nedenlerini içeren açıklayıcı ve zorunlu olarak da ikna edici bilgi ve sonuçları da beraberinde taşıması gereken bir süreci kapsıyor. Yüksel Gür, gelinen noktada elde ettiklerinin tek elden bir çözüm olmadığına özellikle dikkat çekiyor. RAA Bottrop yöneticisi ve sosyalbilimci Dieter Pillath da, kurum olarak demokratik bir bakış geliştirmeye yönelik bu projeyle, bilginin sosyal gerçekliklerle pozitif bağlarını oluşturmaya katkıyı önemsediklerini dile getiriyor. Alman eğitim sisteminin Alman çocuklarına yönelik olduğunu vurgulayan Pillath, Alman olmayan çocukların genel demografik değişim içinde nüfusunun arttığını da belirterek, “Paradigmalar değişecek ve bilimsel araştırmalardaki veriler toplumsal yaşam içinde de yerlerini alacak” diye konuşuyor. Deniz Gezmiş’lerden Kalan... runların kapitalizmden kaynaklandığını görürler ve kendi sorunları ile ülke sorunlarını birleştirerek mücadelelerini sürdürürler: Boykot hareketleri; İstanbul’da ve İzmir’de Amerikan 6. Filosu erlerini denize atmak gibi, Amerikan emperyalizmini protesto; kimi köylü hareketlerine arka çıkmak; 1516 Haziran olayları dahil, birçok işçi grev ve eylemine katılmak; NATO’ya hayır demek... Özetle, tam bir bağımsızlık ve emekten yana bir iktidar ve demokrasi mücadelesi. Deniz’lerin kavgasının özü bu! Bu mücadeleyi özünde ne denli haklı görürseniz görünüz, karşılığı darağacına çıkmak oldu. Ancak söylemeli de: Toplumda gerçekten bir anarşi ve bunalım vardı, ama bunun kaynağı egemen sınıfların içine düştükleri ekonomik ve siyasal ortamdı. Ayrıca o sınıflar, ceza biçerken de dürüst olmadılar: Her şey anayasa ihlali sayıldı; yargılama baştan aşağıya hukuka aykırıydı ve burjuvazi de faşizme sapmıştı. Deniz’ler ise bir uyanışın örneği idiler. Unutulmadı, unutulmayacak... ? Ya bugün? Gençlik dünyaya nasıl bakıyor? 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün ardından, gençliğin önü kesildi ve ufku başka hedeflere çevrildi: Politika dışı durma, kendi çıkarına bakma, ülke sorunları yerine kendi sorunları ile ilgilenme yaygın. Ama her şeye karşın yurtseverlik ölmedi. Deniz’ler de, kuşaktan kuşağa geçen bir bayrak gibi. Bu yıl onlar daha yaygın ve daha heyecanlı olarak anıldı. Bu uyanış önemli. Ancak şu nokta da önemli: Gençler, hedefleri seçerken gerçekçi olmalı. Serbest piyasa ekonomisinin iflasa gittiği bir dünyada, Türkiye “bağımsız, laik, demokratik ve sosyal devlet”i amaç edinmeli. Demokrasi de bir “sandık demokrasisi” içinde soysuzlaşmamalı. Gençlerin, “gitgide genişleyen bir demokrasi”nin gerçekleşmesine katkısı büyük olacaktır. Sosyalizm de doğacaksa böyle doğacaktır... ATO RAPORU: Türkiye’nin övünülecek geliri yok lüklerince yapılan Almanca dil gelişim testlerinde öngörülenin altında bir seviyede tutunabiliyor. Bu nedenle de algılama kapasitelerinde gerilik ya da öğrenme güçlüğü saptamalarıyla karşılaşıyorlar. Sosyal pedagog Yüksel Gür, sorunun çok daha derinlerde yattığına işaret ederek şu açıklamalarda bulunuyor: “Ancak, söz konusu saptamaların öylesi yanlış ve haksız tanılar olabildiklerini gördük ki... Bu yanlış tanılar nedeniyle pek çok göçmen kökenli çocuk yanlış yönlendirmelerle hem haksızlığa uğrayabiliyor hem de fırsat eşitsizliğinin öznesi olabiliyor. Haksızlığa uğruyor, çünkü iki dilliliği, özellikle de ilk dilindeki seviyesi hiç ölçü alınmıyor. Kaldı ki böyle bir ölçüt de belirlenmiş değildi bugüne dek. İşte biz, bu projeyle, Almanca yetersizliğinin, çocukta doğrudan doğruya bir dil gelişim bozukluğu anlamına gelemeyeceğini gösterebiliyoruz. Göçmen kökenli çocukların asıl dillerindeki durumlarının belirlenebilmesi amacıyla bir test geliştirmeye çalıştık, bu testle sosyoekonomik ve kültürel bir paydanın dilinden bakmaya çalışıyoruz. Bu anlamda bir sorunla karşılaşan kurum, derhal bize yönelerek bugüne değin kolaylıkla rapor edilebilen Almanca dil gelişim yetersizliği tanısı yerine, çocuktaki dil gelişim seviyesinin bizim tarafımızdan da değerlendirilmesini isteyebiliyor. Bu aslında bir başlangıç ve bu yöndeki araştırma ve veriler yetersiz. Çok dilli çocukların sosyal toplumsal yaşamdaki gelişim süreci, geleneksel test yöntemleriyle, tek dile dayalı kültürel formasyon beklentileriyle değil, alana çıkarak, dünyadaki araştırmalar taranarak özgün, yeni dil bilimsel yönelimler dikkate alınarak kavranabilir.” Öte yandan, iki dilli çocukların Almancadaki yetersizliklerini, çocuğun sosyoekonomik çevresinden, iki dilliliğin doğasından gelen zorunluluklarla bir arada tanımlamayı önceleyen projede, dil seviyesi testini “RAA Bottrop” adına uygulayan pedagog Müjgan Aslan, projenin pratik işleyişini, dil gelişimindeki baştan kestirip atan tutumlara karşı çocuğu olası bir talihsizlikten koruma girişimi olarak görüyor. “Bunun gelişmesi ve kurumlaşması gerekiyor” diyen Aslan, dilin baskıyla öğrenilmeyeceğini, diğer yandan da anadildeki gelişimlerin de ailelerce göz ardı edildiğini belirtiyor. Müjgan Aslan şöyle konuşuyor: “Bunda, Almanca yetersizliği kaygısı rol oynuyor. Bir yanda tutucu bir varolma güdüsüyle duygusal altyapı oluşmadan Almanca gelişimi mekanik bir tutkuyla arzulanırken, diğer yanda yine varolmanın ifadesi olarak yalnızca Türkçe girişimiyle, çocuklar, iki dilliliğin doğal sonuçları yerine engellemelerle karşılaşmış oluyor. Anne ve babalar bildikleri bir dilden ama doğru ifadelerle çocuklarıyla konuşabilmelidir. Odaları elektronik oyuncaklarla doldurmak yerine, onları ellerinden tutup dolaşabilmeliler. Kelebeği, renkleri, çiçek adlarını ve sevinçlerini ifade edebilen özgüvenli çocuklar için dil ve kimlik gelişiminde aşılamayacak bir sorun yoktur.” Yüksel Gür`ün sözünü ettiği terminolojik ve kuramsal değişim sürecini Almanya açısından önemli bir yeni dönem olarak değerlendiren sosyalbilimci Dieter Pillath ile çocukların kendi dillerinde hayaller kurabilmesinin yollarını açmaya çalışan pedagog Müjgan Aslan, bu proje sayesinde, çevrelerini de sistemin verilerini sorgulamaya çağırabiliyor. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara Ticaret Odası’nca (ATO) hazırlanan raporda, IMF tahminlerine göre Türkiye’nin 2013’te kişi başına düşen milli gelirinin yüzde 34.1 artışla 12 bin 911 dolara çıkacağı belirtilerek, “180 ülkeden 140’ının kişi başına geliri 20072013 yılları arasında Türkiye’den daha yüksek oranda artacak. Türkiye kişi başına milli gelir artış hızında 141. olacak” denildi. ATO Başkanı Sinan Aygün de, “Bu pek de övünülecek bir durum değil. Geçmişle övünmeye ara verip biraz ileriye bakmakta fayda var” değerlendirmesinde bulundu. ATO’nun IMF Nisan 2008 Dünya Ekonomik Görünüm Veri Tabanı’ndan yararlanarak hazırladığı rapora göre 2007 yılı itibarıyla kişi başına düşen milli geliri, Türkiye’nin altında bulunan Libya, Rusya, Romanya, Kazakistan, Azerbaycan, Arjantin ve Şeysel Adaları’nın kişi başına düşen geliri 6 yıl sonra Türkiye’yi geçecek. ATO Raporu’na göre Libya’nın 9 bin 372 dolar olan kişi başına milli geliri yüzde 90.1 oranında artarak 17 bin 818 dolara, Rusya’nın 9 bin 75 dolar olan kişi başına milli geliri yüzde 176.5 oranında artarak 25 bin 91 dolara çıkacak. HANGİ DİL YETERSİZLİĞİ? İki dilli çocukların Almancadaki olası yetersizliklerinin, eğitimlerinde yol açtığı ciddi açmazların fırsat eşitsizliğine dönüşmesine karşın, çok dilliliğin bir durum olarak algılanarak buna yönelik tasarımlarda 90’lı yıllara değin herhangi bir yenilik yapılmadı. Yaygın görüşe göre, pek çok göçmen kökenli ailenin çocuğu ilkokula başlarken sağlık müdür eçen haftaki yazımda, mayıs ayını gözden geçirirken “6 Mayıs”ı unutmuş olamazdım; “Darağacında Üç Fidan”, yani Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan, gençlik anılarımızda başköşede bir yer tutmuştur. Ayrı bir önem taşıdıkları için bugün onları ele alıyoruz. Hulki Cevizoğlu’nun yeni çıkan “Kod Adı: 6868’lilerin Dünü Bugünü” adlı önemli eserini (Ceviz Kabuğu Yayınları) yarıladığımız bir sırada, gazetemizde Mustafa Balbay’ın, Halit Çelenk Deniz’leri Anlatıyor adlı yazı dizisi yayımlandı (612 Mayıs). Söz konusu röportajın önemi şurada idi ki, ünlü avukat ve düşünür Halit Çelenk, Deniz Gezmiş’leri savunmuştu ve üç fidanı darağacında da görmüştü. Yazı dizisini okurken, önemli noktaları hatırladık ve o sarsıcı sahneyi de gördük, bir kez daha sarsıldık... ? Deniz’lerin yaşadığı dönemde, özellikle 60’ların sonu ile 70’lerin başı, nasıl bir Türkiye vardı? Deniz’lerin de savunmalarında dile getirdikleri gibi, “19461971 Türkiye’si, Amerikan emperyalizminin denetimi altında yarı bağımlı bir ülkedir”. Ve “işbirlikçi” bir sınıf doğmuştur. Bir de, ABD ile yapılan askeri, ekonomik ve siyasal “ikili anlaşmalar”: Türkiye’yi öylesine bağlıyorlar ki, Genelkurmay Başkanı üslere giremiyordu. Bu arada 27 Mayıs Devrimi olmuştur. Başta demokratik bir anayasa olduğu gibi, yenilikler vardır: Türkiye İşçi Partisi kurulmuş ve 1965 seçimlerinde 15 üyesini parlamentoya sokmuştur. 1967’de de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kurulmuştur. Dışarıda dünya sosyalizmi ve özellikle Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde bağımsızlıkçı hareketler; üstelik, bizim milli kurtuluş hareketimiz büyük bir örnektir. Özetle, ülkede ciddi bir sosyal uyanış yaşanır. Çok geçmeden, gençlik başı çeker: Gençler önce üniversitede eğitim sorunlarından yola çıkarlar; daha sonra, doğal olarak bu so G AKP’liler yeni parti kuracak Reuters’e açıklamalarda bulunan bir bakan, partinin kapatılacağı görüşünün pek çok bakan tarafından paylaşıldığını belirtirken bir AKP yöneticisi ‘Yeni parti kuracağız’ dedi Haber Merkezi İngiliz Reuters Haber Ajansı, AKP yöneticilerinin, Anayasa Mahkemesi’nin partiyi kapatmasını ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a siyasi yasak yönünde karar vermesini beklediklerini duyurdu. Ajansa göre, AKP’li bakan ve yetkililer partilerinin kapatılmasını beklemeden iktidarlarını korumanın yollarını kurulacak “yeni bir parti”de arıyorlar. Ajansa konuşan AKP’li bir bakanın, partinin kapatılacağı görüşünün pek çok bakan tarafından kabul gördüğünü belirterek, “AKP kapatılacak. Erdoğan ve bazı diğer üyelere de siyasi yasak gelmesi bekleniyor. Bu görüş kabinedeki pek çok bakan tarafından paylaşılıyor” dediği kaydedilen Reuters’e göre, AKP’li bir yönetici de “Yeni bir parti kuracağız” diyerek bunu doğruluyor. KARAMSAR’ Türkiye’ye imaj darbesi 2. Elizabeth’in Türkiye ziyaretinde çağdaş ve laik Türkiye imajı yerine dinsel söylem ve ritüeller ağırlık kazandı. Köşk’teki karşılama töreni ve Gül’ün verdiği resmi yemekte, AKP’nin dinsel yaklaşımları öne çıktı. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth’in dört günlük ziyareti için yapılan resmi program Türkiye’yi yurtdışına “din devleti” görünümünde yansıttı. Programında dinsel öğeler, söylemler ve ritüeller ön plana çıkarılınca, Kraliçe’nin ziyaretinde Cumhuriyet kazanımları, laik ve çağdaş Türkiye imajı geri planda kaldı. İngiltere Kraliçesi’nin yabancı ülkelere yaptığı ziyaretler, o ülkelerin tanıtımı açısından önem taşıyor. Çünkü, Kraliçe Büyük Britanya’yı oluşturan İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’nın yanı sıra Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Jamaika ve Barbados’un devlet başkanı statüsünde bulunuyor. Bu nedenle Kraliçe’nin yabancı ülke ziyaretleri, devlet başkanı olduğu ülkeler, eski İngiliz sömürgeleri ve dünyada dikkatle izleniyor. karıyor. İNSEL RİTÜELER AĞIRLIK KAZANDI 2. Elizabeth’in Türkiye ziyaretinde ise çağdaş ve laik Türkiye imajı yerine dinsel ritüeler ağırlık kazandı. Kraliçe, Ankara’da önce Anıtkabir’e gitti, ancak gerek Köşk’teki karşılama töreni sırasında gerekse Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün verdiği resmi yemekte, AKP’nin dinsel yaklaşımları öne çıktı. Hayrünnisa Gül’ün türbanı ve başta Başbakan Tayyip Erdoğan olmak üzere davete katılan AKP’lilerin smokin giymeme ısrarı yurtdışına Türkiye’nin İslamcı ülke olduğu görüntüsünü verdi. Bu görüntü, Kraliçe’ninkonuşmalarında dinsel söylemleri gündeme taşıması ile de netlik kazandı. Kraliçe’nin Bursa programına da Yeşil Cami’yi ziyaret ve Kuran okunması bölümleri alındı. Kraliçe’nin başörtüsüyle Kuran dinlerken çekilmiş görüntüleri dünyada gündemde tutulmaya çalışılan “İslam ülkesi” imajını pekiştirdi. Kraliçe’nin tavrı da bu imajın İngiltere tarafından da desteklenmekte olduğunu gösterdi. D ‘PARTIDEKI DURUM AKP’li üst düzey bir yetkilinin ise AKP’nin kapatılıp kapatılmayacağına ilişkin parti içindeki durumu “karamsar” diye nitelediği aktarılıyor. Başbakan Erdoğan ve çok sayıda milletvekiline siyasi yasak gelmesi durumunda genel seçimlere gidileceği, “Partiyi yönetecek iki numaralı adam olmadığından” Erdoğan’ın seçimlere bağımsız olarak katılacağı ve seçilince de başka bir adla yeni bir parti kurulacağının sinyallerinin verildiği ifade ediliyor. izim yazı kültürümüzde “kısaltma” çok yapılmaz. Yıllarca yüksek oranlı enflasyonla yaşadık. Ancak TÜFE, ÜFE gibi fiyat endeksi kısaltmalarını yakın yıllarda bulduk! Yine de AVM örneğinde olduğu gibi bir ilerleme görülüyor. AVM “alışveriş merkezi” anlamında kullanılıyor. ??? Türkiye hızla AVM ülkesi oluyor. Başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere büyük kentler AVM’lerle dolup taşıyor. Nielsen Araştırma Şirketi’nin “perakendeci sayıları” konusundaki çalışması yayımlandı. Çalışma, son on yılda, AVM’lerin sayısının dört kat dolayında bir artışla, 2135’ten 8252’ye yükseldiğini gösteriyor. Buna karşılık bakkal sayıları da yüzde 27’nin üzerinde bir azalışla, 155 binden 113 bine iniyor. Aynı dönemde, her 100 YTL alışveriş içinde AVM payı 26’dan 54’e çıkmış bulunuyor. Bakkallara hızla tüketilen ürünler için yapılan her 100 YTL’lik harcamanın yalnızca 36’sı gidiyor; kalan 10 YTL de büfe ve kuruyemişçilerde tüketiliyor. ??? AVM olayının arkasında küresel pazar yarışı ya da kavgası var. Pazardan pay alma yarışı, var olmayok olma anlamına geliyor. Bir büyük çarşı yapıldı B ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK AVM kredi kartı olanakları “sonuna kadar” alınıyor. Parasal olanağı sıfırlanan tüketicinin, kişiliği ve eğilimleri de güçlü ve zayıf yönleriyle izlenebiliyor. Tüketiciyi etkilemek artık “bankaların” ve AVM’nin becerikli satış uzmanlarının işi oluyor. Daha çok “tüket”, daha çok “ikramiye kazan” anlayışı yayılıyor; tüketicinin parasıyla birlikte gelecekteki harcamaları da “kapsama” alınıyor; tüketilen ürünle özdeşleşme süreci işliyor, “tüketici ürüne dönüşüyor”. Ayrıca AVM ortamında bulunmanın verdiği bir “fazla fayda” ya da “haz” olmalı ki, bir insan seli, bir kovandan diğerine topluca giden arılar gibi, bir mağazadan diğerine koşuşuyor. Sonuçta ürüne dönüşme ümidinin itelediği bir toplumsal koşuşturma yaşanıyor. ??? Hiç kuşkusuz bu ülkenin tüketicilerinin, “en kaliteli” ürünleri satın almalarının sağlanması gerekir ve bu alanı düzenlemek merkezi hükümetin ve yerel ğında, dünyanın en büyük satıcıları, daha doğrusu markaları, orada yer bulmak zorundalar. Zorundalar çünkü orada bulunmamak ve görülmemek, markalar açısından, kayıplara karışmak anlamına gelir. Kuraldır, göze batmayan marka unutulur; yok olur. Bu olgu AVM’lerin “birikimli” olarak artmasına yol açıyor; sermaye, inşaat sektörünün rant yaratma olanağından da yararlanmak amacıyla bu alanda yoğunlaşıyor; çarşı yapıyor; sonra da en ünlü markaların yer kapma yarışı başlıyor. Asıl yarış AVM açıldıktan sonra başlıyor. Büyük sermaye, üreticitüketici ilişkisini yeni bir düzleme çekiyor. Böylelikle toptan ve perakende ticaretin tüm aşamalarında ve satış sonrasının hizmetlerinde oluşan tüm kârlara el koyuyor. Bununla da kalmıyor; “tüketicinin isteklerini” yerine getirmede sağladığı, bakım, onarım ve değiştirme kolaylığı gibi olanaklarıyla tüketiciyi “yakalamayı” kolayca başarıyor. Tüketicinin cebindeki para ya da yönetimlerin en temel görevlerindendir. Ancak AVM’ler konusunda baştan sona tam bir kargaşa yaşanıyor. Hükümet yıllardır, “Alışveriş Merkezleri, Büyük Mağazalar ve Zincir Mağazalar” konusunda bir yasal düzenleme üzerinde çalışıyor. Tasarı “nedense” yıllardır yasalaşmıyor! Büyük kentlerin merkezleri AVM’lerle doluyor; akıl almaz bir yoğunlukla mağazalaşıyor. Bunların ne çevreye etkileri ne de yarattıkları trafik yoğunluğu hesaba katılıyor. Bakkallar eziliyor, yok oluyor. Yine de çok gecikmeli olan bu yasa tasarısı, kamuoyundan “bir sır gibi” saklanıyor. Anlaşılan, saydam, topluma “hesap veren” ve demokrat hükümet böyle olunuyor! Polis baskısı ile mağaza baskısı birbirini tamamlıyor! Yalnız önemli bir nokta var. Polis baskısını, özgürlük isteyen emekçinin dışında kimse duymuyor; AVM baskısını da yalnızca iflas eden ve işleri kötüye giden bakkallarla onların aileleri yaşıyor. Toplumun kalanı AVM’lerde “varlıklı olsaydı” neler satın alabileceğinin “düşleriyle” dolaşıyor. Yanlış yalnızca bu noktalarda kalmıyor. Yazın kurallarına göre “alışveriş” bitişik yazılır. Bu nedenle de kısaltma yanlış denilebilir. Buna aldıran kim? Bu sürecin neresi doğru ki kısaltması doğru olsun! oralcalislar?cumhuriyet.com.tr DÜNYA İZLİYOR Ziyarete ilişkin ayrıntılar birçok ülkede canlı yayınlarla aktarılıyor. Bu durum, ziyaret edilen ülkenin tanıtımına ciddi katkı sağlıyor. O nedenle de kraliçenin ziyaret edeceği ülkelerin yetkilileri, program yaparken ülkelerinin tanımını yapacak ögeleri ön plana çı İsveçli ‘kanatla’ uçtu Dış Haberler Servisi İsviçreli eski askeri pilot Yves Rossy, jet yakıtıyla çalışan kanatlarıyla ilk resmi uçuşunu başarıyla tamamladı. Kendisini “füzyon adam” olarak tanımlayan pilot, İsviçre’deki Alp Dağları üzerinde, Bex yakınlarında 2 bin 438 metre yükseklikte bir uçaktan atlayarak satte 300 km. hızla ile birkaç tur attı. Yönünü değiştirmek için sedece kendi vücudunu kullanan Rossy, kanat ve üzerine taktığı dört motorla başarılı bir şekilde uçan ilk insan oldu.