23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 C Farklı ve geniş hacimli sesine, teknik ustalığı, dramatik yeteneğini, oyunculuk gücünü, araştırmacılığını, kültür birikimini, bilinçli ve akıllı seçimlerini kattı. dizi AL GÖZÜM SEYREYLE IŞIL ÖZGENTÜRK 23 MAYIS 2008 CUMA Dumansız Hava Sahası Hareketi da püskürtülür” diye düşündüğünü adım gibi biliyorum, yapılan araştırmalar da bu yolda sonuç vermiş: “Abi bu durum bizde pek tutmaz!” Böyle düşünenlerin haklı olduğu pek çok durum söz konusu. Tam hatırlamıyorum, galiba bir yıl önce taksilerde sigara içme yasağı getirilmişti. Bendeniz sigara tiryakisi bir vatandaş olarak bu bir yıl içinde tam sekiz kez püfür püfür sigara içen taksi şoförlerini uyarmak zorunda kaldım: “Takside sigara içemezsiniz.” Aldığım yanıtlar çok ilginçti: “Abla bu trafiğe dayanmam için içmem gerek, cezası neyse veririm.” “ Bu yasağı masa başında çalışanlara uygulasınlar, ben öyle acayip insanlarla muhatap oluyorum ki, aha şu sigarayı yakmazsam adamı elimden zor alırlar.” “ Boşver abla, polislerin de görev başında sigara içmesi yasak, onlar bu yasağı deldikten sonra ben gariban delmişim ne çıkar.” Öyle ya da böyle, bir yığın komik, saçma olay yaşadıktan, homur homur söylendikten sonra zaman içinde asla hemen değil, bu sigara içme yasağını, “Dumansız Hava Sahası Hareketi”ne çeviren uygulamalara usuldan usuldan dahil olacağız. Benden söylemesi. Yıllar önce bir dostumun son derece şık ve çağdaş mobilyaların sergilendiği işyerinde kısa bir süre çalışmıştım. Çalışma alanında sigara içilmiyordu, bahçede bir yer vardı, duvarları badanasız, sandalyesiz bir yer, izmaritler de Amerikan filmlerinde görmüşsünüzdür evsizlerin içinde ateş yaktıkları bidonlara benzeyen bir bidonun içine atılıyordu ve dehşet kötü kokuyordu. Hani “Köpek bağlasan durmaz” derler ya, öyle bir yerdi, vallahi ben o ara sigarayı epeyce azaltmıştım. Bolivya’da da öyle olmuştu; otel lobisinde, lokantalarda sigara içmek yasaktı ve dünyanın bu yoksul ülkesinde uygulanan yasağa bakıp birazcık kendimden utanmıştım. Şimdi utanmamak için sigara içmeme zamanı başladı. A, yazımı yazarken bir tek sigara içmişim, ev tertemiz kokuyor, “Dumansız Hava Sahası Hareketi”ne dahil olmaya başladım galiba, eh yaşım da gelmişti zaten. isilozgenturk?gmail.com Yeryüzünün tüm renkleri o seste irkaç gündür acım sonsuz... Sadece eşsiz bir sanatçıyı, çok yakın bir büyüğümü, yaşamının son 20 yılını soluk soluğa paylaştığım bir dostun, sevgi, saygı ve hayranlık duyduğum büyüleyici bir insanın, Leyla Gencer’in aramızdan ayrılması nedeniyle değil... İçimi acıtan, çağdaş ve evrensel değer ölçülerine sahip çıktığına inandığım, hâlâ inanmak istediğim Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, devlet erkânının bu kayıp karşısında takındığı vurdumduymazlık, bu büyük sanatçıyı bir kez daha yok sayması... Medyanın tavrı... TRT’nin utanç verici suskunluğu... Milano’daki görkemli törende Devlet Başkanı, Başbakan ya da Kültür Bakanı’nın bulunmaması; büyükelçimizin bile bulunmaması; oraya bir çiçek bile yollamayı düşünememeleri... Milano’daki törenle eşzamanlı olarak Leyla Gencer’in sahneye ilk çıktığı yer olan Ankara Devlet Operası’nda düzenlenen törene çok az katılım olması umursamazlığımızın ve saygısızlığımızın dışavurumuydu bence. Dünya müziği, opera sanatı ülkemizde yaygın ya da “popüler” bir sanat alanı olmayabilir. Ülkemizde operanın tarihi de çok gerilere gitmeyebilir. Ancak herhangi bir alanda dünya normlarının üzerine çıkmış, o alanda tarihe mal olmuş, örnek oluşturmuş, çağının en ünlüleri arasına girmeyi başarmış bir değere sahipsek; o değeri dünya “La Diva Turca” diye tanımış ve alkışlamışsa en azından saygı gösterebiliriz... Değer ölçümüzü, eğer ilgi gösterenlerin sayısal azlığı ya da çokluğuyla belirleyeceksek, değer kriterimizi kelle sayısıyla belirleyeceksek yanmışız... Çünkü o zaman minibüste lahmacun kokusundan rahatsız olan birinin B öldürülmesine de şaşmamamız gerekebilir! Leyla Gencer adını çocukluğumda ilk önce babaannemden duymuştum: “Avrupa ve Amerika’yı fetheden müthiş Türk kızı” derdi onun için. Sonra, sonra... 1974’te Uluslararası İstanbul Festivali’nde Aya İrini’de kubbedeki kuşlara bile nasıl egemen olduğuna ve sahne karizmasına tanıklık ettikten sonra... Gündüzler, geceler, hüzünler, sevinçler ve mevsimler boyunca süren sohbetler... Ses kayıtları, mektuplar, anılar, aryalar arasında kaybolmalar... Gözyaşları ve kahkahalar arasında buluşmalar... Tartışmalar, kucaklaşmalar, sarılmalar, öfkeler... Fırtınalar, yanıp sönen şimşekler, patlayan volkanlar, ardından kar altında kalmış suskun üşümeler ya da sessiz sakin duru sular... Kültürel birikimlerle, bilgiyle, duyarlıklar arasında gidip gelmeler... Kâh Milano’da, kâh İstanbul’da dört yıl süren bir çalışma (198892)... İşte böyle bir süreç sonucunda ortaya çıkmıştı Leyla Gencer’in, yaşam öyküsünü anlattığım “Tutkunun Romanı” adlı kitabım... “Tutkunun Romanı”ndan sonra, yeryüzünün bu benzersiz “Diva”sıyla ilişkim, annekız, abla kardeş, iki dost ilişkisine dönüştü. Ona sevgim, saygım, hayranlığım her geçen gün daha da arttı. İtalya’da ona ilk inanan büyük şef Tulio Serafin ile birlikte. (1954) şte gün geldi çattı. Kamuya ait kapalı ve açık alanlarda sigara tüttürmek yasak. Ayrıca tecrit edilmemiş, hava geçişi engellenmemiş kahvehane, kafetarya, birahane gibi yerler de yasak kapsamında. İşyerlerinde gaz odası misali, sigara odaları da olmayacak. Artık şöyle görüntülere alışmamız gerekecek: Bir meyhane; kapının önü içerden kalabalık, herkes elinde bir sigara ha babam ha içip bir an önce içkisinin ve masadaki sohbetin başına dönmeye çalışıyor. Ya da bir festival ya da bir kongre için topluca gidilmiş otellerde, barda içkisini sigara eşliğinde yudumlayamayanlar, dostlarıyla bir iki laf edemeyenler, sigara içen dostlardan birinin odasını mekân tutup, ayaküstü meyhaneye çevirmişler ve pencereleri müşteri tarafından asla açılamayan otel odasındaki sigara dumanı öylesine yoğunlaşmış ki, odadaki yangın alarmı faaliyete geçmiş, anında otelin kapısında bir itfaiye arabası, ardından milletin ortasında suçlu suçlu önlerine bakan ünlü ünsüz, kerliferli adamlar ve utançtan yüzlerini kapatan kadınlar. Spor sahaları da kapsama alanına giriyor; Fenerbahçe Başkanı da olsanız sigara içmek yasak. Saha kenarındaki oturma yerlerinde küçücük bir alan sigara içenlere ayrılmış ve bu alanın biletleri anında karaborsaya düşecek, bunu bilmek için çok zeki olmak gerekmiyor. Ev dışında sigara içilebilecek alanlar sadece sokaklar, sokaklara henüz hiçbir yasak gelmedi. Ancak izmaritini sokağa atmak yasak. Çocuklarının, çocukluk anılarını biriktirmeye hastalık derecesinde düşkün aileler olduğunu anında fark eden ve bu nedenle onlara bebeklerin ilk çıkan süt dişini saklamak için küçücük güzelim kutular üreten Çinliler, bu yeni duruma da hemen ayak uydurmuşlar. Şimdilerde cepte taşınabilen kapaklı küçük küllükler pek bir moda. Sigaranı içip izmaritini seyyar küllüğüne koyup münasip bir yerde boşaltıyorsun. Büyük girişimci aklı denen şey bu olsa gerek. Şimdi pek çok kişinin içinden, “Bu sigara içme yasağı bizde anında delinir,” ve “Dumansız Hava Sahası Hareketi” sloganıyla başlayan bu harekât anın İ Çocukluk: Büyülü bir dünya abası Hasanzade İbrahim Bey (sonradan Çeyrekgil soyadını aldı): Safranbolulu... Mal mülk sahibi köklü bir ailenin oğlu. Ağabeyi Hüseyin Çeyrekgil’le birlikte aile yatırımlarını geliştirmekte oldukça başarılı. Çiftçilik, balıkçılık, taşımacılık, su tesisleri kurup Çubuklu suyunu ticarete dönüştürmek, Beyoğlu’nda Lale Sineması, Karaköy’de hanlar, börekçi dükkânları... Leyla Gencer ondan, kara kaşlarını, kara gözlerini, kapkara saçlarını, “Kraliçe Nefertiti” fiziğini aldı. Bir de Bektaşiliğin hoşgörüsünü, insan sarraflığını, tepkilerini gizleyemeyen, patlamalara her an hazır, volkan gibi kişiliğini... Annesi, Alexandra Angela Minakovska: Polonyalı aristokrat bir aileden. Son derece dindar. Her akşam Meryem Ana’ya mum yakıyor ama Müslüman bir aileye gelin geldiği için de başını örtüyor. Evde piyano çalıyor, bol bol kitap okuyor. Güzelliklere, inceliklere, en çok da öğrenmeye meraklı. Eşini yitirdikten sonra Müslüman olup Atiye adını alacaktı. Leyla Gencer ondan, saygı uyandıran edasını, başını hep dik tutuşunu, çalışma disiplini ve inatçı huyunu aldı. Ve Madam Lejeune: Leyla Gencer’in “Matmazel”i Rusya’dan İstanbul’a gelmiş bir Fransız kontes. Geçimini sağlamak için ailenin yanına yerleşmiş. Leyla Gencer ondan Fransız ve İtalyan klasiklerini, tiyatro ve müzik merakını alacaktı... Bu üç insanın biçimlendirdiği büyülü bir çocukluk yaşadı: Boğazın Anadolu kıyısında Çubuklu’da bir köşkte, denizle tepeler arasında sınırsızlık duygusu, özgürlük duygusu içinde geçen büyülü bir çocukluk... Taa ki, babası ölüp yoksulluk günleri başlayıncaya dek... İstanbul İtalyan Lisesi’ndeyken Balzac ya da Dante gibi büyük bir yazar olmaya kararlıydı... Ama belki de büyük bir oyuncu olurdu: Moliere, Racine ve Corneille oyunlarını ezberliyordu.Yalnız kendi rolünü yani başrolü değil tüm rolleri ezberliyordu... Şarkı söylemeye bayılıyordu. Çocuk şarkıları değil, evde plaklardan duyduğu aryaları söylemeye bayılıyordu... İstanbul Konservatuvarı: Üç muhteşem hocayla eğitim: Bayan Gelenbevi, Cemal Reşit Rey, Muhittin Sadak ... 1930’ların ünlü sopranosu Arrangi Lombardi’yle tanışma... Onun peşinden Ankara’ya B gitmesi ve Ankara Devlet Tiyatrosu’nda ilk sahneye çıkışı: Yıl 1950. “Cavalleria Rusticana” operasında Santuzza rolü... Hocaları Muhsin Ertuğrul, Georg Reinwald, Adolfo Camozzo. Rol arkadaşı Aydın Gün... İTALYA’DA İLK SINAV Türkiyeİtalya kültür anlaşması imzalanmıştı. Yıl 1953. Leyla Gencer, tek başına elinde bavulu Roma’ya geldiğinde, RAI televizyon stüdyosunda bir konser vermeye geldiğini sanıyordu. Tüm yaşamının değişeceğini henüz bilmiyordu... RAI stüdyosunda canlı yayın... Çok hem de çok korkuyordu... Neyse ki prova günü içi biraz rahatladı, ona en büyük sanatçılara eşlik eden, değerli bir piyanist vermişlerdi: Giorgio Favaretto... Provanın sonunda Favaretto ona “Siz niye İtalya’da söylemiyorsunuz, mesleğinizi neden burada sürdürmüyorsunuz?” diye soruyordu. Leyla Gencer çoktandır bildiğini, konservatuvara girdiği günden beri kendisine tekrarladığını, Favaretto’ya söylemedi... “Ben nasılsa günün birinde Scala’da söyleyeceğim” demedi. “Sizin, İtalya’da öyle büyük sanatçılarınız var ki, beni ne yapacaksınız” demekle yetindi. O gün geldi. Soprano ve piyanist minicik stüdyoya kapandılar. İzleyici yok stüdyoda. Yayın saatinin gongu vurdu: Faure ve Duparc’ın ezgileri, kimselerin adını sanını bilmediği genç bir sopranonun (üstelik Türk!) sesiyle tüm İtalya’ya yayıldı. Yayının bittiği, stüdyonun kapısındaki kırmızı ışık söndüğü an kapı açıldı, içeri büyük bir telaş ve büyük bir sevinçle biri daldı: Maestro Mario Labroca. RAI’ın genel müdürü, müzik yönetmeni. “Böyle şey görmedim. Telefonlara yetişemedik. İtalya’nın her yerinden kim bu soprano diye soruyorlar.” Biraz sakinleşip ekledi Mario Labroca: “Sizi önümüzdeki yıl RAI’deki bir konser ve bir opera için angaje ediyorum. Derhal mukavele imzalayalım.” Turizm enflasyon kıskacında Türkiye’ye önemli oranda döviz girdisi sağlayan turizm son yıllarda artan girdi maliyetleri nedeniyle zor günler geçiriyor. Turist sayısı artarken işletmelerin gelirleri her geçen gün düşüyor. sektörünün en önemli sorunlarından birinin de aşırı değerli YTL olduğunu belirten TYD, “Turizm sektörünün geTürkiye’de yatırımlar için en gözde liri büyük ölçüde döviz, gideriyse sektörlerden biri olan turizmde son YTL’dir. Türk Lirası’nın değer kayıllarda işletmelerin gelirlerinin azalzanmasıyla bir yandan YTL bazınması, girdi maliyetlerinin artmasıyla birda gelir düşerken diğer yandan arlikte sıkıntılı günler başladı. Turizm Yatan enflasyon nedeniyle maliyetler tırımcıları Derneği’ne (TYD) göre yükselmektedir. Sektör bu iki olum2007’de 23.3 milyon yabancı turist Türsuzluğun kıskacındadır. Maliyetlekiye’yi ziyaret ederken turizm geliri, rini kısmaya çalışan tesisler, kalite ve beklentilerin altında kaldı. Gelirdeki bu müşteri memnuniyetinden ödün verdüşüş, YTL’nin değer kazanması ve girmek tehlikesiyle karşı karşıyadır. di maliyetlerindeki artışla bir araya gelBuysa Türk turizminin geleceği açıdiğinde, sektörün gelir gider dengesisından çok olumsuz bir gelişmedir” nin açık vermesine neden oldu. değerlendirmesini yaptı. Dünyadaki turizm trendlerine paraÖte yandan Anadolu’nun turizm polel olarak geceleme sayıları düşerken bu tansiyelinin yeterince değerlendirilda kişi başı gelir rakamının düşmesini mediğine işaret eden TYD, oysa Anaberaberinde getirdi. Türkiye’de turizm dolu’nun iyi planlanmış ve özel teşviklerle desteklenen daha büyük yatırımlara ihtiyacı olduğunu açıkladı. TYD değerlendirmesinde şu görüşlere yer verdi “Turizmi tüm ülke sathına ve 12 aya yaymanın yolu turizm yatırımlarını Anadolu’ya yönlendirmekten geçmektedir. Turizmde bölge bazlı yatırım teşviklerine ivediTYD’ye göre 2006’da turizmdeki durgunluk likle ihtiyaç varnedeniyle 2007’de tesisler fiyat kırmaya yöneldi. dır.” Şehriban KIRAÇ Haftaya: Ankara’dan kopuş... ‘Ya üç gün içinde dön ya da kontratın feshedilir’
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle