Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 Amerikalı stratejist 2016’da dünya egemenliğini ABD, AB ve Çin’in paylaşacağını savundu C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ 1 ŞUBAT 2008 CUMA Dünya 3 Büyükler’e kalıyor Dış Haberler Servisi Amerikan gazetesi New York Times’ın hafta sonu ekinde yayımlanan ayrıntılı analiz yazısında, dengelerin 2016 yılında nasıl olabileceği ele alınarak egemenlik gücü hızla azalan ABD’nin, dünya düzenindeki yerini AB ve Çin ile paylaşacağı iddia edildi. Yeni Amerika Vakfı’nın üst düzey araştırmacılarından Paraf Khanna, mart ayında yayımlanacak “İkinci Dünya: Yeni Küresel Düzende İmparatorluklar ve Etki” kitabında yer alan görüşlerini özetlediği makalesinde, ABD Başkanı George Bush’un izlediği politikalar nedeniye dünya dengelerinin hızla değiştiğini belirterek “Belki de tarihin ne kadar hızla meydana geldiğini anlamanın en iyi yolu biraz ileriye bakmaktır” dedi ve şu tabloyu çizdi: “Yıl 2016’dır ve Hillary Clinton veya John McCain veya Barack Obama yönetimi ikinci döneminin sonuna yaklaşmaktadır. Amerika Irak’tan çekilmiştir ama bağımsız Kürdistan devletinde 20 bin askeri vardır; ayrıca Bahreyn’e demir atmış savaş gemileri ve Katar’da hava kuvvetleri. Afganistan istikrarlıdır, İran nükleer güç sahibi. Çin Tayvan’ı yutmuştur ve ... donanma varlığını sürekli arttırmaktadır. AB 30’dan fazla üyeye ulaşmıştır ve Kuzey Afrika, Rusya ve Hazar Denizi’nden gelen petrol ve doğalgazı olduğu gibi, önemli miktarda nükleer enerjiyi güvenlik altına almıştır. ABD’nin dünyadaki drumu ise sürekli düşüştedir.” Amerikan emperyalizminin sembolleri olarak görülen Afganistan ve Irak işgallerinin, ABD ordusunu güçten düşürdüğü gibi, başka bir dünya düzenini amaçlayan terör eylemleriyle, Amerikan karşıtı hareketleri kışkırttığını vurgulayan Khanna, bu gelişmelerin önüne geçmenin mümkün olmadığını ifade etti. Yeni dünya düzeninde ABD, AB ve Çin’den oluşacak “3 Büyükler”in dünyaya yön vereceğini savunan Amerikalı stratejist, mali açıdan AB’ye bağımlı Rusya, iç çekişmeler yaşayan İslam ülkeleri ve Çin’in gölgesinde kalan Hindistan’ın ise bu güçlerle yarışamayacağını yazdı. Khanna, Amerikan Doları’nın dolaşımı azalıp Washington’un siyasi nüfuzu zayıflarken AB ve Çin’in bölgelerindeki ülkelerle bağlarını sıkılaştırdığına dikkat çekerek, bu üç “arka düşman” arasındaki esas mücadele alanının ise Türkiye’nin de aralarında bulunduğu “ikinci dünya” olacağı görüşünü dile getirdi. 2 yıl boyunca dünyanın 5 farklı stratejik bölgesinde 40 civarında “ikinci dünya” ülkesindeki gözlemlerini aktaran Khanna, “3 Büyükler” ile yoksul ülkeler arasında yer alan Venezüella, Vietnam, Malezya gibi ülkelerin Çin ile birlikte dünya döviz rezervinin büyük bölümüne sahip olduklarına ve artık ABD’ye bağımlı olmadıklarına dikkat çekti. Adana’dan İstanbul’a Dönerken... re etmektir. Devletin desteği şarttır! Bunun için de bir öneri: Güneydoğu dahil, Anadolu’nun değişik kırsal kesimlerinden her yıl 30 bin aile kentlere göç etmektedir. Devletin Güneydoğu için harcadığı paradan yüzde 5 10 arası bir kısıntı yapıldığında, bu kaynak sağlanmış olur. Adana Büyükşehir Belediyesi, bu dev kentleşmeyi başlatmış ve sürdürüyor: Polisiye olayın yer almadığı bir “Yeni Adana” doğuyor. Aytaç Durak, bu olayın heyecanını yaşıyor. Ama büyük şikâyetleri de var: En başta da, “Bugünkü belediye bütçesiyle, Adana’nın sorunlarının altından kalkmak mümkün değildir” diyor. Başlanmış “metro” parasızlıktan bitirilememiş; bu da, halkın eleştirilerine yol açıyor, yollar da. Aytaç Durak, çekirdekten yetişmiş bir belediyeci ve bir ilkesi de şu; “Siyasi ayrıcalığı belediyeye sokmayacağım” diyor. Sanıyoruz, yakınlar da buna dahildir!.. Aytaç Durak’la randevumdan, “Yeni Adana”ya daha da inanarak ayrıldım. ? Hrant Dink’in katlinin ilk yılını geride bıraktık. Bu topraklarda doğup yetişen ve bu yurdu kendi yurdu olarak belleyen bir aydın kişi, Ermeni olduğu için öldürüldü. Katili ise hâlâ belli değil! Görevliler neyle bir yıl geçirdiler? Onun katledilişinden sonra da benzer nedenlerle öldürülen aydınlar oldu, ama katilleri dolaşıyor. Devlet yok mu ya da sokak adamlarının eline mi düşmüştür? Her şeyden önce, “çağdaş bir hukuk devleti” istiyoruz; ilk adımda da, çeteler temizlenmeli bu topraklardan. 15 yıl önce katledilip katili yakalanmamış Uğur Mumcu’yu da anıyoruz. Özlemimiz giderek büyüyor. O da, inançlarımızı tazelemek için sesleniyor: “Cumhuriyet devrimini, Atatürk ilkelerini, tam bağımsızlığı Cumhuriyet burçlarında birer bayrak gibi yükseltmeye yine devam edeceğiz. Yılmadık, yılmayacağız!” 20 Ocak tarihlerinde 15 Adana’da açılan dev kitap fuarından, başarının hazzı ile dolu olarak döndük. İlk kez düzenlenen Çukurova Kitap Fuarı’nın başarılı geçmesinde, başta uyanık Adana halkı rol oynadı. “Bereketli topraklar”ın gücü!.. Bir çift söz de, Adana Büyükşehir Belediyesi’ne... ? Dört yıl önce geldiğimde, kenti bir “Hababam havası” içinde görmüştüm. Bu kez gelişimde, Adana’yı tam bir “humma” içinde buldum. Deyim yerindeyse, “Anka’nın küllerinden doğması” yaşanıyor. Bunun esrarını çözmek için, Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak’tan bir randevu aldım. Bu zarif insanla görüşmemizin işte paragraf başları... “Çarpık kentleşme”, Türkiye’nin başta gelen sorunlarından. Büyük kentlere, özellikle “bereketli topraklar”a akın var. Çukurova’da görülen, işte bu türden! Koca bir aile düşüp yollara, geliyor. Bir değil binlerce ve yıllardır, gitgide artarak... Belediye, devlet, seyirci kalır mı?.. Adana Büyükşehir Belediyesi, deneyimlerinden yola çıkıp, ülke geneline bir “çözüm önerisi”ne varmıştır: Bir “Adana Modeli”ni sunuyor. Çarpık yerleşim alanlarında belediyeler başarısız, otorite yetersiz, insanlar mutsuz olur. Önerilen model, işte bu çarpık ortama müdahale! Aytaç Durak, “iki aşamalı” bir çözümden bahsediyor, ki şöyle: Birinci aşama, çarpık kentleşmeye son vermedir: Kentlerin gelişmesine uygun boş alanların, imarlı olarak artan nüfus için yerleşime açılmasıdır. Böylece, gelişigüzel yapılaşma durdurulurken kentlerin tarihi, coğrafi ve kültürel dokuları da korunmuş olacaktır. İkinci aşama, yeni yerleşim alanlarında yapılacak konutlara, göçmen ve yerli ailelerin kura ile yerleştirilmesidir. Bu uygulamadan amaç da, kültürel kaynaşmayı sağlamak ve yeni gelenleri kent yaşamına enteg NEO OSMANLI UNSURLAR Makalenin Türkiye’ye ayrılan 5 paragrafında, AB ile ilişkilerini ilerletmek için çaba harcayan Türkiye’nin, ABD’nin Irak işgali için topraklarını açmamasının bir dönüm noktası olduğu kaydedilerek, Anadolu’nun doğu ve batı arasındaki enerji trafiğinde ve ticaretteki rolünün hızla yükseldiği ifade edildi. AB üyesi olmasa bile 20 milyar dolardan fazla yabancı yatırım ve yılda 20 milyon turist çeken Türkiye’nin giderek Avrupalılaşmakta olduğunun altı çizilen makalede “Türk gururu, bazı AB standartlarıyla gerilim halinde olan atak neo Osmanlı unsurları barındırsa da, bu en sonunda Avrupa’nın Suriye, Irak ve İran’da bir denge oluşturma silahı olabilir” denildi. Orta Asya ülkelerinin Çin ve Rusya’yla ilişkilerinin, Venezüella lideri Hugo Chavez ile Brezilya’nın bağımsızlıkçı tavırlarının, bazı Ortadoğu ülkelerinin izlediği çeşitli politikaların Amerikan çıkarlarını sarstığına dikkat çekilen makalede, artık tek bir yapının “iklim değişikliği, enerji güvenliği, silahların yayılması ve isyancı devletler” gibi esaslı sorunlarla karşı karşıya olan dünyanın liderliğini yürütemeyeceğine vurgu yapıldı. Bush’un koltuğunu devralacak ABD başkanlarına, “Siz başkansınız, imparator değil” öğüdünü veren Khanna, 3 Büyükler arasında uzlaşma ve “ikinci dünya” ülkelerinde istikrar için ABD’nin karşılıklı danışmalar yürütmesi gerektiğini vurguladı. ‘Türkiye şeyhler, müritler devleti oluyor’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) “15. Adalet ve Demokrasi Haftası” etkinlikleri kapsamında Sosyal Demokrasi Derneği’nce düzenlenen ve dernek yönetim kurulu üyesi Mesut İzgili’nin konuşmacı olarak katıldığı “Siyasette Hukuk, Adaletsizlik ve Sonuçları” konulu söyleşi gerçekleştirildi. Üniversiteleri, baroları ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nı göreve çağıran İzgili, “Birçok siyasi, tarikat bağlarına ihtiyaç duyuyor. Türkiye giderek bir “şeyhler ve müritler devleti” haline geliyor” dedi. ODTÜ Mezunlar Derneği tarafından gerçekleştirilen “Türkiye’nin Değişen Yüzüne ODTÜ’den Bir Bakış” konulu açık oturumda konuşan derneğin üyesi Nermin Fenmen, “Geçmişe ağlamak yarar getirmez, dayanışma her sorunu çözecektir” dedi. “Küresel Emperyalizme Karşı Bağımsızlık, Sosyal Haklar ve Hukukun Savunulması” adlı söyleşiye konuşan Prof. Oğuz Oyan ise şunları dile getirdi: “Anketlerde toplumun yüzde 92’si Amerika’ya karşı, ancak Amerika’nın koltuk değneği olan bir partiye oy veriyorlar. Bildiğim bir şey var ki o da AKP’nin ANAP’ın ‘ruhuna fatiha’ okutacak kadar aşırı liberal olmasıdır.” Hafta dahilinde 25 Ocak’ta Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı ile EğitDer’in birlikte düzenlediği “Eğitimin Üç Temel Çıkmazı; Kadrolaşma, Şiddet ve Özelleştirme” konulu açık oturum Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yapıldı. Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı Erdal Atıcı’nın yönettiği oturuma Prof. Kasım Karakütük, Prof. Binnur Yeşilyaprak ve Dr. Nuray Ertürk Keskin katıldı. ‘Lozan’ı tek taraflı deliyoruz’ Vakıflar Yasası’nı, Yunanistan’daki benzer bir tasarı ile karşılaştıran MHP’li Bal, “AB’ye uyum” adı altında yapılan düzenlemedeki yanlışlara dikkat çekti Ayşe SAYIN ANKARA 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in vetosuna karşın, AKP hükümetinin Meclis Adalet Komisyonu’ndan “virgülüne” bile dokundurmadan geçirdiği Vakıflar Yasası’nı Yunanistan’daki Türk azınlıklar için hazırlanan tasarı ile karşılaştıran MHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Bal, “Düzenlemeyle Lozan’ı tek taraflı deliyoruz” uyarısında bulundu. Yasanın TBMM Adalet Komisyonu’ndaki görüşmeleri sırasında yaptığı sunumla dikkat çeken ve Yunanistan’ın hazırladığı aynı içerikli tasarıyı komisyon üyelerine dağıtan Bal Türkiye’nin “AB’ye uyum” adı altında yaptığı düzenlemenin yanlışlarla dolu olduğunu söyledi. AB ülkeleri içinde Yunanistan dışında “vakıf mevzuatı” olmadığına dikkat çeken Bal, “Vakıf mevzuatı olmayan bir birliğin mevzuatına nasıl uyum sağlanır? Bu bir dayatmadır” dedi. Yunanistan’ın hazırladığı tasarının Türkiye’nin tersine ciddi sınırlamalar içerdiğini söyleyen Bal, şu saptamalara yer verdi: İDERLERİ UZAKLAŞTIRIYORLAR’ le işbaşına geleceği ifade ediliyor. Ancak seçimlere karar verme yetkisi bölge sekreteri denilen, bölge valisinin kararına bağlı bırakılıyor. Vali isterse vakıf yöneticisini azledebilecek. Oysa bizim yasada böyle bir sınırlama yok. Vakıf yönetiminin onayı ise Yunanistan hükümetinin atadığı müftünün onayına bağlanıyor, seçilmiş müftüyü devre dışı bırakıyor. ? Bizde yöneticilerin görev süresi için sınırlama yok. Yunanistan, vakıf yöneticisinin en fazla 3 yıl görev yapabileceğini, ikinci kez seçilemeyeceğini hükme bağlıyor. Bunun amacı “lider” olarak nitelendirilebilecek isimleri vakıflardan uzaklaştırmak. ? Yunanistan bu kanunu sadece Batı Trakya Türk azınlıklarının vakıfları için ve Lozan’ı esas alarak çıkarıyor. Oysa biz tüm cemaat vakıflarını kapsayan bir düzenleme yaparak, Lozan’ı tek taraflı deliyoruz. ‘L ? Yunanistan’ın tasarısında da Türkiye’deki gibi vakıf idarelerinin seçim ? Yunanistan’daki uygulamada, bu vakıfların yurtdışıyla ilişkilerine ilişkin ya da şube açmalarına dönük bir düzenleme yok. Ama Türkiye’deki vakıflar hem yurtiçi hem yurtdışı temaslarını kurabiliyorlar, şubeler açabiliyor. Türkiye bu vakıflar aracılığıyla yabancıların nüfuz alanı haline gelecek ve mesela Soros’un kurdurduğu kimi vakıflar, Türkiye’de her oyunu uygulamaya sokabilecek. ? Yunanistan’daki Türk vakıflarının kâr amacı güdemeyecekleri açıkça belirtilirken, bizde ticari işletme kurma hakkı veriyoruz. Orada vakıfla ilgili bir uyuşmazlığı çözmek için aralarında Maliye, Dışişleri, Kamu Yönetimi, İçişleri bakanlarının da bulunduğu 6 bakanlık görevlendiriliyor. Biz ise çözümü sadece Vakıf Meclisi’ne bırakıyoruz. Vakıf Meclisi’ne de gayrimüslim cemaat vakıflarından bir temsilci alarak, oy hakkı tanıyoruz. Dini baskı endişesi büyüyor ilde yapılan araştırmaya göre, devlet yönetiminde dinin etkisinin artacağını düşünenlerin oranı yüzde 56 26 on “Ergenekon” operasyonu sırasında birçok insan, “Acaba, yine geçmişteki gibi mi olacak” sorusunu soruyor. Geçmişte ne olmuştu? Yapılan birçok operasyonun ardından konu mahkemelere intikal etmiş ve mahkemelerde birçok iddia ve gerçek sararıp solmuştu. Mahkemeler birçok kanunsuz olaya karıştığı için tutuklanan, yargılanan “vatansever”lere çoğu zaman başka olaylara davrandıkları gibi davranmamış ve iddiaların üzerine kararlılıkla giden bir tutum göstermemişti, gösterememişti. Adamlar, yeniden ortalığa çıkmışlar, yeniden tehdit ve şantaj ile çıkar elde etmeyi ortalığı karıştırmayı sürdürmüşlerdi. Bu uygulamaların yakın tarihte de, uzak geçmişte de o kadar çok örneğini yaşadık ki! Türkiye’deki sert kamplaşma her kurumu ve kişiyi etkilediği gibi kaçınılmaz olarak yargıyı da etkiliyor. Zaten ülkemizdeki son 30 yıllık deneyim, yargının otoriter bir anlayışa doğru sürüklendiğinin sayısız örnekleriyle dolu. Ben bu köşede defalarca belirttim, bir kez daha belirtmek istiyorum: Geçmişte, özgürlük karşıtı, otoriter devleti güçlendirmek yönünde dava açan, karar veren savcı ve yargıçların çoğunu daha sonra daha üst yargı mercilerinde yetkili olarak gördüm. Demokrasiyi, insan haklarını kollamaya çalı S SIFIR NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR şan, yargıç ve savcılarınsa başlarına gelmedik kalmadı. Bu konuda aslında bir dosya çalışması yapılsa, daha net ve somut olgular ortaya çıkabilir. Zaten geçenlerde yapılan bir araştırmada, hâkimlerin ve savcıların önemli bir kısmı “devletin çıkarları, hukukun üstündedir” anlamına gelecek açıklamalar yapmışlardı. Bu ne demektir: Ortada bir suç olsa bile eğer ben bunu devletimin çıkarları için yapılmış kabul edersem, hukuk ikinci planda kalır. ??? Tabii ki, bunu söylerken hukukun üstünlüğü için mücadele eden yargıç ve savcıları dışında tutuyorum, ancak işlerinin de ne kadar zor olduğunu vurgulamak istiyorum. Doğan Öz cinayeti davasından Abdi İpekçi cinayeti davasına, son olarak Susurluk davasına kadar yargıda neler yaşandığını biliyoruz. Bu nedenle bir kesim insanın, Ergenekon soruşturması için de kaygılar duyması pek yabana atılır bir durum değil. Hrant Dink cinayeti dava Türkiye’nin Çetelerle Sınavı… sının müdahil avukatlarının bir yılın muhasebesi kapsamında yayımladıkları açıklamayı okuduğumda da aynı tabloyu gördüğümü söyleyebilirim. ??? Bir soruşturmanın adalete, hukuka uygun olarak yürütülebilmesinin en önemli garantilerinden birisi kamuoyunun duyarlığıdır. Bu nedenle hepimizin duyarlı bir şekilde soruşturmayı izlememiz çok önemli. Burada toplumdaki kamplaşma nedeniyle tereddüde düşmemek şart. Yani şu andaki hükümete olan öfkemiz ve tepkimiz yüzünden, ortalığı kana bulayarak bundan çıkar elde etmek isteyenlere tolerans tanımamak gerekiyor. ??? Türkiye’nin çetelerle mücadelesi, bu ülkenin geleceğinin nasıl kurulacağının da mücadelesi anlamına geliyor. Bu nedenle çetelerin yargı alanında hukuka uygun bir şekilde yargılanması çok önem kazanıyor. Türkiye’nin bir hukuk devleti haline gelebilmesinin yollarından birisi de bu alanda gösterilecek başarıdır. Nedir bu başarı? Çetelerin yasadışı faaliyetlerini yürütemeyecekleri ölçüde hukukun gerektirdiği cezalara çarptırılması, bir daha bu yollara başvuramayacakları ölçüde cezalandırılmalarıdır. Yargılamanın kamu vicdanını yaralamayacak, yargıya güvensizlik yaratmayacak bir açıklıkta sürdürülmesidir. Türkiye bunu yapabilecek güçte midir, değil midir? Türkiye’de adalet yerini bulabilir mi, bulamaz mı? Bu soruları Abdi İpekçi’nin ailesine sorsanız, acı bir yanıt alırsınız. Uğur Mumcu’nun ailesine sorsanız da aynı cevaplarla karşılaşırsınız. ??? Bu ülkede adaletin, hukukun yerleşmesi aslında siyasi suikastların, saldırıların kamu vicdanını tatmin edecek ölçüde sonuçlara varmasıyla mümkündür diyebiliriz. Yargıya çok önemli görevler düşüyor. Tabii yargının elini güçlendirecek kamuoyu desteği ve kararlı bir siyasi irade de çok tayin edici. Daha önce bu tür sınavlardan başarıyla çıktığımız söylenemez. Şimdi yeni bir dönemecin eşiğinde yeni sınavlardan geçiyoruz… Umarız, geçmiştekileri yeniden yaşamayız… oralcalislar?cumhuriyet.com.tr Türk halkı 2008’e, 2007’ye göre biraz daha endişeli olarak giriyor. Ipsos KMG’nin araştırmasına göre, toplum hayatında dinin etkisinin artacağı kanısında olanların oranı yüzde 65, devlet yönetiminde dinin etkisinin artacağını düşünenlerin oranı ise yüzde 56. Türban konusunda ise toplum tam anlamıyla ikiye bölünmüş durumda. Ekonomi Servisi Ipsos KMG’nin Türkiye’nin genel resmini çektiği “Türkiye 2008, Beklentiler, Tercihler, Beğeniler” araştırmasına göre, toplum hayatında dinin etkisinin artacağı kanısında olanların oranı yüzde 65, devlet yönetiminde dinin etkisinin artacağını düşünenlerin oranı da yüzde 56. Türkiye’yi temsilen 26 il ve bu illere bağlı yarı kent ve kırsal bölgelerde 1102 kişiyle yapılan araştırma, değişik alanlarda halkın görüşlerini ortaya koymayı hedefledi. Ipsos KMG’nin araştırma sonuçlarını içeren yazılı açıklamasında “2008’in genel ‘ruh halinin’ anlaşılmasına yardımcı olacak bu araştırma, 2007’ye göre bu yıl biraz daha ‘endişeli’ olduğumuzu gösteriyor. Dinin toplum hayatında etkili olacağını düşünüyoruz. Terörle mücadelenin başarılı olacağını umuyoruz ancak işsizlik, kişisel ekonomik beklentiler, Güneydoğu sorunu, türbanbaşörtüsü konusunda daha az iyimseriz” ifadesi yer aldı. Araştırmanın sonuçlarından bazıları şöyle: Toplumun yüzde 69’u “terörle mücadelenin başarıya ulaşacağı”nı düşünüyor. Toplum hayatında dinin etkisinin artacağı kanısında olanların oranı yüzde 65, devlet yönetiminde dinin etkisinin artacağını düşünenlerin oranı ise yüzde 56. Türbanbaşörtüsü konularında ise toplum tam anlamıyla ikiye bölünmüş durumda. Katılımcıların yüzde 52’si türbanbaşörtüsü konusunda bir çözüme gidileceğine inanırken, yüzde 44’ü bu görüşe katılmıyor. Farklı motivasyonlarla da olsa dinin toplum ve devlet hayatında etkisinin artacağı şeklinde bir tahmin dikkat çekiyor. 2008 yılından beklentiler, kendi içinde olumlu özellikler taşımaya devam ederken, bir önceki yıla göre hafif de olsa bir geriye gidiş endişesi var. Çoğunluk bir önceki yılla aynı oranda (yüzde 58) Türkiye’nin genel durumunun iyiye gideceğini düşünüyor. Ancak, kendi kişisel durumlarının ve gelirlerinin daha iyi olacağını düşünenlerin oranında yüzde 10’luk bir azalma var. 2007 yılı değerlendirmesinde canlı bir yıl ve yüksek tüketim potansiyeli öne çıkıyordu. 2008’de ise canlılık sürmekle birlikte sağlık sigortası hariç tüm incelenen ürün ve hizmetler için tüketim eğiliminin düştüğü görülüyor.