09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

1 ŞUBAT 2008 CUMA haberler SÖZ ÇİZGİNİN TURHAN SELÇUK DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN POLİTİKA GÜNLÜĞÜ HİKMET ÇETİNKAYA C 3 ‘Ekümenik’lik Konusu unanistan Başbakanı Kostas Karamanlis’in Türkiye ziyareti, iki ülke arasındaki konuların yeniden gündeme gelmesine yol açtı. “Hoş Geldiniz Sayın Karamanlis” başlıklı yazıda bunların neler olduğunu, çoğunda yeni bir açılım beklenmemesi gerektiğini yazmaya çalışmıştım. Nitekim de öyle oldu. Patrikhane’nin ekümenikliği konusunda ise yeni gelişmeler beklenebileceği, Başbakan ile Dışişleri Bakanı’nın açıklamalarından anlaşılıyor. Başbakan Erdoğan, Karamanlis’in ziyareti sırasındaki basın toplantısında bu konuyla ilgili soruları yanıtlarken “Aslında ekümeniklik konusu Hıristiyan Ortodoks âleminin kendi iç sorunudur ve seçimlerine varıncaya kadar Türkiye’nin şu ana kadar takındığı tavır, olumlu yaklaşım ortadadır” diyerek esnek bir yanıt vermiş bulunuyor. Bu konuda Dışişleri Bakanı Babacan’ın açıklaması bir politika değişikliğinin habercisi olarak kabul edilebilir mi? Babacan “Uzun vadeli baktığımızda, Türkiye’nin ve İstanbul’un pozisyonunu dikkate aldığımızda, belki bizim de biraz daha farklı bakmamızı, bu konuları tabu olarak düşünmememizi getirecek bir konu. Türkiye’ye neler güç katar, gücünden neler bazı şeyleri götürür, bunu çok dikkatle hesap etmek gerekir” diyor. ??? Öyle anlaşılıyor ki AKP iktidarı bu konuda, Yunanistan’ın ve AB ile ABD’nin isteği doğrultusunda bir fikir hazırlığı içinde. Dilerseniz, konunun ne olduğunu enine boyuna kavrayabilmek için “ekümenik” kavramı üzerinde duralım. Kelime anlamı evrensel olan ekümenik kavramı, MS 37’de kurulan Fener Rum Patrikhanesi’nin 6. yüzyılda Bizans tarafından bütün dünya Ortodokslarını temsil ettiği ileri sürülmesi ve ona bu niteliğin verilmesiyle ortaya çıktı. Patrikhane’nin bu niteliğini savunanlar o günden bu yana, bu niteliğin kesintisiz olarak sürdüğü savına sarılırlar. Oysa, İstanbul’un fethinden sonra, Patrikhane kesintisiz olarak sürmemiş, ama bir yıl aradan sonra, Genadius’un Fatih Sultan Mehmet tarafından nasp edilmesiyle yeniden ortaya çıkmıştır. Osmanlı çöküş döneminde, kendi birliğine karşı çıkan Patrikhane’ye bir fitne yuvası olarak bakmış, hatta Mora İsyanı’nı destekleyen patriği astırmıştır. Mondoros Mütarekesi’nden sonra, Etniki Eterya Cemiyeti’nde Patrikhane’nin atkif bir rol oynaması da Ankara Hükümeti’nin bu kurumun Türkiye sınırları dışına çıkarılması görüşüne sarılmasına neden olmuştur. Ama Türk delegasyonu Lozan’da bu isteğini elde edememiştir. Lozan Antlaşması metninde Patrikhane ile ilgili bir hüküm yok. Konu yalnızca müzakere zabıtlarında var. O da Türk Başdelegesi İsmet Bey’in, Rıza Nur aracalığıyla muttali olduğu Curzon’un yardımcısı Nicholson’un talebi üzerine, bir görüşme sırasında, Patrikhane’nin herhangi bir siyasi faaliyette bulunmayacağını temin eden Curzon’a , “Sözlerinizi garanti kabul ediyor ve bu koşullarla Patrikhane’nin İstanbul’da kalmasına rıza gösteriyoruz” sözleridir. ??? Görülüyor ki, Lozan’da Patrikhane’nin ekümenik niteliğinin TC tarafından kabulünü amir olan bir hüküm yok. Laik Türkiye Cumhuriyeti, herhangi bir dinsel grubun lideri olarak Patrik seçimine karışmaz. Patriğin yalnızca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması şartı aranır. Patrikhane’nin tüm dünya Ortodokslarını temsil edip etmediği konusunda karar verecek olan da dünyadaki Ortodoksların tümüdür ve Bulgaristan ile Rusya kiliseleri, İstanbul’daki Fener Patrikhanesi’nin kendileri üzerindeki otoritesini kabul etmezler. Durum böyleyken, hiç değilse teoride hâlâ laik olan Türkiye Cumhuriyeti’nin hangi sıfatla, hangi yetkiyle onların içişlerine karışarak karar verebileceğini de, bu konuda Türkiye’den ekümeniklik yanında tavır koymasının istenmesindeki mantığı da anlamak güçtür. Talebin, ABD ile Vatikan’ın isteklerinden kaynaklandığını biliyoruz. Ama, ABD’nin de tıpkı Vatikan gibi böyle bir karar yetkisi yoktur. Kısacası Fener’in ekümenikliği dünya Ortodokslarının bir iç sorunudur. Şimdiye dek bu görüşü sürdürmüş olan Türkiye’nin tavır değiştirmesinin makul bir gerekçesi yoktur. Onun bunun ivazına kapılmanın bir anlamı yok. Ergenekon’un Halkaları... epsini yakından tanıyorduk... “Ergenekon”un en büyüğü Veli Küçük’ü 3 Kasım 1996’da yakın tarihimize “Susurluk kazası” diye geçen “devlet içindeki silahlı çete” ortaya çıktığında tanıdık... Hakkında haberler, yazılar çıktı, TBMM Araştırma Komisyonu’na ifade vermeye gitmedi Veli Küçük... Çok güçlüydü o yıllar emekli Tuğgeneral Veli Küçük!.. Şimdi o gücü var mı, yok mu bilmiyorum... Veli Küçük Kartal E Tipi Cezaevi’nde... Yakalanan ve tutuklanan öteki isimlerden birine şöyle bir bakalım... Bir avukat... Kemal Kerinçsiz!.. Adliye koridorlarından tanıyoruz... Duruşma salonlarına “ekibi”yle girip TCK’nin 301. maddesinden yargılananlara bozuk para, çakmak, kalem atılmasına sebep olmakla ünlendi... Bir de!.. Orhan Pamuk’u, Perihan Mağden’i yuhalıyor, gözdağı veriyordu... Korkusuz ve yiğit bir vatan evladıydı Kerinçsiz!.. Sevenleri çoktu!.. Halkı isyana yönlendirecek, darbe yapacak güçleri var mıydı? Sanmıyorum!.. Ben başrol oyuncusu üzerinde durmak istiyorum... Veli Küçük, adı çok büyük!.. Hakkında çok şey yazıldı, çizildi bugüne dek. Çok sayıda olayda adı geçti; Yeşil’le ilişkisi olduğu öne sürüldü... Henüz yargı süreci başlamadı, savcının iddianamesini bilmiyorum, bilsem de yazamam, suç öğesi oluşur. Bildiğim, istediğim şu: “İlişkiler yumağı ortaya çıkarılmalı, devlet içindeki çetenin ipliği pazara çıkarılmalı, tarihin derinliğine gömülen Yüksekova çetesi, Hrant Dink, Necip Hablemitoğlu cinayetleri çözülmeli...” Kimdir büyük patron? Beni ilgilendiren bu!.. Önemli olan tutuklanan kişilerin bağlantıları, ilişkileri, destekçileri... Gerisi fasa fiso!.. ??? Şimdi buraya bir nokta koyalım, Rahip Santoro cinayetine bakalım... Rahip Santoro’yu kim öldürmüştü? 16 yaşında bir çocuk!.. Peki Trabzon Emniyet Müdürü kimdi? Ramazan Akyürek!.. Akyürek Rahip Santoro cinayetinden sonra ödüllendirilip Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’na atandı... Aynen böyle oldu!.. Hrant Dink’i öldüren çete Trabzon’da örgütlenip toplantılar yaparken de Fethullahsever Ramazan Akyürek Trabzon Emniyet Müdürü değil miydi? Öyle!.. Yaşam hakkı nedir? Yasin Hayal tek başına mı İstanbul’a gelmişti? Önce polisin, ardından jandarmanın “elemanı” olan Erhan Tuncel cinayetin planlandığı bilgisini ne zaman vermişti? Sabah akşam “demokrasi”, “insan hakları”, “özgürlük” ve “yaşam hakkı” diyenlere bir soru daha: “Hrant Dink ve Necip Hablemitoğlu cinayetlerinin arkasındaki büyük patron aynı kişi midir?” İkinci noktayı koyuyorum... Bazı meslektaşlarımız Cumhuriyet’e yönelik bir saldırı kampanyası başlattı... Dedikleri şu: “Niye Cumhuriyet’e atılan bombaların peşine düşmüyorsunuz?” Ben de peşindeyim, Cumhuriyet de peşinde... Olay yargı aşamasında... Cumhuriyet’e atılan bombalardan ikisi NATO standardı MKE yapımı, üçüncüsü de salt MKE yapımıdır... Biz ucu ister askere, ister Veli Küçük’e, ister bir başka yere dokunsun peşindeyiz!.. ??? Bakıyorum, “Ergenekon çetesi”nin üstüne giden medyanın dinci ve Sorosçu kalemleri, polis içindeki “F tipi” yani Fethullahçı yapılanmadan, Hrant Dink cinayetini perdelemeye çalışan Fethullahçı polisjandarma işbirliğinden, aynı güçlerin Trabzon’da, Malatya’da “Işık Evleri”ni mesken tuttuğundan söz etmiyor, Cumhuriyet gazetesine saldırıyor... Hrant Dink ve Necip Hablemitoğlu cinayetlerinin arkasındaki “büyük patron” ortaya çıkarılacak mı? Özellikle polis ve jandarmadaki “tarikatçı” yapının “Ergenekon”la bağları aydınlatılacak mı? Işık Evleri’ndeki “ağabeylerin” polisteki ilişkileri çözülebilecek mi? Sorun bu!.. Biz aynı fotoğrafı Susurluk’ta gördük, Yüksekova çetesi ortaya çıkınca da!.. Ne diyorsunuz?.. Y H KORKU KAHRAMANI FRANKEŞTAYN BUGÜNÜN İNSANLARI KORKUTUYOR BENİ.. TürkAlman Üniversitesi için son adımlar Faruk Şen Köksal Toptan Abdullah Gül Faruk Şen ESSEN (Cumhuriyet) Türkiye Araştırmalar Merkezi öncülüğünde İzmir Çeşme Alaçatı’da kurulacak TürkAlman Üniversitesi çalışmalarında son aşamaya gelindi. Münster Üniversitesi’nin bilimsel proje ortağı olarak yer aldığı ve Kuzey Ren Vestfalya Eyalet Hükümeti’nin de desteklediği projenin hayata geçirilmesi için Ankara’ya giden TAM Direktörü Prof. Dr. Faruk Şen, siyasiler ve üst düzey bürokratlarla çeşitli görüşmeler gerçekleştirdi. Aralarında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TBMM Başkanı Köksal Toptan ve YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın da yer aldığı bir dizi isimle görüşen Şen, bu ziyaretlerin başarılı geçtiğini, görüşülen her kademe siyasi ve bürokratın kuruluş konusunda desteklerini aldıklarını söyledi. Prof. Dr. Faruk Şen, üniversitenin resmi kuruluş başvurusunun önümüzdeki günlerde yapılacağını da belirtti. ‘Roj TV’nin yaptığı yayın hukuki’ DİYARBAKIR (Cumhuriyet) Türkiye’nin PKK yanlısı yayın yapan Roj TV’nin kapatılması için girişim başlatması üzerine, Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen’e mektup yazan DTP’li 56 belediye başkanı hakkında “PKK’ye bilerek isteyerek yardım etmek” suçlamasıyla açılan davanın görülmesine Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mehkemesi’nde devam edildi. Danimarka Medya Sekreterliği’nden istenen raporun mahkemeye ulaştığını açıklayan sanık avukatı Sezgin Tanrıkulu, raporda “Roj TV’nin Danimarka kanunlarına uygun olarak yayın yaptığı kanısına varıldığını” belirtti. Hurafe dizilerine RTÜK’ten vize Üst Kurul’un yeni yasa taslağındaki düzenlemeyle özellikle hurafelerle süslenen ve kamuoyunda “sır dizileri” olarak bilinen programların ceza alması engellenecek. Fırat KOZOK ANKARA Hurafelerle süslenen sır dizilerinin önlenmesinde ve yayıncı kuruluşların cezalandırılmasında dayanak oluşturan, yayınlarda “Türk Milli Eğitimi’nin genel amaçlarının, temel ilkelerinin ve milli kültürün geliştirilmesi”ni öngören ilke, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) tartışmalı yeni yasa taslağında yer almadı. RTÜK’ün yeni yasa taslağı, hurafe içerikli yayınların önünü açıyor. Mevcut yasanın “Yayın ilkeleri” başlıklı ikinci bölümünün “g” bendinde yer alan, “Türk Milli Eğitimi’nin genel amaçlarının, temel ilkelerinin ve milli kültürün geliştirilmesi” ibaresi, kurul tarafından son hali verildikten sonra Başbakanlık’a gönderilen yasa taslağında yer almadı. Üst kurulun yeni yasa taslağında yer vermediği söz konusu ibare, özellikle hurafelerle süslenen ve kamuoyunda “sır dizileri” olarak bilinen programların önlenmesinde ve yayıncılarının cezalandırılmasında dayanak oluşturuyordu. Söz konusu programlar son olarak Şanlıurfa’da bir çocuğun ölümüne neden olmuştu. “Sırlar Dünyası” ve “Vicdan Aynası” adlı programları izleyen çocuklardan H. D. yeniden canlanacağı düşüncesiyle üst üste koyduğu minderlerin üzerine çıkarak boynuna doladığı eşarpla kendini pencereye asmıştı. Giderek artan programlar üzerine çözüm aramak zorunda kalan RTÜK, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan görüş istemiş, Diyanet de, tartışmalara yol açan dini içerikli dizilerde dini ilkelerin göz ardı edildiğini ve bu dizilerin pasif dindarlık anlayışını da beraberinde getirdiğini açıklamıştı. RTÜK ise Diyanet’in görüşü ve RTÜK uzman raporları doğrultusunda “sır dizileri”ni yayımlayan yayıncı kuruluşlara müeyyide uygulanmasına karar vermişti. Yayıncı kuruluşlarla yapılan görüşmeler sonucunda bu tür programların birçoğu yayından kaldırılmıştı. renkli ilan asirmen?cumhuriyet.com.tr hikmet.cetinkaya?cumhuriyet.com.tr Faks numaramız: +90 0212/ 343 72 69
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle