Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1 HAZİRAN 2007 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM kdeniz’in Gök Mavisi Kıyısı / Cote d’Azur’ün dünyaca ünlü kasabası Cannes geçtiğimiz günlerde unutulmaz iki hafta daha yaşadı. Resmen 12 gün süreyle, “sinema” denen 7’nci sanat cemaatinin “Kabe”si olarak nitelenen bu benzersiz mekanda bir kez daha Mösyö “HaCinema” olup döndük. Bizim 13’üncü defa tavaf ettiğimiz bu mekan, 2007’de belleğimize her zamankinden daha renkli, daha parlak anılar kazıdı. Bizden kıdemli değerli meslektaşlarımız, ağabeylerimiz Atilla Dorsay, Vecdi Sayar veya Mehmet Basutçu ne düşünür bilemeyiz, ancak bize göre bu istisnai “hac”cın özgünlüğü Orhan Pamuk, Fatih Akın, Semih Kaplanoğlu ve gözüken, gözükmeyen boyutlarıyla Türkiye’nin, Türklerin Cannes’daki varlığında yatıyordu. Eğrisi doğrusu, günahı sevabıyla 60’ıncı yaşını kutlayan evsahibi, Uluslararası Cannes Film Festivali’nin hazırladığı altyapı ve vitrininde sergilenenler, sahnelenenler yeryüzünde bir ölçüt kabul ediliyor. Bu yılki buluşma bizde dalından henüz kopartılmış taze bir meyve kütürlüğü, birkaç gün önce yürümeye başlamış körpe bir ceylan zindeliği izlenimi bırakıyordu. Gencecik bir dünyada pırıldayan Türk harelerinin çoğalması, parıldaması gelecek için ortak amaç olmalıydı... ??? Festival başlamadan önce ve ilk günlerde en ışıldayan hare kuşkusuz Orhan Pamuk’tu. Hâlâ nankörce, affedersiniz ama salakça bir söylemle bu değerli yazarın, eşsiz aydının eserine, kişiliğine kara çalmayı sürdürenlere inat, Pamuk evrensel kürsülerde dilini, kültürünü, ülkesini lafı güzafta değil, özünde savunmaya devam etti. İngiliz sinemacı Stephan Frears’in başkanlığını yaptığı 60’ıncı yıl jürisinin en prestijli ve ilgi gören üyesi 2007 Nobel Ödülü sahibi yazar, çarşamba günü diğer üyelerle katıldığı basın konferansında, öncelikle sanatçı kimliğini ön plana çıkardı. Türkiye–AB ilişkilerine Sarkozy muhalefeti konusunda kendisine yöneltilen bir soru üzerine, birliktelik ve bütünleşme sürecinde Türkiye kadar AB’ye de sorumluluklar düştüğünü, son zamanlarda yaşananların iki tarafta da üzüntü ve hiddet yarattığını, söyledi. “Karar belki on sene sonra alınacak. O zamana kadar Sarkozy kalır mı, başkası mı olur, bilemem. Ancak Türkiye’nin AB katılacağı konusunda iki tarafın da umudu sürdürmesi gerekir”, dedi. Oldu, bitti bir sinemasever olduğunu, eserlerinin yeterli kalite de olmak kaydıyla sinemaya uygulanmasından gurur duyacağını da sözlerine ekleyen Pamuk, Cannes’ı ilk gençlik yaşlarından beri hayranlıkla izlediğini, bu festivalin 60 yıllarında başında kendine siyah beyaz film şeritleriyle, yarı çıplak yıldız veya yıldız adaylarını çağrıştırdığını belirtti. ??? Kalın ve iri siyah güneş gözlüklerinin ardına gizlediği çehresi ve sempatik kara gözleriyle ilk günlerde sürekli ortalıkla gördüğümüz festivalin “Resmi Seçme”’lerin yarışmalı bölümündeki en genç sinemacı Fatih Akın ise bu sene Cannes’daki gençliğin, tazeliğin adeta simgesiydi. Türkiye ve Türklerin gösterişli, cafcaflı pohpohlamalarının tuzağına düşmeden, derin ve kalıcı işler etrafında çalışmasını canı gönülden dilediğimiz sanatçı gelecekte umarız dahada parlak eserler sunar. Bizim “Duvara Karşı” kadar başarılı bulmadığımız “Yaşamın Kıyısında”’nın En İyi Senaryo ödülünü kazanmasından samimi bir gurur duyduk. Özellikle filmin başoyuncularından Tuncer Kurtiz ve Nursel Köse’nin kompozisyonları övgüye hatta ödüle değerdi. Cannes semalarındaki harelerimiz çoğalıyordu... ??? Akın’dan zaten bir şeyler bekliyorduk. Ancak gerçek sürpriz Semih Kaplanoğlu ve filmlerinden geldi. Kaplanoğlu’nun pırıltısını ve başarısını “Yönetmenlerin Onbeşi”ne seçilen “Yumurta” filminin kazandığı beğeni ve takdirle kısıtlamak istemiyoruz. “Yusuf Üçlemesi”’nin ikincisi “Süt”ün yapımının mali boyutunun “Cinefon İktisatlılar Vakfı Başkanı Prof. Dr. Korkmaz: Hükümet sonraki iktidarı zorlayacak düzenlemeler yaptı ‘AKP kötü miras bırakıyor’ Prof. Dr. Esfender Korkmaz, hükümetin geçen yıl ve bu yılki düzenlemelerle gelir azaltıcı, yük getiren yasaların yürürlük tarihini 2008’e bıraktığına dikkat çekti. Ekonomi Servisi İktisatlılar Vakfı Başkanı Prof. Dr. Esfender Korkmaz, AKP’nin ekonomide seçimlerden sonra gelecek siyasi iktidara kötü miras bıraktığını söyledi. Korkmaz, bunun nedenini şöyle açıkladı: AKP 2006 ve 2007 yılında çıkardığı gelir azaltıcı ve yük getiren yasaların yürürlük tarihini 2008 yaptı. Seçim kararına rağmen, bakanlıklara atama yapıyor. Örneğin vergi iadesini kaldırıp en az geçim indirimi uygulamasını 2008 yılına erteledi. Kısa vadeli IMF politikaları, dış açık, dış borç ve işsizlik getirdi. Yüksek faizdüşük kur çıkmazına soktu. Ekonomide risk ve kırılganlığı artırdı. Esfender Korkmaz, değerlendirmesinde, reel ücretlerde gerileme olduğunu, işsizliğin arttığını ve tarımsal desteklerin azaldığını bildirirken şunları söyledi: “2003 yılından sonra AKP hükümetinin söz konusu kısa vadeli geçiş programını bırakıp, yapısal dönüşümü sağlayacak üretim, istihdam ve gelir dağılımı ayakları olan dinamik bir istikrar programı yapması gerekirdi. Kısa vadeli sermaye ve düşük kurun getirdiği suni refah ortamından vazgeçmek istemedi. IMF ise ipleri elden çıkarmak istemedi. Enflasyon yüzde 10’da kemikleşti. AKP 2003 yılından sonra eğer yeni bir yapısal dönüşüm programı yapmış olsaydı ve bu program içinde kontrollü kura geçmiş olsaydı bugün ithal girdi oranı yüzde 70’lere çıkmazdı. Hem işsizlik çözülürdü hem de arz artışı ile enflasyon düşerdi.” NELER YAPILMALI? Korkmaz'a göre yeni iktidarın yapması gerekenler: ? Sıcak para stokunu kısmen uzun vadeli yatırıma yönlendirmesi gerekir. Bunu yaparken vergi ve yasaklarla değil, teşvikler ve kolaylıklarla yapması gerekir. ? Anadolu’da KOBİ borsaları oluşturup sermaye piyasasına küçük ve dağınık tasarrufları çekmesi gerekir. ? Dalgalı kur sisteminden kontrollü kur sistemine bir yıllık bir programla yumuşak geçiş yapması gerekir. ? Uzun vadeli, inandırıcı bir ulusal sanayileşme planı yapılmalı. ? Devlette şeffaflığın getirmesi ve milletvekili dokunulmazlığını kaldırması gerekir. Cannes’da Türk Hareleri C 9 GELİR DAĞILIMINDA UÇURUM DERİNLEŞİYOR İSMMMO Genel Kurulu’nda konuşan Başkan Arıkan’ın değerlendirmesine göre, ekonomide ikili bir yapı oluştu. Bu ikili yapıda kazanan azınlık kesim ve kaybeden büyük çoğunluk söz konusu. 2000 yılında en zenginle en yoksul arasındaki fark 13.3 katken 2006’da 17’ye çıktı. En zengin yüzde 10’luk kesimin gelirden aldığı pay yüzde 34.1’e yükselirken en yoksul yüzde 2 alıyor. TÜİK’in verileri işsizliğin azalmadığını gösteriyor. A ‘Bu kısırdöngü kırılmalı’ İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (İSMMMO) Genel Kurulu’nda sonuç raporunda yer verilen işsizlik, gelir dağılımına ilişkin veriler, ekonomide ikili yapıyı gözler önüne seriyor. Başkan Yahya Arıkan’ın ekonomi değerlendirmesine göre: 1) Vergide adaletsizlik sürüyor. Son 12 yılda dolaylı vergi yükü yüzde 67 arttı. Bütçe açığı nedeniyle indirilmeyen yüksek vergi ve prim yükü kayıt dışını besliyor. Kayıtdışı da büyümeyi engelliyor. Ekonomideki bu kısırdöngü kırılmalı. 2) 4 yılda Türkiye tarihinde göremediği bir cari açık üretirken 297.3 milyar dolarlık ihracat yaptı. Dışalım Türk sanayisini tehdit eder hale gelmiştir. Söz konusu dönem de 412.5 milyar dolarlık ithalat yapıldı. 3) Türkiye bu dönemde ürettiğinden çok fazlasını tükettiğinden sorunlarının boyutlarını kavramakta güçlük çekmektedir. Yeni açılımlara ihtiyaç var. Genel kurulda Cumhuriyet Mitinglerine katılımları nedeniyle dinci muhalif grup İSMMMO yönetimini mesleğe siyaset bulaştırmakla suçladı. Bunun üzerine İSMMMO Başkanı konuşmasını, “Ekonomideki olumsuz göstergelerin açıklanmasından rahatsız olanlar var. Meslek odalarının bir görevi de budur. Biz Cumhuriyetin temel değerlerine bağlı olduğumuzu söylüyoruz. Laik Cumhuriyetten tarafız. Buna siyaset diyorsanız, evet siyaset yapıyoruz” sözleriyle bitirdi. Demirdöküm, Vaillant’a geçti Ekonomi Servisi 53 yıllık şirket Demirdöküm’ün Vaillant’a satışına ilişkin anlaşma, Koç Holding Üst Yöneticisi (CEO) Bülent Bulgurlu ve Vaillant Üst Yöneticisi Claes Göransson arasında imzalandı. Tarafların İMKB’ye yaptıkları açıklamalara göre, söz konusu hisse devri, yetkili kurumların onayına ve sözleşmede yer alan şartların tamamlanmasına bağlı olacak. Koç Holding’in Demirdöküm’de sahip olduğu payın devir bedeli 134.09 milyon Avro olacak. Devrin 30 Eylül’den sonraya kalması durumunda, fiyata 1 Ekim’den itibaren aylık Euribor artı 75 baz puan basit faiz eklenecek. Ödeme peşin yapılacak. Ayrıca devirden önce Koç topluluğu, Demirdöküm’ün mülkiyetindeki Ram Dış Ticaret, Koç Finansal Hizmetler, Entek Elektrik, Kumsan ve Demrad hisseleri ile bazı gayrimenkulleri satın alacak. Demirdöküm’ün yüzde 5.68’i Taylan Holding’e ait bulunurken, kalan yüzde 21.76 hissesi de İMKB’de işşıyor. Şirket 2006’da 2 milyar Avro’luk ciro gerçekleştirdi. Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, Demirdöküm’ün Vaillant’a satışıyla ilgili, “Demirdöküm’ü Vaillant gibi kendi alanında başarılı bir şirkete devrettiğimiz için içimiz çok rahat. Vaillant, Demirdöküm’ü sektöründe çok daha ilerilere götürecektir’’ dedi. Topluluğun hedeflerini hatırlatan Koç’un verdiği bilgiye göre, hedefleri doğrultusunda bazı sektörlerden çekilerek diğerlerinde odaklanma tercih edildi. Yapı Kredi, Tansaş ve Tüpraş olmak üzere 3 büyük satınalma yapıldı. Topluluk olarak hedefleri, her zaman en iyi olmak, faaliyet gösterdikleri sektörlerde en iyiye ulaşmak. Topluluk beş sektöre odaklandı. Tabii bu stratejik plan, durağan bir şey değil. Devamlı değişen bir şey olduğu için de bulunduğunuz şartlara göre yeniden yapılandırmalar da gündeme gelebilir. lem görüyor. Demirdöküm ismi, satınalmadan sonra da kalacak. Vaillant ısınma, vantilatör ve klima sektoründe dünyadaki pazar ve teknoloji liderlerinden biri konumunda bulunuyor. 1874’te kurulduğu tarihten bu yana aile şirketi olan Vaillant’ta yaklaşık 10 bin 100 kişi çalı , Diyarbakır’ın Lice ilçesinde kuruluşunun 25. yıldönümünü iki yıl PKK sonra Kuzey Irak’ta mı yoksa Lice’de mi kutlar bilemeyiz! Kırmızı, yeşil, sarı renkli pastanın mumları mı, maytapları mı üflenir yoksa gökyüzünü aydınlatacak havai fişekler yerine roketler mi atılır şimdiden kestirmek güç! Kutlamalarda Elazığ’ın 8 bin yıllık geçmişi olan “Öküzgözü” şarapları mı yoksa yine masum insanların kanları mı akar falcılık yapacak değiliz! Her ilçede “şehit” cenaze törenlerinde AKP hükümetine yönelik tepkiler ve TSK’nin rahatsızlığı gibi nedenler ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Abdllah Gül, geçen yıl art arda demeçler ile ABD’ye şiddetle çatmışlardı. “ABD ne biçim stratejik ortaktı? İşgali altındaki K. Irak’ta ABD nasıl olur da terör örgütü PKK’ye göz yumardı?” Sonra ne oldu? Ankara’da büyükelçi iken Pentagon’un 3 numaralı koltuğuna oturan Eric Edelman’ın karargâhından bir öneri geldi. PKK ile mücadele için, TürkiyeIrakABD, “koordinatör (eşgüder)” atamalı, bu görevliler bilgi alışverişi, çözüm önerili görüşmeler yapmalıydılar. AKP, iç siyasayı tatmin için öneriye balıklama atladı. ABD, Avusturya’nın ünlü şansölyesi kont Metternich’in 19. yüzyılda “Bir işi sürüncemede bırakmak istiyorsan komisyona havale et!” siyasası ile Türkiye yine oyalanacaktı. ABD, Türkiye’ye silah satan bir şirketin yönetim kurulu üyesi emekli orgeneral Joseph Ralston’ı “eşgüder” olarak atadı. Türk hükümeti de emekli orgeneral Edip Başer’i satranç masasına sürdü. Irak’ın da bir eşgüder belirlemesi öngörüldü. Türkiye, önkoşul getirdi. Irak heyetine Kuzey Irak’tan bir temsilci katılmamalıydı. Irak, Şirvan Vaili’nin adını bildirdiyse de varlığı bir daha hiç duyulmadı. Bağdat hükümeti, Türkiye’nin önkoşuluna ne evet ne de hayır de KAVŞAK ÖZGEN ACAR di. TC, bürokrasi dışındaki emekli Başer’e unvan bulmak zorundaydı. Kendisine “terör ile mücadele özel temsilcisi” denildi, “Terör Yüksek Kurulu Üyesi” yapıldı. Başbakanlık, çalışma alanı olarak belirlendi, yardımcı olarak bazı emekli subaylar da görevlendirildi. Heyetine Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Büyükelçi Rafet Akgünay’a bağlı genel müdürlerden Büyükelçi Hayati Güven de eklendi. Amaç, Kuzey Irak’ta PKK terör bataklığını kurutmaktı. TCABD ve TCABDIrak olarak öngörülen “eşgüdüm çarkı” Irak’sız olarak TCABD ekseninde dönen çark daha ilk aşamada tekledi. BaşerRalston dokuz ay içinde birkaç kez buluştular. Türkiye, K. Irak’taki PKK’nin yoğunlaştığı yerleri nokta atışı yapılabilecek biçimde ABD’ye bildirdi. Ankara, PKK terör piramidinin tepesindeki 66 kişinin kimliklerini ABD’li eşgüdere iletmekle kalmadı, Dışişleri Bakanlığı Irak Özel Temsilcisi Oğuz Çelikkol aracılığı ile Bağdat hükümetine de iletti, iki kez de nota verildi. Kendine hayrı olmayan Bağdat hükümetinden TC’nin ne hayır beklediği anlaşılamadı. Büyükelçi Çelikkol, şu günlerde yine Bağdat’ta... Hani ABD, PKK terörünü önleyecekti? Hani Mahmur Kampı kapatılacaktı? Hani Irak’taki PKK büroları mühürlenecekti? Bugüne değin BaşerRalston ikilisinden tek “olumlu” gelişme PKK Çeyrek Yüzyılını Kutlayacak! AB, özellikle Fransa’da, bankalarda kara para aklayan PKK babalarının yakalattırılması oldu. Genelde havanda su dövüldü. Bu gelişmesizliğin bilincindeki emekli general Başer şu açıklamayı yaptı: “ABD’den kısa süre içinde yeni somut açıklamalar bekliyorum. Bu açılımlar olmazsa bu mekanizma yürümez. Benim bir süs vazosu gibi durmamın da anlamı kalmaz. Son kapıyı açtıktan sonra görevimi bırakacağım. Bundan sonrasına siyasal irade karar verir.” Başer, bir Alman gazetesine verdiği demeçte Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığını eleştirdi. Sen misin bu demeci veren? Hükümet, şık olmayan biçimde Başer’i Osmanlı deyimiyle “azletti”, yerine Büyükelçi Akgünay’ı atadı. Eşgüdüm zaten Akgünay’ın dairelerinden birinin göreviydi. Başer, durumu Ralston’a iletti. Ralston, “kendisinin de zaten görevden ayrılmayı düşündüğünü” bildirdi. Ancak, ABD Dışişleri Sözcüsü Sean McCormack, Ralston’ın görevinin süreceğini söyledi, şu garip yorumu da yaptı: “Terör, Türkiye’de son derece duygusal bir konudur.” ABD’ye gelince terör “insanlık için gerçek bir tehlike” olduğu için Irak ve Afganistan işgal ediliyor, Türklerin çeyrek yüzyılda çektiği, 30 bin kişinin ölümüne neden olan terör ise “duygusal” oluyordu. Ne yorum ama! Vaşington’dan gelen haberler Ralston’ın da görevde kalmayacağı, yerine Pentagon’dan ya da Dışişleri’nden bir eşgüderin atanabileceğini gösteriyor. Büyükelçi Akgünay’ı 1982’de, AnkaraTel Aviv ilişkilerinin askıda olduğu, İsrail’in Lübnan’ı işgal ettiği günlerde orada görevli tek Türk diplomatı olarak “2. Kâtip” unvanı ile sabahları konsolosluk, öğleden sonra büyükelçilik yaparken tanıdım. Sonra TürkYunan gerilimlerinin yaşandığı yıllarda Atina’da başkâtip olarak izledim. Napoli NATO askeri kolejinde Türk temsilciliği, Vaşington Büyükelçiliği’nde baş müsteşarlık, Ankara’da Siyaset Planlama Genel Müdür Yardımcılığı, ardından Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e sonra da Ahmet Necdet Sezer’e dış siyasada danışmanlık yaptı. Pekin gibi önemli bir merkezde ilk büyükelçiliğini yaşadıktan sonra bakanlığın önerisi ile Erdoğan’a danışman atandı. Bugün de bakanlığın uluslararası örgütlerden sorumlu 3 numaralı koltuğunda müsteşar yardımcısı olarak oturuyor. Bazı yayın organlarında Başbakanlık danışmanlığı yaptığı için Erdoğan’a yakın bir ad olarak tanımlandı. Amerikalıların, TSK’nin yakından tanıdığı Büyükelçi Akgünay, yalnızca TC’nin çıkarlarından yanadır. Eşgüderlik sisteminin çıkmaz yola girmesi üzerine ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson, “PKK terörünün bitmesi için ABD, Türkiye ve K. Irak’ın üçlü girişimi gerekli. Yakın zamanda sağlanacaktır. Böylece PKK terörünün sona erdirileceğini düşünüyoruz” dedi. Başer, şu anda Çin’de. Döndükten sonra görevi, Akgünay’a teslim edecek. Bakalım Türk Dışişleri’nin 3 numarasının karşısına ABD’den kaç numara çıkacak? ABD, PKK olayıyla Türkiye üzerinde “Demokles’in kılıcı” rolünü oynamayı daha ne kadar sürdürecek? dation / SineVakfı”nın “Atölye”sine girerek hallolmuş olması da ciddi bir kazanım. Elbette ki “Sinemanın Kabesi”nde öncelik, yapılan işlere. Fakat bizim bir çift özel sözümüz Kaplanoğlu’nun, kanımızca parlaklığı titizlikle gizlenen çok başka bir yanına. Tanıyabildiğimiz Türk yönetmenler arasında Reha Erdem’de de fark ettiğimiz bir dizi erdemin, genel kültürü yüksek, alçakgönüllü, öğrenmeye, anlamaya açık, sıcak ve cömert insani bir boyutun altını çizmek istedik. Reklam dünyasından gelmesine rağmen çevresine, sanatına ölçülü ve saygılı bakışıyla Semih Kaplanoğlu, haddimiz olmayarak belirtelim büyük filmler üretmeye aday ve layık aydın bir sinemacı. Yıldızı daim olsun... ??? Alin Taşçıyan gibi mesleki olgunluğu, yetkinliği kanıtlanmış sinema yazarlarımızın dışında, bu yıl Türk sinema dünyasında (oyuncular hariç) açan çiçeklerden, İngiltere’de sinema okumuş senaryo yazarı Selin Sevinç gibi kararlı genç kardeşlerin varlığı bizleri gerçekten mutlu etti. Umarız ki son yıllarda Türkiye’de sinema okuyan veya yapan binlerce gençten, hiç olmazsa bir kaçı Selin ve yönetmen adayı Tunay ağabeyinin iradesi ve gücüne sahip olur. İlerde Türkiye’den de Coen, Dardenne, Taviani biraderler gibi, örneğin Sevinç kardeşler ve başkaları doğar... Cannes harelerinin içersinde Türkiye’den gelen 300 civarında “akredite” kişinin ötesinde, Cannes’da yaşayan erken emekli ama anlaşılan tekrardan aktif hayata çekilen mimar İzzet Suzan Günel çifti gibi nice saklı mücevher ve hazineler de mevcut. Veya Festival Sarayı’nın en görkemli salonlarından “Ambassadeur”ün güvenlik görevlisi Bülent Tek veya yine festivalin güvenlik ekibinde çalışan, tanışamadığımız Fransa’da doğup büyümüş gençlerimizin varlığı veya “Döner Kebapçı”larıyla, yalnızca festival sırasında değil, her gün Canneslılara hizmet veren insanlarımız. Hepsi bu harelerin azımsanmayacak, unutulmaması gereken irili ufaklı parçaları... ??? Her akşam “Happy Hour”larda açılan şişe şişe “Yeni Rakı”’ları görenlerin “vefa”sından kim kuşku duyabilir ki? Bir iki gün sonra anason kokusunu alanın geldiği Uluslararası Köy’ün 132 numaralı Türkiye standı festivalin en çekici noktalarından biriydi. Burası akşam üzerleri rakısever müdavim olsun olmasın, geçici “Cannesdaş”ların vazgeçilmez güzergahına girmişti. Kimisi standdaki güzel kızlarımız, kimi kumsal, kimi rakı uğruna, kimi coşkulu kokteyllerde, kimi Türk sineması ve Türkiye ile ilgilenmek adına her gün 100 metrekarelik alanı doldurdular, film seçtiler, tanıştılar, konuştular, satın veya bilgi aldılar ve çoğunluğu sanırız Türkiye ve Türklere ilişkin olumlu izlenimlerle ayrıldılar... Türkiye Cumhuriyeti’nin ilgili ve yetkili temsilcileri Ahmet Boyacıoğlu, Serpil Varol ve arkadaşlarının yoğun çabaları, çeşitli reklam ve yayın organlarında boy gösteren Türkiye ve Türk sinemasının görüntülerini tamamlayan bu hususlar, komple bir tablonun ihmal edilmemesi gereken öğeleriydi. Festival sarayının hemen hemen tam karşısına denk gelen bir binanın ön cephesinde asılı, üstünde “Yumurta” ve “Yaşamın Kıyısında” filmlerinin afişleri de bulunan 120 metrekarelik dev tablo her gün önünde geçen binlerce kişiye, İstanbul’un 2010 yılında Avrupa’nın “Kültür Başkenti” olacağını hatırlatıyordu. “Antalya Avrasya” ve “Altın Portakal”, her ne kadar pek güzel geçtiği belirtilen kokteylleri ve nazik davetlerine icabet edememiş olsak da varlıklarıyla festivali zenginleştiren Türk harelerinden başka bir tanesiydi... Kazandığı ödülü Türk sinemasına armağan eden Fatih Akın örneğinde olduğu gibi, kanımızca başarı tüm Türkiye’yedir. Çok daha iyilerini, daha ışıltılı Türk harelerini her tarafta, her alanda görebilmek umut ve dileğiyle... ugur.hukum@gmail.com Koç Grubu Avrupa’da ilk 50’de Ekonomi Servisi Koç Holding, Avrupa’nın en büyük ilk 50 şirketi arasına girdi. Alman Handelsblatt gazetesinin her yıl hazırladığı “Avrupa’nın en büyük 500 şirketi” araştırmasının sonuçlarına ilişkin olarak Koç Holding’den yapılan açıklamada, Koç Holding’in, Türkiye’den 14 şirketin girdiği sıralamada Türk şirketleri arasında 27 milyar Avro ciroyla ilk 50’ye giren tek Türk şirketi olduğu kaydedildi. Açıklamada, 2006 cirosunu yaklaşık yüzde 80 artıran Koç Holding’in, sıralamada 39 basamak birden yükselerek 500 şirket arasında 49’uncu sıraya yerleştiği belirtildi. Koç’un, sıralamada yer alan toplam 14 şirketin 6’sını bünyesinde bulundurduğuna işaret edilen açıklamada, Koç Holding dışında, Arçelik, Tüpraş, Aygaz, Ford Otosan ve Migros’un da Avrupa’nın en güçlü 500 şirketi sıralamasına girdiği belirtildi. oacar?superonline.com