25 Nisan 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 Menderes ABD gezisi boyunca kalabalık içinde yapayalnız bir insan görüntüsü veriyordu C dizi 1 HAZİRAN 2007 CUMA Amerika gözden çıkarmıştı 950, 1954 ve 1957 seçimlerini kazanan Demokrat Parti Başkanı ve Başbakan Adnan Menderes’in ülke dışına son önemli yolculuğu Amerika Birleşik Devletleri’ne yaptığı ve ‘Beyaz Ev’de Başkan Eisenhower’le de görüştüğü resmi gezidir. Bu gezide Menderes, önceleri ‘Bağdat Paktı’ olarak bilinen CENTO’nun (Merkezi Antlaşma Teşkilatı) 79 Ekim 1959 günleri Washington’da yapılan ‘Bakanlar Konseyi’ toplantısına katılmış; Başkan Eisenhower’in Türk heyetine tahsis ettiği özel askeri uçakla Dallas, Pittsburgh gibi kentlere gitmiş ve buralarda önemli konuşmalar yapmıştı. Beraberinde Hürriyet ve Milliyet gazeteleri patronlarının yanı sıra Cumhuriyet’in sahibi ve başyazarı Nadir Nadi de vardı. Mensubu olduğum VATAN’ın o tarihlerdeki sert muhalefeti nedeniyle Menderes: ‘...Bize bol bol veryansın edecek bir de Vatan’cı bulunsun aramızda!..’ diyerek, Washington’da beni de bu geziye davet etti. Heyetteki tek aktif gazeteci olarak, böylece, Başbakan’ın çelişkili, değişken ve fırtınalı kişilik yapısını yakından izleme fırsatını buldum, özellikle uzun uçak yolculukları sırasında yaptığım, icraat ve tutumuyla ilgili eleştirilerimi hazmedemediğinden incitici sözler kullanmaktan çekinmiyor, biraz sonra da beklenmedik bir incelik ve içtenlikle gönlümü almaya ve adeta söylediklerini unutturmaya çalışıyordu. Yakınındakilerin, yüzüne karşı, ‘kral çıplak’ demesine alışkın olmamalıydı. Partisine ve kendisine başlıca rakip olarak gördüğü CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’ye yönelik sözleri ise böyle birikimli bir devlet adamının ağzına yakışmayacak kadar düzeysizdi. Kim bilir belki de kaçınılmaz sonun yaklaştığını ve iktidardan düşeceğini hissetmenin tedirginliği, hatta telaşı içindeydi. 1957 seçimlerinde oy oranı ilk kez yüzde ellinin biraz altına inmiş; ülkede hava dönmüş, sert rüzgârlara karşı ‘Vatan Cephesi’nin siperlerine sığınmaya başlamıştı. Üstelik, on yıldır ‘en sadık müttefikleri olduğunu’ her fırsatta yinelediği ‘Amerikalı dostlarının’ artık onu gözden çıkarmaya başladığını fark etmişti bu gezi boyunca. Kalabalık içinde yapayalnız bir insan görüntüsü veriyor ve beklenmedik çıkışlar yapabileceği izlenimi uyandırıyordu. Nitekim, ülkeye dönüşünden kısa bir süre sonra “Temmuz AL GÖZÜM SEYREYLE IŞIL ÖZGENTÜRK Oyunu inadına geçerli kıl! eçim listelerinin incelenmesi ve itirazların yapılması için verilen son gün birkaç muhtarlık dolaştım; tipik özelliğimiz.. işimizi son güne bırakmıştık ve özellikle sol oyların yoğun olduğu bölgemdeki muhtarlıklarda sıkışıklıktan bayılanlar bile oldu. İşimiz bu ya, özellikle aralara girip konuşmalara kulak misafiri olmaya çalıştım. Yakınanlar vardı ve ne yazık ki bunların büyük çoğunluğu kadındı. Okullar kapanır kapanmaz çocuklarını alıp yazlığa gideceklerdi. Nakil işinde geç kaldıkları için yazlıklarının bulunduğu yerde oy kullanmaları artık olanaksızdı, peki ne yapacaklardı? Yazın sıcağında o kadar yolu nasıl gelip geri döneceklerdi? Bu şikâyetlerini sesli yapanlar çevreden hiç beklemedikleri yanıtları aldılar: “Geleceksin kardeşim, gelmezsen yakınmaya hakkın da olmaz!” Ama karşı tarafın da kendince çok geçerli bir gerekçesi vardı: “Canım benimki bir oy, ne farkeder ki?..” Bilinçaltının bu sesli söylemi sadece yazlığa gidenler için mi.. elbette değil; hatırı sayılır epey bir seçmen, hiçbir partiyi içine sindiremediği, programını beğenmediği, milletvekili atanmasını antidemokratik bulduğu halde mecburiyetten oy verecek ve emin olun, son anda vazgeçmeye oldukça meyilliler. Özellikle benim gibi pek çok seçimde mecburiyet nedeniyle kendi kurallarını çiğneyip hiçbir gönül bağı duymadığı partilere oy veren solcular gibi. Ama vazgeçmemeliyiz, inadına şu biricik oyumuzu kendimiz için en geçerli, en doğru kullanma yolunu bulmalıyız, sonunda vay canına demeliyiz “Bak benim bir oyum da bu işin içinde, ben de varım!” 12 Eylül bu ülkeye çok kötülük yaptı. Kötülük izlerinin hâlâ apaçık durduğu, hiçbir sorgulamanın yapılmadığı uzunca bir dönemden sonra gördük ki, aslında 12 Eylül’ün bizlere yaptığı en büyük kötülük Seçim Yasası’ndaki yüzde 10 barajmış. Yasayı hazırlayanlar, kendilerinden sonra gelecek çok partili sistemde yer alan partilerin bu barajı asla düşürmeye yanaşmayacaklarını biliyorlarmış, nitekim öyle de oldu. İktidarın buzlu venimetlerle dolu sularında yüzenler diğerlerinin boğulmasına sırt çevirdiler ve sonuçta seçmenin bilinçaltı, kendi oyunun önemsiz olduğu bilgisiyle kuşatıldı. Bu uzun girişi neden yaptım? İstanbul’da gerçekleştirilen bir proje bana bütün bunları düşündürdü. Projeyi başlatanlar Prof. Ahmet İnsel ve Prof. Seyfettin Gürsel. Proje bir hayalin ilk çekirdeğini oluşturmayı hedefliyor. Ve 1965’te yüzde 3 temsille Meclis’e giren 15 TİP Milletvekili’nin estirdiği o muhteşem fırtına bu hayalin en büyük destekçisi. Evet sonuçlar göstermiş ki, İstanbul’da 3 bölgeden 3 bağımsız sol aday pekâlâ Meclis’e gönderilebilir. Ve bu bir milat olabilir; sağ’la sol’un birbirine karıştığı bugünlerde proje tek bir kişiyi bile bağımsız olarak Meclis’e gönderse çok şey değişebilir. En azından “Oyum gönlümün istediği yerde” diyenlerin sayısı çoğalabilir, yeni oluşumlar için somut bir umut kaynağı olur. Doğrusu ben heyecanlandım; ilk gençliğimde heyecanla dinlediğim Meclis’e giren TİP Milletvekillerinin konuşmaları, estirdikleri fırtına aklıma geldi. Her şey nasıl da altüst olmuştu... Ülkenin büyük çoğunluğu ilk kez Meclis’ten yükselen “Tam Bağımsızlık!”, “Milli Petrol!”, “Toprak İşleyenindir!”, “Emek En Yüce Değerdir!” sloganlarını duymuştu; üstelik o zamanlar iletişim araçları bu denli gelişmemişti, radyo her şeyimizdi. Ama şimdi iletişim araçları herkesin emrinde.. tek kişi bile ezberletilen pek çok yanlışı bozabilir, Meclis’in ve Türkiye’nin iklimini değiştirebilir. Bağımsız sol adayları Meclis’e yollama projesinde pek çok sivil toplum yöneticisinin ve sivil inisiyatifin katıldığı toplantılarda ilk bağımsız sol aday olarak Baskın Oran seçilmiş. O da kabul etmiş, Baskın Oran Mülkiye’nin sözünü esirgemeyen, bildiği doğruları söylemekten çekinmeyen hocalarından biriydi ve kamuoyu onu bilimsel inadıyla tanır; bu da bizim için yeni bir şey... şimdi popüler söylemlerin değil, bilimin zamanı. Ayrıca tek başına bağımsız adaylar yetmez; arkalarında yepyeni bir Türkiye politikası sunan ekip çalışmaları gerekiyor, Türkiye’nin bunu yapacak kadroları var... yeter ki, şu ölü toprağı üstümüzden kalksın ve tek oyumuzu inatla geçerli kılmak için hiç üşenmeden çalışmaya başlayalım ve önce kendimize söz verelim. 1 olduğum VATAN’ın o tarihlerdeki sert muhalefeti nedeniyle Menderes: ‘...Bize bol bol veryansın edecek bir de Vatan’cı bulunsun aramızda!..’ diyerek Washington’da beni de bu geziye davet etti. Mensubu seçimlerde DP’nin oy oranı ilk kez yüzde ellinin biraz altına inmiş; ülkede hava dönmüş, iktidar sert rüzgârlara karşı ‘Vatan Cephesi’nin siperlerine sığınmaya başlamıştı. 1957’deki Müjde: Gümrüğe gelen kahve milyon dolar düzeyindeki yıllık ihracatı ve onca kısıntıya karşın gene de 500 milyon doları aşan ithalatı ile ülkede ekonomik durum günden güne bozuluyordu. Birkaç tonluk yeni bir kahve partisinin gümrüklere geldiği haberi radyolarda müjde gibi okunmaya başlanmıştı. Bunlar yetmiyormuş gibi Başbakan, bugünleri anımsatırcasına eli DP bastonlu Cumhurbaşkanı dışında hemen herkesle kavgalıydı. Türk Silahlı Kuvvetleri ‘Battal Gazi Ordusu’ndan farksızdı ve yedek subaylarla da ayakta tutulabilirdi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun ‘ordu’nun başındaydı ve bu da yeterliydi!.. Üniversitelerle yargıyı ‘kara cüppeliler’ ele geçirmişti ve ülkenin ‘plana’ değil ‘pilava’ ihtiyacı vardı... Muhalefet ‘ispat hakkı’nı gündeme getirdiğinde kalabalık Demokrat Partili milletvekilleri ‘...İsmail Hakkı!.. İsmail Hakkı!..’ diye dalgalarını geçiyordu... Herkesten, ne idüğü belirsiz ‘Vatan Cepheleri’ne katılması bekleniyor, kedinizin ismini gönderseniz, insan sanılıp radyoda: ‘...Mestan Bey de Vatan Cephesi’ne katıldı!..’ diye haberi veriliyordu. Hükümeti körü körüne desteklemeyen gazetelerin kâğıdı kesiliyor, bir tür sansürle sıkıştırılıyor veya kapatılıyordu. Ahmet Emin Yalman, Metin Toker, Şahap Balcıoğlu, Naim Tirali, Selami Akpınar, Beyhan Cenkçi ve Şeref Bakşık gibi gazeteciler ya içeri alınmışlardı ya da sıralarını bekliyordu. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, CHP’nin milletvekili sayısı 1950 seçimlerinde 69’a, 1954’te ise 30’a düşmüşken 1957 seçimlerinde 178’e fırlamıştı. ‘Gereken’ yapılmamış olsaydı bu rakam daha da yükselecekti ve Başbakan’ın sinir sistemi iyice bozulmuş gibi görünüyordu. Parti başkanlarından ünlü Osman Bölükbaşı hapse atılmıştı ve İnönü’nün dokunulmazlığının kaldırılması gündemdeydi. S 300 Adnan Menderes New York’ta Orhan Karaveli ile birlikte ayında (1960) Rusya’ya gideceğini!” açıkladı. Amerika’daki onca eleştirilerime karşın bu gezide ve mayıs ayındaki Atina ziyaretinde ‘Vatan’ adına başkasının değil de benim kendisine refakat etmemin istendiğini Başbakanlık’tan gazeteme bildirdiler. Eleştirilerime çok kızmış ama bunlardan belki de biraz etkilenmiş olmalıydı. 25 veya 26 Mayıs’ta planlandığı gibi Atina’ya uçsaymışız Türk jetlerinin uçağımızı geri dönmeye zorlayacağını sonradan öğrendim. Tabii Rusya gezisi de iptal edildi ve Menderes Atina ve Moskova yerine Yassıada’ya gitti. Demokrasi ile gelip de demokrasi ile gitmeyi içlerine sindiremeyenlere... kendilerini ‘olmazsa olmaz’ görenlere derslerle dolu ve düşündürücü bir öykü... Pan American Hava Yolları’nın tarifeli bir uçağıyla 5 Ekim 1959’da ABD’ye büyük umutlarla inmişti İkinci gezideki düş kırıklığı Menderes’in son Amerika gezisine katılanlar soldan sağa: Haldun Simavi, DP Milletvekili Rıfat Kadızade, Nadir Nadi, Ercüment Karacan, Orhan Karaveli. Cumhuriyeti Başbakanı uçaktan iner inmez belli etmemeye çalışsa da bir hayli sarsılacaktı. geldiği ve bunca bel bağlayıp özveride bulunduğu ‘dost’ Amerika’daki, bu gezide hiç beklemediği ilk düş kırıklığını ve şokunu yaşıyordu. merikalı ev sahiplerinden bir tek görevli bile gelmemişti, onu ve refakatindekileri karşılamaya. Türkiye izimle ayaküstü sohbet ederken B az ilerimizdeki bir topluluktan ‘Welcome Menderes’ sesleri yükseldi. Birilerinin özel olarak ‘tutup’ buraya gönderdiği Amerikalı delikanlılardı bunlar ve Başbakan kendilerine eliyle ‘gördüm’ gibilerden bir selam verince hemen dağıldılar. Menderes birden Büyükelçimize döndü: Kim bunlar Suat Bey? Resmi karşılayıcılarımız nerede? Suat Hayri Ürgüplü deneyimli bir devlet adamı ve diplomattı: Gecikmiş olmalılar efendim... Ne ‘gecikmesi’ Suat Bey? Üstelik uçağımız bir hayli rötarlı gelmedi mi? .... ......................... 1959’daki Amerika gezisi sırasında Menderes’i Adnan Bey ikinci kez karşılayan Türkler. geldiği ve bunca bel bağlayıp, özveride bulunduğu ‘dost’ AmeCeket cebinden bir ‘Yenice’ paketi çırika’daki, bu gezide hiç beklemediği ilk kardı, acele ile sigarasını yaktı ve peşpeşe düş kırıklığını ve şokunu yaşıyordu. derin nefesler çekti. Amerikalı ev sahiplerinden bir tek görevli bile gelmemişti, onu ve refakatindekileri karşılamaya. Yeni şoklar da yaşayaS Ü R E C E K cağını nereden bilebilirdi? Adnan Bey ikinci kez ‘Yardım koparma umudu’ şte ülke bu ortamda ‘bir yerleİ re’ sürüklenirken Başbakan Adnan Menderes 600 milyon dolarlık yeni bir yardım koparmak umuduyla ve ‘Pan American Hava Yolları’nın tarifeli bir uçağı ile 5 Ekim 1959 akşamı New York’a indi. O tarihlerde başbakanların henüz özel uçakları ve ‘bindirilmiş’ gazeteci orduları yoktu. Yalnızca Dışişleri Bakanı Zorlu, dört gazete sahibi, Demokrat Partili dört milletvekili ve elindeki film makinesi ile protokole filan aldırış etmeden sağa sola koşuşturan Genelkurmay Başkanı vardı Başbakan’ın ‘refakatinde’. Bir de Basın Yayın Genel Müdürü gazeteci Altemur Kılıç, bazı Dışişleri mensupları, az sayıda ‘özel görevli’ ve Başbakan’ın ‘vale’si. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı buradaki ilk şokunu uçaktan iner inmez yaşayacak ve belli etmemeye çalışsa bile bir hayli sarsılacaktı. Oysa, Büyükelçimiz Suat Hayri Ürgüplü, ‘misyon’dan kimi diplomat ve görevlilerle ben kendisini karşıladığımızda, sarı ipek gömleği, şık elbisesi içinde ve 60 yaşına karşın bir tek teli bile ağarmamış kestane rengi saçlarıyla ne kadar da yakışıklı ve sağlıklı görünüyordu. Sanki sıradan bir uçakla toplam on dört saatlik bıktırıcı bir yolculuk yapmamıştı. A
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle