25 Nisan 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

1 HAZİRAN 2007 CUMA haberler YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY Türkiye’nin Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, ülkenin bir bunalımdan geçtiğini söyledi C Tüccar İmam Kurnazlığı karşılamaktadır? Türkiye’nin yaşamına kast etmiş yeni tüccar imamları desteklediğine göre, ParisBerlin hattının da bu oyundan memnun olduğunu düşünemez miyiz? Her şey olabilir. Ama ortada dolar girişi ile avro girişi arasında her şeye rağmen bir fark olduğu iddiası var. Yabana atılmasın: Uluslararası piyasalardaki trilyonlarca Amerikan Doları, karşılıksızdır, daha doğrusu reel ekonominin değil, Amerikan postallarının korumasındadır ve “köksüz hercai menekşeler” olarak da tanımlanabilir. Amerikan tanklarını, “istikrar çapası” sayanlar var. Özetle, Türkiye’nin 30 yıldır başına dert olan ve resmen sonunu hazırlayan bir zihniyetin günümüzdeki temsilcileri, ki sadece AKP’de değil, muhalefette de varlar, ülke satışını böyle bir istikrar çapasıyla gerekçelendiriyorlar. ParisBerlin hattının yakından izlediği mesele şudur: Dibe vururken ciddi bir sol muhalefetin olmadığı ortaya çıkan Türkiye’de, alternatif bir program “tehlikesi” de bulunmuyor. Oysa 30 yılın sonunda bacayı da sarmış bulunan yangını söndürecek ve Türkiye’yi yeniden inşa edecek kamu ağırlıklı bir iktisadi kalkınma planı, yani emekçilerinin refah seviyesini yükseltecek, onlara katılımcı bir toplumsal yaşam fırsatı tanıyacak bir sol program gerekiyor. Türkiye’nin “yurttaş iktisatçıları”, böyle bir program için elbette yerleşikalışılmış siyasal partilerin ötesine bakmayı, en önemlisi halka bakmayı önemsemelidir. Yani ABD veya AB’nin bakmadığı yere bakmalıdırlar. Aslolan programdır. Halk, acıları dayanılmaz ölçülere ulaştığında mutlaka o programla buluşur. Şimdilerde malum “badem bıyıklı modern imamlar ve sıkmabaşlı hanımları”, böyle bir programın ortada olmamasına güvenebilirler. Washington ile ParisBerlin hattı da buna güveniyor olabilir. Pervasızlıklar bundandır. Fakat Avrupa, bölgemizle ve Türkiye ile ilgili Amerikan cehaletini paylaşırsa, işlerin daha da karışacağı kesindir. Neyse... Bizim aydın damarımız, başka yerlerde bulunmayan tek şeydir. Bugün hâlâ, Kemal Dervişlerde, İlhan Kesicilerde vs deva aramayı “solculuk” ve “muhalefet” diye yutturmaya çalışanlara hatırlatmış olalım. Halk dansöz tüccardan bıkmış, ilkeli ve derin aydınıyla buluşmaya hazırlanıyor. Sadece Türkiye’de değil. Her yerde. [email protected] 7 ‘Hükümet süreci yönetemedi’ Cumhuriyet’e konuşan Demirel, 22 Temmuz’un Cumhuriyet tarihinin en önemli seçimi olduğunu belirterek “Halkımı görevini yapmaya çağırıyorum” dedi. Mustafa BALBAY ANKARA Türkiye’nin Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, AKP hükümetinin 11. cumhurbaşkanını seçme sürecini yönetemediğini belirterek “Türkiye bir bunalım yaşamıştır ve bu bitmiş değildir. Bunalımın içinden geçmektedir” dedi. Bugüne dek çok partili bütün seçimleri yaşadığını söyleyen Demirel, “22 Temmuz seçimi bunların en önemlisidir. Halkımı görevini yapmaya, sandığa gitmeye ve parçalanmışlığı sona erdirmeye çağırıyorum” diye konuştu. Demirel, laiklikten vazgeçilmesi halinde Türkiye’nin ufalanacağına dikkat çekti ve “Her şey Tandoğan’la başladı. Meydanlar halkın Cumhuriyetin değerlerini özümsediğini gösterdi” değerlendirmesini yaptı. Demirel, ekonomiye bir bütün olarak bakıldığında durumun iyi olmadığını, Türkiye’nin soyulduğunu söyledi. Demirel’in Cumhuriyet’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle: Türkiye bir seçim ortamına girdi. Sizce süreç nasıl seyrediyor? DEMİREL: Evvela şöyle bakmak lazım meseleye; nisan ayı içerisindeki gelişmeler normal olaylar değildir, Türkiye bir bunalım yaşamıştır ve bu bunalım henüz sona ermiş değildir. Şimdi, nasıl normal olaylar değildir; 16 Mayıs 2007 tarihinde Türkiye’nin yeni cumhurbaşkanı seçilmiş, yerine oturmuş olmalıydı. Olabildi mi, olamadı. Herhalde bu Türkiye’nin başarısı sayılmaz. Pekiyi, cumhurbaşkanı seçilemedi, siyasi iktidar, seçim zamanında yapılacaktır diye birçok kereler beyanda bulundu, ama seçim kararı almak mecburiyetinde kaldı. 22 Temmuz’da seçim yapılacak. Bunu da normal saymak mümkün değildir. Türkiye’nin içine düştüğü bu bunalımın nedenleri nelerdir? DEMİREL: Bana göre bunun birkaç sebebi vardı. Bir tanesi; siyasi iktidarın yönetim kusuru. Cumhurbaşkanlığı seçimini yönetememişlerdir. İlk yaptıkları yanlış, cumhurbaşkanı bizden olacak, TBMM’den olacak ve biz seçeceğiz, ısrarıdır. Halbuki cumhurbaşkanı bütün Türkiye’nin cumhurbaşkanı olacaktı. Yüzde 26 halk desteği bulunan bir siyasi partinin, hiç olmazsa bugünkü şekliyle cumhurbaşkanı bizden olacaktır şeklindeki iddiası halk tarafından kabul edilmemiştir. Uzlaşma arayabilirler miydi? DEMİREL: Evet... Halkın sıkıştığını, Türkiye’nin sıkıştığını göremediler. Üniversitelerden, yargı organlarından, daha sonra askerden gelen, Cumhurbaşkanı’ndan gelen yansımaları iyi değerlendiremediler ve mesele çıkmaza girdi. Tabii ki bu hoş bir şey de değildir. Pekâlâ bir uzlaşma arayabilirlerdi. Üstelik seçimlerden 4.5 ? Her şeyin Tandoğan’da başladığını söyleyen Süleyman Demirel, “Meydanlar, halkın Cumhuriyetin değerlerini özümsediğini gösterdi” değerlendirmesini yaptı. ? ? Demirel, hükümetin yanlışlarının bunalımın nedeni olduğunu belirterek “İlk yaptıkları yanlış, cumhurbaşkanı bizden olacak ve biz seçeceğiz, ısrarıdır” diye konuştu. EKONOMİYE BAKIŞ Türkiye soyuluyor Seçimleri değerlendiren Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, “Meydanlardan gelen talep 22 Temmuz’da hangi neticeyi verecek, onu bilemiyorum, şüpheye de düşmek istemiyorum” dedi. (Fotoğraf: NECATİ SAVAŞ) yıl sonra, değil mi? DEMİREL: Gelmek istediğim ikinci mesele, 3 Kasım 2002 seçimleridir. O seçim sakattır. Hukuken, bir gayri meşruluk iddiası yoktur. Nereden sakattır? İstikrarı sadece sayıda, Meclis’in çalışmasında aramak yanlıştır. İstikrarı sokakta aramak lazımdır. 10 milyon 600 bin oyu olan bir siyasi parti iktidar. 360 sandalye var. Yani yüzde 26 oy. Yüzde 66 sandalye. 14 milyon oy, barajı aşamayan siyasi partilerin oyu iptal edildi. Yani 10 milyonla iktidar oluyorsunuz, 14 milyon iptal olunuyor. Yani usul yanlışı olmasa bile şen görev olarak halkımı sandığa çağırıyorum. Çözümü siyasi partilerin birleşmesinin ardından sandıktaki birleşmede mi görüyorsunuz? DEMİREL: Ben halkıma diyorum ki, Türk demokrasisini yeniden hayata geçirin. Parçalanmış durumdan kurtarın. Türkiye’nin bir iktidarı olsun, Türkiye’nin bir muhalefeti olsun. Ama verdiğiniz oyların büyük bir kısmı boşa gitmesin. CHP bir çekim merkezi oluyor, Demokrat Parti’yi nasıl görüyorsunuz? DEMİREL: Bugünden hiçbir sorunu olarak yeniden sahnede. AKP’nin bu mücadeledeki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? DEMİREL: Terörle müacadele sadece siyasi iktidar meselesi değildir. Devlet meselesidir ve dünya konjonktürü meselesidir. Bizim karşılaştığımız terör, aslında dünya gündemine girmiş bir terördür. Çeşitli dış ülkelerden destek alır, bu ülkelerin hükümetlerinden demiyorum ama çeşitli dış ülkelerde çeşitli cereyanlar var, çeşitli nüfuz merkezleri var, oradan destek alır ve bilhassa Avrupa bizim karşılaştığımız bu olayı, Avrupa’da bazı mihraklar, hepsi demiyorum, bizim karşılaştığımız bu olayı bir terör olayı değil de bir liberasyon olayı olarak görür. Terörle mücadele bağlamında Irak’a giriş tartışmalarını nasıl yorumluyorsunuz? DEMİREL: Terör tehdittir ve 1984 yılından beri, yani 23 senedir devam eden bir tehdittir. 1999’la 2005 arasında, 2006 arasında bir miktar durgunluk olmuştur, ama 2006 ile beraber yine uç vermiştir. Türkiye, en evvel kendi içinde bu hadiselerin olmasını önlemeye mecburdur, bir. İkincisi, bunun dış irtibatlarını kesmek, bir kere Türkiye’nin en önemli görevidir. Ama kendi içindeki irtibatlarını mutlaka kendi içinde, kendi dağlarında, kendi şehirlerinde meydana gelen hadiseleri önlemek için Türkiye azami gayreti sarf etmek durumundadır. Ve bunda başarılı olmak mecburiyetindedir. Ha, şimdi Irak’ta, evet bunların destek aldığı kesin, Irak’ta meydana gelen durumdan dolayıdır ki Irak’ta bazı şeyler oluyor. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ülkenin veya devletin bir tehdit ile karşı karşıya kalması halinde ne yapılacağını tayin etmiştir. Bu anayasaya göre böyle bir durum ortaya çıktığı zaman, Milli Güvenlik Kurulu toplantıya çağrılır. Milli Güvenlik Kurulu’nun önüne güvenlik makamları gelirler, durum değerlendirmesi yaparlar. Ve Milli Güvenlik Kurulu hükümete tavsiyede bulunur. Hükümet bu tavsiyeleri alır, değerlendirir ve hükümet tarafından alınabilecek kararları alır veya TBMM’ye gider. Yol budur. Demirel, hiçbir şeyin halktan esirgenmemesi gerektiğine vurgu yaptı. buna hukuk demek mümkün değil. Umarım ki 22 Temmuz seçimleri böyle bir netice çıkarmaz. Çıkacak endişesi içinde misiniz? DEMİREL: Onu bilemem. Seçim seçimdir. Ama böyle bir netice çıkarmaz umarım. Yani hiç olmazsa şu anda bilinmez. Bu seçim Türkiye’de yapılan en zorlu seçim olacaktır. 16 tane seçim yapılmıştır, ben bunların birçoğuna katıldım. Bana göre en zoru budur. Siyasi partiler bu seçime giderken fevkalade dağınık bir durumdaydılar. Yine bu bunalımın meydana getirdiği olaylardan bir tanesi, siyasi partileri, sağ ve sol partileri birleşmeye mecbur etmesidir. Meydanlardan gelen talep 22 Temmuz’da hangi neticeyi verecek, onu bilemiyorum, şüpheye de düşmek istemiyorum. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri, birer milyon veya milyonu aşan halk toplanmadı. Bu heyecan sandığa nasıl intikal edecek; bu, Türkiye’de ve dünyada merak konusudur. Ben üzerime dübir şey söylemek mümkün değildir. Seçime bir hafta kala bunu söylemek daha kolay olur. Onların söyleyeceği şeyin halk tarafından nasıl karşılanacağına bağlı her şey. Gayrete bağlı. Hiçbiri hazır değil. Siyasi partilerin ortaya koyacakları başarıya bağlı. Meydanları nasıl buldunuz? DEMİREL: Her şey Tandoğan Meydanı’yla başladı. Müthiş buldum. Kürsüsü başka, söylemi başka ama olayın kendisi büyük. Bir milyon insan bir cam kırılmadan bir meydanda toplanıp dağılıyorsa, kadınlıerkekli bir tek olay, oluyorsa, bir tek provokasyon olmadan oluyorsa bu halkın olgunluğunu gösterir. Bırakın cumhurbaşkanını halk seçsin. Hiçbir şey esirgemeyin bu halktan, esirgemeyin. Ve endişe etmeyin yani onun için, zaten bu 22 Temmuz seçimlerinde halkın Türkiye’nin önünde duran hadiseyi size anlatmaya çalıştığım biçimde sezeceğine ve ona mutlaka bir çare getireceğine inanıyorum. Terör Türkiye’nin ciddi Ekonomiyi nasıl görüyorsunuz? Durum kötü, rakamlar iyi gibi bir hava var... DEMİREL: Evet, Türkiye’de enflasyon yüzde 10’lar civarına inmiştir. İyi bir şeydir. Ama yüzde 5’e inmesi lazımdı programa göre. Türkiye’de 7’ye yakın kalkınma hızı olmuştur. O da iyi bir şey. Türkiye’nin ihracatı 100 milyar dolara çıkmıştır. Bu da iyi bir şey. Türkiye’ye 2006’da 20 milyar dolar dış yatırım gelmiştir. Bu da iyi bir şey. Bunlar madalyonun bir parçası. Şimdi diğer bir parçasına gelince, olmuş da ne olmuş? İstihdam ve refahta bir rahatlama var mı? Yok. Yani bu durum vatandaşa nasıl intikal etmiş? Dünyada yüzde 20 faiz veren tek ülke Türkiye’dir. Türkiye soyulmaktadır. Ve Türkiye’de 4 sene evelki kur ile bugünkü kur aynı. Halbuki yüzde 3540 enflasyon olmuştur 4 yıl içinde. Nasıl oluyor bu? Yani bu, ekonomi teoremine aykırı bir olay. Böylece siz, kurunuzu düşük tutmak suretiyle ülkenizi bir ithalat cenneti haline getirmişsiniz. Neticede 100 milyar dolarlık ihracat yapıyorsunuz, ama bu ihracatın 70 milyar doları ithalattan geliyor. Sizin ihracatınız aslında 30 milyar dolar. Gerçek ihracat 30 milyar dolar mı? DEMİREL: 100 milyar doların 70 milyar doları zaten ithalat. Otomotiv sanayiinde şöyle diyor adam: Başladığım zaman yüzde 40 içeride yapıyordum, yüzde 60 dışarıdan alıyordum. Şimdi yüzde 12 içeride yapıyorum, yüzde 88 dışarıdan alıyorum. Bu, kurunuzun düşük olmasından. 30 milyar dolar cari açığınız var, 50 milyar dolar da ticaret açığınız var. Borsanızın yüzde 74’ü yabancıların elinde. Geliyor dediğiniz yabancı sermaye, Türkiye’ye banka almaya geliyor veya kurulu tesisler almaya geliyor. Yeni bir istihdam ortaya çıkarmıyor. Ve işin tarafının bu olduğu gibi, Türkiye esnafının büyük sızlanması var. İlk defa olarak kapanan esnaf, açılan esnaftan çok. 2006’da kapanan, açılandan fazla. Bütün olarak bakınca ekonomi kötü diyorsunuz... DEMİREL: Yatırım havası yok. Köylü çok sıkıntılı durumdadır. Bu sene kurak. Orta Anadolu’dan gelen haberler hiç iyi değil. Fevkalede rahatsız oldum bugün. Birçok kimse geldi, dinledim. Birtakım yerlerde ekin biçilecek durumda bile değil. Zaten yüzde 30 tarımda çalışan halkı var, milli gelirden yüzde 10 alıyor. Bu sene yüzde 10 daha aşağı düşecek. ürkiye’de giren dolarların hızı ile avronun hızı, acaba hiç mi önem taşımayacak kadar farksız? Başka türlü soralım: Türkiye’ye dolar olarak giren “yatırım sermayesi” ile avro olarak giren “yatırım sermayesi” arasında fark yok mu? “Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları” başlığı altında Türkiye’ye giren para 2003 yılında 1.8 milyar dolarmış. 2006 yılı itibariyle ise 20.1 milyar dolar. 2007’nin ilk 6 ayında doğrudan yabancı yatırım miktarı 18 milyar doları bulduğuna göre, normal şartlar altında, geçen yılın çok üzerinde bir yabancı sermaye girişi olabilir. Ya da tersi: Siyasetteki kızışma, yoğun bir sermaye kaçışına yol açabilir. Şöyle veya böyle, bu, bir başarı değil. Makro dengelere baktığımızda, özellikle emekçi halkın ağır bir yükün altında kaldığı görülüyor. Ama bunlar şimdilik çok önemli değil. T ??? Başka şeyler var. Bunlardan biri, AKP’nin temsil ettiği “kravatlı imam zihniyeti”nin hesaplarıdır. Sonuçta 4.5 yıldır, “Şerefsiz Osmanlı’ya Dönüş” hükümetinin, yani “Damat Ferit intikamcılarının” elinde can çekişen bir Türkiye var karşımızda. Dizginleri ele geçirmiş bu kravatlı, badem bıyıklı “modern imamlar”, sıkmabaşlı hanımları eşliğinde, iç ve dış istikrarsızlığı, ülkeyi toptan satarak göğüsleyebileceklerinden eminler. Uluslararası piyasalarda dolaşan reel ekonomiden kopmuş trilyonlarca doların, özellikle Amerikan Doları’nın, ihmal edilebilecek kadar küçük bir bölümünü, ülkenin tüm kamu varlıklarını peşkeş çekerek Türkiye’ye bağladıklarına, dolayısıyla yabancı sermaye sahiplerinin bu yatırımlarını kurtarmak için Türkiye’nin ipini çekmeyeceğine inanıyorlar. Daha basiti: “Sermayenizi çekerseniz belki biz batarız, ama sizin paranız da batar” diye sesleniyorlar. Basit oldukları için, o küçük tüccar dünyalarında, 84 yılda yaratılmış kamuya ait tüm değerleri satarlarsa, yabancı sermaye sahiplerini de Türkiye’yi (dolayısıyla kendi sermayelerini) tehlikeye atmaktan vazgeçirebileceklerine inanıyorlar. Caydırıcı öğe, halkın malı kamu değerlerini “haraç mezat okutmak” yani. Yaptılar. Destek de gördüler. Bu, modern bir Türkiye’den çok, 1919’lardaki “Osmanlı”dır. ??? Demek ki, 12 Eylül ile Özal’ın çocukları, Türkiye’ye el koymuş durumda. Peki, ABD bir yana, ya AB Almanyası veya ParisBerlin ekseni “badem bıyıklı tüccar imamların” bu hesabını nasıl cutsay@cu Ankara’da yanlışlıklar var diyorsunuz... DEMİREL: Hükümet, güvenlik kuvvetleri bizden yetki istesin, verelim demek yerine Milli Güvenlik Kurulu’na meseleyi getirmek ve orada tedbir istemek durumundadır. Güvenlik kuvvetlerinin, hükümet bize yetki verirse biz görevimizi yaparız demesi karşısında, peki siz niye yetki istiyorsunuz, neyi yaparsınız diye hükümetin sorması lazım. Bu talepler, yapıldığı zaman karşısında sessiz kalınacak olaylar değildir. ABD’nin bu gelişmelere soğuk baktığı söyleniyor, katılıyor musunuz? DEMİREL: Benim meseleye bakış tarzım şudur: Aslında Türkiye Cumhuriyeti bağımsız bir devlettir ve hükümeti de bu bağımsız kurumlarından birisidir. Türkiye kendi hür iradesiyle hareket eder, ülkenin menfaatları neyse ona karar verir. Ben Amerika’nın Türkiye’deki siyasi iktidara destek verip vermediğini de hiç düşünmedim. Bugün de düşünmüyorum. Türk halkı bugüne kadar seçimle getirdiği hükümetleri, kendi iradesiyle getirmiştir. Bence bunda araştırılacak birşey varsa, bu ölçüde araştırmak lazım. Laiklikten vazgeçmek ülkeyi ufalar Siyasi iktidarın uluslararası alanda Türkiye’nin hassasiyetlerini tam dile getirmediği eğilimi hâkim değil mi? DEMİREL: Türkiye Cumhuriyeti’nin iki tane kuralı var. Bu kurallardan bir tanesi laikliktir. Eğer laiklik olmazsa Türkiye o zaman din esasına göre, mezhep esasına göre, tarikat esasına göre ufalanır. Laiklikten vazgeçmek Türkiye’yi ufalar mı diyorsunuz? DEMİREL: Ufalar. Türkiye’yi içinden çıkılmaz duruma getirir. Ama Türkiye, devletin kuruluşunda din meselesini vatandaşına bırakmıştır. Ve bütün din ve inançlara eşit mesafededir. Din, Allah ile kul arasındaki bir meseledir. İnanç meselesidir ve dini vecibelerin, dini icapların yapılmasını da devlet korur. Yani iba detlerin yapılmasını, dini itikatlara insanların sahip olmasını devlet korur. Devletin bunlardan kuşkusu, korkusu yoktur. Devlet sadece din kurallarının devlete hâkim kılmaya kalkışılmasından endişe eder. Ve bunu yaptığınız zaman Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni parçalarsınız. Buna müsaade etmez. İkinci kural; etnik yani ırk meselesidir. Irk meselesinin de üstüne çıkmıştır devlet. Büyük Atatürk’ün kurduğu devleti ayakta tutacak iki tane büyük formülü budur. Yani Türkiye’de çeşitli ırklardan gelen insanlar olabilir. Doğaldır. Yalnız millet dediğiniz zaman, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür, Türk vatandaşıdır dendiği yerde bu beraberliği sağlıyorsunuz. Başka türlü, bu beraberliği sağlamanız mümkün değildir. Şimdi, din esasına göre parti kurarsanız ve siyaset yaparsanız ya da ırk esasına göre siyaset yaparsanız parti kurarsanız ki bunları yasaklamıştır Türkiye Cumhuriyeti kanunları siyaseti, siyaset kulvarında değil, ülkenin bölünmez bütünlüğünü zarara sokmak istikametinde yapıyorsunuz demektir. Bu, Türkiye’nin felaketi olur. Meydanlar, Türkiye’nin, halkımızın Cumhuriyetin değerlerini özümsediğini de göstermiyor mu? DEMİREL: Aynı kanaatteyim. Rejimleri halk ayakta tutar. Tabii devletin kurumları da çok önemlidir de ama sadece devletin kurumlarına dayanan, fakat halka dayanmayan bir rejimi ayakta tutamazsınız. Bu anlamda meydanlar görevini yapmıştır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle