28 Mart 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 Kıraç, 5. solo albümü ‘Benim Yolum’da müzikal enerjisini yoğunlaştırırken yeni çalışmalarının da haberlerini veriyor C A müzik İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER 1 HAZİRAN 2007 CUMA Hayatın müziği kafamda çalar Afgan şarkısı lbüme adını veren “Benim Yolum” şarkısı ise Afganistanlı Zaland Farid’in bir bestesi. Kanada’da yaşayan İranlı kadın şarkıcı Googoosh’un sesinden dinlediği şarkıyı beğenen Kıraç, Türkçe sözler yazmış: “Dünyada ve ülkemizde toplumsal ve bireysel olarak bir umutsuzluğun, tedirginliğin içindeyiz. Oysa ki bu topraklarda çok önemli insanlar yaşamış. Değerini bilemediğimiz, çok zorlu yollardan geçmiş insanlar için yazılmış bir şarkıdır. Örnek verirsek, Pir Sultan Abdal’a bağlıyız ama yaşantısını pek örnek almayız. Kendilerini topluma adamış, tarih sayfalarında bazen küçük bir paragrafta adları geçen, feda ettikleri hayatları önemsenmeyen insanlarımıza adanmış bir şarkı oldu. Farsçası da bu anlamı içeriyordu.” Yabancılaşma... ıraç, Namık Nagdaliev’in K “Sana Mecburum” şarkısına klip de çekti. Alpay’ın yorumuyla sevilen Fecri Ebcioğlu’nun Türkçe sözlerini yazdığı “Hayalimdeki Resim”, Selami Şahin’in bestesi “Ya Seninle Ya Sensiz” şarkıları bu kez Kıraç’ın müziğiyle buluşuyor. Hatice TUNCER K ıraç’ın 5. solo albümü “Benim Yolum” geçen günlerde TMC Yapım tarafından yayımlandı. Kıraç, Cem Karaca hayranlığı ve Anadolu rock’la başladığı müziğinde tutturduğu kendine özgü bir çizgisini yeni şarkılarında da sürdürüyor. Kıraç müziğinin enerjisi ve coşkusu, Benim Yolum’da daha sert gitarlar ve davullarla daha da katlanıyor. Benim Yolum’da rock’n roll’dan daha sert tınılara uzanan Kıraç, balatlarla, unutulmaz şarkılarla müziğin keyfini yaşadığını hissettiriyor. ‘Müzik benim ekmeğim’ ÜÇ YILLIK BEKLEYİŞ İlk albümü “Deli Düş”ü 1998’de yayımlanan Kıraç, 1999’da “Bir Garip Aşk Bestesi”, 2001’de “Zaman” ve Funda Arar’la düet yaptıkları “Sevgiliye” adlı bir albüm çıkardı. “Kayıp Şehir” albümünden sonra film müziklerine yoğunlaşan Kıraç’ın yeni albümü “Benim Yolum” için dinleyicilerinin üç yıl beklemesi gerekti: “Diğer albümlerimde Türk müziğinin formlarını alıp, Batı müziğinin altyapısını kullandım, ‘dünya müziği’ diyeceğim artık. Türküler de şehirli şarkılar da söylüyorum. Aşk şarkıları da belli bir hayat bakışının şarkıları da vardı. Müziğimde ani bir değişiklik hiçbir zaman düşünmedim. Her defasında daha titiz çalıştım.” le ilgi çeken Binbir Gece dizisinin müziğinde de Kıraç’ın imzası var. Kıraç’ın Binbir Gece dizisinde Rimski Korsakof’un ünlü senfonik süiti Şehrazat’tan yararlanarak hazırladığı müzikler öyle beğenildi ki Korsakov’un eserinin kayıtları da müzik marketlerin en görünür bölümlerinde sergilenmeye başlandı: “Dizinin adı Binbir Gece olunca Amerika’yı yeniden keşfetmek mantıksız olurdu. Korsakof’un Şehrazat eseri zaten var. Korsakov, çocukluğumdan beri fanatik derecede sevdiğim bir müzisyendi. Kadın kahramanın adı da Şehrazat olunca ‘Bu senfonik şiiri mutlaka kullanmalıyız’ dedim. Jenerikteki müzik benim bestem ama klasik Batı orkestrasyonuna uygun yaptık. Korsakof’un eserinden yararlanıyoruz. Tamamen orijinal müziği kullandığımız gibi araya benim bestelerimi, Şehrazat’ın formunu biraz bozarak benim çaldıklarımı koyuyoruz. Özellikle büyük orkestraya çaldırmayı seviyorum.” MÜZİK KAYNAKLARI Kıraç, insanı hayatı boyunca taşıyacak malzemenin çocukluk döneminde toplandığını düşünüyor. 1972 yılında Kahramanmaraş’ta doğan Kıraç, 10 yaşındayken öğretmen olan babası İstanbul’a tayin olunca ailesi Hasköy’e yerleşti. Babasının aldığı bağlama, lisedeki müzik öğretmeninin hediye ettiği gitar, Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Müzik Öğretmenliği Bölümü’ndeki eğitimi, Ortaköy Martı Bar’daki sahne hayatı, müziğinin hamurundaki malzemelerin bir kısmını oluşturuyor. Yaşadığı ortamın siyasal ve sosyal eğilimlerinin de katkısı olmuştur kuşkusuz. Kıraç söyleşilerinde müzikten çok siyasal ve sosyal alanlardaki düşüncelerini aktarmayı sever. MÜZİKTE MARKA Bundan sonraki çalışmalarını Türkiye’de yapılan müziğin daha evrensel niteliğe ulaşabilmesi adına yapacağını söyleyen Kıraç, yeni albümünde bu düşüncesini yansıtmaya çalışmış: “Taksim’de gidip gelirken bazı Avrupa markalarını bir harf bir logo olarak algılarsınız. Müzikte de Amerikalı, Avrupalı diye onun kendi içinde tanımlamaları, markaları vardır. Türk müziğinin tanımlanması henüz daha oturmuş değil. Halk kültürümüz çok geniş boyutta fakat yeterince iyi çalışmalar ortaya çıkmıyor. Çok fikirler var fakat sunulmasında büyük problemler var. Onunla ilgili birtakım şeyler yapmayı düşünüyorum. Türküler üzerinde ciddi ciddi durmak için bu albüme türkü koymadım. Ama türkülerden uzaklaşmış değilim, dinleyiciler en Batı tarzındaki şarkılarda bile bizim kendi kökenlerimizin lezzetlerini de bulacaklar. ” ’80 GENÇLİĞİ İlkgençlik dönemini 80’li yıllarda yaşayan Kıraç, dönemin gençliğine ilişkin ilginç gözlemler yaparken bugünkü konumunu da değerlendiriyor: “Politik, ideolojik unsurlara çok kötü gözle bakıldığı ortamda, ne yapacağımızı şaşırmıştık. Bunlar sadece o yıllarda gençliğini yaşayanların bileceği şeyler. Çocukluğumu hatırlıyorum, zengin insanlar hep vardı ama 90’lı yılların başında korkunç bir uçurum oluştu. Zenginlerle birlikte bir burjuva aydın sınıfı da yaratıldı. Ben de aslında Türkiye’de kişi başına düşen gelirden bayağı bir fazlasını kazanıyorum artık. Yani eleştirdiğim bir yapının ekonomik boyutunun içindeyim. 80’li yıllarda bir görüşün içindeydim. Şimdi, bir gücüm var, şarkı söylüyorum, Türkiye’ye göre lüks yaşıyorum, fakat sorumluluklarımdan da uzaklaşmak istemiyorum. Yani bu tarafa geçmiş olmak istemiyorum. İşte bu albümde ifadelerimin ve büyük bir çoğunluğun beni dinlemesindeki nedenlerinden biri bu. Tamam şu an mikrofon benim elimde, küçük de olsa bir iktidarım var. Ama bu kazandığım söz söyleme gücünü o 80’li yıllardaki benim gibi olan büyük çoğunluk için kullanmaya çalışıyorum. Ama bulunduğum yerde çok yalnızım.” ıraç, yeni albümünü “biraz daha kentli” diye tanımlarken “sıkıcı ve kasvetli” bir kentten söz ediyor. Geleneksel türküleri düzenlemek yerine Azeri müzisyen Namık Nagdaliev’in İstanbul havalarını andıran, uzun bir “off off”çektiği “Seyrime Gel” parçasını okumayı tercih etmiş. Ümit Yaşar Oğuzcan’ın şiiri “Yıkık”ı duygularının örtüştüğü bir anda bestelemiş. Kıraç’ın kendi ifadesiyle “Fransız şarkılarının” etkisindeki “Utangaç” ve “Yoruldum” albümün hüzün yanını oluşturuyor. Kıraç bu şarkıların hüznünü “Hayatın kendisinde bir hüzün var. Gurbet gibi hayat sanki” diye anlatı K yor. “Dayan” ise Kıraç’ın çok eskiden yazdığı armonik zenginliğinin yanı sıra duygu yüklü bir şarkı: “Ben müzikle yaşama biçimini çok seviyorum. Hobim de müzik işim de müzik. Acımda, mutluluğumda, maç seyrederken, yani hayatta ne varsa onu müzikle yan yana getirip yaşıyorum. Ekmeği çok severim, ekmek olmadan yemeğin anlamı yok benim için. Müzik de ekmek gibidir benim için. Kafamda sürekli çalan bir müzik vardır. Sizinle konuşurken de bu olayı kafamda müziklendiririm. Hiç bitmez, bittiği an, benim de yaşamımın bir anlamı kalmaz herhalde. Çünkü müzik benim hayat damarım.” FİLM MÜZİKLERİ Kıraç, 2002 yılında Zerda dizisine yaptığı müzikler, filmde söylediği şarkılar izleyicinin büyük beğenisiyle karşılanınca, dizi film müziklerinin aranan imzası oldu. Bir İstanbul Masalı dizisinin müziklerinde başarı grafiğini yükselten Kıraç, Aliye, Yağmur Zamanı, Gözyaşı Çetesi, Beyaz Gelincik dizilerinin müziklerini de yaptı. TMC’nin yapımını üstlendiği dizilerin sevilen şarkılarından oluşan “Efsane Dizilerin, Efsane Müzikleri” albümünde de çoğunlukla Kıraç’ın eserleri yer alıyor. İlk bölümlerinden itibaren etik değerler, kadının toplumdaki durumu, sağlıkta sosyal güvence gibi birçok tartışmaya yol açan öyküsüy olitize olmuş insanlar için bile, depolitizasyon ya da olup bitenleri kanıksama, yabancılaşmanın boyutlarını algılama kimi günler daha çarpıcı oluyor. Belki nemli sıcak havanın da payı olmuştur. Sanırım kendi adıma bir gün öncenin gelişmelerini özetleyen sabah haberlerinde, sınırımızı aşan ABD F16 gerilimi haberinin öne çıkmasının payı oldu. Stratejik müttefikimiz bizi en sert üslupla tehdit ediyor... Afganistan’dan gelen çok sayıda ölümlü çatışmanın geleceğe yönelik ne anlama geldiği üzerinde hiç düşünmedim. Irak’tan her gün gelen mezhepler üzerinden iç savaşın boyutlarının daha da vahşileştiğini gösteren haberlerin zaten algılanabilmesi söz konusu değil. AKP kendince seçim öncesi başaramadığı sivil darbeyi seçim sonrasına taşıma oyunlarında. Meclis’te anayasa değişikliği tartışmalarında çıkan yumruklu kavganın da, siyaseti böylesine gerdikten sonra olağandışı bir anlamı yok.. Haber değerlendirme toplantısına şöyle uzaktan bir kulak kabarttım. Baktım arkadaşlarım da güncel olarak hangi haberleri büyüteceklerinde zorlanıyorlar... Aslında aylar yıllardır Irak işgali sonrası ABD ile sınır komşusu olduğumuzu biliyorduk. ABD’nin petrol çıkarları, BOP kapsamında bizi stratejik ortak olarak görmediğini, çok başka hesaplar peşinde olduğunu da.. Askerlerimizin kafasına geçirilen çuvalın, başımıza örülmekte olan çorapların boyutlarını da... Yine de peş peşe Ankara’nın göbeğinde çok ağır bir terör eyleminin kurbanlarını, mayınlarda 6’sı birden ölen askerlerimizi toprağa vermenin sıcak günlerinde, verilen askeri gözdağı, çok çıplak, çok incitici; “Bizim, ABD’nin emperyal çıkarları her şeyin üstünde. Kuzey Irak’tan size yönelik terörün, tehdidin boyutları umurumuzda değil. Sakın ola ki bizim çıkarlarımıza çomak sokmaya kalkışmayın. Sizin için yaşamsal anlamı, teröre karşı önlem almanın kaçınılmaz önkoşulu olsa da, PKK’ye yönelik Kuzey Irak operasyonu yapamazsınız. Karşınızda bizi bulursunuz..” demenin bu kadar pervasızcası olabilir mi? ??? Yetmiyor.. Irak Kürdistan’ı adına ikinci, üçüncü dereceden bir yetkiliye demeç verdirtiliyor; “Türk tankları Habur’u geçemez, Kürdistan halkı seyirci kalmaz” diye meydan okutulabiliyor. Bu arada peş peşe, kendilerini canlı bomba yapmaya karar vermiş eylemci kadınlar, donanımlı patlayıcı malzemelerle birlikte yakalanıyorlar. İstanbul’da, İzmir’de, Adana’da polis yakalamasa kim bilir daha kaç canlı bomba eyleminin P daha yaşanmış, kaç insanımızın canının gitmiş olabileceğinin hesaplanması giderek güçleşiyor. Stratejik müttefikimiz kendi çıkarlarına yönelik bize karşı bu kadar gaddar da, üyesi olmaya çalıştığımız AB siyasilerinden gelen haberler neyin habercisi? Onların canı can bizimki patlıcan ya.. Terör eylemlerinin bu en vahşilerini bile gören AB medyası yok, adam gibi protesto eden siyasi iradesi yok. Gelen tüm haberler bizim aleyhimize alınmış yeni kararlar ve açıklamalar içerikli. Sabrımızı sınamanın çok ötesinde, gözden çıkarmış olmanın ya da Türkiye’yi günümüz AB siyasi çıkarlarının kapsama alanı dışında görmenin yansımaları var. Bizim başta Soros, AB foncuları ise inatla gerçekleri görmemek, göstermemek üzere, hastalıklı bir bağımlılığın utancını, ayıbını kapatmaya yönelik tüm öfkeleriyle, içerde suçlayacak, saldıracak taraf arıyorlar. Erdoğan hükümetinin, AKP’nin güncel siyasi seçim stratejisi ise daha bir iç karartıcı.. Sanki iktidarda değiller, olup bitenlerde en küçük bir sorumlulukları yok. Pişkin pişkin seçim öncesi başaramadıkları sivil ılımlı İslam darbesini seçimler bağlantılı nasıl gerçekleştirebileceklerinin hesabındalar. Öyle olunca da ABD, AB’den gelecek siyasi destek onlar için Türkiye üzerine oynanan oyunlardan çok daha önemli. ABD, AB siyasileri için ülke çıkarlarını ikinci plana atmış, kendilerine tam bağımlı, sesini çıkaramayan bir siyasi irade elbette kaçınılmaz bir fırsat. Başbakan Erdoğan; AKP iktidarda, siyasi iradenin başında değilmiş gibi, Türkiye’de işlerine gelmeyen gelişmelerde doğrudan devleti hedef alan en sert tepkileri veriyorlar. Sonra devlet adına engel gördükleri siyasi oluşumlardan Cumhurbaşkanlığı’na, askerlere uzanan bir halkada her kurumu eleştirip AKP iktidarına destek vererek devlet adına ülke çıkarlarını savunabilecek siyasi yapılanmanın sandıktan çıkmaması için ellerinden gelen katkıyı yapmaya çalışıyorlar... Bence çok ama çok yanlış hesap yapıyorlar. En sıradan, en depolitize, olup bitenlere en yabancılaşmış insanlarımızı bile sandığa gitme kararlılığına yöneltiyorlar. Anadolu insanının, Anadolu kültürünün, Cumhuriyet kazanımları, Kurtuluş Savaşı destanından aydınlanma, Atatürk devrimlerine uzanan değerlerin bilinçaltı kodları ile, tehdit algılamasının bileşkesine doğacak tepkiyi hiç hesaplayamıyorlar. Aslında dünyaya, insanlığa emperyal pencereden bakmanın yanılgısını yaşıyorlar... soner?cumhuriyet.com.tr urocommunism, Eurodollar ve Euroİslam Batı kapitalizminin, “düşmanını veya rakibini denetim altına almak ve devşirmek için” kullandığı en etkili araçlar oldu. Bu üç kavram (ve araç) ile 20. yüzyılın ortalarından başlayan bir maceramız var. Önce “Eurocommunism” kullanıldı. Avrupa komünizmi, Batı kapitalizminin iki patronu ABD ve Batı Avrupa’nın ortak maşaları oldu. Sovyetler Birliği ve Çin dışındaki “üçüncü ülkelerde” Avrupa komünizmi ve Euroİslam en iyi araçlar olarak değerlendirildiler. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Eurocommunism etkisini kaybetti. “Liberal ve açık iktisat modeli”, ABD’nin (ve AB) Washington uzlaşması ile devreye sokuldu. Bizdeki “Özalcılık”, modelin “oryantal çeşitlemesi” olarak sunuldu. “Oryantal” olur da İslamcı süsü olmaz mı! Tabii ki bu boyutu da, “vazgeçilmez bir biçimde” yanına yerleştirilecekti. 1970’lerin petrol krizinin yan ürünü olan “Avro dolarlar” uzunca bir süre Batı kapitalizminin “denizaltıları gibi” dolanıp durdular ve Sovyetler Birliği gevşetilirken yeni kapitalist piyasaların şırıngası olarak kullanıldılar. Soğuk savaş döneminde “Avrupa komünizmi” işlevini yalnızca Fransa, İtalya ve İspanya gibi ülkelerde yürütmedi: Türkiye ve Yunanistan gibi ülkelerde “Avrupa (ve Batı) kontrollü marjinal komünist E BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI AvrupaKomünizmi, AvrupaDoları ve Avrupa İslamı doğu Projesi; buraları İslam ülkelerinin (ve Türkiye’nin) yer aldığı bir coğrafya. Avrupa komünizmi ve Avrupa dolarlarından sonra şimdilerde moda “Avrupa İslamı”. Avrupalaştırılmış bir “İslamcı yapılanma” türü. Biyoteknoloji örneği, üretilmiş bir model. Aynen hormonlu bitkiler gibi. AngloAmerikan patentli ürünün özgün adı, “Ilımlı İslam”. Üretildiği laboratuvar, Türkiye. Tipik özellikleri şunlar: Bu köktendinciler ABD ve AB mutlak işbirliği içinde bulunacaklar. Kısacası onların istedikleri her şeyi yerine getirecekler. Stratejik maşası olacaklar. En serbest piyasadan yana, en özelleştirmeci ve dışa en açık olacaklar. İçerde “kapalı”, dışarda “açık duruş” sergileyecekler. Cumhuriyet, demokrasi, laiklik, sosyal devlet gibi tehlikeli şeylerden uzak duracaklar. Tarikatlar ve cemaatlerle, “sosyal sınıfların örgütlenmesine” en büyük darbeyi vurup bellerini kıracaklar. örgütler kuruldu.” Bunların ipleri “Avrupa merkezli komünistlerin” ellerindeydi. Attilâ İlhan’ın bir sözü hâlâ kulaklarımda: “Bizim bazı, eski kulağı kesikler vardır; bunlar ne zaman ortaya çıksalar Türkiye’de sol bölünür.” (*). Batı kapitalizminin (ve emperyalizminin) şimdilerde en büyük korkusu “ulusalcı ve antiemperyalist cephenin Türkiye’de giderek güçlenmesi”. Batı’nın seçtiği panzehir, karma bir ilaç gibi: Truva atının içine yalnızca, kimi “eski kulağı kesikler” yerleştirilmemiş; yanlarına yeni liberaller ve yeni işbirlikçi şeriatçılar da oturtulmuş. En sıkı komünistlerle en kahraman liberaller (liboşlar) ve köktendinciler kucak kucağa oturtulmuşlar. Aslında hepsi birden emperyalizmin kucağına yerleştirilmişler. Hey gidi Avrupa komünizmi hey! “Ne oldum” demek yetmez, ne olacağını gör ve utan!.. Soğuk savaş sonrası ABD ve AB’nin hedefi Ortadoğu, kısacası Büyük Orta Amerikaİngiliz patentli model Almanya’da da Türkler üzerinde uygulanmaya başlandı. Dinci “Kaplanlar” vs. gibi radikaller yerine “Avrupa normlarına uydurulmuş Müslümanlar” Avro İslam’ın yeni hedefi. 24 Ocak kararları ve 12 Eylül’le “sermaye merkezli” başlatılan sömürgeleştirme operasyonları 2000’li yıllarda “Ilımlı İslam” üzerine oturtuldu. Buna uygun kişiler zorla devşirildiler. 28 Şubat süreci bu işi halletti. Avroİslam (Euro İslam) yeni sömürgeciliğin en önemli silahlarından birisidir. Son dev mitingleri tahlil ettiğimiz zaman işin özünde, “Batı’nın Ilımlı İslam aracılığı ile” başlattığı yeni sömürgeciliğine karşı bir halk hareketi olduğunu görürüz. Bu hareketlerin özünde, ulusalcı antiemperyalist bir duruş egemendir. CHP ve DSP bu işi ne kadar anlamışlar, bekleyip göreceğiz... ??? AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencilerinin oluşturduğu Genç Mülkiyeliler Topluluğu’nun bana verdiği ödül için teşekkür ederim. Teknik bir nedenden dolayı gidemediğim için de özür diliyorum. Sevgiler, var olun... (*) Attilâ İlhan’la Hayatın İçinden, Truva Yay, 2006 www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali Türk el sanatları yok oluyor Türk kültüründe önemli bir yeri olan nakış ve el sanatları olgunlaştırma enstitülerinde el emeği göz nuru dökülerek, gelecek kuşaklara aktarılıyor. Gelişen teknolojiyle birlikte, genç kızların çeyizlerinin artık geleneksel nakışlar ve el sanatları yerine fabrikalarda seri üretimle hazırlanması nedeniyle oluşan “yok olma” tehlikesini olgunlaşma enstitüleri önlemeye özen gösteriyorlar. (Fotoğraflar: AA)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle