25 Nisan 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 Altın Palmiye Mungiu’ya yoktu. Bu ödül, iyi film yapmak için çok para gerekmediğini 60. Uluslararası Cannes kanıtlıyor” diyordu. Film Festivali’nde zafer, Festivalde, Altın PalRomen yönetmen Cristian miye’nin ardından Mungiu’nun “4 Ay, 3 Hafgelen “Büyük Ödül”, ta, 2 Gün” adlı filminin olJapon kadın yönetdu. “Yaşamın Kıyısındamen Naomi Kawaki” adlı AlmanTürk yapıse’nin yönettiği “Yas mı ile yarışan Fatih Akın Ormanı”nın oldu. ise En İyi Senaryo ÖdüYarışan filmler aralü’nü kazandı. sında, ödül listesinde Alman asıllı oyuncu Diyer alabilecek filmleane Kruger’in sunduğu törin sayısı hiç de az derende açıklanan ödüller, ğil demiştik. Jüri, 60. önemli bir sürpriz içermiyıl anısına bir özel yordu. Hemen herkesin ödül yaratarak bir filüzerinde birleştiği Romen mi daha ödüllendirfilmi, Altın Palmiye’yi kame olanağına kavuşzanırken 22 film arasında tu. Bu özel ödülün saöne çıkan 10 filmin hemen Romen yönetmen Mungiu, ödülünü ABD’li oyuncu Jane Fonda’dan aldı. En iyi kadın oyuncu hibi, “Paranoid hepsi ödül listesinde yer ödülünü ise G. Kore filmi “Saklı Günışığı”nın oyuncusu Jeon Doyeon aldı. (AP) Park” ile Gus van Sant alıyordu. Bizim favorimiz oldu. Amerikan sineolan Sokurov’un “Alexandmasına bir teselli ödüra”sı dışında. giu, Altın Palmiye’yi 70 yaşına rağmen güzelliğinlü olarak yorumlanabilirdi bu ödül. “Jüri Ödülü”, Juri başkanı İngiliz yönetmen Stephen Frears’ın den bir şey yitirmeyen ünlü Amerikalı oyuncu Jane İranlı kadın yönetmen Mariane Satrapi ve Fransız Altın Palmiye’yi “4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün”e verdikleFonda’nın elinden alırken “Bu benim için bir peri Vincent Parannoud’nun ortaklaşa gerçekleştirdikrini açıklaması salonda alkışlarla karşılandı. Munmasalı gibi. 6 ay önce filmi yapacak paramız bile leri canlandırma filmi “Persepolis” ile Meksikalı Carlos Reygadas’ın “Suskun Işık” adlı yapıtı arasında paylaştırılırken En İyi Yönetmen dalında, “Dalgıç Giysisi ve Kelebek” adlı Fransız yapımı ile bijn, İngilizAvustralUğur HÜKÜM Amerikalı Julian Schnabel ödüllendirildi. ya ortak yapımı “ContEn İyi Senaryo Ödülü, “Yaşamın Kıyısında” filrol” başlıklı eseriyle PARİS Cannes Film mindeki çalısması ile Fatih Akın’a verildi. Satrapi, kazandı... FIPRESCI, Festivali 60. yaşına basmaödülünü tüm İranlılara adarken ödülünü Charlotte 2007 buluşmasında sına rağmen, başlatıldığı Rampling’in elinden alan Fatih Akın, ödülün yeni genç Rumen yönet1955 yılından bugüne kaçalışmasında kendisini yüreklendireceğini söylüyor men Cristian Mundar layık bulduğu 46 Altın ve “Türkiye’ye seçimler öncesi bir mesaj göndergiu’nun “4 Ay, 3 HafPalmiye dışında binlerce mek istiyorum: Birleşirsek ayakta kalırız, bölünürta ve 2 Gün” filminin ödül dağıtmış. “Resmi Yasek düşeriz” diyordu. yüzünü bir kez daha güldürdü. Jüri özel sempati arrışma” bölümünde son yıllarda az da olsa çoğalan Kadın oyuncu dalında ödülü, G. Kore filmi mağanını ise İsrailli yönetmen Eran Kolirin filmi en prestijli ödüllerin dışında, “Belirli Bir Bakış / “Saklı Günışığı” filminin oyuncusu Jeon Doyeon, “La visite de la fanfare”a verdi... BBB” gibi paralel, “Eleştirinin / Eleştirmenin Haferkek oyuncu dalında ise Rus filmi “Ceza”nın “EH” büyük ödülü Arjantin’den gelen bir esere tası / EH” veya “Yönetmenlerin Onbeşi / YO” gioyuncusu Konstantin Lavroninko kazandı. gitti. Yarışmaya ilk filmi “XXY” ile katılan 30 yabi alternatif programlar da ufuk açıcı, teşvik edici Cannes’ın tüm bölümlerinde gösterilen ilk ve şındaki Lucia Puenzo, Arjantin’deki diktatörlük ve yardımcı filmleri ödüllendirmeyi bir gelenek haikinci filmler arasında bir seçim yapan Altın rejimine karşı yaptığı filmlerle tanınan Luis Puenline getirdiler. Kamera Jürisi, Anton Corbjin’ın “Kontrol”üne zo’un da kızı. Paralel gösterimlerin en önemlisi Fatih Akın’ın hem Türk hem de Alman sinemamansiyon verirken “Eleştirmenler Haftası”nda “BBB” ise geçtiğimiz ağustos ayında 27 yaşında vesına kazandırdığı, 1974’ten beri verilen “Ekümegösterilen İsrail filmi, Etgar Keret ve Shira Geffat eden bir Rumen sinemacı, Cristian Nemesnik” ödül dışında, alternatif bölümlerden “YO” fen’in yönettiği “Meduzot”u Altın Kamera cu’nun son filmi, “California Dreamin”i ödüllenjürisi de “Deneme ve Sanat Sineması” dalındaki Ödülü’ne değer buldu. dirmeyi tercih etti. Jürinin diğer iki özel ödülünü ana ödüle İrlandalı yönetmen Lenny AbrahamKısa Metrajlı Filmler Jürisi ise Anthony Chen’ın ise Eran Kolirin ve İtalyan kökenli Fransız oyunson’un “Garage”ı layık görüldü. YO’nun “Genç “Ah ma” ile Mark Albiston’un “Run/Kos” filmcu, yönetmen Valeria BruniTedeschi “Önceki GeBakışlar” ve “En İyi Avrupalı Film” dallarındaki lerini birer mansiyonla değerlenlendirirken kısa cenin Rüyası” isimli filmiyle paylaştı ödüllerini Hollandalı genç yönetmen Anton Corfilm dalındakı Altın Palmiye’yi Elisa Miller’ın “Ver Llover” filmine verdi. Vecdi SAYAR C kültür LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL 1 HAZİRAN 2007 CUMA Gözyaşı Şeytanı Kovar Prometeus’un insanları yarattığı çamuru gözyaşıyla yoğurduğunu okumayanımız var mı? Bundan birkaç yıl önce İsrail’de yapılan kazılarda Romalıların yaptığı sanılan, ince camdan üretilmiş küçük şişeler buldular. Lacrima Phials olarak adlandırılan bu şişelerde gözyaşı toplarlarmış Romalılar. Lacrima, Latince’de gözyaşı demek zaten. Herhalde bir nedeni vardır, ama aklımda bir şey kalmamış buna ilişkin. Gözyaşının toplanacak bir madde olup olmadığı bir yana neden toplandığını düşünmek, iyi bir beyin jimnastiği olabilirdi. Günümüze kadar gelebilseydi, günümüz insanının şişe yetiştiremeyeceği bir adet olurdu tabii. Çünkü bu çağ, diğerlerinden daha fazla gözyaşı çağı sanki. Belki kendi zaman/mekan çerçevemden bakınca böyle düşünüyorumdur. Bizim hissettiklerimizin, bizden öncekilerden daha yakıcı olduğuna inanmamız “doğal insanlık davranışı” elbette. Romalılara sorma şansımız olsaydı, kim bilir onlar da gözyaşı çağının kendi çağları olduğunu söylerlerdi. Herkes kendi evindeki acıyla bakar dünyaya. ??? Gözyaşı bu, her yerde karşımıza çıkar. Tiyatroda, resimde, şiirde, öyküde, romanda, mitolojide, ibadette. “Her yerde” diye kesin bir ifade kullanmış olsam da yine de olmadık yerlerde de çıkıyor insanın karşısına. Yaşadıkça neler öğreniyor insan. Yukarıdaki yemek tarifinde bilerek atladığım malzemelerden biri de işte bu gözyaşıydı. Hani dedim ya, testinin içerisine mercimekleri atıyorsunuz diye, yapmanız gereken bir şey daha var: Bu işlemi yaparken o testinin içine üç damla da gözyaşı damlatacaksınız. Yoksa Zavuş’u yapamazsınız. Bu yemekte de işaret edilen gözyaşını yemeğe katma adeti bir Ermeni geleneği aslında ama oraya siz acılı herhangi bir halkın adını koyabilirsiniz. Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Rum hangi halksa, tarifi bozmaz. Zavuş’tan amaçlanan birçok niyetin içerisinde, gözyaşı yoluyla şeytanı kovalamak da var. Filistinlilerin, Iraklıların başlarındaki “şeytanı” kovmak için bu yemek tarifine özellikle şu günlerde ihtiyaçları yok mu sizce de? [email protected] Paralel ödüller sahiplerini buldu ‘Göç’ konulu karikatür yarışmasının ödülleri verildi ESLLİNGEN (Cumhuriyet) TürkçeAlmanca mizah dergisi “Don Quichotte” tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen “Göç” konulu uluslararası karikatür yarışmasının ödül töreni ve sergisi Esslingen’deki Volkshochschule salonlarında gerçekleşti. İnternet üzerinden yapılan yarışmaya 60 ülkeden toplam 865 karikatür geldi. Karikatürler, aralarında sanatçı, gazeteci ve politikacıların da olduğu göçmen kökenli 16 jüri üyesi tarafından değerlendirildi. Birinciliği kazanan Fransız çizer Carlos Brito’nun da katıldığı coşkulu ödül töreni sonrasındaki sergide, ödül alan ve sergilenmeye değer görülen 125 karikatür yer aldı. Bunların yanı sıra Erdoğan Karayel’in 1986 yılında çizdiği ve konusu yine “göç” olan karikatürler de dikkat çekti. Ödül töreninin açılışını Esslingen Volkshochschule başkanı Frau Dess yaptı. Ardından Stephan Stötzler ve Stuttgart Başkonsolos Yardımcısı Bengü Yiğitgüden söz aldı. Daha sonra etkinliği düzenleyen Erdoğan Karayel’in yaptığı konuşmadan sonra, yarışma birincisi Carlos Brito’nun, ödül teşekkürü içeren ve tercümesini Avrupa Karikatür Örgütü FECO Başkanı Marlene Pohle’nin yaptığı kısa konuşması sonrasında ödül törenine geçildi. Brito, birincilik ödülünü Esslingen Belediyesi Yabancılar sorumlusu Stephan Stötzler ve Stuttgart Başkonsolos Yardımcısı Bengü Yiğitgüden’in elinden aldı. Sergi çerçevesinde 80 sayfalık “Göç” karikatür albümü de satışa sunuldu. er Türkiye ya da Kıbrıs tatilinde mutlaka gidip alırım “Yemek ve Kültür” dergisini. Yemek ile tıkınmak arasındaki farkı biliyor olsam da asla bu bilme haline uygun davranmayan bir yemek azgını olarak belki de bana uzak olması gerekirdi bu derginin. Ama işin içine yemekten çok, onu çevreleyen kültür faktörü girince araya kayıtsız kalmam mümkün değil. En son sekizinci sayısını aldım, bir iki eksiği daha var, bulup tamamlayacağım. Yemek/mutfak çerçevesinde ne antropolojik bilgiler, ne folklorik incelemeler var, görseniz çok seveceksiniz. Derginin sekizinci sayısında, Musa Dağdeviren’in “Unutulmuş Halk Yemekleri” başlığıyla sunduğu “Zavuş” adlı yemeğin tarifi var. Narla mercimekle yapılan bir yemek bu. Narları tane tane ayırıyor, bir bez torbanın içine koyup suyunu çıkarıyor, ardından mercimekleri bir tülbente koyup ağzını bağlıyorsunuz. Bundan sonrası biraz zor gibi; nar suyunu bir testinin içine koyduktan sonra bir tepe bulmanız gerekiyor çünkü. Bulduktan sonra testinin içerisine mercimekleri atıyorsunuz. Testinin ağzını bezle bağlayıp üzerini çalı çırpıyla kapatıp, iki ay tepede bırakıyorsunuz. Her on beş günde bir gelip etrafında “zavuş Meryem zavuş Meryem” diye üç kez bağırmanız gerekiyor. Asla yapamam. Londra’da tepe mepe (Muswell Hill’i tepe sayılır mı bilemem?) olmadığından değil, işlemin yarısında sıkılacağımı bildiğimden. Eskilerin vakti de sabrı da varmış, ama bende hak getire. ??? Tarife yeniden döneceğim ama şunları yazayım: İmam Gazali, Kuranı Kerim’i okumanın kurallarından söz ederken, “okunurken gözyaşı dökülmelidir” der. Elli yıllık “şüpheci” yaşamının sonunda İslam’ı bulan Gazali, gözyaşına herhalde ilahi anlamlar yüklemiş olmalı ki bunu Kuran tilavetinde kural haline getirmiş. İslam dünyasında “el bukain” adı verilen bir “ağlayıcılar” topluluğu da vardır. İbadeti güçlendiren bir tavır demek ki gözyaşı dökmek. Birçok insan Fethullah Gülen’in sürekli, “gözyaşı medeniyeti” deyip durduğunu da sanırım hatırlar. Sadece İslam dininde değil, öncesinde de bir dolu anlam yüklendiğini biliyoruz gözyaşına. Yunan mitolojisinde, H ATATÜRK’ÜN ÇOCUK SEVGİSİ FİLME KONU OLDU ‘Saat’ 2008’de beyazperdede Ardagül YILDIZ ANKARA Yüce önder Mustafa Kemal Atatürk’ü konu edinen ilk çocuk ve gençlik filmi “Saat”, 2008’de Atatürk’ün çocuklara armağan ettiği 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda izleyici ile buluşacak. Gerçek bir yaşamöyküsünün senaryolaştırıldığı filmde, Hollywood sinemasında kullanılan plastik makyaj tekniğiyle Atatürk’ün Türkiye’de ilk kez gerçeğine en yakın görüntüsü oluşturulacak. Türk gençliğinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük lider Atatürk’e verdiği sözlerin vurgulandığı “Saat” adlı filmin yapım aşamasına gelindi. Dijital Sanatlar adlı şirketin yapımcılığını üstlendiği film, Atatürk’ün kaybolan saatini bulmak için Ata’ya söz veren bir çocuğun yaşamöyküsü ekseninde kurgulandı. Tarihteki gerçek öykülerle zenginleştirilen ana tema, Cumhuriyetin 75. yıldönümünde Kültür Bakanlığı tarafından birincilik ödülüne değer görülen Aylin Süer imzalı senaryodan uyarlandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğini bekleyen film, bütçeye bağlı olarak 35 mm. negatife veya HD çekilecek. Özel filtreler ve bilgisayar tekniğinin kullanılacağı film, atmosferi ve güçlü renkleriyle Türkiye’nin ilk pastoral filmi olma özelliğini taşıyacak. Filmin müzikleri için ise ünlü müzisyen Fazıl Say’ın yöneteceği senfoni orkestrası düşünülüyor. limin altında müthiş bir servet… Olağanüstü bir çalışma… İnsana “İyi ki yaşıyorum. İyi ki böyle bir kitap ben ölmeden yayımlandı, iyi ki bu sayfalar arasında muhteşem bir yolculuğa çıkabiliyorum. Öğreniyorum, anlamaya çalışıyorum, sorularımı çoğaltıyorum, tartışıyorum, yeniden öğreniyorum, gözlerim açılıyor, duyularım keskinleşiyor, yeni ilişkiler kuruyorum, bağlantıları görüyorum, büyüleniyorum, coşuyorum… Öğrenme, öğrenmekten tad alma hiç ama hiç bitmeyecek…” ve daha bunlara benzer bir sürü şey söyleten eşsiz bir kitap… ??? (Yukarıda, “İyi ki yaşıyorum” sözcüklerini yazarken yüreğime hançer saplanıyor. O gün Ankara’da, Ulus’ta Anafartalar Çarşısı’nda olanlar yaşamıyor… Bombaya dönüşmüş bir insan… O da bir çocuk… Ölüm makinesine dönüştürülmüş bir çocuk… Ve kopan başlar, kollar bacaklar, çevreye dağılan et parçaları, her yere bulaşan kan… Düğününden iki gün önce ölen delikanlı, asgari ücretle yıllardır tezgâhtarlık yapıp ailesini geçindiren Tuğba, çarşının önünde seyyar satıcılık yapıp çocuklarını büyüten Serdar, yine seyyar satıcı 23 yaşındaki Ferhat, dükkânların birinde çalışan 19 yaşındaki İsa, o gün rastgele oraya alışverişe gidenler… Hepsi kendi hallerinde ekmeğini taştan çıkaranlar … Onlar artık yaşamıyor…) ??? Büyük format, 700 sayfalık hazine, sonsuz saygı duyduğum Doğan Kuban’ın eseri. “Osmanlı Mimarisi” adını taşıyor. Benzer E ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Aynaların İki Yüzü… şimdiye dek alışılmış olan yaklaşımlardan farklı ve en ayrıntılı biçimiyle ele alıp yorumluyor. ??? (Çok kültürlülük, tarihkültür ilişkileri… Neler diyorum ben… terörün hem sivilleri, hem askerleri hedef aldığı bir ülkede yaşadığımı unutup kitaplardan nasıl söz edebilirim… Şırnak’ın Bestler Dereler bölgesinde PKK’nin döşediği mayınlarla sönen canlar... Hepsi gençtiler. Sizin oğlunuz, sizin nişanlınız, sizin kocanız, sizin babanız olabilirlerdi… Daha kaç ananın hayatı sönecek, kaç çocuk yetim kalacak… Öyleyse daha çok şiddet, daha çok saldırı, daha çok hücum, daha çok savaş, daha çok mayın mıdır, bunun yanıtı… Topyekun buna inanmamız, bunu kabullenmemiz için mi bunca şiddet?) ??? Doğan Kuban’ın, ‘Osmanlı Mimarisi’ 7 yüzyıllık İmparatorluk mirasını yorumladığı eseri, aynı zamanda Osmanlı tarihi, kültürü ve sanatına ilişkin önyargıları da ortaya koyuyor. Amaç 19. yüzyıldan bu yana Türk ve yabancı tarihçiler tarafından oluşturulan klişelere siz bir başyapıt diye sunulan eseri YEM (Yapı Endüstri Merkezi) eşsiz bir özenle yayımladı. Doğan Kuban, yarım yüzyıldır üzerinde kafa yorduğu, emek verdiği uzmanlık alanını bugün bu eserle taçlandırıyor. İlk kez özgün çizimlerle (300 kadar yapıtın plan kesit ve rölöveleri) ve hem mimar hem fotoğraf sanatçısı olan Cemal Emden’in bu kitap için çektiği yüzlerce fotoğrafla bütünleniyor bu dev eser. Hıristiyan ve Müslüman toplumların oluşturdukları İmparatorluğun heterojen yapısı içinde, Osmanlı mimarisi, Akdeniz Yakın ve Ortadoğu mimarisinin bir sentezi… Ama bu mimari aynı zamanda çok kültürlülüğün bir aynasını oluşturmaktadır. Bugüne dek İstanbul Mimarisi üzerine çok kitap (hele hele yabancı uzmanların yazdıkları) yayımlandı. Ama ilk kez, bu çok kültürlü yapıyla mimari, mimariyle tarihsel gelişmeler arasındaki ilişkiler ortaya konulmak üzere yola çıkıldı. Doğan Kuban bize salt sanat ve mimarlık üzerine bilgi vermiyor. Mimari ile tarih arasındaki ilişkileri irdelerken, bu mimariyi yaratan kültür ortamı arasındaki bağları, son vermek… Kitap, birkaç gün önce Topkapı Sarayı’nda Hümayun girişinde tanıtıldı. Cemal Emden’in kitap için çektiği fotoğraflardan oluşan “Osmanlı Mimari’sinden bir kesit” başlıklı sergi eşliğinde (Sergiyi haziran sonuna dek görebilirsiniz)... Gerçekte kimi fotoğraflar öyle açılardan çekilmiş ki, sanki o yapıtları ilk kez görüyormuşum duygusuna kapıldım, kimi fotoğrafta da şimdiye dek hiç göremediklerimi gördüm. Henüz kitabın tümünü okuyamadım (aylar, yıllar boyunca yeniden yeniden dönüp dönüp okuyacağımı biliyorum). Ama şimdiden önyargılarımın değişeceğine, kimi klişelerden kurtulacağıma inanıyorum. ??? (Önyargılar deyip duruyoruz… Yozgat’taydı halkımız, “İçinde fahişeler var” varsayımıyla diyelim ki gerçekten var, ne fark eder ki!evleri ateşe veriyor! Amaç, Sıvas’taki gibi tasvip etmediklerini ateşe vermek, yakmak, yok etmek! Amaç o kadınları linç etmek, öldürmek! Bu yetmiyor, polis engel olmaya kalkışınca, bunları yapanları gözaltına aldı diye öfkelerini polisten çıkarıyorlar, yolları kesiyorlar, gözaltındakileri “kurtarıyorlar”… Bu dehşet verici olay üzerine bu ülkeyi yönetenler sus pus… Acaba hangisi daha korkunç! Nasıl bir ülke burası!) ??? Her aynanın iki yüzü var: Karanlık yüzüyle aydınlık yüzü arasında gidip geliyorum… Boğulmamaya çalışarak… Hayati Asılyazıcı’ya dostluk ödülü Kültür Servisi Gazeteci ve tiyatro eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya kültürel ilişkilere katkısı nedeniyleVoronezh Devlet Akademik Tiyatrosu “Dostluk Ödülü” Anatoly Ivanov tarafından sunuldu. 1954’ten bu yana sanat ve tiyatro üzerine yazı ve eleştirileriyle tanınan, aynı zamanda da UNESCO’ya bağlı Uluslararası Eleştirmenler Birliği üyesi olan Asılyazıcı, halen Akademi İstanbul’da sanat koordinatörü ve eğitmen olarak çalışmalarını sürdürüyor. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle