Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 NİSAN 2007 CUMA kitap V A S I Z P E R T A V S I Z P E R KULE CANBAZI SUNAY AKIN C ‘ANNE NE YAPTIN?’ 15 Enis BATUR Okumak, sıraya koymak B üyük çoğunluğu bir biçimde okumayazma öğrenmiş, karşısına çıkan yazıyı sökebilen insanların oluşturduğu nüfusun üyelerini okur sayamayız. Okur, okumaya hayatında yeraçan kişi. Okuma alışkanlığı, okunan ‘yazılı şey’in niteliği, bir ya da birkaç dilde okuyabiliyor olma durumu, bilgilenme düzleminden haz devşirme düzlemine geçiş, daha pek çok etmen, bir sahici okur tanımı yapmaya girişildiğinde önümüze çıkan ölçütler. Bugün burada, kitabın etrafında, okuryazaryapımcı üçgeninde geçmiş onca yılın ardından, bütünüyle kişisel düşüncelerime yaslanarak, belli bir ölçek içinde nesnellik boyutu taşısa bile sonuçta hepten öznel olarak görülmesini dilediğim bir okur tanımına yaklaşmayı denemek gönlümü çeliyor. Önce, dileyen inanmasın, insan yaşamında okumanın yeri doldurulamaz bir edim oluşturduğunu sanmadığımı söylemeliyim. Bakmayı, görmeyi, kulak kesilmeyi, tartmayı, akıl etmeyi, bağlantı kurmayı bilen, seven insan okumasa da olur bana kalırsa. Bütün bunları okumanın hazırladığı, beslediği, geliştirdiği kimi örnekte doğrulanabilir de, kimisinde doğrulanamaz: En sıkı eğitimlerden geçmiş, müthiş kütüphanesini kurmuş, elinden kitap bırakmamakla övünen nice sığ, aymaz, iblisçil okur gördük. Adam olamayacak erkişiye dilediğiniz kadar selüloz yutturabilirsiniz, sonuç pek değişmeyecektir. Okur, ne olursa olsun, bir seçimin ürünüdür ama. Başkalarının farklı keyifleri, sözgelimi gezip tozmayı, spor yapmayı, konuşmayı, televizyon izlemeyi yeğledikleri uygun zamanlarını o okumaya ayırır: Hayatının bir iki temel ekseni arasına bu tuhaf yalnızlık biçimini oturtmuştur. İnsanların arasına karışıldığı anlarda bile, okumak ayrılmaktır. Kalabalığın egemen olduğu ortamlarda, vapurun oturma salonunda ya da kumsalda, çevresini görünmez duvarlarla örer ve çekilir okur: Hem bir başınadır orada, hem de başbaşadır: Okuduğu metnin yazarı, anlatıcısı ya da kahramanıyla. Bir şimdiki zamandan hareketle alabildiğine geniş bir takvime sıçrama olanağına kavuşur: Gilgameş’le tarih öncesine, bilimkurgu kitabıyla uzak bir geleceğe yolcu çıkabilir. Buradadır, ama değildir: Okuduğu metin hiçbir ulaşım aracı gerektirmeksizin, uçan halı mantığıyla, bir paragraftan ötekine, onu Montevideo’dan Ulan Bator’a taşıyabilir. Ne ki, okuma tutkununu pastel renkleri ağır basan bir düş âleminin vatandaşı saymak yanlışın büyüğü olur. Gerilimli bir varoluş biçimidir bu: Okumak istediği kitaplar, okuyabileceklerinden kat be kat fazladır. Okur, sonuçta yetişemeyen, yaşı ilerlerken yetişemeyeceğini öğrenen, bu gerçeği kendine zulüm aracı haline getirmekten her vakit kurtulamayan kişidir. Ondandır, kütüphanesi, pekâlâ okurun hapishanesine dönüşebilir. Bereket bütün okurların gözünü hırs bürümez, oburluğu açgözlülüğü kenara itip tevekküllü davranmayı öğrenenler olur, onlar, genellikle çok işe yaramasa da, sıraya koymayı bilen, samanı altından ayırmayı belleyen, Evrensel Kitaplığın önünde çaresizliğini kabullenen bireylerdir. Sıraya koymak, peşpeşe dizdiğim şu iki kelime ile oluşturduğum fiil en hafifinden zalimdir. Halinize bakın anlarsınız: Öncelikli olarak okumayı düşündüğünüz kitapların sayısı abartılı değil mi? Her biri kesinkes okunmalı türünden yapıtlar mı içeriyor? Onları okumaya koyulduğunuzda, hangi kitapları sırada geriye itmiş olacaksınız? Doğru bir sıralama nedir, var mıdır, mümkün müdür? Olsun, gene de okurun başka çaresi yoktur. Arayacak, bulacak, seçecek, edinecek, sıraya koyacak, olabildiğince okuyacaktır. Bana sorulursa, akıllı okur kasmayan biridir; ne birileriyle, ne kendisiyle yarışır. Kitapları yutmaz, ağırdan alır. Uzun yol koşucusu gibi beyin enerjisini boşuna harcamamak için, elinden geldiği ölçüde koyu metinlere yönelir, bilir: Bazı kitaplardan elde edilen nektar, koskoca bir kütüphanenin toplam nektar gizilgücünü aşabilir. Ekhermann’la Konuşmalar’ında, Goethe, seksen yılını harcadıktan sonra, hâlâ okumayı öğrenip öğrenmediğini kestiremez halde olduğunu boşuboşuna yüzümüze çarpmamıştır. Anne de de, arkadaşın duysun! iya Osman Saba, hastanenin merdivenlerini ağır ağır çıkmaktadır… Ziyaret edeceği hasta, okul yıllarından beri tanıdığı bir arkadaşıdır… O’nu hasta yatağında gördüğü ilk anı şöyle anlatır bizlere: “Beni birden tanıyamamış gibi baktı, sonra yaklaşmamla, aramızda birkaç metre kalmasıyla, tüyler ürpertici, kulaklarımdan gitmeyecek bir sesle bağırmaya başladı. Demek o ses bütün konuşması olmuştu. O sese, eski bir arkadaşını görmekteki sevincini, onunla konuşamamaktaki ıstırabını, belki, o arkadaşı görmesiyle dilinin çözülüvermesi ümidini bile katıyordu…” Hasta bedeninin sağ tarafını kullanamamakta ve konuşamamaktadır. Odada Ziya Osman Saba, hasta arkadaşı ve bir de onun annesi vardır… Anne, oğluna büyük bir özenle bakmakta, iyileşeceğine dair olan umudunu hiç yitirmemektedir. Konuşamayan hastanın annesine bakışında sanki Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Anne Ne Yaptın?” şiirindeki şu dizeler vardır: Anne sana kim dedi yavrunu doğurmayı? Sanki karnında fazla yaramazlık mı ettim? Senden istemiyordum ne tacı ne sarayı Karnında yaşıyordum kafiydi saadetim. Ziya Osman Saba, hasta oğlunun başucundaki anneyi şöyle tanıtır: “Odada yalnız annesi vardır. Oğlunu heyecanlandırdığım için ona karşı mahçup düşmüştüm. O da bu duygumu anlamış olacak ki, artık, ikide bir, dilin damağa değdirilmesiyle çıkarılan o ‘tçık, tçık’lar ve tamamlanabilirse ‘Allah, Allah’ olabilecek, fakat ilk hecelerde kalan seslerle hayret ve aczini ifadeye uğraşan oğlunu bir an önce yatıştırmaya bakıyordu.” Z Saba, odadaki bu durumu şöyle anlatır: “Konuştuklarımızı dinleyen arkadaşım, yavaş yavaş sükunet bulmuş, hatta, ara sıra, tasvip edici sesler çıkarır, gülümser bile olmuştu. Ben de ikide bir başımı döndürerek, gülümsemelerini cevapsız bırakmamaya çalışıyordum. Hatta, annesi bir ara ‘Siz de şair misiniz’ diye sorunca, arkadaşımın yüzü ‘Ah, şu annem, şair arkadaşlarımı tanıyamamış’ der gibilerden bir ifade almıştı.” Hastane odasından yine bir anlık sıyrılalım ve Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirinden birkaç dize daha okuyalım: Sütünden tatlı mıdır anne sanki bu hayat? Bana sorsana anne yaşamak bir hüner mi? El aç yalvar gündüze geceye boyun uzat Bu uğurda bir ömür çürütmeye değer mi? AYATTAKİ SON İSTEKLERİ Bir hastane odasında, hasta çocuğunun başucunda oturan bir anneden daha hüzünlü bir tablo var mıdır? Saba, hem arkadaşına, hem de onun hayattaki son isteklerini yerine getirmeye çalışan annesine bakarken, gözyaşlarına güçlükle hâkim oluyordu… Tarancı’nın dizeleri, annesine bakan hasta evladının bakışlarında akıp gitmektedir: Bir kere doğurdunsa sonra niçin büyüttün? Kundakta beşikte de bir zahmetim mi vardı? Koynundan niçin attın yavrunu bütün bütün? Bilmiyor muydun ki o yalnızlıktan korkardı? Saba, arkadaşıyla konuşamamakta, onun yerine annesi Aysel Hanım’la sohbet etmektedir. Zavallı hasta, uzun süredir göremediği arkadaşının kendisini ziyarete gelmiş olmasının heyecanını yenmiş, annesiyle konuşmalarını dinlemektedir. Ziya Osman H Can Pazarı/ Fikret Otyam/ Fotoğraflar: Ara Güler/ Çizimler: Orhan Peker/ Günizi Yayıncılık/ 304 s. “Yurdunu, yurdunun insanlarını, onların günlük sorunlarını yakından bilmenin verdiği güvenin yanı sıra, o şaşırtıcı önsezisiyle el attığı konuların, ne mene can alıcı, ne mene gerçeği gizleyici olduklarını bilen Otyam’ın, haritadaki, Anadolu haritasındaki o noktayı seçmekteki isabeti bundan geliyor. Onun hiçbir seçmesi boş, geçici, havada kalan konulara yönelmiş, onları dile getiren bir seçme değildir” diyor Ferit Edgü. Bu kitapta, Fikret Otyam’ın Türkiye izlenimlerine Ara Güler’in fotoğraflarıyla Orhan Peker’in çizimleri eşlik ediyor. Türklerin Tarihi/ JeanPaul Roux/ Çevirenler: Prof. Dr. Aykut Kazancıgil, Lale ArslanÖzcan/ Kabalcı Yay./ 564 s. Bu kitap; Türklerin, Halaçların, Hiongnuların, Osmanlıların, Memlukların, Rusların, Çağataylıların, Tukiuların, Selçukluların, Çinlilerin, Hintlilerin, Karakoyunluların, Timurluların, Arapların, Kazanlıların, Tatarların, Bulgarların, Türkiyelilerin, Hunların, Kıpçakların, Ermenilerin, Peçeneklerin, Safevilerin, Gaznelilerin, Bayatların, Rumların, Özbeklerin, Hitanların, Farsilerin, İhşitlerin, Tolunoğullarının, Kürtlerin, Yakutların, Kırgızların, Azerilerin, Moğolların, bir coğrafyayı yüzyıllar boyunca paylaşan halkların, ittifak ve itilafların, barışın, savaşın, uygarlığın hikâyesini anlatıyor. Türkolog JeanPaul Roux, 2000 Edebi Portreler/ Maksim Gorkiy/ Çeviren: Ayşe Hacıhasanoğlu/ Yordam Kitap/ 364 s. Nâzım Hikmet’e, “Lenin’i anlamak demek inkılâbı Lenin gibi anlamak demektir” dizesini yazdıracak tartışma Maksim Gorkiy ile Lenin arasında geçiyordu. Bu tartışma neydi? Gorkiy, Dostoyevski’nin “Budala”sının sahnelenmesine neden karşı çıkmıştı? Tolstoy, Dostoyevski’yi neden okunamaz buluyordu ve bir gün “hep başkaları için yaşadım” sözlerini neden söyleyecekti? Tolstoy’un ölümünden sonra, ortaya atılan iddialara karşı onu savunmak için neden kaleme sarıldı? Bütün bu soruların yanıtları yer alıyor “Edebi Portreler”de. Hannibal Doğuyor/ Thomas Harris/ Çeviren: Pınar Öcal/ Altın Kitaplar/ 304 s. Küçük Hannibal Doğu Cephesi’nin karla kaplı topraklarında, boynuna dolanmış zincirle ve korkudan dili tutulmuş bir halde kâbus gibi doğar. Dünyada yapayalnızdır, ama şeytanları onu bırakmamıştır. Hannibal’ın ünlü bir ressam olan amcası onu Rusya’da bir yetimhanede bulur ve beraberinde Fransa’ya getirir. Hannibal, amcası ve egzotik yengesi Lady Murasaki ile birlikte yaşamaya başlar. Lady Murasaki tedavi gören Hannibal’ın iyileşmesine yardımcı olur. Sağlığına kavuşan Hannibal, Fransa’da tıp fakültesine kabul edilen en genç öğrenci olur. Bu arada Hannibal’ın şeytanları onu sık sık ziyaret ederek hayatını bir kâbusa çevirirler. Ancak yaşı ilerledikçe bu kez o, şeytanlarını ziyaret etmeye başlar. Akademik bilgisinin arkasında çok daha derinlere inen tanrı vergisi yetenekleri olduğunu keşfeden Hannibal Lecter zamanla bir ölüm meleğine dönüşür… yıllık tarih içinde bir yolculuğa çıkarıyor okuru. Einstein, Lütfen/ J. Claude Carrière/ Çeviren: Yaşar İlksavaş/ Doğan Kitap/ 120 s. Yazar, senarist ve dramaturg JeanClaude Carrière, Einstein’ın öngördüğü zaman yolculuğuna çıkarıyor okuru bu kitapta.Genç kız, ismi verilmeyen bir Avrupa şehrinde gizemli ve tuhaf bir ofiste Einstein’la karşılaşıyor. İzafiyet teorisi, ışık, zaman ve mekân ilişkisi hakkında konuşuyorlar. Carrière, Einstein’ın sahip olduğu ünün ve gücün zorluğunu, en büyük düşü olan dünya barışı hayalinin nasıl paramparça edildiğini, fizikçinin ağzından okuyucuya aktarıyor. Einstein’la ilgili sorulara, Einstein’ın ağzından cevaplar veriyor. Filistin Günlüğü/ Cüneyt Kafkas/ Cadde Yay./ 200 s. Dr. Cüneyt Kafkas, Filistin’e ülke halkıyla dayanışma için gitmişti. 19811983 yılları arasında Lübnan’da geçirdiği zorlu üç yılda nice sahnelere tanık oldu. O İsrail saldırganlığının ve onun karşısında Filistin ve Lübnan direnişinin bir tanığıydı elbet, ama bir yaşam biçimi ve bir sevda pratiği diye nitelendirdiği mağdurların, ezilenlerin yanında yer almak için can atan dayanışmacı ruhu, onu bir savaşçı yapacaktı. Oradaki adıyla Doktor Mısbah, Filistin Kurtuluş Örgütü’ne bağlı Demokratik Cephe saflarındaki bir gerillaya dönüştü. Kafkas’ın “anıroman” yolunda gösterdiği edebi tutumu ve araştırmacı özelliği, Filistin Günlüğü’nü tarihi, kültürel, politik, hatta psikolojik boyutuyla bir Ortadoğu kitabı haline getirmiş. İki Küçük Mavili Kız/ Mary Higgins Clark/ Çev.: Cihat Taşçıoğlu/ April Yay./ 294 s. Margaret ve Steve Frawley, ikiz kızları Kelly ile Kathy’nin dördüncü yaşlarına basışını Connecticut’taki yeni taşındıkları, ama ciddi onarım gerektiren evlerinde bir partiyle kutluyorlar. Genç anne ve baba partinin verildiği akşam resmi bir yemeğe katılmak için New York’a gidiyor ve döndüklerinde evlerinde polisi buluyorlar. Çocuk bakıcısının bayıltıldığını, ikizlerin kaybolduğunu, geride sekiz milyon dolar fidye ödenmesini dayatan bir mektup bulunduğunu öğreniyorlar. Devreye giren çokuluslu finans kuruluşları, tanınmış ve saygın işadamları... Tüm olanaklarını seferber eden polis ve FBI... Ulusal çapta kamuoyu ve medya ilgisi ve hepsinin karşısında kendine ‘Fareli Köyün Kavalcısı’ adını veren son derece zeki ve becerikli bir planlamacı… Kule Canbazı’nda bu hafta, Ziya Osman Saba’nın ziyarete gittiği hasta arkadaşı ve onun annesiyle yaşadıklarıyla, Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Anne Ne Yaptın?” şiirini iç içe okuyorsunuz. Tarancı’nın şiiri, sanki, konuşmayan hastanın annesine söylediği sözler gibi!.. Oysa, Aysel Hanım, oğlunu tıpkı bebeklik günlerindeki gibi yeniden konuşturmak için çaba harcamaktadır. Saba, tanıklığını anlatmayı sürdürüyor: “Hatta, bir ara, annesi onu konuşturmaya bile çalışmıştı. Şiirdeki Türkçeyi en iyi kullanmış şairlerden biri olan arkadaşım, bütün dillerin olduğu gibi, muhakkak, Türkçenin de en güzel kelimesini, ‘anne’yi öğrenmişti meğer. Bu kelimeyi, yıllar sonra, ikinci defa öğretmekte gene bahtsız anaya kısmet olmuştu.” Cahit Sıtkı Tarancı şiirini şu dörtlükle bitirir: Karnında yaşıyordum kafiydi saadetim Anne istemiyordum ne tacı ne sarayı Anne karnında fazla yaramazlık mı ettim? Anne sana kim dedi yavrunu doğurmayı? Ziya Osman Saba’ya da son kez kulak veriyoruz: “O şimdi, bütün analığıyla, yıllar önceki sabır, ümit, hatta sevinç ve gururla ‘Anne de Cahit’ diyordu. Küçücük bir çocuğa, bir zamanlar kucağındaki minik Cahit’e ısrar etmiş olacağı gibi tekrarlıyordu: ‘Anne de de, arkadaşın duysun!..’” Evet, Ziya Osman Saba’nın ziyaret ettiği hasta, Cahit Sıtkı Tarancı’dır!.. Ne gariptir ki, Tarancı, hayatının son günlerinde konuşma yeteneğini kaybetmiş ve başucundaki annesine “Anne Ne Yaptın” şiirindeki dizelerinin arasından bakmıştır. Bir nevi, şairin şiirindeki kehaneti gerçek olmuştur! EŞİ TARAFINDAN BAĞIŞLANDI Dino’nun arşivi, Sabancı Müzesi’nde İstanbul Haber Servisi Çağdaş Türk resminin öncülerinden Abidin Dino’nun arşivi, eşi Güzin Dino tarafından Sakıp Sabancı Müzesi’ne bağışlandı. Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer yaptığı yazılı açıklamada, Güzin Dino’nun 2006 yılında Abidin Dino’nun tüm arşivini Sakıp Sabancı Müzesi’ne bağışladığını, başta Rasih Nuri İleri olmak üzere ailesi ve yakın çevresinden toplanacak belge ve fotoğraflarla 17 Ekim’de açılacak sergide değerlendirileceğini belirtti. Abidin Dino’nun yaşamı, çok yönlü sanat ve düşünce dünyasını konu alan sergi 17 Ekim’de Sakıp Sabancı Müzesi’nde sergilenecek.