29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 İran’a uluslararası yaptırımların sıkılaştırılmasıyla birlikte AB Türkiye’yi ‘anımsadı’ C dış haberler ATİNA’DAN MURAT İLEM 6 NİSAN 2007 CUMA AB’den çifte standart Bahadır Selim DİLEK ANKARA BM Güvenlik Konseyi’nin İran’a ilişkin yaptırımları öngören kararının ardından, sorunun giderek ısınması AB’nin yeniden Türkiye’yi “anımsamasına” neden oldu. 50. kuruluş yıldönümü törenlerine hiçbir Türk yetkiliyi davet etmeyen AB dönem başkanı Almanya, dışişleri bakanlarının yapacağı toplantının gündem maddesi İran olunca Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ü çağırma kararı aldı. Edinilen bilgilere göre BM Güvenlik Konseyi’nin, Tahran yönetiminin nükleer programı ve uranyum zenginleştirme çalışmalarını askıya almadığı için İran’a karşı yaptırımlar içeren ikinci bir kararı kabul etmesi, AB’de de bütün dikkatlerin İran’a ilişkin olası gelişmelere çevrilmesine neden oldu. Kararla birlikte, AB üyesi ülkelerde Büyük Fırsat girdi” şeklinde itiraf ediyor. Bu katiller sürüsü çapulcuların eve girdikten sonra neler yaptıklarını merak edenler bugün artık müze olarak kullanılan eve gidip görebilirler. Bu noktada şu konuya dikkat çekmek istiyorum: KKTC’nin sözde Cumhurbaşkanı M. Ali Talat katıldığı bir televizyon programında (HabertürkBasın Kulübü) bu katliamda iki çocuğun öldüğünü söyledi. Aslında tüm dünya biliyor ki, bu katliamda üç çocuk ve bir kadın haince katledilmişti. Bu da Talat denen kişinin Türklerin geçmişi, uğradıkları soykırımlar ve verilen şehitlerle ne kadar ilgilendiğini, ne kadar olaylardan habersiz olduğunu kanıtlıyor. Thiseos kod adlı bir başka EOKA’cı katil ise 24 Aralık gecesinde yaşanan başka bir olayı şu sözlerle anlatıyor. “Tasos Markou beraberinde kadın, erkek ve çocuk yaklaşık 200 esir getirdi. Ardından AKRITAS Planı’nı uygulayan içişleri bakanlığına telefon açarak bu kişileri ne yapacağını sordu? Telefondaki bakan ya da yardımcısı, kendisine ‘çocukları, kadınları ve yaşlıları gruptan ayır, diğerlerini çişe götür’ emrini verdi” diyor. “Çiş yapmaya götür” şifresi, “Türk erkeklerini katlet” anlamında kullanılıyor. Ve iğrençtir ki bu emir yerine getirilerek onlarca, yüzlerce Türk o gece katledildi. Bu olay bilinenlerden sadece bir tanesi, bilinmeyenler ise toplu mezarlar bulunduğunda ortaya çıkacak. AKRITAS Planı’nı uygulayan iki kişiden biri olan dönemin İçişleri Bakanı Polkarpos Yorgacis bugün artık ölmüş, hesap sorulamaz. Ancak ikinci kişi, yani bakan yardımcısı hâlâ yaşıyor. Tahmin edeceğiniz gibi bu kişi Rum yönetimi Cumhurbaşkanı Tassop Papadopoulos’tan başkası değil. Ve bu “eli kanlı katil” hâlâ adanın kaderi ile oynamaya devam ediyor. Bu noktada Türkiye’nin ve KKTC yetkililerinin (Talat’la Ferdi’nin ne olduğunu bilmeme rağmen kendimi kandırıyorum) Rum çetecilerin açıklamaları doğrultusunda acil harekete geçerek, Papadopoulos’un 19601974 arasındaki katliamlarda oynadığı rolü uluslararası mahkemelere taşımaları gerekiyor. İki çeteci Rum’un açıklamalarının bu konuda “büyük bir fırsat” olduğu gerçeğini kimse unutmamalı. Ayrıca Papadopoulos’un “Türk ordusu adaya ayak basarsa, buradaki Türkleri iki saat içinde yok ederiz” şeklindeki tehdidi de ABD’nin kayıtlarında yer alıyor. Türkiye her yıl KKTC’ye akıttığı milyonlarca dolar paradan bir kısmını uluslararası hukukçulara vererek ilk adımları atabilir. Aksi halde ne Türkiye, ne KKTC, ne de Yunanistan’daki Karamanlis hükümeti Papadopoulos’un baskı, tehdit ve şantajlarından kurtulabilir. [email protected] AB dönem başkanı Almanya’nın girişimiyle 3031 Mart tarihlerinde AB üyesi ülkelerin dışişleri bakanları bu ülkede gayri resmi olarak bir araya gelecek. İran ile yakın ilişki içinde olmasından dolayı toplantıya Türkiye’nin çağrılması kararlaştırıldı. Türkiye AB’nin 50. yıl kutlamalarına çağrılmamıştı. “konunun ayrıntıları ile ele alınması” gereksinimi ortaya çıktı ve AB içinde ortak bir anlayış benimsenmesi yönünde arayışlar başladı. Bu çerçevede dönem başkanı olan Almanya’nın girişimiyle 3031 Mart tarihlerinde Almanya’da, AB üyesi ülkelerin dışişleri bakanlarının gayrı resmi olarak bir araya gelmesi öngörüldü. İran ile yakın ilişki içinde olmasından dolayı toplantıya Türkiye’nin çağrılması kararlaştırıldı. Bir hafta önce AB’nin 50. yıldönümü kutlamalarına çağırılmayıp “Sizi birliğin dışında görüyoruz” mesajı verilen Türkiye’ye yönelik bu davet, Ankara’da ayrıntıları ile değerlendirildi. ÜL YERİNE BABACAN GİDECEK Dışişleri Bakanlığı’nda toplantıya Gül’ün gitmemesi yönünde görüş birliği oluştu. Ancak, İran’a ilişkin geliş G melerin Türkiye’yi yakından ilgilendirmesi nedeniyle Gül dışında, üst düzey bir yetkililin toplantıda bulunmasına karar verildi. Bu bağlamda, AB dışişleri bakanlarının gayrı resmi toplantısında Türkiye’yi Başmüzakereci Ali Babacan’ın temsil etmesi kararlaştırıldı. Toplantıda, yaptırımlara ilişkin bundan sonraki sürecin değerlendirilmesi bekleniyor. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun, İran’ın BM Güvenlik Konseyi’nin bu çağrısına uyup uymadığı konusunda 60 gün sonra bir rapor hazırlaması öngörülüyor. Ancak Gül, nisan ayının hemen başında Almanya’ya ikili düzeyde bir ziyaret gerçekleştirecek. Gül bu ziyaretinde Almanya Başbakanı Angela Merkel’e Türkiye’nin AB’nin 50. yıldönümü kutlama törenlerine çağrılmaması konusundaki rahatsızlığı iletecek. Almanya’daki Türklerin tercihi merkez sağ Türkiye Araştırmalar Merkezi Vakfı’nın Türk göçmenlerle yaptığı seçim anketinin sonuçları, seçme hakkı tanınması halinde Avrupalı Türklerin hangi partilere eğilim göstereceklerini ortaya koydu. Araştırma, Almanya’daki Türklerin siyasal tercihinin merkez sağdaki partiler olduğunu gösterdi. ESSEN (Cumhuriyet) Türkiye Araştırmalar Merkezi Vakfı’nın Türk göçmenlerin en yoğun yaşadığı ve en çok seçmenin bulunduğu Almanya’da, Türk göçmenlerle yaptığı anketin sonuçları, 1.8 milyon civarındaki bu grubun siyasal eğiliminin merkez sağ partilere dönük olduğunu gösterdi. Türkiye’de yüzde 10’luk seçim barajını aşması beklenen dört parti AKP, CHP, DYP ve MHP’nin, Almanya’da da bu oranın üzerine çıkacağını kaydeden araştırmada, partilerin aldıkları oy oranları da sıralandı. Buna göre, AKP yüzde 31.2 ile birinci parti olurken, CHP yüzde 18.3 ile ikinci, DYP yüzde 11.3 ile üçüncü, MHP ise yüzde 10.5 ile dördüncü sırayı işgal etti. TAM araştırmasında, siyasi partilerin aldıkları oyların cinsiyetlere göre dağılımında da çarpıcı bir tablo ortaya çıktı. AKP’ye oy vereceklerini belirtenlerin yüzde 54.7’sini, CHP’ye oy vereceklerin de yüzde 58.9’unu erkekler oluştururken, DYP seçmenlerinin yüzde 53.5’i, MHP seçmeninin de yüzde 54.7’i kadın seçmenlerden meydana geldi. Ayrıca, seçme hakkını kullanmayacaklarını bildirenlerle kararsızlar arasında da kadınların oranının erkeklere göre daha yüksek olduğu belirlendi. Oy kullanmayacakların yüzde 52.8’i ve kararsızların da yüzde 53.3’ü kadın seçmenlerden oluştu. din faktörünün bu iki tercih üzerinde belirleyici bir etkiye sahip olduğunu gösterdi. Türkiye’deki seçimler için oy kullanm aları sağlanırsa YAŞLILAR VE GENÇLER Araştırmaya göre, 2002 genel seçimlerinde parlamentoya girmeyi başaran iki parti olan AKP ve CHP’yi tercih edenlerin yaş ortalamaları, ankete katılan seçmenlerin ortalamasının üzerinde. AKP’yi tercih edenlerin yaş ortalaması 42.3’ü bulurken, CHP’yi tercih edenlerde ortalama yaş 40.4 oldu. Almanya’daki Türkler arasında en çok tercih edilen üçüncü parti konumundaki DYP’nin ortalama seçmen yaşı 35.5’i bulurken, en genç seçmen grubuna 32 yaş ortalamasıyla MHP sahip. Benzer bir tablo da Almanya’da oturum süreleri ile ilgili olarak ortaya çıktı. Ortalama oturum süresi olan 23.7 yılın, AKP’li seçmenlerde 25.2, CHP’li seçmenlerde 24.3 yıla yükseldiği saptandı. DYP’yi tercih edenlerin oturum süreleri ortalamaları 22.7 yıl iken, MHP’li seçmenlerde bu süre 20.1 yıla düştü. AKP seçmenlerinden sonra en yüksek oturum süresine 24.9 yıl ile kararsız seçmenler arasında ulaşıldı. ROF. ŞEN: “TERCİHLER BENZİYOR” Eldeki sonuçların, Avrupalı Türklere seçme hakkı tanınması halinde Türkiye’deki dengelerin değişebileceği yönündeki endişeleri ortadan kaldıracak nitelikte olduğunu belirten TAM Direktörü Prof. Dr. Faruk Şen, Almanya’daki semenle Türkiye’deki seçmenin tercihleri açısından bir paralellik içinde olduğuna dikkat çekti. Faruk Şen, şunları söyledi: “Avrupa ve Türkiye’de yaşayan Türk seçmenlerin tercihlerinde ve tercihleri belirleyen faktörlerde ciddi bir benzeşim görüyoruz. Dolayısıyla, Avrupalı Türklere seçme hakkı tanıyabilecek siyasi güce sahip partilerin Avrupa’dan gelecek oylarla dengenin aleyhlerine değişebileceği yönündeki endişeleri yersiz. Seçme yeterliliğine sahip Avrupalı Türklerin önemli bir bölümünü kararsızlar ve seçime gitmeyi düşünmeyenler oluşturuyor. Seçmenlerin yaklaşık yüzde 25’inin belirgin bir tercihi bulunmuyor. Bunun anlamı, seçme hakkı verildiği takdirde, iyi bir propaganda dönemi geçirecek partilerin, önemli bir başarı yakalayabileceğidir.” P DİNDARLIK DÜZEYİ ETKİLİ Siyasal tercihlerde, seçmenlerin dindarlık düzeyinin belirleyici bir rol oynadığı da belirlendi., Ankete katılanlar arasında dindarların oranı yüzde 71.4 iken, AKP seçmenleri arasında dindarların oranı yüzde 93.7’yi buldu. Bunu yüzde 83 ile MHP izlerken, CHP seçmenleri arasında kendini dindar olarak tanımlayanların oranı yüzde 29.5’e kadar düştü. Yine, oy kullanmayacağını belirtenlerin yüzde 70.9’unun ve kararsızların da yüzde 67.5’inin dindarlardan meydana gelmesi, vrupa Birliği’nin “Rumlarla dostluğunuzu pekiştirmek için kitaplarınızdaki milli tarihleri silin” önerisinin, KKTC yetkilileri tarafından kabul edildiği belirtiliyor. Söz konusu uygulamayla, 6’ncı sınıf sosyal bilgiler ders kitabında Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşı ve Kıbrıs Barış Harekatı gibi önemli semboller ve olaylar yer almayacak. Ancak tarih sahnesinde yer alan Sümerler’den Osmanlılar’a tüm uygarlıklar ve devletler anlatılıyor. Kitabın orta bölümlerinde, Türkiye Cumhuriyeti Dönemi ifadesi geçiyor. Kitapta sadece bir sayfada Atatürk’ün resmi bulunuyor. Bunun sebebi ise yasal zorunluluk. Kitap içinde Atatürk’le ilgili başka herhangi bir detay yok. KKTC eski cumhurbaşkanı Rauf Denktaş da kitapta hiç söz edilmeyen isimlerden biri. AB, tüm gerçeğin silindiği bu kitapların hazırlanması için 69 bin YTL’lik yardımda bulundu. KKTC’nin Kabul ederek yürürlüğe koyduğu öneriyi Rum kesimi yetkilileri “tarih değiştirilemez” gerekçesi ile reddettiler. Türk internet gazetelerinde bunlar yazıyor. Tam, “Bir iki hafta KKTC konusunda yazmayacağım, artık bu konu bıktırdı” diye niyetleniyorum, MFÖ’nün şarkısındaki sözler gibi “olmuyor, olamıyor”. Sert yazıyorum olmuyor, “light” yazıyorum yine olmuyor. Deyim yerindeyse iki arada bir derede kaldım. Şimdi siz okuyucularıma soruyorum: “Siz benim yerimde olsaydınız yukarıdaki haber konusunda ne yazardınız, nasıl bir yorum yapardınız?” AB’den 69 bin YTL para alıp Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşı ve Kıbrıs Barış Harekatı dahil birçok önemli gerçeği kitaptan silip atan KKTC Cumhurbaşkanı M. Ali Talat ile onun Başbakanı Ferdi Sabit Soyer hakkında “şunlar yazılabilirdi” diyorsanız, o zaman oturun klavyenizin başına, yazın ve bana gönderin. Uygun satırlarınız bu köşede yayınlanacak, size söz veriyorum. ??? 1963 yılında uygulamaya konan ve “Türklerin etnik temizliğini” öngören iğrenç AKRITAS Planı hakkında geçtiğimiz hafta önemli gelişmeler yaşandı. Ada’daki Rum medyasında yer alan haberler dikkatle okunduğunda, planı uygulatan önemli isimlerden birinin halen yaşadığı ortaya çıktı. 21 Mart tarihli “Politis” gazetesinde “kumsal” katliamında bulunan iki EOKA’cı Rum’un açıklamaları yer aldı. Savvas Selis ve Thiseas kod adlı EOKA’cı katiller 24 aralık 1963 gecesi “kumsal”da yani Kanlıdere’de günahsız Türklerin nasıl katledildiğine açıklık getiriyorlar. Bugün artık emekli olan Savvas Selis, emekli Tabip Tuğgeneral Nihat İlhan’ın üç çocuğu ile eşinin banyo küvetinde katledilmesini “o gece temizlik operasyonuna katılan gruplardan biri ateş ederek eve A FİRARDAKİ SUİKAST SANIĞI FEHRİYE ERDAL Kasım seçimleri yaklaştıkça iş dünyamızın tercihleri de netleşmeye başladı. Düne kadar AKP’yle aynı fotoğrafta görünmek istemeyenler bile “tek parti iktidarı” üzerine methiyeler düzmekte. Onlara göre, AKP tek başına iktidar olduğu için; 2002 sonunda yüzde 29.7 olan yıllık enflasyon 2006’yı yüzde 9.65’le kapadı. Bütçe gelir hedeflerini aşarak 171.3 milyar lira büyüklüğe ulaştı. Bütçe açığı 4 milyar liraya geriledi. Net sermaye girişi 130 milyar dolara ulaştı. Kamu borçları toplam 206.5 milyar dolarlık dış borcun yüzde 33.7’sine geriledi. Özelleştirme gelirleri 20 milyar dolara, doğrudan yabancı sermaye girişi 32 milyar dolara ulaştı. 20022006 aralığında 36.1 milyar dolar olan ihracat 85.3 milyar dolara çıktı. Kısacası, iş dünyamıza göre AKP tek başına iktidar olduğu için ülkede “siyasi istikrar” var. Siyasi istikrar olduğu için de ekonomik istikrar sağlanabilmekte! Peki ya, Türkiye’ye sermaye girişine neden olan küresel etkenler? Küresel piyasalardaki likidite bolluğu ve düşük faiz oranlarının etkisi? Ve de yapısal reformlarla sermayenin sınırsız kullanımına açılan maden, orman ve kent alanlarının, kamu ihalelerinin bu tablonun yaratılmasındaki payı?.. Aslında, IMF’yle benzer mutabakata varacak her partinin parlak gibi görünen bu 4 GÖZ UCUYLA TÜRKEL MİNİBAŞ Türkiye’nin Geleceğini Düşünmek! milyar dolarının da banka ve benzeri finansal kuruluşlara ait olduğunu! Kişi başına GSYH’nin hâlâ 5.500 dolar civarında seyrettiğini!.. Zaten bu yüzden kimse ağzına almamakta! Fotoğrafın pembe tarafıyla umut tacirliğine devam etmekte. Tek parti iktidarı eşittir AKP, AKP eşittir ekonomik istikrar mantığıyla yaratılan bu özdeşliğin aslında tek bir nedeni var: Son aylarda yükselen muhalefeti dizginlemek ve.. AKP’ye verilecek her oyu sermaye ve para piyasalarındaki getirilerin teminatı olduğuna razı etmek. Bu mantık, geçen seçim döneminde gayet iyi işlemiş, liberallerden sosyal demokrat geçinenlere kadar geniş bir kesimin oylarının yakalanmasını sağlamıştı. Oysa “ekonomik istikrar”, affedersiniz “başarı” olarak gösterilen bu duruma AKP kendi politika üreticileri ve karar mekanizmalarının özgür iradeleriyle ulaşmadı. IMF’nin Türkiye’ye uygun gördüğü programı koşulsuz uygulanacağı mutabakatı doğrultusunda ve yine IMF’nin gözetim ve tablodaki sonuçlara ulaşılacağını.. Ama, AKP kadar koşulsuz gönüllülük ruhuyla hareket edemeyeceğini onlar da biliyor. Bu yüzden de “siyasi istikrar” gevelemesiyle AKP’nin tek parti iktidarını destekliyorlar. Kaldı ki, yukarıdaki verilerin karşılıklarında yer alan, örneğin.. İhracat artarken 2002’de 51.6 milyar dolar olan ithalatın 137.3 milyar dolara yükseldiği... Dolayısıyla, aynı zaman aralığında dış ticaret açığının 15.5 milyar dolardan 52 milyar dolara çıktığını! İhracatın ithalatı karşılama oranının yüzde 70’ten yüzde 62’ye gerilediğini!.. Kamu borçları 206.5 milyar dolarlık toplam dış borcun yüzde 33.7’sini oluştururken özel kesim borçlarının da yüzde 58.7’sine yani 121.2 milyar dolara ulaşmış olduğunu! Özel kesim borcunun yarısını aşan 67 milyar dolarının da reel kesimce kullanılıyor olduğunu! Özel sektör borçlarının 72.6 milyar dolarının finansal olmayan kuruluşlara, 48.6 denetiminde gerçekleştirdi. Gelin görün ki, IMF’yle yapılan anlaşma 4 Kasım seçiminden 5 ay sonra 2008 Mart’ında bitecek. Dolayısıyla, 4 Kasım sonrasında da IMF’yle yapılan mutabakatlardan vazgeçmeyecek bir partinin.. yani, AKP’nin iktidar edilmesi lazım. Zira, artık sermaye ne sosyal güvenlik reformu ne de tarım için daha fazla beklemekten yana. Sağlık ve emeklilik yükümlülüklerinden kurtulmak; petrol ve maden yasalarının yarattığı avantajlardan bir an önce yararlanmak istiyor. Hal böyle olunca... Hangi kesim ve uzmanlık alanından olursa olsun “gelecek” kaygısı herkes için birincil öncelik halini alıyor. İÜ İktisat Fakültesi Mezunlar Cemiyeti’nin (İFMC) 5 Nisan Perşembe günü başlayacak olan bu yılki “İktisatçılar Haftası”na “Türkiye’nin Geleceğini Düşünmek” başlığını koyması da sanırım bu nedenle! Lütfi Kırdar sarayı’nda gerçekleşecek üç günlük paneller dizisinde Korkut Boratav, Türkel Minibaş, Faik Öztrak, İzzettin Önder, Oğuz Oyan gibi iktisatçılardan Deniz Baykal gibi siyasetçilere, Ersin Özince gibi teknokratlara kadar uzanan bir zincir var. 5 Nisan Perşembe sabahı 9.30’da Türkiye’nin geleceğini birlikte konuşmak üzere... Türkiye’de işlediği suçlardan Belçika’da yargılanabilecek BRÜKSEL (AA) Belçika’nın Gent Mahkemesi’nin, firardaki terörist Fehriye Erdal’ın Türkiye’de işlediği suçlardan dolayı Belçika’da yargılanabileceğine karar verdiği açıklandı. Kararın ardından sanık avukatlarından Paul Bekaert, Yargıtay’a başvurarak bu karara itiraz edeceklerini bildirdi. Mahkemenin kararı adli çevrelerde ise “önemli ve sağlıklı bir rota değişikliğinin teyidi” olarak nitelendirildi. Bekaert, Türkiye’nin teröristin iadesi talebinde bulunduğunu, bu talebin henüz adli açıdan değerlendirilmemesi ve yanıtlanmaması nedeniyle müvekkilinin Belçika’da yargılanmasına karar verilemeyeceğini ileri sürdü. Teröristin Türkiye’deki suçları nedeniyle Belçika’da yargılanmasına karşı çıkan Federal Savcılık ise kararı incelediğini, itiraz hakkını kullanıp kullanmayacağını önümüzdeki [email protected] www.turkelminibas.net günlerde açıklayacağını duyurdu. Yargıtay, savcılık ve sanık avukatları için son itiraz yolu olacak. Daha önce teröristin Belçika’da yargılanabileceği yönünde karar alan Yargıtay’ın görüş değiştirmemesi halinde teröristin Türkiye’deki suçları çerçevesinde yargılanmasına başlanacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle