Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 NİSAN 2007 CUMA nümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi tarihsel bir önem taşıyor. “Cumhuriyet”in ilk sayfasındaki o çok anlamlı kara şerit, bir süredir, yurttaşları ülke tarihinin en önemli ve aydınlık olayı “ulusal bağımsızlık” hareketinin temel başlangıcı 1881’e götürüyor. Büyük Adam’ın doğduğu yılda buluyoruz kendimizi. Buna karşılık, 2007’nin çok sakıncalı bir sosyopolitik kesintinin başlangıcı olabileceğine parmak basıyor. Ulus, millet, devlet gibi bir toprak parçasını ülke yapan asal kurumsal varlıkların köklerinden sökülme tehlikesiyle karşı karşıya kalınabileceğini haykırıyor. Bir büyük adamın bir topluma ve ülkeye sunduğu çok güçlü kazanıların ve bunun büyük bir ulusal mirasa dönüşmüş izlerinin 2007’de artık silinme yoluna girebileceğini hatırlatıyor. Dram boyutuna getirilmesinde belki aşırı bir duygusallık bulunduğunu düşünenler olabilir ama 2007’nin bir şeylerin bitişi olabileceği açıkça görülüyor. Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimini bu denli kritik kılan unsurları bu kara bantların mesajında özetlenmiş buluyoruz. Uzun zamanlardan bu yana, millilikten en uzak, uluslararası ilişkilerdeki en teslimiyetçi siyasal iktidarın Cumhurbaşkanlığı makamını da ele ge dizi Ö Tehlikenin farkında mısınız? çirdiğini düşünelim. Toplum ve ülke hayal edilemeyecek bir ulusal zafiyet çizgisine çekilecektir; ya da, en azından çekilmesi rizikosu ortalıkta kol gezecektir. Her namuslu, vicdanlı, ulusal değerlere bağlı ve duyarlı yurttaş önümüzdeki iki ay boyunca oturup kalkıp bunu düşünmelidir. kında olanlar, ustaca tezgâhlarla Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunu toplumsal gündemden çıkartmışlardır. Ne idüğü belirsiz ve AKP şakşakçılığının doruğundaki bir medya olayı ufalayıp küçültmüştür. İnsanları, toplumu, ulusu ne denli bir toplumsal tehlikenin bekleyebileceğini, hatta beklediğini dikkatlerden gizlemiştir. Geçmiş aylarda bazen sözü edilir gibi olan Cumhurbaşkanlığı seçimi insanlara unutturulmuştur. Günümüzün iktidarıyla tepişmeyi göze alamayan iş çevreleri de olası vahim gelişmeleri görmezlikten gelme tavrını yeğlemiştir. Olayın kritik önemini yumuşatarak küçültme hatta yok sayma eğilimine girmişlerdir. Öte yandan, 2007’de alışılmamış bir rastlantıyla, aynı seneye düşmüş farklı anlamda özel kritiklik taşıyan bir seçim daha vardır: Milletvekili genel seçimi. Cumhurbaşkanlığı seçiminin gerçekleştiriliş biçimi, ayrıca bu diğer önemli seçimin akış doğrultusunu ve sonucunu etkileyecektir. Yani, biraz iç içe geçmiş bir sosyal mekanizma söz konusudur. SAĞNAK C 11 GENEL SEÇİMLERE AZ KALDI Önümüzde sadece altıyedi ayı, hatta biraz öne alınırsa dörtbeş ayı kalmış olmakla birlikte, bu seçim, topluma hepten unutturulmuştur. Medyanın ön saflarındakiler, iktidarla bağlantılarında, iğrenç çıkar ilişkilerine dayalı tiksinti verici bir yandaşlık sergileyecek şöyle bir müziği ıslıklıyorlar: “Cumhurbaşkanlığı da, arkasından gelen genel seçimler de AKP’nin olacak. Hatta bu iş oldubitti bile. Seçimlerle falan kafa yormasın kimse; herkes gündelik işine baksın.” Aslında, iktidarın ve kendileri kadar az ulusalcı yandaşlarının tüm unutturma gayretlerine karşın 2007 yılında alınacak yol öyle pek kestirmeden, kısadan olmayabilir. Söz konusu iki ve altı aylık güzergâhlara biraz daha yakından, bir miktar sayısal mantık dürtüsüyle bakmakta yarar bulunabilir. Bu yazı dizisinde, daha yakınından bu tür bir bakış açısının yansımaları özetlenecektir. NİLGÜN CERRAHOĞLU Taviani’lerin Yanılgısı OMA Yapıtın üç dilde üç farklı adı var: “La Masserie delle allodole” “Tarla Kuşlu Çiflik Evi”... Ermeni asıllı bir İtalyan yazar tarafından kaleme alınan ve aynı adı taşıyan romanın orijinalinden hareket eden çevirmenler, biraz kısaltarak bunu “Tarla Kuşlu Ev” diye Türkçeleştiriyor... Eserin İngilizcesi “The Lark Farm”; yani “Tarla Kuşu Çifliği”... Fransızca versiyon, öyle ufak tefek nüans değil, bambaşka bir anlam içeriyor; “II etait une fois en Armenie”: “Bir zamanlar Ermenistan’da” Farklı ülkelere göre farklı isimler... Hikâye, aynı hikâye. “1915” tarihinde, ‘’uzak bir Anadolu kentinde” başlıyor. Ancak “Bir zamanlar Ermenistan’da” dendiğinde tabii; o “uzak Anadolu kentinin”, “Bir zamanlar Ermenistan” olmuş olduğu anlamı çıkıyor. Türkiye’nin tepesinde “Demokles’in kılıcı” gibi “soykırım yasasını” sallayan Fransızlar; İtalya’da “roman”, Fransa’da “recit” (anı, anlatım) olarak takdim edilenkitabı bu niyete okuyorlar. Filmi de böyle izleyecekler! Erivan’dan yazılan eleştiriler nitekim; öyküye konu olayların “Osmanlı İmparatorluğu” ya da “Anadolu’ da” değil, “Batı Ermenistan’da (!) geçtiğine” atıf yapıyor. “Batı Ermenistan” diye anılan topraklar, Anadolu toprakları... “Bismillah” derken daha; “türü” ve “adından” başlayarak “araçsallaştırılan”; “siyasete alet edilen” esere, Türkiye’nin üye olduğu, yılda 1 milyon Avro katkı yaptığı “Euroimages” destek sağlıyor. AKP’nin “Euroimages”a atadığı Türkiye’nin “dini bütün” yeni temsilcileri sağ olsun... Bu tabii bir skandal... Ama artık geçmiş olsun! Gelelim seyirciyle ilk kez “Berlin Film Festivali’nde” buluşan ve de geçen hafta sonu İtalya’da gösterime giren filmin kendisine... Berlin’de beklediği ilgiyi bulamayan film; İtalya’da da “durgun” gidiyor. Daha çok aydın çevrelerin dikkatini çeken, ancak “sanat yönüyle” düş kırıklığı yaratan film, Taviani’lerin en kötü eseri. “Tarla Kuşlu Ev”i bu saatten sonra bir “sinema olayına” dönüştürebilecek tek güç; Türkiye’den gelebilecek geç kalmıştepkiler olabilir ki, umarım daha doğrusu mazallah! başta gösterilen aymazlığın üzerine, şimdi artık böyle ikinci bir hata yapılmaz... “Ön alarak” zamanında, “Euroimages” bünyesinde atiktetik verilmeyen tepkiler, atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra.. ortaya konursa; bu “Taviani’lerin Ermeni soykırımı filmine”, “reklam” ve “gişe” sağlamaktan öte artık hiçbir işe yaramaz. Atom Egoyan’ın “Ararat”ının ardından, Taviani “ustaların” büyük iddialarla giriştikleri bu “Ermeni soykırımı öyküsünün” içinde kaybolup gitmeleri aslında ilginç... İlk yazımda da anlattım: Karakterler yapay, dekorlar kartonpiyer, öykü barbarlık dışında “muğlak” ve karışık... Jön Türkler kim mesela? Belli değil. Birinci bölümde öne çıkarılan ve hikâyenin akışında anlam ifade ettiğini düşündüğünüz “kişi” ve “ilişkiler”; katliama odaklaşan ikinci bölümde iz bırakmadan yok oluyor. Egoyan’ın “Ararat”ı da böyleydi. “Ararat” da, aynen böyle seyircinin elinden habire kayıp giden karakterler ve “ilişkiler” ağı üzerine kuruluydu. Bunun bir nedeni olmalı... “Soykırım iddiasının” yazılı tarih yerine “sözlü anlatım ve rivayetlere” dayanması; sağlam “kurguyu” engelliyor! “Hayali bir aileyi” değil; bizzat kendi “ailesinin başından geçenleri” anlattığını belirten yazar Antonia Arslan, “Tarla Kuşlu Ev” i; “hayatta kalan teyze ve kuzenlerden dinlediği tanıklıklarla öyküleştirdiğini” söylüyor. Kitap gerçekte; ne “roman” yani ne de “anı”. Bir tür masal ya da destan... Mesele, “masal gibi anlatılan” bir hikâyenin; Türkiye’nin önüne bir “tarihi olgu” kisvesiyle konmasında... “New York Times”ın “Sunday Book Review” bölümünde çıkan bir eleştiri (Christopher De Bellaigue 4 Şubat 2007) tam da buna parmak basıyor: “Gelecek vaat eden yazar Arslan’la, muğlak tarihçi Arslan’ı birbirinden ayırmak gerekir!” diyor “New York Times”: “Antonia Arslan kitabında Ermenileri, dedelerinden kalma vatanlarında, bir arada yaşamaktan başka şey istemeyen, bu ‘hülyayla savrulan; nazik, kibar, tatlı, soylu insanlar’ şeklinde tarif ediyor. Türklerden bağımsızlık isteyen Ermeni siyasi gruplarından hiç söz etmiyor. Tarihi olaylara ışık tutmak iddiasına sahip çıkan bir romanda bu, fena halde okuru yanıltabilir...” Antonia Arslan’ın romanını ellerine alana dek bu konuda hiçbir şey bilmediklerini itiraf eden Taviani’ler de bu tuzağa düşmüşler. Ve “fena halde yanılmışlar”! R GİZLENEN TEHLİKELER Bu konuya yoğunlaşıldığında, iktidarın sakıncalı ve tehlikeli hedeflere doğru ‘marş marş’ yürüyüşüne karşı koyucu bazı tavırlara ve tepkilere gereksinme olacağı hemen ortaya çıkar. Yurttaşlar birey olarak ya da kendilerine özdeş gördükleri sosyal katmanlarla hamur olarak tepkiler gösterme yoluna gidebilirler. Bunun far AKP hükümeti, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimleri bir oldubittiye getirme çabasında Kış uykusundan uyanmalı G eçen yaz ve güz aylarında 2007 seçimler yılı; yurttaşın kafasında yer tutan ve zaman zaman dillendirilen bir konuydu. Sonra medyanın yönlendirmesiyle, yurttaşın dikkatinin odaklaştığı alanlar değişir oldu. Çoğu ikincil önemde çeşitli konular yapay bir önemsemeyle güncel platformlara taşınır oldular. Trabzonlu milliyetçi çocuklar, Talabani’nin Türk düşmanlığı (veya dostluğu), Kıbrıs’ın petrolü, porno hikâyeleri derken, seçimler yılının seçimleri epeyce gölgede kaldı. Bu konuda kitleler adeta “kış uykusuna” yatırıldı. AKP’nin üst hedeflere yürüyüşünü tavırsız, tepkisiz hatta neredeyse habersiz bir ortamda sürdürebilmesi, böylece çok kolaylaştırıldı. 2007 ortamında yaşamsal önem taşıyan bu Cumhurbaşkanlığı seçiminin dikkat çekicilik mertebesi çok aşağılara çekildi. Herhangi bir taşra kenti spor kulübüne, yönetim kurulu başkanı seçilmesiyle neredeyse aynı önem düzeyine indirgendi. Ama, bu çok tatsız oyun fazla uzadı. Bireylerin, grupların, kitlelerin, bu biraz uzunca sürmüş kış uykusundan uyanma zamanı gelmiştir. Geçmektedir, bile. Vitrin ekonomisi S SİLKİNME ZAMANI Büyük çoğunluğu iktidar kontrolü altında olan görsel, yazılı basınyayın organlarının bu tür bir uyanmayı arzulamayacakları kesindir. Ancak, ülkede henüz her şey ve her kurum iktidarın tam kontrolü altında değildir. 52’nci (ya da 53’üncü, her neyse) eyaletiymişçesine buradaki oluşumları yönlendiren Atlantik ötesi stratejik dostumuz, o çok güçlü devletin de bütün ipleri çekemediği durumlar olabilmektedir. Bu çerçevede, “bağımsız millici dürtü” ya da “ulusal tavır AKP hükümeti, kritik önemdeki genel seçimleri küçültme, hatta yok sayma gayretinde. koyabilme bağımsızlığı” betimlemeleriyle tanımlanabilecek bazı toplumsal davranışlara uzaktan yakından kontrol getirmek her zaman çok kolay olmayabilir. Bu davranışlar durduk oturduk yerde kendini gösteremez. Bu bir savunma mekanizmasıdır. Sıradan bir sürgit temposunun çok ötesinde bir duruma karşılık gelen Cumhurbaşkanlığı seçimi olayında bu tür bir tepkili davranışa, aslında yer olabileceği açıktır. Ancak, kış uykusundan uyanmak gerekir, her şeyden önce. Hem de u genel hatırlatmalardan sonra, oldukları düşünülebilir. Ancak, bir o silkinerek ve süratle ayağa dikilerek. 2007 baharı Türkiyesi’ndeki kadarı, hatta hafifçe daha fazlası bile karşı koyabilme, tavır CHP ve MHP eğilimli yurttaşlar RTAK TAVIR OLUŞTURULMALI geliştirebilme, tepki gösterebilme olarak düşünülebilir. Bunların içinde durumlarına gelelim. Mevcut iktidarın bireysel tepki gösterebilen, çok dar bir gidişatından memnun olmayanların çevrede sözel yakınmalara girebilen İnsan denen yaratık kimi güzel duygularla sayısının yarıdan epeyce daha yukarılarda epeyce bir yurttaş bulunduğunu donatılabilme yetisine sahiptir. İnsan ve olduğu kesindir. Biraz kestirme ve yaklaşık tahmin etmek zor değildir. Sayı diliyle toplum sevgisi, yurduna ve ulusuna da olsa, önümüzdeki genel seçimde konuşursak bu ülkede milyon, hatta bağlılık, sosyal ulusal çevresindeki toplam yaklaşık 45 milyona yakın birkaç milyon düzeyinde açık tavır olumlu gelişmelerle iftihar edebilme ve seçmenden, geçerli oy kullanması koyabilecek insan bulunduğu ülkesinin dünyada sayılıp önemsendiğini beklenebilecek 36 37 milyon yurttaşın söylenebilir. Ancak, insanımızın, görebilme arzusu, haklılığa ve rahat bir 25 milyonunun hoşnutsuzluk bireysel grupsal toplumsal tepki hakkaniyetçiliğe duyarlılık, bireyler, içinde olduğu gözlenebilmektedir. (Bu, oy gösterebilme davranışından çok toplum katmanları, uluslar düzeyinde kullananlar içinde yüzde 70’lere yaklaşan uzaklaştırılmış olduğu açıkça sömürüye, ilişki istismarına, fırsat bir orana karşılık gelebilecek gibidir.) hatırlanmalıdır. Tüketime bağımlı, eşitsizliğine ilgisiz kalmama ve tepki İktidarın yanlısı gibi gözüken 12 milyona amaçsız bir vakit geçiricilik günümüz gösterebilme isteği... Ayrıca, tüm bu yakın insanın, aslında bir miktarının geçim Türkiye’sinin önde gelen niteliğini duygu oluşumlarının içine serpiştirilmiş sıkıntısından ve işliksizlikten yakınan belirlemektedir. Sadece kontrollü, “vicdan” unsuruyla kuvvetli bağlantılı “ezilmişler” olduğu da hissedilmektedir. alışılmış, usul işler yapmaya “namus, ahlak, etik” denen karmaşık Öteden beri yaşadıkları sıkıntılar son dört kurgulanmıştır insanlarımız. Politika sosyopsikolojik öğeler de hepsini birden yılda daha koyulaşıp yoğunlaşmış da olsa, ile ilgilenmek, onunla kafa yormak hamur eden birleştirici özellikler olarak belli bir yurttaş kesiminin AKP’ye bir kitlelere gizli ve mahirane biçimde akılda tutulmalıdır. Kişi, sahip olabildiği dönem daha şans verme eğiliminde yasaklanmış gibidir. Sokaklara bu güzel nitelikler sayesinde yanlışlıklar, olduğu da en azından şimdilik dökülmüş kitlelere artık sadece futbol olumsuzluklar, edilgenlikler ve gözlenebilmektedir. Bu garip davranış maçları çıkışlarında rastlanmaktadır. aykırılıklardan üzüntü duymaya olgusuna metnin sonraki bölümlerinde Kitle hareketlerine, eski dönemlerde, yönlendirilmiş olur. Bir daha ileri dönecek olmak kaydıyla, genel sertlikleri, vurup kırıcılıkları ve aşamada, bireyler sadece üzülmekle tatminsizliğini oy sandığına da yansıtacak insanlar arasındaki köken farklılığı kalmayıp karşı çıkma ve tepki gösterme bu 25 milyon yurttaşa bakalım. Bunların unsuruna aşırı karşı oluşlarıyla sıkça cesaretini bulurlar. Bazı önemli içinde bir 10 12 milyonluk kısmının, eleştirilen uç milliyetçi gençliğin aktif yanlışlıkların düzeltilebilmesi için kişisel Güneydoğu kökenliliğin getirdiği özel biçimde katıldığı izlenirdi. doyumsuzluk ve memnuniyetsizlik suskunluğun ve biraz da klasik sağ seçmen Günümüzde o kesimden bile ses duyumsaması yeterli olmaz. Çok sayıda tavırsızlığının edilgenliği içinde geleceği şüphelidir artık. kişinin ve toplum grubunun ortaklaşa bir karşı koyuş tavrı oluşturmaları SÜRECEK gerekebilir. on dört yıl, ülkemiz yakın tarihinin, yüz küsur yıllık bir diliminde yaşanmış en sorunlu dönemi oldu. Dar gelirli yurttaşlar için yaşam koşulları ağırlaştı. Ağırlaşırken işsizlik yaygınlaştı. Sadece tüketime yönelik üretim yetisiyle ve mal değişimi becerisiyle sınırlandırılmış, ihraç ettiğinin iki katı ithal etme hovardalığıyla koşullandırılmış bir vitrin ekonomisi yaşanıyor. Geleneksel tarım üretimi bu sosyoekonomik “vurdumduymaz”lığın ve “vur patlasın çal oynasın”cılığın pençesinde kıvranıyor. Görselyazılı basın, yayın dünyasında namuslu şekilde irdeleyip eleştirebilen çok küçük bir kesimin dışındakiler mızıkalar çalarak ekonomideki mucizeleri kutlayadursunlar, olay aslında tam bir fiyasko. Eski soldan ve orta soldan mutlak sağa sıçramış, bilimsellik (!) kisvesi altında tozpembe gösterici dönmeler, üçüncü beşinci Cumhuriyetçilik ve liberallik kıyafeti içinde köklü bir Atatürk düşmanlığı sergileyen satılmışlar, hep birlikte toplumu ve insanları uyutmak için televizyon ekranlarında didiniyor. Kandırıp uyutmayı becerebildikleri bir toplum kesimi de yok değil. Ancak, ekonomi bir yaşam gerçeği olduğundan, herkesi birden uyuşturamıyorlar bereket versin. ‘Dış’ta başarısızlık D Yurttaş AKP’den hoşnutsuz B ünyadaki Türkiye’nin yeri alabildiğine kişiliksiz ve karşı karşıya gelinen uluslararası güçlerle ilişkilerde acınacak bir ödüncülüğün ürünü olarak gittikçe soluklaşıyor. Ortadoğu politikasındaki zavallılık Avrupa Birliği ilişkilerindeki kişiliksiz, kimliksiz davranış, Kıbrıs’ı karşılığında hiçbir şey alamadan gözden çıkarmışlık, mevcut iktidarı gittikçe daha tartışmalı hale getiriyor. Tüm bu beceriksiz ve ulusal kişilikten gittikçe daha fazla uzaklaşmışlık içindeki davranış bozukluğunun doruk noktasına ise Irak politikasında ulaşılıyor. Uzaklardaki o çok stratejik dostumuz ülkenin bayrağını diktiği bir Kuzey Irak’ta Kerkük ve PKK yuvalanmaları konusunda bizimkilerin parmağını kıpırdatacak takatinin bile olmayışı, akıl almaz bir sünepelik örneği oluşturuyor. ‘Türbanın ardındakiler O S osyal yaşamdaki çöküntü, gençliğin zıvanadan çıkma eğilimine yaklaşması, ahlak ve etik unsurlarına gittikçe daha az değer verilen bir toplum haline dönüşülmesi tehlikesi bunların üstüne tüy dikiyor. “Laik, Demokratik Cumhuriyet” gibi saygın oluşumlara ülkede artık yer kalmadığı hususu her fırsatta dile getiriliyor. Eğilimin giderek akıl köklerinden ilkel inançlılık orijinlerine doğru yönlendirilmesi için elden gelen yapılıyor. İmamhatipçilik ve türbancılık ısrarının arkasında yatan ve onlara cesaret veren aslında bu çok sakıncalı ve tehlikeli eğilimdir. Metnin akışında yeniden dönülecek olmakla birlikte, türbandan bir kez söz edilmelidir. Bir şekilsel liberalliğin zaferi olarak Çankaya’nın yüce ve güçlü anılar dolu salonlarında türbanın boy gösterecek oluşu duyarlı ve uyanık yurttaşlar kesimi ve onların temsilcisi sosyopolitik güçler için bir ciddi kaygı kaynağıdır. Ama türbanın şeklinden çok onun sakladığı saçların altındaki beyinlerin küflenmişliğiyle ilgili olduğu yeterince kuvvetle dile getirilemiyor. Konu biraz laikliktürban ilişkisinde soyutluğa bürünüyor. Oysa vurgulanması gereken şudur: Türbanı şimdilik kontrol edebilmek için bir düzenek belki kurulabilir. Ancak, çürümüş beyinler, yürekler, gönüller ülkenin kaderine hükmetmeye devam ederse, bu türbanı bir sancak gibi kullanarak ülkenin orta yerine dikmeyi her zaman deneyebilirler. Bir kere daha altını çizelim, olay sadece türban değil çok daha ilersinde onun gizlediği kafatasının içindeki gri maddenin siyaha dönüşmüşlüğüdür. Uyanık ve ileri kesimlerin de meseleyi daha geniş gruplar ve kitleler önünde bu anlayış içinde açıklayıp tartışmaları çok daha anlamlı ve etkili olacaktır.. nilgün?cumhuriyet.com.tr