23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Türban konusunda eşi Türkiye aleyhine dava açan Abdullah Gül hakkında sahtecilik iddiasıyla fezleke düzenlenmişti C haberler SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ kisini de severim ben! Şarklı durumundan hoşnut, ama huzursuzdur. Ne olması gerektiğine, hangi görüntünün kendisine daha uygun olacağına bir türlü karar verememiştir. “Rahat mı batıyor bana?” diye düşünen bir Oblomov’dur. Uzandığı yerden kafasında gezindirdiği kırk tilkinin kuyruklarını birbirine değdirmemeye çalışırken, ulvi duygularla daha sonraki “abı kevser günlerinin” renkli hülyasındadır. Kapitalizmle tanışması bu yüzden geç oldu. Sömürge olduğu dönemlerde şöyle bir fark ettiği bu tuhaf alışveriş dünyasının, kendisi için iyi mi, kötü mü olduğuna karar vermekte zorlandı. Şarklının aydınları da ziyadesiyle Oblomov’durlar. Hazıra konmanın zevkiyle döşendikleri uzun yazılarında demokrasinin, liberalizmin ne kadar iyi, ne kadar rahat olduğunu anlatırken, boyun eğmek varken kavga etmenin “saçmalığını” açıklamakta zorlanmalarının nedeni vicdanlarındaki son kırıntılardır. ??? Şarkiyatçı ise başka bir cinstir. O, Doğu’nun, Şark’ın kendisini temsil yeteneğinden yoksun olduğuna, temsil edilmesi gerektiğine inanır. Konunun uzmanı Edward Said, “Şark hakkında yazan herkes” der, “kendisini Şark karşısında bir yere konumlandırmak zorundadır; bu yer benimsenen anlatı biçimini, kurulan yapı çeşidini, metne yazılan imge, izlek, motif türlerini içerir. Tüm bunlar ölçüle biçile toparlanmış okura seslenme, Şark’ı çevreleme, son olarak da Şark’ı temsil etme ya da onun adına konuşma biçimlerini oluşturur.” Türkiye’nin liberal aydınlarının içgüdüsel bir şekilde secde ettikleri şarkiyatçının, zaman içinde süzüle süzüle soyutlanmış, temel politik düşüncesi böyledir. Liberal aydın, bir zamanlar “sol” olmanın “utancıyla” beyninin kalın kıvrımlarında gizlenmiş bu baskın düşünceyi keşfederek rahatlamıştır. ??? Türk bürokrasisi, hep şarkiyatçı bir kafayla hükümet etmeyi yeğle 27 NİSAN 2007 CUMA Şahsi harcamalarını devlete ödetti İlhan TAŞCI ANKARA Hakkında “sahtecilik” suçlamasından fezleke düzenlenen ilk cumhurbaşkanı adayı olma özelliğini taşıyan Abdullah Gül’ün, REFAHYOL döneminde yaptığı şahsi harcamaları Türkiye Kalkınma Bankası’nı ödettiği ortaya çıktı. Gül, kamuoyunda kayıp trilyon olarak bilinen ve Necmettin Erbakan’ın mahkum olduğu davadan dokunulmazlığı nedeniyle kurtulmuştu. Gül, Kalkınma Bankası’ndan sorumlu Devlet Bakanı olduğu dönemde de tazminat ödemeye mahkum olmuş ve kamu zararı icra yoluyla Gül’den tahsil edilmişti. Eşi Hayrünnisa Gül ise türbanı nedeniyle Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) dava açmış, ancak benzer bir davanın Türkiye lehine bittiği bilgisinin önceden alınması üzerine dilekçesini geri çekmişti. KAYIP TRİLYON SANIĞI Abdullah Gül hakkındaki ilk suçlama, kamuoyunda kayıp trilyon davası olarak bilinen davada geçti. Kapatılan RP’ye 1997 yılında yapılan 1 milyon YTL’lik Hazine yardımının, sahte belgelerle harcanmış gibi gösterildiği iddiasıyla açılan “kayıp trilyon” davasında, dönemin Genel Başkanı Necmettin Erbakan ile birlikte sanıklar arasında Gül de yer aldı. AKP’den milletvekili olmasıyla birlikte Gül dokunulmazlık kazanmış oldu. Bu nedenle Abdullah Gül hakkında ceza yargılaması yapılamadı. Ancak aynı dosya kapsamında yargılanan Necmettin Erbakan özel evrakta sahtecilik suçundan 2 yıl 4 ay 10 gün hapis cezası aldı ve siyasi yasaklı hale geldi. Bu nedenle Gül’ün Köşk’e çıkmasıyla dokunulmazlığının kalkıp kalkmayacağı da tartışılan konular arasında bulunuyor. Kimi hukukçular, milletvekili dokunulmazlığının cumhurbaşkanı için geçerli olmadığını ve Köşk’e çıkan kişi hakkında fezleke olması durumunda yargılanabileceği tezini savunuyor. Abdullah Gül’ün kayıp trilyon davası nedeniyle TBMM’de fezlekesi bulunuyor. Gül’ün cumhurbaşkanı olması durumunda kayıp trilyon davasından yargılanıp yargılanmayacağı gelecek günlerde netleşecek. Abdullah Gül, REFAHYOL hükümeti döneminde devlet bakanı olarak görev yaptığı dönemde özel harcamalarını kendisine bağlı Türkiye Kalkınma Bankası’na yaptırdığı gerekçesiyle hakkında açılan tazminat davasında mahkum oldu. Gül hakkındaki karar, yaptığı haracamaların “kişisel ilişkileriyle ilgili olduğu ve görevi gereği olmadığı” gerekçesine dayandırıldı. 1996 yılının parasıyla 1 milyar 652 milyon liranın faiziyle Gül’den alınmasına hükmedildi. Zarar Gül’den yasal faiziyle birlikte icra yoluyla alınabildi. ETHULLAHÇILAR PROTOKOLE Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturmasının hemen ardından yurtdışı temsilciliklerine gönderdiği kripto ile Milli Görüş ve Fethullah Gülen cemaati temsilcilerinin devlet protokolüne sokulması isteğini iletti. Kriptoda ayrıca büyükelçilerin cemaat temsilcileri ile temas kurması talimatı da verilmişti. Abdullah Gül’le 1980 yılında 16 yaşında evlilik yapan Hayrünnisa Öztürk, 1998’de Ankara Üniversitesi Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü kazanmıştı. Hayrünnisa Gül, kayıt yaptırmaya, kapatılan Fazilet Partisi milletvekili olan eşi Abdullah Gül, avukatı ve noterle birlikte gitmişti. Ancak Gül’ün türbanlı fotoğrafı nedeniyle kaydı yapılmamıştı. Karara karşı Türkiye’deki yargı yollarından sonuç alamayınca 2002’de AİHM’ye gitmişti. Şarklı ile Şarkiyatçı di. Bizim sadrazamlarımızın, üst düzey bürokratlarımızın, “Fransızcı”, “İngilizci”, “Rusçu” gibi adlarla anılmalarının temel nedeni de budur. Kurtuluş Savaşı ve Kuruluş yılları bu anlayıştan kopuştur. Amerikancılık ruhumuzu kemirene kadar. ??? Yaşadığımız, kavganın içten içe sürdüğü ve izlerin birbirine karıştığı bu günler belki verimli bir yeniden dirilişin, belki de dibe vurmanın kaotik kargaşasının işaretlerini taşıyor. Şarklı, Batı’ya boyun eğmeyi, aynı zamanda huzurlu güzel günlerin hayalini bize vaat ediyor. Zamana düzdüğü övgünün ölçüsü kaçmıştır. Liberal aydın ise son Mohikanların da artık ölüp gittiklerini, bir daha dirilmeyeceklerini anlatırken, ağzından damlayan suni şekerden üretilmiş arısız balın kokusuyla sarhoştur. Avrupa Birliği’yle birlikte yaşayacağımız yeni “asrı saadetin”, ABD ile birlikte kuracağımız yeni “stratejik ortaklıkların” yanı başımızdaki tehlike ve tehditleri bertaraf edeceğine öylesine inanmıştır ki, gözü başka hiçbir şeyi görmemektedir. Şarkiyatçılığın temel koşulunun dışsallaştırma olduğunu fark etmediği, bilmediği için, o başka dünyanın içine girebilmek hülyasının bir şarkiyatçı tuzağı olduğunun da hiç ama hiç farkına varamamaktadır. ??? Türkiye cumhuriyet tarihi, şarkiyatçının da, şarklının da sırrının çözüldüğü, uzun yıllar çaresiz sanılmış problemin halledilme yoluna girdiği bir tarihti. Şimdi yeniden ipler birbirine dolanmış, arapsaçına dönmüşse, liberal aydınlar, işbilir bürokrasi AB’cilikten, ABD yanlılığından, IMF hayranlığından, dinci bezirgânın yapışkan saldırısından kurtulamıyorsa, geçicidir ve düğümün çözümü, problemin cevap anahtarı soldadır. Zaten de sorun, cevabın ne olduğu değil, solun nerede olduğudur. F Gül’ün Dışişleri Bakanı olmasının ardından ise eşi, “Dava hakkını bana kocam değil devlet verdi. Onun başbakan olması benim haklılığımı değiştirmez. Başvurumu geri çekmeyi hiç düşünmedim” demişti. Hayrünnisa Gül, Dışişleri Bakanı’nın eşinin Türkiye’den davacı olmasının yarattığı tartışmalar üzerine ise davasını geri çekmek zorunda kaldı. Hayrünnisa Gül, kararını şöyle değerlendirmişti: AKLILIĞIMA İNANIYORUM’ “Yapılan, Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşlarına tanıdığı, AİHM’ye başvuru hakkını kullanmaktan ibaretti. Ancak eşimden dolayı bu davada çift taraflı, yani hem davacı hem davalı konuma gelmiş bulunuyorum. O dönemde eşim ne başbakan ne de Dışişleri bakanıydı. Davamı geri çekme kararımın nedeni, yargı kararlarının tartışılmasına fırsat vermemek, güven ve saygıyı sağlamaktır. Bu konuyla ilgili benzer davalar zaten AİHM’nin gündemindedir. Esasa ilişkin davayı açarken haklılığıma olan inancımı halen koruduğumu da belirtmek isterim.” Tıp öğrencisi türbanlı Leyla Şahin’in Türkiye aleyhine açtığı davayı AİHM’de kaybettiğine ilişkin ilk bilgilerin AKP hükümeti tarafından öğrenilmiş olmasının Gül’ün dava dilekçesinin geri çekilmesinde etkili olduğu belirtilmişti. İ ‘H Laiklikle kavgalı bir aday ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Öncelikli görevi laik rejimi koruyup kollamak olan Cumhurbaşkanlığı’na aday gösterilen Abdullah Gül, Refah Partisi yöneticisi olduğu dönemde, “Türkiye’de Cumhuriyetin sonu geldi. Kesinlikle laik sistemi değiştirmek istiyoruz” demişti. Türkiye’nin laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olduğuna ilişkin temel niteliğinin değiştirilmesini bile gündeme getiren Gül, “hırsızlık yapanlar, yolsuzluk yapanlar”ın laiklik zırhına büründüğünü öne sürmüştü. Abdullah Gül’ün Cumhuriyet, türban ve laikliğe ilişkin değerlendirmeleri, Cumhuriyetle kavgalı bir Cumhurbaşkanı adayı olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Gül, RP Genel Başkan Yardımcısı olduğu dönemde İngiliz The Guardian gazetesinde yayımlanan röportajında, “Türkiye’de Cumhuriyetin sonu geldi. Kesinlikle laik sistemi değiştirmek istiyoruz” demişti. Gül’ün FP Genel Başkan Yardımcısı olduğu dönemde de gündeme ilişkin değerlendirmeleri Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın partinin kapatılmasına ilişkin iddianamesine şöyle yansımıştı: “Adalet, hukuk, demokrasi, insan hakları, özgürlükler, inanca saygı, eğer bu şeyler ayaklar altına alınmasaydı, bu millet kendi öz yurdunda garip, öz vatanında parya muamelesine tabi tutulur muydu?.. Hırsızlık yapanlar, boğazlarına kadar yolsuzluk yapanlar, çetelerle, mafyalarla kol kola gezenler bugün laiklik zırhı içine bürünüp, devletin en itibarlı koltuklarında otururlar mıydı? Sadece okumak istiyorum. Başka bir şey istemiyorum. Sessizce okula gidenler polis zoruyla üniversite kapısından, ‘Başörtün var, sakalın var’ diye atılır mıydı?” Milli Görüş’ün ‘Köşk’ yürüyüşü ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhurbaşkanı adayı Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, seçilirse Çankaya Köşkü’ne ilk kez “Milli Görüş” kökenli bir isim çıkmış olacak. Gül’ün büyük dedesi, 1915’lerde Siirt’ten Kayseri Develi’ye gelip yerleşmiş bir Araptır. Kayseri eşrafından Güllük İmamı Ahmet Hamdi Gül’ün, Adviye Gül ile evliliğinden 29 Ekim 1950 tarihinde Kayseri’de dünyaya gelen Gül, babası tarafından “ateşli bir dindar” olarak yetiştirildi. Kısa sürede Kuran okumayı da öğrendi. 1968’de, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın da mezun olduğu Kayseri Lisesi’ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne giden Gül, Milli Türk Talebe Birliği’nin etkin isimleri arasında yer aldı. Gül, o yıllarda Necmettin Erbakan’ın Milli Görüş hareketi içine girdi. Babası da 1973 seçimlerinde Milli Selamet Partisi’nden milletvekili adayı oldu ancak seçilemedi. Kayseri Lisesi’ni bitirdiği yıl iki arkadaşıyla 3 Temmuz 1969’da hayranı olduğu, sağın ‘idolü’ Necip Fazıl Kısakürek’e yazdığı ve “İslam davasının zerre tavizsiz müdafii Üstadımız’a, İslam davasının agora meydanlarında sağırların kulağını patlatacak gür seslilikte aksiyoneri Büyük Doğu Gençliği’nin ruh gıdası mecmuanızı tekrar çıkarışınızdan dolayı size minnettarlıklarımızı arzeder, hangi şartlar altında olursa olsun hal neyi icap ettirirse ettirsin yüzde yüz emrinizde olduğumuzu bildirir hürmetlerimizi sunarız. Yarın elbet bizimdir. Gün doğmuş gün batmış elbet bizimdir” ifadelerine yer verdiği mektup, siyasi yaşamına yön veren yaklaşımlarını özetliyordu. Londra’da öğrencilik döneminde cami bulamayınca namaz kılmak için kiliseye gittiği ortaya çıkan Gül, 19831991 yılları arasında İslam Kalkınma Bankası’nda çalıştı. 1991’de Uluslararası İktisat dalında doçent oldu. guray.oz@cumhuriyet.com.tr Afişler toplatıldı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Çankaya Belediyesi’nin, Çankaya Gösteri Merkezi’nde 23 Nisan’da düzenleyeceği “Grup 84” konserinin afişleri, Melih Gökçek yönetimindeki Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından gerekçe gösterilmeksizin toplatıldı. Çankaya Belediye Başkanı Prof. Dr. Muzaffer Eryılmaz, “Gökçek’in kamu görevi yürüten Çankaya Belediyesi’nin bu bayramla ilgili pankartlarını büyük bir fütursuzlukla ve bir iş yaptığını zannederek toplatmaya kalkışması, ona ‘Sen haddini bilmelisin’ deme hakkını herkese vermektedir” dedi. Çankaya Belediyesi’nce, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları çerçevesinde Çankaya Gösteri Merkezi’nde düzenlenen “Grup 84” konserine ilişkin afişlerin, Anakent Belediyesi tarafından “hiçbir gerekçe gösterilmeksizin” kaldırıldığı bildirildi. Çankaya Belediyesi Basın Yayın Müdürlüğü yetkililerinden alınan bilgiye göre, belediye, bayramı coşkuyla kutlama çağrısı yapan ve konser duyurusunun yer aldığı afişleri ilçe sınırları içindeki 200’ü aşkın noktaya astı. Ancak afişlerin, Büyükşehir Belediyesi tarafından toplatıldığı öğrenildi. Anakent’e tepki gösten Çankaya Belediye Başkanı Eryılmaz ise yazılı bir açıklama yaparak “Ulusun egemenliği ile çocukların sevincini birleştiren dünyanın benzersiz ilk ve tek çocuk bayramının ülkemizin ufuklarında yarattığı sevincin üstüne hiç kimsenin gölge düşürmeye hakkı yoktur” dedi. AVGALARLA ZİHİNLERE KAZINIYOR’ Gökçek’in basit kavgalarla zihinlere kazınan bir belediye başkanı olduğunu kaydeden Eryılmaz, “Gökçek, ‘Gölge etme başka ihsan istemem’ denilen yerde koyu bir soğuğun beslediği gölgesini her insancıl ve olumlu işin üstüne düşürmeyi bir vazife saymamalıdır” dedi. Eryılmaz, Gökçek’in ulusun birliğinin simgelerine karşı “pabuç kadar uzayan dilini” artık geri çekmesi gerektiğini belirterek “Buradan sesleniyorum; Türkiye ve başkenti gerecek tutum ve davranışlardan kaçınsın, çocukların o tertemiz ellerinin uzandığı bayramına ve o bayramların temiz pankartlarına gecelerin kara rengi içinde ellerini uzatmasın” dedi. ‘K ‘TÜRBANI ENİNDE SONUNDA ÇÖZECEĞİZ’ Gül, eşi Hayrünnisa Gül’ün üniversiteye kaydını yaptırmaya, avukatı ve noterle birlikte gitmiş, gazetecilere haber vermişti. Eşinin türbanlı fotoğrafı nedeniyle kaydının yapılmaması üzerine “Bugün Moskova’da yaşıyor olsaydık, böyle bir engelle karşılaşmazdı eşim” demişti. Abdullah Gül, Atatürk Üniversitesi’nde düzenlenen mezuniyet törenine türbanlı velilerin alınmamasına ilişkin ise bakan olarak görev yaptığı 16 Haziran 2005 tarihinde “Hükümet olarak eninde sonunda bu tip (kamuda türban) utanılacak manzaraları kaldıracağız’’ demişti. Danıştay’ın öğretmenin türbanla okula giremeyeceğine ilişkin kararını Cidde’ye gidişi sırasında 12 Şubat 2006’da şu sözlerle değerlendirmişti: “Doğrusu bunu kaygıyla karşılıyorum ve hayretler içinde kaldık. Türkiye’nin giderek demokratikleşme eğilimine ters bir davranıştır bu. Bu yaklaşımın altında negatif özgürlükler anlayışı vardır. Bu anlayış bildiğiniz gibi otoriter, diktatör rejimlerin felsefesidir. Halbuki Türkiye giderek demokratikleşen, bireyin, toplumun haklarının daha da genişletilmesine doğru bir yöneliş içindedir. Bu, Türkiye’nin yönelişine ters bir karardır. Bizim anlayışımız hep pozitif özgürlüklerden yanadır. Bu açıdan kararı yanlış ve tehlikeli görüyorum. Çünkü böyle bir yaklaşımla giderek, yarın oruç tutan bir öğretmeni bile, öğrenciye yanlış örnek oluyor diye suçlarsınız. Çünkü görebildiğim kadarıyla bu karar dini bir vecibeyi yanlış bir örnek olarak gösteriyor. Bunlar çok tehlikeli ve yanlış şeylerdir, ümit ederim ki düzelir. Bütün bu kararlar alınırken, şu herkesin zihninde olması gerekir ki Türkiye giderek özgürleşen, demokratikleşen, sivil alanı daha da genişleten bir toplum olacaktır. Buna kararlıyız. Toplum olarak, Meclis olarak, hükümet olarak kararlıyız. Bu bakımdan bu kararın ciddi şekilde kamuoyunda büyük bir olgunlukla tartışılacağını ve herkesin bir kez daha düşüneceğini ve yanlışlarını düzelteceğini tahmin ediyorum.” Abdullah Gül, 10 Aralık 1995 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanan röportajında da Cumhuriyetin temel nitelikleriyle “barışık” olmadığını ortaya koymuştu. Gül, özellikle değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek “Türkiye’nin laik demokratik sosyal bir hukuk devleti” olduğuna ilişkin ikinci maddesi ile değiştirilmesini yasaklayan maddelerin kaldırılması gerektiğini savunmuştu. Gül’ün öne çıkan değerlendirmeleri şöyleydi: Saklanamaz gerçekler var. İslamın yalnız ahireti değil, dünyevi düzeni de içerdiği bir gerçektir. Ben bir Müslüman olarak buna inanıyorum. Türkiye’de geçerli kanunlar arasında, İslama aykırı olan da var, olmayan da... Aykırı olanlar baskıdır. Baskı kalkacak. Bu hakkı kullanacağım. Halka bu imkânı vereceğim. Artık Türkiye’de yasaklarla gitmez. Yani anayasada şu yasak var, bu yasak var diye gitmez. Halk isterse yapılır. (Anayasanın değiştirilmesi teklif edilemez 2 ve 4. maddelerine ilişkin) Biz Türkiye’de yasakçı bir zihniyetin olduğuna inanıyoruz. Türkiye’de açıkgizli bir İslam düşmanlığı olduğuna inanıyoruz. Başörtüsü örneğin... İnancından dolayı kimse “discrimination”a (ileri derece ayrımcılık) uğramayacak. Orduya girerken subayların karılarının, kızlarının fotoğrafları isteniyor. Bunları kaldıracağız. Düzen Türkiye’de İslamı caminin içine hapsetti. Biz İslamı hayat tarzı olarak görmek istiyoruz. Türk anayasasının girişini İngilizcesini yabancıya verecek olursanız utanırsınız. Faizin doğru olmadığına inanıyoruz. Faizin sıfıra yakın olduğu toplumlar sağlıklı toplumlardır. SİYASETE ADIM... Gül, 1991 Refah Partisi’nin Kayseri milletvekili olarak parlamentoya girdi. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Üyeliği yapan Gül, 1995’te yeniden milletvekili seçildi ve RPDYP koalisyonunda görev aldı. RP’nin kapatılmasının ardından girdiği Fazilet Partisi’nde genel başkan yardımcısı oldu. 1999’da 3. kez Meclis’e giren Gül, FP’ye genel başkan adayı oldu ancak Recai Kutan’ın gerisinde kaldı. Gül, FP’nin kapatılması sonrasında AKP’nin kuruluşunda yer aldı. 3 Kasım 2002’deki seçimlerde AKP’den milletvekili seçilen Gül, İngilizce ve Arapça biliyor. Gül 18 Kasım 2002 tarihinde Başbakan olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin 58. hükümetini kurdu. Siirt’te 9 Mart 2003’teki yenileme seçiminde Erdoğan’ın milletvekili seçilmesinden sonra 11 Mart 2003 tarihinde hükümetin istifasını Cumhurbaşkanı’na veren Gül, Erdoğan başkanlığında 14 Mart 2003’te kurulan 59. Hükümet’te Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı. Evli olan Gül’ün, Ahmet Münir, Kübra ve Mehmet Emre adlarında üç çocuğu bulunuyor. Gül, 12 Eylül’den çok kısa bir süre sonra Hayrünnisa Gül ile yaptığı evliliğinin ilk haftasında İstanbul’da “Sancak Hareketi” kapsamında tutuklanarak Metris Askeri Cezaevi’nde kaldı. Annesi gibi türban takmayı seçen Gül’ün kızı Kübra, Nenehatun Fen Lisesi’ni de Bilkent Üniversitesi’ni de “türbanının üzerine giydiği peruk” ile bitirdi. Nokta, yayınına ara verdi İstanbul Haber Servisi Haftalık haber dergisi Nokta’nın yayınına bir hafta ara verildi. Darbe iddiaları ve andıç haberleriyle gündeme gelen Nokta dergisi 13 Nisan günü polis tarafından basılmıştı. Derginin 26 Nisan’da yayımlanacak 26. sayısına ilişkin editoryal çalışmayı durdurduklarını belirten Genel Yayın Yönetmeni Alper Görmüş’ün açıklama yapacağı öğrenildi. Baskın sonrasında “Sözde Değil Özde, Demokrasiye Kadar Aynen Devam” başlığıyla çıkan Nokta Dergisi’nin sahibi Ayhan Durgun’un dergiyi kapatma kararı aldığı haberi ajanslara düştü. Ancak daha sonra dergi yöneticileri, derginin kapatılmasının söz konusu olmadığını sadece yayına bir hafta ara verildiğini açıkladılar. Yöneticiler yaptıkları açıklamada, Nokta’nın kapatılmasıyla ilgili Ayhan Durgun’un kararını beklediklerini ifade ettiler. Nokta Dergisi Yazıişleri Müdürü Haşim Akman, “Hangi gerekçeyle olursa olsun, dergi yayına devam edecek mi, etmeyecek mi bu belli değil. Biz de bu durumun bizde yarattığı tedirginliği daha fazla taşıyamayacağımızı düşünerek bu konuda bize net bir şey söyleyene kadar bu sayının hazırlıklarını durdurduk.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle