23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 Kadının adı Müjde Ar Şükran YÜCEL Müjde Ar, TRT’nin ve Türkiye’nin tek kanalında “Aşkı Memnu” adlı unutulmaz televizyon dizisinde görünür görünmez milyonlarca insanı etkileyen büyüsü başladı. Yıl 1975... Milyonlarca izleyiciyi televizyonun karşısına kilitleyen “Aşkı Memnu”, bu yıl 26. İstanbul Film Festivali’nde gösterildiğinde gerçek bir klasik başyapıt olduğu bir kez daha kanıtlandı. Müjde Ar, bu filmle başladığı sinema serüveninde sadece sinemadaki kadın starların kimliğini değiştirmekle kalmadı, ülkemizde kadının değişiminin tarihini yazdı. Adı Vasfiye oldu, Asiye oldu, Ahh Belinda oldu, Fahriye Abla, Teyzem oldu... Kadının adını ve özgürlüğünü kazanma mücadelesini onun filmlerinde adım adım izledik. Oyunculuğa henüz çocukken 8 yaşında tiyatroda başlamışsınız. Evet, Oraloğlu Tiyatrosu’nda “Karanlığın İçinden” adlı oyunda bir buçuk yıl oynadım. Sonra Nejat Uygur’da, İstanbul Tiyatrosu’nda ve en önemlisi ortaokulda öğrenciyken, Süavi Süalp’le Azak’ta kabare yaptık. Onun da hayatıma kattığı büyük zenginlik vardır. Genç kuşaklar Süavi Süalp’i tanımıyor. O da son derece muhalif duruşlu bir insandı. 15 yaşındaydım onunla tiyatro yaptığımda. Daha sonra Üç Maymun Kabare’de oynadım. Aşkı Memnu sinemaya ilk adımınız mı oldu? Aşkı Memnu’dan iki yıl önce ben lise sondayken Halit Refiğ, Adem ile Havva diye bir film yapıyordu. Film Mersin’de çekilecekti. Sınava gireceğim için ben filmde oynamak istemedim. Zaten oyuncu olmayı hiç istemiyordum. Annemin (Aysel Gürel) hayatını görüyordum. Bir taraftan felaket parasızlık, tiyatroların durumu çok sallantıda, bütün çocukluğum annemin mücadelesiyle geçtiği için, aman diyordum, oyuncu olmayayım da ne olursam olayım. ve pek çoğumuza olduğu gibi. Ertem Eğilmez’in bana ilk söylediği sözü hatırlıyorum. “Senin gözlerin ölünceye kadar sinema yapacağım diye bakmıyor” dedi; “Bir insan oyunculuğu mezara kadar düşünmezse, sinemada hiçbir şey olamaz. Sen bunu iyice düşün, öyle gel.” Siyasi olarak muhalif kimliğiniz de o dönemde mi oluştu? Tabii, benim ilk eşim gazeteciydi, aydın bir insandı. Biz de 12 Mart’ta banyolarda kitapları yaktık. Aysel’in siyasi kişiliği, Ertem Eğilmez’le olan fikir alışverişimiz. Zaten benim bütün ailem hiçbir zaman iktidarla barışmayan, muhalif yapıda, fevri, isyankâr insanlardı. Farklı yapıda bir aileydik. Benim toplumsal olaylara duyarlılığım her zaman oldu, hep olacak. Aslında hayatımın geri kalanını eylemle geçirebilirim. Çünkü her gün televizyonu açıp, Irak’ta şu kadar insan öldü dendiğinde, koşa koşa sokaklara fırlamak istiyorum. Bir hayvana eziyet yapıldığında, herhangi bir kadın bu dünyanın acımasız pisliklerinden nasibini aldığında, aynı duyguyu hissediyorum. Belki de bir yol ayrımındayım, bilemiyorum. Hayatımızın tamamını Ercan’da (Karakaş) bende aynı konularda duyarlıyız, böyle şeylerle geçirebiliriz. Sinemadaki ikinci döneminiz Ah Güzel İstanbul’la başlıyor, değil mi? Ah Güzel İstanbul’dan sonra ben iki yıl hiç film yapmadım. Ertem Eğilmez bana dedi ki, “Sen vasat filmlerde oynamaktan kurtulmak istiyorsan, başka şeylerden para kazanacaksın, kazandığın parayla istediğin gibi film yapacaksın”. “Nasıl olacak?” dedim. “Sahneye çıkacaksın” dedi. Bu lafı duyduğumda bir hafta, hiç durmadan ağladığımı hatırlıyorum. Hiç sevmeden, 13 yıl Türk müziği söyledim. Baktım bu şarkıcılık beni çok sıkıyor, işi kabareye çevirdim. Uğur Yücel ve Şener Şen’le kabare yaptık. 80’le 90 arası gazinolardan kazandığım para, bana istediğim filmi yapma özgürlüğünü verdi. Asıl yapmak istediğim filmler o ekonomik özgürlükle geldi. Bu dönemde yaptığınız kadın filmleri böyle mi oluştu? Şalvar Davası, Adı Vasfiye, Fahriye Abla, Kupa Kızı, Ahh Belinda, Asılacak Kadın, Dağınık Yatak, Teyzem, Afife Jale, Gizli Duygular, Güneşin Tutulduğu Gün gibi filmlerin çoğunun yapımına da bir şekilde katıldım. Oyuncuların paralarını ödüyordum. Sanat yönetimine prodüktörün parası yetişmiyordu, ben karşılıyordum. Bu filmlerin fikrini Atıf Abi’yle, Barış’la (Pirhasan), Başar’la (Sabuncu) birlikte oluşturuyorduk. Şu konuyu anlatan bir film yapalım, diyorduk. Bu dönemde oynadığınız bütün kadınlar cesaretli, bilinen kadın tipini baştan aşağıya değiştiren, dönüştüren kadınlardı. Evet, özellikle böyle olmalarını istiyordum. Şimdi içimde kalan bir tek şey var. O da Behice Boran’ı oynamayı çok istiyorum. Onu da yapacağım. Hem siyasi tarihimize dönüp bakmayı bilmiyoruz hem de siyasette kadın olarak gücü, öncülüğü çok önemli bence. O siyasal dönemi hatırlatmak da istiyorum. Belleksiz bir toplumuz ya o dönemi unutmamak gerekiyor. Bugünkü oyunculara baktığında senin gibi C kültür LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL skiler, bir şiirin akılda kalan dizelerini “mısraı berceste” olarak tanımlarlardı. Bir dizenin akılda kalması için ne gereklidir? Sağlam kurgu, okuma kolaylığı, kendini unutturmama çarpıcılığı. Böyle bir dize ile karşılaşan dil erbabının türettiği hoş bir sıfattır bu. En kötü şiirin bile akılda kalan, lezzetli bir iki dizesi vardır bu sıfatı hak eden, ama herhalde her dize için kullanılacak bir övgü de değildir. Romanlarda akılda kalan şiir dizesi lezzetindeki cümleler için de “mısraı berceste” türü bir sıfat var mıdır acaba? Olsaydı ya da varsa da ben bilseydim arkadaşım, meslektaşım Faruk Eskioğlu’nun romanı “Aşk Olsun” için kullanırdım rahatlıkta. Faruk, zaman zaman şiir lezzetinde cümleler kurarak, dil konusundaki yetkinliğini doyasıya sergilediği romanında “imkansız bir aşk”ı anlatırken, müthiş bir “edebi lisana” kavuşturduğu kahramanlarıyla adeta dil ziyafeti veriyor. Asla sıkıcı olmayan kimi dil oyunlarıyla da anlatıcının –ki kendisidir cinliğini yansıtıyor. Dile egemen olanın zapt edemeyeceği alan var mıdır? ??? Benim de bildiğim bir dünyayı anlatıyor Faruk. Okurken, bazılarına yakından tanık olduğum olayları, Eskioğlu’nun başka adlar vererek yarattığı roman kahramanlarının –sanırım bir çoğunu gözümde canlandırabildim. Romanın –Faruk’un asla öyle tanımlamadığı “kötü” adamı Süleyman’ın yerinde olmak istemezdim doğrusu. Bir edebiyatçının kalemine dolanıp, kırgınlığının hedefi olmak üzüntü vericidir. Edip’in, hayatına giren, adını taşıdığı ayın yağmurları gibi birden gelip aynı hızla giden Nisan’a duyduğu aşkı, arka planına Londra’yı da ekleyerek anlatan Faruk, romanında, gittikçe kirlenen medya dünyasının içine, her yerde, her zaman yaşanacak bir aşkı sıkıştırmakla elbette yeni bir şey yapmıyor. Ama yeni değilse de “gerekli” bir şeydir yaptığı. Kirliliğin ortasında, yaşattığı tüm sıkıntılara rağmen romanın başkahramanına “aşk”ı yaşatmış oluşu, “iyi ki aşk varmış” diye düşündürtüyor insana. En belalı aşk bile bir “entrika” dünyasında, saflığı bozulmamış bir duygudur. Tüm romanlarda, tüm zamanların en şık dekoru aynı zamanda. Kırılganlıkların, kızgınlıkların, karşı olunması gerekenlere karşı durmanın hırpalayamadığı, hep güçlü olmuş biri olarak betimleniyor Edip. Bir gazeteci olarak toplumsal sorumluluklarını yerine getiren, anlatıcının “usta” diye nitelendirdiği, aslında ne kadar kırılgan olduğu dikkatli okundukça anlaşılabilen bir roman kahramanı yaratmış Faruk. Kırılganlıkla, kızgınlıkla, güçlü olmanın zor olduğunu bilenler için, Nisan karşı 27 NİSAN 2007 CUMA Evet Faruk! Aşk Olsun! sında, karşı cinsin duygularını iyi anlar gibi görünen, Nisan’ın, belki de kendisinin belirleme olanağı bulunmayan koşullara boyun eğerek uzaklaşmasına aslında tahammül edemeyen zayıf biri olduğu çok açık Edip’in. Zayıflık, güçlü tavırların içinde kolaylıkla saklanabilen bir “insanlık durumu”dur. “İnsanlık durumu”nun iyi anlatıcısı bir romancı ile karşılaşmış bulunuyoruz. ??? Eskiden, bir tür olarak ortaya çıktığı zamanlarda Roman (novel) değil, Kurgu (fiction) denirdi roman için. Yazanın, hayal dünyasında ustalıkla yerli yerine oturttuğu olayları, yine hayali kahramanlara yaşatmış oluşundan yola çıkılarak, eserin tamamen yaratıcısına ait olduğunu kuvvetle vurgulayan bir niteleme aslında Kurgu. Roman, belki daha edebi bir söyleyiştir ama, kurgu tarafını ihmal etmek gibi bir eksikliği var. Tabii ki “kurgu”ların birçoğunun “yaşanmışlıklar” üzerine oturtulduğu bilinmez değil. Faruk’un romanı da çok belli ki “yaşanmışlıklar” üzerine kurgulanmıştır. “Aşk Olsun”u, benim gözümde romandan daha çok kurgu yapan, –edebi değerinden bir şey de kaybettirmeyen bu “yaşanmışlıkların” Faruk’un yaşadıklarının “izdüşümü” olduğunu sanmamdır belki de. Kurgu için “hayal” dediğimin elbette farkındayım, bu tanımla çelişkiye düşmeyi göze alarak söylüyorum; Faruk’un “hayali” sanmamızı istediği o yaşanmışlıklar, çok ustalıkla kurgulanarak “roman gerçekliği”ne dönüştürülmüş Faruk’un gerçekleridir bana sorarsanız. Yaşadıklarını kurgulamada Faruk kadar başarılı olmak herkesin harcı değil. Payıma düşen, bunu fark etmiş olmaktan mutluluk duymaktır. Romanda yer yer verilen “bilgi” kırıntılarının, okuyucuya “ders verme” tuzağına ya da yanlışına düşmeden öyküye eklemlenmesinin bir başarı olduğunu söylemeye gerek yok. Okuyarak anlayacaksınız bunu. Kahramanlarını yakın çevremdekilere benzetmekten zevk aldığım çok roman okumuşumdur. Her kahramanda bildiği birilerini görür okuyan diye düşünürüm. Faruk’un Aşk Olsun’unu da okurken böyle yaptım. Edip’i, Faruk’a benzettim. Bilmem benim gibi düşünecek misiniz? İyi kullandığı Türkçe, eminim, Nisan’ın Edip’e yaptığı gibi, Faruk’a ihanet edip terk etmeyecek. Ustasının elinde iyi kullanılan bir dilin ihanet ettiği görülmemiştir. Faruk, kendisine sadık Türkçesini, başka kitaplarda da yaşatmalıdır bu yüzden. Aşk da, ihanet de karşılıklıdır çünkü. Faruk’u mutlulukla kucaklıyorum. E ler için erkek projeleri üretiliyor. Oysa 8090 arası yaptığınız filmlerde hep kadın hikâyeleri var. Türk Sineması’nın son döneminde ise gene erkek hikâyelerinin öne çıktığını görüyoruz. Kadın konusunda bir gerileme mi İR ANDA TANINDIM söz konusu? 80 sonrası bizim yaptığımız filmler, Ne olmak istiyordunuz? Türkiye’deki kadın hareketleriyle paraDiş hekimi olmak istiyordum ama lel gitti. Öyle bir açılım vardı, toplumda Hacettepe Fizik’i kazandım. Burada İsbir değişme isteği vardı. Şu anda mesetanbul Üniversitesi’nde Alman Dili ve le tamamen başka bir yere kilitlendi. KaEdebiyatı’na başladım. Samim’le (Dedınlar başörtülü mü daha iyidir, başörğer) tanıştık, evlendim. Fotoromanlarda tüsüz mü daha iyi? Sanki bütün mesele oynuyorum, mankenlik yapıyorum, ünioymuşçasına medya çok manipule ediversiteye devam ediyorum. Bir gün tak yor meseleyi. kapı, Salih Güney geldi. Eşimin arkadaBen felaket senaryoları yazmaktan hoşşıydı. “Halit Refiğ TRT’ye bir dizi yapalanmam ama bir tek bu meseleye odakcak, seni oynatmak istiyor” dedi. Ben lanarak, dipte yatan kadının eğitimi, özasla oynamam, dedim. O da “Ben söz gürlük isteği, erkeğin karşısında ve yaverdim, seni götüreyim, cevabını kenÖMESTR FİLMİ salar önünde daha eşit yer alması gibi sodin ver” dedi. Halit Refiğ beni Itır’ın YAPIYORUZ” runların göz ardı edilmek istendiğini düoynadığı Nihal için düşünmüş önce. Haşünüyorum. Türkiye’de insanlar gidelit Abi, kapıyı açıp beni görünce, “Sen rek fakirleşiyor ama istatistiklere göre Yeşilçam’da olsun, günümüzde olBihter’sin” dedi. Ben bunu niye dediğikişi başına gelir düzeyi şu kadar dolara sun, egemen olan erkek bakışı sizi rani anlamadım tabii. Oyunculuğu düşünçıktı deniyor. Her şeye yüzeysel bakılıhatsız ediyor mu? mediğimi söyledim. O, “Katiyen olmaz” yor. Fakirlik de kadının sorunu oysa. SiBütün dünyada böyle aslında. Bu dündedi ve bana senaryoyu verdi. Ben Hanemaya da bu yüzeysellik yansıyor. Geya erkeklerin dünyası. Bunu kabullenlit Ziya’nın romanını da aldım, okudum. çen gün bana birisi “sömestr filmi yapıdim mi? Hayır, asla, hiçbir zaman. ÖlünGördüm ki, Bihter, bizim sinemamızda yoruz”. O ne, yeni bir tür mü çıktı, deceye kadar da böyle bir şeyi kabul etmehiç işlenmemiş, çok farklı bir karakter... dim, okullar tatil olunca, çoluk çocuk yeceğim. Tabii ki, rahatsız oluyorum. Oturduk tartıştık, nasıl olur, nasıl tepki seyredilecek film yetiştiriyoruz, yarıyıl Geçenlerde mesela “standup erkek işialır, evli bir kadın filan, ama ben tabii ne tatiline, dediler. Böyle bir mantık olur dir, kadınlar yapamaz” dedi birileri. Ben de olsa Aysel’in kızıyım, açıkçası rolün mu? bu alanda sahnede çok kışkırtıcı tarafı beni tahrik etti. Ne olur Son projeniz çekilecekti, ne oldu? başarılıydım. Sinesa olsun, dedim, biraz ortalık karışsın. “Erkekler Yalan Söyler” diye bir film mada da Aşkı Memnu’dan sonra diğer filmçekecektim. Benim babamın hikâyesi hep erler nasıl geldi? aslında. Ben babamdan hep kopuktum. kekAşkı Memnu’da oynadığım karakterO ölmeden önce düzeldi aramız. Benim le sinemada o güne kadar geçerli olan babam çok enteresan bir adamdı. 42’de “aldatan kadın” klişesini kırmış olduk. ordudan atılmış, Kemal Ilıcak’la birlikBu, ondan sonraki sinema yaşamıma da te Tercüman’ı kurmuş, öncesinde Akyol gösterdi. Aşkı Memnu’nun daha ilk şam’da yazmış... Sülün Osman, Yeşil bölümü gösterildiğinde ben sokağa çıkarışımı durumlar. Çok sempatik kamaz oldum. O kadar çok beğenil Bir zamanlar bir kolonya reklamında yer almıştınız. O reklamdaki kadın olarak görünen ama her türlü yalanı söydi ki, bir anda tanındım. Sonra siinsanların kafasına yerleşmiş bir görüntünüz var. leyen, çok karmakarışık bir tipnemaya Köçek’le çok kötü bir giŞimdi gene öyle bir reklam teklifi olsa gene yaparım. Oradan kazanacağım parayı kedilere ti. İktidarın adamıydı belli döriş yaptım. Orda da bir travestiköpeklere harcarım. Ama tabii oyuncu olarak böyle 32 yıl sinemada var olmak çok hoş bir duynemlerde. Çok ilginç bir hayat yi oynadım. Daha yürümeyi bigu. Kendinin her türlü halini görüyorsun. Kolonyadan fışkıran kadınla, kadın filmlerinde oynayan hikâyesi vardı. Oradan yola le bilmiyordum. Oyuncu olave bu söyleşiyi yapan Müjde... Bu bir süreç. Jeanne Moreau’ydu sanırım, şöyle diyordu: “Bir kadın çıktık. İki hayatı olan bir rak bilinçlenmem, Ertem olarak en büyük şans sinemacı olmaktır. Çünkü ekranda her gün çizgilerinin biraz daha arttığını ve o adam. Bir anlamda da bir Eğilmez’in Arzu Film’ine değişimi görürsün.” Yaptığım bütün filmler, iyisiyle kötüsüyle benim hayatım. Hatalar da yapmış olabiderin devlet hikâyesiydi. girmemle oldu. Sinema nelirim, ama ben 18 yaşımda anneme bir söz vermiştim. İyi ve çalışkan bir insan olacağım diye. Sanırım onu Senaryo istediğim gibi oldir, oyunculuk nedir, orada başardım. Başardıklarımda annemin de çok etkisi var. Onu herkes “çılgın Aysel, deli Aysel” olarak görüyor madı. Olmayınca da ben öğrendim. Arzu Film beama onları mahsus yapıyor. Çok akıllı bir kadın aslında. Ben bir buçuk iki yaşında tiyatro kulisine düşmüşne kadar para harcarsam nim için okul oldu, tüm. Ne kadar doğru yapmış. harcayayım, o parayı çöYavuz Turgul’a, Sizin İffet’teki bazı sahnelerinizi internet sitelerinde “Müjde Ar’ı hiç böyle görmediniz” pe atıyorum. Kemal Sunal’a, diye gösteriyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Kendi yapmak isteTarık Akan’a İffet benim çok sevdiğim bir filmdi. Senaryosunu Yavuz Turgul yazmıştı. O sahnede de bir diğiniz bir film var mı? şey yok aslında. Tecavüze uğrayan bir kadın var. Göstersinler, bence mahsuru yok. Ne mal Var tabii. Ama onun olduklarını göstersinler. Kendi dünyaları için böyle bir şeyi hazırlıyorlarsa, başka filmlerimde için bir yıl kadar burade bu sahneler var. Onları da göstersinler. Çünkü bu toplumda cinselliğin bir karşılığı da ne dan uzaklaşmak istiyoyazık ki, tecavüz. Adam çıkıp, “Ben karıma tecavüz ettim” diyebiliyor. Dünyanın neresinrum. Bir yerlere gidip tüde bir adam kalkıp böyle bir şey söyleyebilir ki? Ancak bizim gibi cinsellik konusunda somüyle kapanıp yazmak runlu bir ülkede bununla övünenler çıkabilir. istiyorum. Burada çok Yeni yönetmenlerden kimlerle birlikte çalışmak istersiniz? dağılıyorum. Bizim aileBen Serdar’ı (Akar) çok beğeniyorum. Çağan’ı (Irmak) çok beğeniyorum. Hepsi iyi. Bir nin kadınlarının hikâyesihikâyem var, onu beğenirse Serdar’la yapmak istiyorum. Onun farklı bir duyarlılığı var. ni anlatacağım. Kendime yakın buluyorum. Bu sene ilk filmlerini yapan iki genç yönetmenle çalışacağım. Müjde Ar Kendiniz yönetmeyi düHikâyeleri hoşuma gitti. Ben öncelikle hikâyeye bakıyorum. Biri Bilgi mezunu Koray, diğe“Aşkı şünmüyor musunuz? ri Berna Yeşilyurt adlı bir kadın reklamcı. Biri bir anne oğul hikâyesi getirdi, diğeri yalnızMemnu”da. Filmi yönetmek zor bir şey lık üzerine. Ben yönetmenden çok hikâyeye bakıyorum. İyi bir hikâyeden önünde sonundeğil. Senaryo çok zor. Ben idda iyi bir film çıkıyor. dialı bir tipim. Film yapınca, Uçan Süpürge’nin onur ödülü hakkında ne düşünüyorsunuz? hem çok beğenilsin hem de iş yapÇok mutlu oldum, tabii... sın isterim. Belki bu hikâye olur. Kadının dönüşümünün temsilcisi olan bunca kadın filminden sonra Yapmak istediğim filmin içinde savaş size yakışıyor, değil mi? var, kadının kör talihi var, film delirme Bu konuda mütevazı olmayacağım, hakkettiğimi düşünüyorum. Bu hikâyesiyle başlıyor. Kim niye deliriyor? onur ödüllerinin bir de şu yanı vardır, İstanbul Film Festivali’nde Bu koşullarda delirmek mi daha iyi, debirkaç yıl önce aldığımda da onu düşünmüştüm. Emeklilik lirmemek ve düzene göre “normal” bir ödülleri gibi olmasın, diyorum. Hiçbir yere gitmiyoinsan olarak kalmak mı? Delirince mi rum, ölünceye kadar buradayım. Mezara fark ediliyor? Fark edilmek için delirkadar sinema yapacağım. mek mi gerekiyor? Bunu sorgulayacağım filmde. B öncü kimlikte bir oyuncu görüyor musun? Göremiyorum çünkü bugün durum çok değişti. Artık sinema yapmanın adı televizyon oldu nerdeyse. Televizyon dünyası çok acımasız bir dünya. Tamamen paraya dayalı. İnsanların hayatına bir şey kattık mı, bir şey ifade ediyor mu diye bir endişesi yok hiç kimsenin. Sadece o para çarkının acımasız dişlileri arasına bir takım yemler atılıyor. O anlamda sinemadaki son oyuncu ben oldum. Bayrağı devredeceğim biri yok açıkçası, çünkü başka şeyler devreye girdi. Nurgül’ü (Yeşilçay) çok beğeniyorum. Onun da işi çok zor, bir yandan dizilere yetişiyor. Tabii, şimdiden bir şey söylemek zor, zaman gösterir kimin neler yapacağını. kemalerdemol@yahoo.co.uk “S David Fincher’in “Zodiac” adlı filmi de 60. Uluslararası Cannes Film Festivali’nde yarışan filmlerden biri. Yüzümdeki çizgiler benim... Cannes Film Festivali 60. yaşını kutluyor Uğur HÜKÜM PARİS Sinema dünyasının en prestijli ve önemli yıllık buluşması 2007’de 60. yaşını Orhan Pamuk üyeli bir jüri eşliğinde kutlamaya hazırlanıyor. 16 27 Mayıs arasında düzenlenecek festivalin programı hoş sürprizler içeriyor. İngiliz yönetmen Stephen Frears’ın başkanlığını yapacağı jüri Maggie Cheung, Toni Collette, Maria De Medeiros, Sarah Polley, Marco Bellocchio, Michel Piccoli, Abderrahmane Sissasko ve Orhan Pamuk’tan oluşuyor. Böylece Cannes Film Festivali tarihinde bir Türk kişilik Cannes Film Festivali jüri üyeliğine seçiliyordu. Fatih Akın ise bu yıl resmi yarışmacılar arasında. Ön seçici komite “Resmi Yarışma” ve “Belirli Bir Bakış” bölümleri için 1615’i uzun metrajlı 3983 film izlemiş. Son elemelere ise 7’si ilk film olan, 25 farklı ülkeden 49 yapıt kalmış. Bunlardan açışı yapacak film de dahil 21’i resmi yarışmalı, 20’si “Belirli Bir Bakış”a kalmış. 3 yarışma dışı filmin yanı sıra, 3 özel seans, 2’de geceyarısı seans filmi belirlenmiş. 4 saygı filmi, 4 de “Cannes Classics” belgeseli resmi programın uzun metrajlı kesimini oluşturuyor. Ayrıca 2368 kısa metrajlı film arasından ise 20 ülkeyi temsilen 27 film resmi yarışma için seçilmiş. Jüri, 27 Mayıs’ta şu aşağıdaki yönetmenlerin yapıtları arasından birine Altın Palmiye’yi verecek: Fatih Akın “Auf Der Anderen Seite”, Joel &Ethan Coen “No Country For Old Men”, David Fincher “Zodiac”, James Gray “We Own The Night”, Naomi Kawase “Mogari No Mori”, Emir Kusturica “Promise Me This”, Lee Changdong “Secret Sunshine”, Cristian Mungiu “4 Luni: Saptamani Si 2 Zile”, Raphael Nadjari “Tehilim”, Carlos Reygadas “Stellet Licht”, Marjani Satrapi &Vincent Paronnaud”Persepolis”, Ulrich Seid “Import Export”, Alexander Sokourov “Alexandra”, Quentin Tarantino “Death Proof”, Bela Tarr “The Man From London”, Gus Van Sant “Paranoid Park” ve Andrey Zvyagintsev “Izgnanie”. “Un Certain Regard / Farklı Bir Bakış” bölümünde öngörülen 6’sı ilk yapım, 20 filmden 17’sinin yönetmenleri ise şöyle: Carmen Castillo, Chung Lee Isaac, Diao Yinan, Enrique Fernandes & Cesar Charlone, Eran Kolirin, Harmony Korine, Kadri Köussar, Li Yang, Daniele Luchetti, Cristian Nemescu, Jaime Rosales, Robert Thalheim, Ekachai Uekrongtham. Diğer üç film ve yönetmenleri sonradan belirlenecek. 60. yılın anısına çoğunluğu Cannes’da “doğmuş” 35 yönetmenin hazırladığı her biri 3 dakikalık Cannes’a ithaf 35 kısa metrajlı film gösterilecek. Bu yıl 3. kez “Cinefondation / SineVakfı Atölyesi”nin seçtiği 15 ayrı ülkeden 15 yönetmenin filmlerinin yapımını kolaylaştıracak, tanıtımını sağlayacak “Cinefondation” listesinde ise Semih Kaplanoğlu’nun “Süt” başlıklı filmi var. Aynı üçlemenin parçası olan bir başka Kaplanoğlu yapımı “Yumurta”nın da paralel gösterilerden, henüz programı resmileşmemiş “Yönetmenlerin On Beşi”ne seçildiği basına yansıyan bilgiler arasında.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle