Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 SarkozyRoyal düellosu Uğur HÜKÜM PARİS Fransa’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda yüzü gülen taraflar, geleneksel sağın adayı Nicolas Sarkozy ile sosyalist aday Segolene Royal olurken gözler 6 Mayıs’ta gerçekleştirilecek ikinci tura çevrildi. Ülkenin yeni cumhurbaşkanını belirleyecek ikinci turun sonucunu, ilk turda 3. ve 4. sırada yer alan liberal François Bayrou ve aşırı milliyetçi JeanMarie Le Pen’in “seçmenlerine kime oy verecekleri yolunda yapacakları tavsiyenin belirleyeceği” yorumu yapılıyor. Fransa’da 6 Mayıs’ta yapılacak ikinci tur cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sağın adayı Sarkozy ile sosyalist aday Royal yarışacak. Yoğun bir kampanya sürecine giren iki siyasetçi, 2 Mayıs’ta televizyonda karşı karşıya gelerek kozlarını kamuoyu önünde paylaşacaklar. yüzde 1.93, Troçkist Çalışanlar Partisi adayı Gerard Schivardi yüzde 0.34, Sol Alternatif Küreselleşme Hareketi lideri Jose Bove yüzde 1.32, Yeşiller’in adayı Dominique Voynet yüzde 1.57, aşırı sağcı Fransa İçin Hareket Partisi adayı Philippe de Villiers yüzde 2.23, muhafazakâr sağ avcı ve balıkçıların adayı Frederic Nihous yüzde 1.15, İşçi Mücadelesi Partisi adayı Arlette Laguiller yüzde 1.33 oranında oy kazandı. Seçimlerde sol ve aşırı sağın oy yitirdiği dikkat çekti. Sarkozy kampanya boyunca sürdürdüğü milliyetçi söylemlerle aşırı sağın oylarını kazandı. Solun, 2002 seçimlerine göre yaklaşık yüzde 5 destek kaybettiği ilk turda liberal aday Bayrou’nun da merkez solun oylarını aldığı belirtiliyor. Seçimlerinin ilk turunda, Paris’in “sorunlu” banliyölerinde yaşayan seçmenler, ağırlıklı olarak Sosyalist Royal’e oy verdi. Fransız Le Parisien gazetesi, genelde göçmen, siyah ve Müslüman azınlığın yaşadığı banliyölerde Royal’e desteğin yüzde 40’a çıktığını yazdı. Fransa’da banliyö olaylarının başladığı dönemde İçişleri Bakanı olan Sarkozy’nin göçmenlere yönelik sert tavırları yüzünden bu bölgelerden destek alamadığı belirtiliyor. Fransa’da önceki gün yapılan seçimler ülkede 1965’ten bu yana görülen en yüksek katılıma sahne oldu.Yetkililer, yaklaşık 44.5 milyon Fransız seçmenden yüzde 84.6’sının sandık başına gittiğini açıkladı. 2002’deki seçimde Fransızyölerde genç nüfus seçmen kütüklerine yazılmaya teşvik edildi. Seçmen kütüklerine yazılanların sayısı 2005’e göre 2006 sonunda yaklaşık 1.8 milyon arttı. Fransız Le Monde gazetesi, geçmiş seçimlerde katılımların genellikle çok düşük olduğuna işaret ederek “Fransa’da demokrasinin uyandığını” yazdı. Sarkozy, ilk turda birinci olmasının ardından yaptığı açıklamada, Fransa’nın iki farklı politika arasında gerçek bir tartışmayı tercih ettiğini savundu. Royal ise “Fransa’nın değişimi konusunda, seçmenlerin bugün kendisine önemli bir sorumluluk verdiğini’’söyledi. Siyasi gözlemciler, “kapalı kapılar” ardından, Bayrou ve Le Pen’in, ikinci turda kimin desteklenmesi konusunda “pazarlıklar” yapacakları yorumunu yapıyorlar. Yenilgisinden medyayı sorumlu tutan Le Pen, 2. turda kimi destekleyeceğini 1 Mayıs’ta açıklayacağını söyledi. İlk turun ardından düzenlenen bir ankete göre Sarkozy, ikinci turda Royal karşısında rahat bir biçimde üstünlük sağlayarak Chirac’tan sonra Elysee Sarayı’nın yeni sahibi olacak. Ankete göre Sarkozy ikinci turda oyların yüzde 54’ünü, Royal ise yüzde 46’sını alacak. Seçimlerin ilk turuna katılan üç solcu aday Royal’i destekleyeceklerini açıklamıştı. Royal dışında seçime katılan 6 solcu adayın toplam oyu yaklaşık yüzde 10. Sağcı Bayrou ve Le Pen’in oy toplamı ise yüzde 30’a yakın. C dış haberler ATİNA’DAN MURAT İLEM izim bayan kızgın mı kızgın. Deyim yerindeyse barut gibi. Geçtiğimiz hafta açtı ağzını yumdu gözünü. Yunanistan’ın önemli gazetelerinden Elefterotipa’ya verdiği demeçte “Bakın, sesimizi yükseltmiyorsak, alçak tondan konuşuyorsak, zannetmeyin ki yaptıklarınızı görmüyoruz. Her şeyin farkındayız. Onun için her uluslararası anlaşmaya uygun olmayan davranışınızı NATO ve AB dahil, üyesi bulunduğumuz tüm kuruluşlara iletiyoruz, bilgilendiriyoruz. Türkiye’de seçim öncesi bir dönem yaşandığını biliyoruz. Ancak böyle bir durum Türkiye’nin Ege gibi konularda hukuku çiğnemesi anlamına gelmez” diyor. Aslında şunu demek istiyor bizim bayan: “Türkiye’de bu yıl içinde seçimler var. İktidar partisi AKP oy potansiyelini artırmak anlamında halkın gözünü Doğu’ya çevirip Yunanistan üzerinden oy kazanımı peşindedir. Bunun için de Ege’de uluslararası hukuku ihlal ederek, yeniden iktidara gelmeyi amaçlıyor.” O zaman bu bayana şunları sormak lazım: Türkiye uluslararası hukuk dışına çıkarak (çiğneyerek) Ege’de ne yapmış? Anlaşmalarla silahtan arındırılmış olması gereken adaları mı silahlandırmış? Yoksa altı mil olan karasularını on iki mile mi çıkartmaya çalışıyor? Peki ya hava sahası? Altı mil olan hava sahasını on mile çıkartmak isteyen Türkiye midir? Sivil havacılık için geçerli olan FIR hattını askeri ya da devlet uçaklarına uygulatarak fiili egemenlik alanı yaratmak isteyen de yine Türkiye midir? NATO veya AB’de, komşusuna karşı her türlü çirkin ve samimiyetten uzak oyun oynayanlar da Türkler midir? Uluslararası hava sahasında dahi dost uçakları taciz edenler kimlerdir? Türkler mi? ??? Yani yukarıdaki açıklamaları Dora Bakoyannis değil de başkası söylese, “Tamam” diyeceğiz, “hakkı var”. Ama Bayan Dora hem suçlu hem güçlü. Bir kere Türkiye ve Ege konusunda söyledikleri Yunanistan’ın yıllardır izlediği politikalar ile tamamen çakışıyor. Yani kendi politikaları. İkincisi, o da biliyor ki, Türkiye’deki siyasi ya da askeri erk hiçbir zaman Yunanistan üzerinden oy kazanımı ya da güç ispatı peşinde koşmaz. Türkiye’deki seçimlerin malzemeleri bellidir. Türkiye’deki hiçbir siyasi parti (seçim öncesi dikkate alındığında) “iktidara gelirsek, Ege ve Kıbrıs konularında (milliyetçi söylemler) şunu ya da bunu yapacağız” şeklinde bol keseden atıp tutup, vaatlerde bulunmaz. Eğer bunu yaparsa “kendi gücünü bilen halk” o partinin ipini çeker ve seçimde cezalandırır. Türkiye’de sağ partilerin aldıkları oylar yukarıdaki görüşlerimizi doğrular niteliktedir. Aslında seçim öncesi dönemlerde bu gibi milliyetçi oyunları oynayan ülkeler bellidir ve Yunanistan bu ülkelerden sadece bir tanesidir. Basının tiraj korkusunu da arkalarına alan Yunanlı politikacılar “yalan rüzgarlarına” kapılıp iktidara gelmek için her yolu denerler. Bayan Dora Bakoyannis’in birdenbire Türkiye’ye karşı çıkışı işte bu çerçevede de 27 NİSAN 2007 CUMA Sanki Bilmiyoruz ğerlendirilmelidir. Görünen o ki, Yunanistan dışişleri bakanı, iyi niyetli komşusuna karşı ilk saldırıyı başlatan fitili ateşlemiştir. İşte bu düşündürücüdür. Bunun arkası gelecektir. Yarın Karamanlis, öbür gün bir başka politikacı Türkiye’ye karşı tahrik dolu açıklamalar yaparsa şaşırmayacağız. Dora’nın bu açıklamaları gösteriyor ki, Yunanistan’daki siyasiler uzun yıllar sonra politika değiştirerek yeniden Türk düşmanlığını işleyip oy peşine düşecektir. Son aylarda yapılan tüm kamuoyu yoklamalarında Dora’nın partisi YDP ile ana muhalefet PASOK arasındaki yüzde ikilik fark bir türlü açılmamıştır. İktidar partisi belki öndedir, ama bu yüzde ikilik fark değişmeyecek rakam değildir. Kaldı ki Başbakan Konstantin Karamanlis aradaki bu yüzde iki oy farkı yüzünden hâlâ Türkiye’ye gidememektedir. Çünkü “gidersem, muhalefet bunu kullanır, bu durumda yüzde iki olan aramızdaki fark elimizden gider” korkusu içindedir. Şimdi aynı korkunun Bayan Dora’ya da sıçradığı görülmektedir. Sonbaharda yapılacak Yunan genel seçimleri öncesi iktidarın ayaklarının titreyip, Türkiye’ye karşı atıp tutmaya başlamasının sebebi budur. Bana göre Yunanlı siyasiler aşırılığa kaçmadığı müddetçe, Türkiye’den karşılık bulamayacaklardır. ??? Tesadüfe bakın ki, Dora’nın bu açıklamalarının yayınlandığı gün Yunanistan’ın bir başka etkin gazetesi Kathimerini’de ilginç bir röportaj yer aldı. Bu defa konuşan Selanik’te yapılan balkan ülkeleri genelkurmay başkanları toplantısı için gelen ve Yunanlıların “ağır misafir” dedikleri Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt. “Türkiye’nin Yunanistan’la bir kriz istemediğini” önemle vurgulayıp “Son iki buçuk yıl içinde üç kez Yunanistan’a geldim. Bu sizin için hiçbir şey ifade etmiyor mu? Ege’de gerginliklerin azaltılması için Yunanlı mevkidaşım Panayotis Hinofotis ile birlikte çok sıkı çalışıyoruz. Önemli adımlar atıyoruz. Sorunları çözecek olan politikacıların ilişkilerde ilerleyebilmeleri için ortam hazırlıyoruz. Ancak unutmayın ki bizler askeriz, büyük sorunları çözecek olanlar siyasilerdir” diyor. Daha ne desin? Bu noktada şunların hatırlanması gerekiyor. Başbakan Erdoğan defalarca Atina’ya geldi, gitti. Dışişleri Bakanı Gül ile bakanlarımız da her fırsatta soluğu Yunanistan’da aldı. Genelkurmay başkanlarımız, kuvvet komutanlarımız da öyle. Peki 70 milyon Türk’ü temsil eden bu insanlar defalarca neden gelip gittiler Yunanistan’a? Akropol’ü görmek için mi, yoksa dostluk ve barışı pekiştirmek için mi? Yunanistan’daki yaygın kanı “Girit ve Karamanlıların dost ve sözünün eri insanlar” oldukları yönündedir. Çok da saf değilim ama bu görüşten ayrı düşmemek için hâlâ kendimi zorluyorum. murilem@otenet.gr B OY ORANLARI Fransa İçişleri Bakanlığı, 12 adayın katıldığı ilk tur seçimlerin kesin resmi sonuçlarını açıkladı. Buna göre Halk Çoğunluğu İçin Birlik (UMP) lideri Sarkozy yüzde 31.18, Sosyalist Parti adayı Royal ise yüzde 25.87 oy aldı. Fransa Demokrasi İçin Birlik adayı François Bayrou yüzde 18.57, aşırı sağcı Milli Cephe Partisi lideri JeanMarie Le Pen yüzde 10.44, Devrimci Komünist Ligi adayı Olivier Besancenot yüzde 4.08, Komünist Parti adayı MarieGeorge Buffet yorumları yapılıyor. Fransa’nın varoşlarında da 2005’te bu bölgelerde yaşanan isyan hareketi ve şiddet olayları sırasında isyancıları “sokak serserisi” ve “toplumun yüz karası” olarak nitelendiren Sarkozy’ye tepki olarak seçime katılımın arttığı gözlendi. ların sandığa ilgisiz kalması yüzünden aşırı sağcı aday Le Pen sürpriz şekilde Jacques Chirac ile birlikte ikinci tura kalmıştı. Bu kez seçime katılımın yüksek olmasının, Fransızların benzer bir olayı yaşamak istememesinden kaynaklandığı EMOKRASİ UYANDI’ Sivil toplum örgütleri ve ülkenin önde gelen aydınlarının seçim öncesinde düzenledikleri kampanyalar da katılımın artmasına neden oldu. Bu kampanyalarla özellikle banli ‘D Milli Görüş skandalı Bahadır Selim DİLEK ANKARA Almanya’da yine Milli Görüş skandalı patlak verdi. Berlin yönetiminin karşısına Müslümanların “tek ses” olarak çıkması amacıyla kurulan ve içinde Türkiye’deki Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’nin (DİTİB) de yer aldığı çatı örgüte, Alman hükümetinin “sakıncalı” olduğu gerekçesiyle yaptığı bütün muhalefetine karşın Milli Görüş de girdi. Cumhuriyet’in ulaştığı bilgilere göre Milli Görüş, çatı örgütünde, Alman hükümetinin yaptırımından kurtulmak için, eski genel sekreteri Ali Kızılkaya başkanlığında “İslam Konseyi” yapılanması içinde yer aldı. Böylece Diyanet İşleri Başkanlığı, Almanya’daki faaliyetleri çerçevesinde bugüne kadar uzak durmaya özen gösterdiği Milli Görüş ile ilk kez aynı çatı altına girdi. Bu duruma sert tepki gösteren Almanya Türk Toplumu Genel Başkanı Kenan Kolat, “Türkiye’de AKP hükümetinin iktidara gelmesi ile birlikte, Diyanet de Almanya’da tarafsızlığını kaybetti. Şimdi Milli Görüş ve Nakşibendilerle hareket etmesi, Diyanet örgütünün tarafsızlığı üzerinde büyük kuşkular yarattı” dedi. Milli Görüş’ün, Almanya’daki Türk toplumu üzerindeki etkisini artırma çabasına ilişkin süreç şöyle gelişti: LMANYA SIKINTI DUYUYOR Almanya 2006 yılının eylül ayında, ülkedeki Müslüman topluluğun sorunlarının ele alınması için bir Müslüman Zirvesi topladı. Bu toplantı ile başlayan süreçte, ülke içinde Müsmüman örgütlenmeleri ve derneklerinin aynı çatı altında toplanması ve Alman hükümetine karşı “tek bir ses” ile çıkılması öngörüldü. Bu kararı birçok Müslüman örgüt ile muhatap olmak yerine bir tek yapılanma ile diyalog içinde bulunmayı tercih eden Alman hükümeti de destekledi. Ancak, Anayasayı Koruma Kanunu’na göre “sakıncalı” bulduğu Milli Görüş’ün bu çatı altında yer almasına karşı çıktı. Almanya, Milli Görüş’ün Müslümanların Alman toplumuna entegrasyonunu engellediği gerekçesiyle sıkıntı duyuyor. Çatı örgütünde, Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB), İslam Kültür Merkezleri Birliği (İKMB), Almanya Müslümanları Merkez Konseyi ile İslam Konseyi yer aldı. ONSEYE ARKA KAPIDAN GİRDİ Çatı örgütü “Almanya Müslümanları Koordinasyon Konseyi” adını aldı. Ancak, Milli Görüş çatı örgütü içinde görünürde yer almazken, İslam Konseyi aracılığı ile fiilen girdi. İslam Konseyi’nde eski Genel Sekreter Ali Kızılkaya başkanlığında temsil edilen ve etkili olan Milli Görüş, Almanya Müslümanları Koordinasyon Konseyi’ne arka kapıdan girmiş oldu. Almanya Türk Toplumu Genel Başkanı Kolat, “İslam Kültür Merkezleri Birliği, bunlar Süleymancı kesim. Nakşibendi. O kesin. İslam Konseyi dediğimiz kuruluşun içinde ağırlıklı olarak etkin olan Milli Görüş. Başkanı Ali Kızılkaya, Milli Görüş’ün has adamıdır tabii ki. Bir de Almanya Müslümanlar Merkez Konseyi var. Bu da daha çok Arap Müslümanların ve Alman Müslümanların ağırlıkta ol A K duğu bir yapılanma. Türklerin orada sadece bir örgütü var” dedi. Kızılkaya’nın Milli Görüş içinden gelen bir isim olduğuna vurgu yapan Kolat, “Orada görev almış birisi. Bizim burada Almanya Türk toplumu olarak ciddi eleştirilerimiz var. Kimse ‘Niye bir araya geliyorsunuz?’ demez. AKP hükümeti ile birlikte daha önce bu konulara pek bulaşmayan, tarafsız duran Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’nin şimdi Milli Görüş ve Nakşibendiler ile birlikte olması, tarafsızlığına gölge düşürüyor” diye konuştu. ÜRK TOPLUMU İÇİN TEHLİKELİ GİDİŞAT Kolat, çatı örgütünü, “Almanya’daki Türk toplumu açısından çok tehlikeli bir gidişat” olarak değerlendirdi ve “İslamı bu dörtlü temsil edecekse, Almanya’da Ortodoks bir İslama doğru kayıyoruz demektir. Biz de, Almanya Türk toplumu içinde bir İslam Masası oluşturacağız. Daha laik, seküler görüşteki insanların görüşlerinin Almanlar tarafından değer bulmasını sağlayacağız” görüşünü dile getirdi. T Yeltsin’in kalbi dayanamadı MOSKOVA (Cumhuriyet) Kremlin’den yapılan kısa açıklamayla, Rusya’nın eski Devlet Başkanı Boris Yeltsin’in “beklenmedik biçimde” öldüğü duyuruldu. Daha sonra bazı doktorlarının açıklamalarına dayanılarak Yeltsin’in “muhtemelen kalp yetmezliği” nedeniyle yaşamını yitirdiği bildirildi. 76 yaşındaki Yeltsin, 29 Mayıs 1990’dan 31 Aralık 1999’a kadar Rusya’nın başındaydı. 1991 ve 1996’daki başkanlık seçimlerini kazanan Yeltsin 1999’un son günü istifa ederek görevi Vladimir Putin’e devretmişti. Zaman zaman sağlık sorunları yaşayan Yeltsin, 1996’da ciddi bir kalp ameliyatı geçirmiş, alkol bağımlılığıyla gündeme gelmişti. Yeltsin’in ölümüyle ilgili tıbbi raporun yakında açıklanması bekleniyor. 1 Şubat 1931 Sverdlovsk doğumlu Yeltsin, inşaat mühendisiydi. 30 yaşında Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ne (SBKP) girdi. Zamanla parti içinde yükselerek 1981’de SBKP Merkez Komitesi’ne seçildi. Moskova Parti Komitesi’nin başına getirildi. 29 Mayıs 1990’da Rusya Sovyet Sosyalist Federatif Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin başına geldi. Temmuz 1990’da partiden ayrıldı. 12 Haziran 1991’de Rusya Sovyet Sosyalist Federatif Cumhuriyeti’nin Devlet Başkanı olarak seçildi. Aynı yılın sonunda SSCB Başkanı Mihail Gorbaçov’un kesin olarak devrilmesi için Ukrayna ve Belarus liderleri Leonid Kravçuk ve Stanislav Şuşkiyeviç’le birlikte bir açıklama yaparak SSCB’nin dağıldığını ilan etti. Yeltsin, 1991 ve 1996’daki başkanlık seçimlerini kazanarak 1999’un sonuna kadar Rusya Federasyonu’nun lideri olarak kaldı. Kamuoyu desteği yüzde 2’ye kadar düşen Yeltsin, 1999’un son günü, yılbaşı konuşmasında istifa ederek görevi Putin’e devretti. İktidarda olduğu sürece Sovyetler Birliği’nin her açıdan yıkılmasına ve komünistlerin etkisinin kırılmasına çabalayan Yeltsin, Batı ile zaman zaman gergin polemikler yaşasa da, iktidarı boyunca Rusya’nın dış politikasını büyük ölçüde Batı’nın isteklerine göre şekillendirdi. Çeçen savaşını başlatmasından, alkollüyken çıkardığı olaylara kadar birçok nedenle kamuoyu ve medyanın tepkisini çeken Yeltsin’in ciddi sağlık sorunları vardı. eşeliydik, coşkuluyduk. Egemenliğin kayıtsız şartsız ulusta olduğuna... Büyüyünce aydınlık, gelişmiş yarınları yaratacağımıza inanıyorduk. Büyüdükçe ulusal egemenliğin: Demokrasinin tüm kurallarının işletilmesi, tüm temel hak ve özgürlüklerin herkes için devlet güvencesinde olmasıyla mümkün olacağını öğrendik. Devlet tüm kesimlere eşit uzaklıkta, tarafsız davranmalıydı. Halkın beslenmeden barınmaya, sağlıktan ısınmaya kadar tüm alanlardaki söz hakkının piyasa ekonomisine devredileceğini!.. Piyasa ekonomisinin de ulusötesi firmaların çıkarlarına göre işletileceğini!.. Belediyelerin kamuya ait alanlarının Arap’ından Amerikalısına ulusötesi sermayeye satılacağını!.. Maden şirketleri için Bergama’dan Kafkasör’e ülkenin tarım, orman, su havzalarının talan edileceğini!.. Petrolden doğalgaza enerji nakil pazarı haline getirileceğini!.. Hiç mi hiç aklımıza getirmemiştik. Çünkü bir kısmımız: Ulusal egemenliğin tarafsız devlet tanımına uygun olması kadar bu tanımdaki devleti yaratacak yurttaşların varlığına bağlı olduğunu... Bunun yolu da koşulsuz demokrasiden geçtiğini nedense unutmuştu!! Oysa, demokratik bir ülkenin öncelikle ülke kaynaklarının ve bu kaynaklarla yaratılan gelirin emek ve sermaye, kır ile kent arasındaki dağılımında eşitlik ölçülerinin uygulanmasına bağlıdır. Bu da eğitimde fırsat eşitliğine dayalı bir eğitim politika ve uygulamasının yaşama geçirilmesiyle N GÖZ UCUYLA TÜRKEL MİNİBAŞ Demokrasinin Kardelenleri Türkiye’nin Çağdaş Kızları”, “Anadolu’da Bir Kızım Var Öğretmen Olacak” projeleri gelmektedir. 8 Eylül 2001’de başlayan Ulusal Eğitime Destek Kampanyası doğrultusunda 5 yıl içinde 837.291’i kadın olmak üzere 1.311.632 kişi okuma yazma öğrenmiştir. 4 milyon 456 bin 438’i kadın olmak üzere 6 milyon 197 bin 724 kişi mesleki teknik ve sosyal kültürel kurslardan mezun olmuştur. Birinci kademe okuma yazma kurslarına devam edenlerin yüzde 80’ine yakınının, mesleki teknik kursların da neredeyse yüzde 50’sinin kadın olması öğretimde de cinsiyete dayalı ayrımcılığın hâlâ devam ettiğini göstermektedir. Kampanyanın başarısında: Ülkenin tüm kesim ve kurumlarının kampanya içinde yer alması; geniş bir okumayazma kurs ağıyla yürütülmesi; okumayazma kurslarının mesleki beceri programlarıyla desteklenmiş olması; mesleki teknik kursların illerin gereksinim ve üretim özelliklerine göre seçilmiş olması; mümkündür. Ne var ki... Küreselleşmeyle birlikte eğitim, özel kesim için de önemli yatırım alanlarından biri haline gelmiştir. Bu, devletin görev ve sorumluluk tanımını değiştirmiştir. Özellikle de Türkiye gibi ulusal gelir düzeyi düşük, yatırımlara ayrılan kaynakların sınırlı olduğu ülkelerde devletin yurttaşlarının eşit koşullarda eğitime ulaştırma görevi devletsivil toplum birlikteliğinde yürütülen destek projelerine dönüşmeye başlamıştır. Ekonomik zorluklar ya da cinsiyet ayrımına dayalı sosyal normlar nedeniyle temel eğitimden yararlanamamış ya da eksik yararlanmışlara devletsivil toplum işbirliğinde yürütülen okuma yazma kursları, mesleki beceri kazandırma programları toplumsal gelişime önemli bir ivme kazandırmıştır. Bu alandaki en etkili projelerin başında Sayın Cumhurbaşkanı Necdet Sezer’in himayesinde eşi Sayın Semra Sezer önderliğinde başlatılan “Ulusal Eğitime Destek Kampanyası” ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği öncülüğünde yürütülen “KardelenlerÇağdaş ülke ve dünya sorunlarına duyarlı ve bilgili insan tipinin hedeflenmesi belirleyici olmuştur. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin Turkcell desteğiyle yürüttüğü “KardelenlerÇağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları” projesi de: Ailelerinin maddi yetersizliği nedeniyle öğrenimlerine devam edemeyen okuma azmi ve kararlılığı gösteren 5 bin kız çocuğuna eğitimde fırsat eşitliği sağlanması ve kızlarımızın meslek sahibi, ufku açık “birey”ler haline gelmeleri amacıyla 2000’de başlamış... 20022003 itibarıyla projenin ikinci aşaması doğrultusunda üniversiteyi kazanan öğrencilere de burs verilmeye başlanmıştır. 2000 yılından itibaren proje dahilinde yaklaşık; 12.300 öğrenciye burs verildi, 6.300 öğrenci liseden mezun oldu, 900 öğrenci üniversiteyi kazandı, 67 öğrenci üniversiteden mezun oldu... Beş altı yıl önce “imkânsız” dedikleri çoktan gerçeğe dönüştü. Kimi hâkim, kimi savcı, kimi öğretmen, mühendis, mimar, kimisi de sanatçı. Hepsi kış ortasında toprağın altından baş veren “kardelenler” gibi aydınlığın habercisi. ...Ve biz bir zamanın çocukları olanlar, büyüyünce aydınlık, gelişmiş yarınları yaratacağımıza inananlar, yine dilimizde aynı çocukluk şarkısı... turkmini@superonline.com www.turkelminibas.net