08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 EVET/ HAYIR C olaylar ve görüşler 27 NİSAN 2007 CUMA Evet, Hepiniz Oradaydınız... PENCERE Tek Yumurtanın İkizi Çankaya’da... umhurbaşkanlığı seçimi zaten çoktan çığırından çıkmıştı... Kim çıkacaktı Çankaya’ya?.. Kimse bilmiyordu... RTE ne diyordu: Karıma bile söylemedim.. Duyunca şaşıracaksınız.. Hele bekleyin!.. Meclis mi seçecekti Cumhurbaşkanı’nı?.. Yok canım... AKP, öteki adıyla Takıyye Partisi de yetkilerini RTE’ye devretmişti... RTE kendi kendisini mi atayacaktı Cumhurbaşkanlığı’na?.. Yoksa bir başkasını mı?.. ? Esrar çözüldü... RTE toplumda kendisine yönelik büyük direnişin gittikçe güçlendiğini görmüştü... Üstelik uyarılmıştı... Ne yapmalıydı?.. Al takke, ver külah; doluya koy almıyor, boşa koy dolmuyor; dışardan içerden akıl hocaları diyorlar ki: Aman aman!.. Çankaya’ya çıkarsan bir çuval inciri berbat edersin!.. Recep Tayyip sonunda Çankaya’ya çıkmaktan vazgeçti... ? Peki, ne yaptı?.. İkizini Cumhurbaşkanı yaptı!.. Hem de çift yumurtanın ikizini değil.. Tek yumurtanın ikizini... Bu ikizlerin geçmişleri bir.. Söylemleri bir.. Amaçları bir.. Takıyyeleri bir.. Eşlerinin türbanları bir.. Laikliğe karşıtlıkları bir.. Amerika’ya bağlılıkları bir.. Sicilleri bir.. Kafaları bir.. Dincilikleri bir.. Atatürk’e ters bakışları bir.. Çift yumurtanın değil, tek yumurtanın ikizleri... Hıh demiş birbirinin burnundan düşmüş ikiz kardeşler... Biri Konut’ta... Biri Köşk’te... ? Tayyip Erdoğan ne diyordu: Açıklayınca şaşıracaksınız!.. Helal olsun, doğrusu RTE çok yaman bir manevrayla herkesi şaşırttı... Dedi ki: Ben Çankaya’ya çıkacağım diye toplum, halk, millet direniyor, öyle mi?.. Evet.. Öyleyse alın görün bakalım!.. Ben Çankaya’ya çıkmıyorum, ama, aynı yumurtadan ikizimi çıkarıyorum... ? Vallahi, teslim etmek gerekir ki bu takıyyecilerle başa çıkmak zor!.. Hükümet de ellerinde, devlete de el koyuyorlar... ‘Sivil darbe’ işte buna derler!.. Gül Cumhurbaşkanı olacak, Çankaya’ya hiç yakışmayacak, irtica siyaseti devletin başına oturacak, toplum susacak mı?.. AKP ülkede büyük bir mücadelenin kapısını kendi elleriyle açıyor... Yarın çok pişman olsa bile iş işten geçmiş olacak... OKTAY AKBAL Ne Yazmalı? Ne Yazmamalı? arım yüzyılı geçen köşeyazarlığımda da hep bu ikilemle yaşadım. Edebiyat başkadır, gazete yazarlığı çok daha başka!.. Gazeteci günün içindedir, olaylar, kişiler, sorunlarla iç içedir. Okurlar da öyle!.. Edebiyatçı ise geniş zamanların insanıdır. Yazdıkları yalnız bugün için değildir. Goethe demiş ki: “Milyon okuru olmayan yazmamalı.” Bu sözü kimileri güncellik içinde bu milyonu bulmak, onlara seslenmek diye anlar! Oysa Goethe’nin dediği milyonlarca okur, uzun bir gelecektedir. Hem güncel, hem günceli aşan yazarlar yok mu? Elli altmış yıl önceleri böylelerine ‘edip’ adı verilirdi. Yakup Kadri, Refik Halit, Peyami Safa, Falih Rıfkı... Günümüzde edebiyat da yitip gitmekte, nerdeyse yok olmakta. Demirtaş Ceyhun, “Edebiyatımı arıyorum” diye bir kitap yayımlamadı mı? Belki bir gün edebiyat diye bir şey de kalmayacak! Kitap denen değer de ortadan kalkacak. İletişim çağı adı verilen bir sürede basacaksın düğmeye istediğin karşına çıkacak. Belki okumak bile olmayacak, bir yazıyı, bir kitabı, bir şiiri sesle duyacaksın. ??? Ne yazmalı, ne yazmamalı diye yine kendimle çeliştim. Bir arkadaşın dediği gibi yazsan ne olacak, bunca zaman yazdın da ne oldu? Al otuz kırk yıl önce yazdığını yarınki sütuna koy, bir ayrım olacak mı? Daha beter, daha acı, daha karanlık, daha umutsuz bir ortamın içinde miyiz? Bizi bu yere kimler getirdi? Köy Enstitülerini, Halkevlerini, Dil Tarih kurumlarını, devrimci atılımları, gerçek halkçılığı, sahici demokrasiyi, Cumhuriyetin verilerini kimler önledi, kimler imam okullarını, tarikat yuvalarını kurdu? Dünya her gün daha uygar, daha çağdaş atılımlarla ileriye doğru koşarken bizler neden daha geriye, daha karanlığa itildik? ??? İşte birbiri ardına yaşadığımız vahşet olayları!.. Trabzon’da bir Katolik papaz, İstanbul’da bir Ortodoks gazeteci, Malatya’da üç Protestan!.. Onlara acımasızca kıyan gencecik çocuklarımız!.. Yıllardır sürdürdüğümüz yanlış bir eğitimin ürünü olan genç yobazlarımız!.. ??? Ne yazmalı? Ne yazmamalı? Derken, işte yazılan, yazılabilen!.. S Y iz; çocuklarının, torunlarının omuzlarına yaslanmış büyükanneler, büyükbabalar; siz, büyüklerin ayakları altında dolaşan küçük yavrular; siz, yüz binlerce genç insan, orta yaşlı insan, kadın ve erkek; siz, aydınlık bir ruhu aydınlık simalara taşımış, kötülükleri kovup umut arama peşindeki milyon kadar yurttaş; siz, öğretmenler, üniversite hocaları ve onların sevgili öğrencileri hep birlikte; siz, emeğin gittikçe daha az değer taşıdığı bir ülkede emekçi olmanın onurunu hâlâ taşıyan çilingir, marangoz, kilitçi, camcı, ahşapplastik cam çerçevecisi, sıvacı, boyacı, kalıpdemirbeton işçisi, çelik ve metal kaynakçısı, gaz ocağı tamircisi, televizyonbilgisayar onarıcısı, karo mozaik döşeyicisi, mobilya işçisi, ayakkabı boyacısı, terzi, simitçi, lokanta aşçısı ve garsonu, pideci, bulaşıkçı, temizlik işçisi, süpürgeci, araba tamircisi ve çırağı hep birlikte oradaydınız. Siz; manav ve çırağı, küçük bakkal ve yardımcısı, süpermarket çalışanı, berber, kuaför, kuru temizleyici, çamaşır yıkayıcısı, elektrik tesisatçısı ve tamircisi, tüpgaz dağıtıcısı, musluk tamircisi, kalaycı, dam aktarıcısı, fırıncı, kapıcı, kasap, balıkçı... Evet, siz hepiniz o gün oradaydınız. Eşlerinizle, çocuklarınızla, validelerinizle.. Ve sonra sizler, tarım işçisi, traktör sürücüsü, kirazkayısı toplayıcısı, narenciye bakıcısı, toprak nadaslayıcısı, tütün ekicisi, zeytin yetiştiricisitoplayıcısı ve yağını çıkarıcısı, fındığa ve fıstığa bebeği gibi bakan üreticitoplayıcıdepolayıcı, domatessalatalıkbibertüm yeşilliklertüm yaz ve kış sebzelerinin açıkta ve serada üreticisi, bunların taşıyıcısı ağır yük şoförleri, kentlerdeki taksi, dolmuş ve otobüs şoförleri, metro sistemi çalışanları ve temizleyicileri, demiryolu makinistleri ve çalışanları, havayolları pilotları ve çalışanları, sizler de hepiniz olmasa bile ruhlarınızla oradaydınız.. Pamuk olayının üreticisinden tekstil imalatçısına kadar tüm çalışanları, iplik boyacısı, kumaş desenleyicisi ve renklendiricisi, hazır giyimin tüm elemanları, iplikçisi, düğmecisi ve astarcısı, deri işleyicileri, beyaz eşya üretiminin tüm işçileri, teknik adamları, nak Erhan KARAESMEN Bu durumun sonbahar seçimlerine de oy sayısı ve oy oranları büyüklüğü biçiminde yansıması olasılığı yüksektir. Bu tablonun sorumluluğunu taşıyacak ya da taşıyamayacak olanların tarih önündeki verecekleri ya da veremeyecekleri hesap büyük anlam taşımaktadır. liyecileri; madenlerin tüm kazıcıları, binlerce şehit vermiş kara elmas ailelerinin hicranlı son temsilcileri, ağır sanayi ve petrol sanayii kuruluşlarının işçileri, ustaları, teknik adamları; Arap çöllerinden İskandinavya buzullarına kadar milyonlarca kilometre direksiyon sallamış TIR şoförleri, yardımcıları, tamircileri; yüz binlerce benzin istasyonu çalışanı, tüm talihsizliklere rağmen hâlâ tavuk yetiştirmeye uğraşan küçük hayvancılar, bu alanlardaki daha büyük kurumların çalışanları, yokluğa terk edilmiş küçükbaş ve büyükbaş hayvan yetiştiricileri, bakıcıları, süt sağıcıları, deri yüzücüleri, et kesicileri, sizler de elbette hepiniz oradaydınız. Büyük boy işletmelerin, epeycesi hâlâ vicdanlı ve yurtsever kalabilmiş patronları ve üst yöneticileri, eşleri ve çocuklarıyla sizler de gelmiştiniz. Sağlık sektörü emekçileri, tecrübeli ve genç doktorlar, hemşireler, hastabakıcılar; sektörün bir üst kuruluşunun anlamsız bir “oyuna katılmama” söylemine karşın hepiniz inatla oradaydınız. Ve sizler: toplumun iyi yetişmiş elemanları, aralarında epeyce parlak beyin barındıran mühendisler, mimarlar, evrensel ölçekte başarıdan başarıya koşan o teknik adamlar, sizler kendi meslek odalarınızın üst kuruluşunun çok garip ve aykırı bir boykotuna karşın kaçınılmaz olarak aklınızın ve vicdanınızın sesini dinleyerek oradaydınız. Sizler, sizler, sizler... O güneşli güzel günün Ankara’sını tarihe kazıdınız. Evet, hepiniz oradaydınız. Sakin, vakur ve heybetli. Karşıtlarınız için ise ürkütücü. Ancak bununla bitmiyor. Bu satırların yazarının Cumhuriyet’te bu yakınlarda çığlık halinde sıkça dile getirdiği “silkinelim, uyanalım, toplu halde varlığımızı sergileyelim, ses duyuralım” dilekleri yerine geldi. Ama mayın tarlasında yürüyüş henüz bitmedi. Üstten alışlı ve “Ne oluyor yani, biz de istesek milyonları meydana dökeriz” deyişlerine karşın birileri, bu derin mesajı kuvvetli aldı. Ancak bunun bir kereye özgü ve kemiğin bıçağa dayanmışlığının şiddetli dürtüsüyle oluşmuş bir olay olduğunu düşünüyorlar. “Biz bildiğimiz yolda yürürüz. Ortalığı gerginleştiririz. Bakalım o zaman ne yapacaklar” felsefesine sarılıyorlar. Bunun arkasında, bir şaşkınlığın ve kendilerince hiç beklenmedik biçimde beliren bir umutsuzluk duygusunun gizlenmek istendiği son derece açık. Aslında, yakın tarihin en büyük sosyopolitik sınavını vermiş olan sizlerin sık sık bu kadar büyük bir göreve çağrılması anlamsız olur. Bu diplerde ve kendiliğinden oluşup yüzeye yaklaştıkça büyüyen dalganın etkisinin birkaç günde kaybolması söz konusu değil. Ama insanımızın vicdanı, aklı ve duygusu, fazla hesaplanmamış ve örgütlenmemiş biçimde kendini öyle bir kuvvetle açığa vurdu ki bunun benzerinin her gün tekrarlanması zaten beklenemez. Göklere tırmanmış bir üst yükseklikte, alabildiğine yüce bir yurttaşlık görevi yapıldı. Sivil toplum hareketi geleneği henüz gelişmemiş bir ülkede ilgili kurumlar büyük ve onurlu bir yük taşıdı. Ancak şimdi söz sırası siyasal partilerde. Bu boya elbette ulaşılamaz, ama sıkça tekrarlanmış toplantılarla siyasal partilerin gür ses çıkarmalarının tam zamanıdır. “Gücümüzü sonraki ayların seçim kampanyasına saklayalım. Şu ara zaten güçlü bir çıkış yapıldı. Bunun üzerine yatalım. Ayrıca renk belli etmeyelim.” Edilgenliğinin tuzağına düşülmesi çok yazık olur. O gün orada gerçekleşmiş benzersiz görkeme sahip kitle hareketine büyük bir saygısızlık olur. Orada verilen mesajın önümüzdeki günleri ve yakın haftaları ilgilendiren bir boyutu da siz siyasal partilerin yöneticilerine yönelmişti. “Neredesiniz arkadaşlar” dendi. Meclis koridorlarında, daha gizli kapaklı mekân ilişkilerinde yakın ve uzun soluklu uzlaşmaların aranıyor oluşu, güçlü biçimde sokağa taşmış bir diriliğin önünü hiçbir şekilde almamalı. Daha küçük ölçekli de olsa siyasal partilerin, en azından CHP’nin, kitleleri buluşturma gayretleri ön plana çıkmalı. Sadece laikliğin, yobazlığın sözünü ederek değil, harici ve dahili yandaşlarına ülke çıkarlarını peşkeş çeken, haraçrüşvetyolsuzluğun doruğunda dolaşanları gürleme ile ifşa ederek... Önümüzdeki birkaç haftanın önde gelen gündemi budur. Sonraki aylarda seçim yaklaşırken yurttaşın vicdanına ve gönlüne ulaşmak çok daha zor olacaktır. Muhalefet partilerinin tavırsızlığının ve karşıtsızlığının sonucu olarak büyük kitle hareketinden biraz hırpalanmış olsa da Çankaya’ya “el bebek, gül bebek” gelip oturmayı deneyeceklerdir. En azından bu görüntüyü vermek isteyeceklerdir. Kafası henüz bulanık, kararsız seçmen nezdinde yaralanmış, berelenmiş haliyle bile AKPli bir cumhurbaşkanı bir zafer kazanmış olduğu hissini yaratma peşinde olacaktır. Bu durumun sonbahar seçimlerine de oy sayısı ve oy oranları büyüklüğü biçiminde yansıması olasılığı yüksektir. Bu tablonun sorumluluğunu taşıyacak ya da taşıyamayacak olanların tarih önündeki verecekleri ya da veremeyecekleri hesap büyük anlam taşımaktadır. Ok yaydan çıktı. Bizimkiler sözünü söyledi, gerisini getirmek siz muhalefet partilerine düşen bir başka tarihi görevdir. Haydi, işbaşına... C ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com Mustafa Erdoğan’a Bak, AKP’yi Tanı enelkurmay Başkanımız Yaşar Büyükanıt, 12/04/2007 günü yaptığı basın bilgilendirme toplantısında; “Seçilecek cumhurbaşkanı aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Başkomutanıdır... Türk milletinin sahip olduğu Cumhuriyet’in temel değerlerine, anayasamızda ifadesini bulan laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti idealine, devletin üniter yapısına bağlı ama sözde değil özde, bunu davranışlarına yansıtacak şekilde bir cumhurbaşkanının oraya seçileceğine olan inancımı belirtmek istiyorum” demişti. Bir gün sonra, Nazlı Ilıcak şunları yazdı (Takvim Gazetesi, 13.04.2007): “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde hâkimlik yapması için, T.C. Hükümeti, demokrasiye inanmış, derin hukuk bilgisine sahip bir kişiyi, Prof. Dr. Mustafa Erdoğan’ı teklif etti... Bence Mustafa Erdoğan, Ali Fuat Başgil’den sonra Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli Anayasa Profesörüdür.” Aslında, Prof. Dr. Mustafa Erdoğan’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hâkimliğine aday olarak gösterilmesi bile, başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, AKP hükümetini oluşturan bakanlardan hiçbirinin, cumhur G Vural SAVAŞ başkanı seçilebilmek için, Genelkurmay Başkanımızın aradığı niteliklere uymadığının bir başka delilidir. “Birlik Vakfı”, XX. kuruluş yıldönümü dolayısıyla, 28.05.2005 tarihinde düzenlediği toplantı için, Prof. Dr. Mustafa Erdoğan’a, “Türkiye için ‘Demokratikleşme ve Sivilleşme’ Perspektifi” konulu bir tebliğ hazırlatmıştı. İşte bu tebliğden bazı bölümler: “Milli Güvenlik Kurulu’nun kaldırılması ve Genelkurmay Başkanlığı’nın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması ve bu makama ‘üçlü kararname’yle atama yapılması gerekmektedir. Çünkü tecrübe gösteriyor ki, MGK anayasal bir kurul olarak var olduğu sürece, hukuki düzenleme ne olursa olsun, onun hükümetlerin üstünde bir ‘Demokles kılıcı’ gibi durması tümüyle engellenemez. Kurumsal tedbirlerle bir arada düşünülmesi gereken başka bir tanesi de, askerliğin zorunlu olmaktan çıkarılması ve gönüllülük esasına dayanan bir meslek haline getirilmesidir. Çünkü Türkiye’de ‘ordumillet’ mitinin devamlılığını sağlayan etkenlerden biri, askerliğin bir ‘vatan hizmeti’ olarak genel bir zorunluluk halinde bulunmasıdır. ...Anayasanın ‘Cumhuriyet’in Nitelikleri’ni belirleyen II. maddesinin de yeniden formüle edilmesi ve bu çerçevede ‘Atatürk Milliyetçiliği’ne yapılan vurgunun metinden çıkarılması demokratik çoğulculuk açısından şarttır. Buna bağlı olarak, kültürel, ideolojik ve dini çeşitliliği tanıyan ve bu gibi konularda devletin tarafsızlığını vurgulayan bir hükmün ayrı bir fıkra veya madde olarak anayasaya eklenmesine de ihtiyaç vardır. ...Bütün dinlerin, dini yorumların ve inançların serbestçe örgütlenmesinin önündeki engeller kaldırılmalıdır. ...Türkiye, anadili Türkçe olmayan vatandaşlarının kendi dillerinde öğrenim görme hakkını tanımamıştır. ...Anayasanın etnik vurgular taşıyan ‘Milliyetçilik’, ‘Atatürk Milliyetçiliği’, ‘Türk Devleti’ gibi ibarelerinin ve eğitim ve öğretim hakkını düzenleyen 42. maddesinin son fıkrasındaki ‘Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez’ hükmünün kaldırılması gerekir. Onursal Yargıtay C. Başsavcısı ...Türkiye’de sivil örgütlenmeler İnkılâp Kanunları ile yasaklanmıştır. ...Ademi Merkeziyetçi bir idari reform sivilleşmek bakımından önemlidir. ...Medeni Kanun’un 101/4. maddesi hükmü şöyledir: ‘Cumhuriyetin anayasa ile belirlenen niteliklerine ve anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlaka, milli birliğe ve milli menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz.’ Kişilere ‘şu veya bu grubu desteklemek için vakıf kuramazsın’ veya ‘devletin ideolojik tercihlerinden ayrılamazsın’ demek vakıf kavramı ile bağdaşmaz; çünkü vakıf sivil ve gönüllü bir faaliyettir...” Prof. Dr. Mustafa Erdoğan’ı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Hâkimliği’ne aday gösterenler ve onun adaylığını destekleyenler: “Biz de ‘milliyetçiyiz, Atatürkçüyüz, devletimizin üniter yapısına bağlıyız’” iddiasında bulunma hakkını yitirmişlerdir. Ben, “Mustafa Erdoğan’a bak, AKP’yi tanı” demekle yetiniyorum. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle