06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

23 MART 2007 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM Arjantin, Brezilya, Rusya, Endonezya kurtuldu; IMF borcun üçte ikisini Türkiye’ye veriyor IMF’nin Türkiye’si... Murat KIŞLALI ANKARA AKP döneminde IMF’nin bütün ülkelere verdiği toplam krediler içinde Türkiye’nin payı yüzde 26.1’den yüzde 66.1’e çıktı. Türkiye’nin ise son olarak Angola’nın reddettiği IMF’ye hâlâ 7.5 milyar SDR’lik (yaklaşık 11.3 milyar dolar) borcu bulunuyor. AKP’nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 öncesi IMF’nin 31 Ekim 2002 tarihli Mali Raporu’na göre IMF’ye en borçlu ülke konumunda olmasına karşın, Türkiye’nin 16.3 milyar SDR’lik (IMF’nin para birimi) borcu, IMF’nin toplam kredileri içinde yüzde 26.1’lik bir paya sahip Fransa’da Başkanlık Seçimi (1) C 9 Arjantin, Brezilya, Rusya, Endonezya gibi ülkeler borçlarını kapattığı, Angola’nın reddettiği IMF’ye Türkiye’nin yaklaşık 11.3 milyar dolar borcu bulunuyor. ti. IMF’nin mali yıl sonu olan 30 Nisan tarihli raporlarına göre Türkiye, IMF’nin kredi verdiği ülkeler arasında 2003 itibarıyla Brezilya’nın ardından ikinciliğe düştü ve bu dönemden sonra 2005’e kadar 2.’likte kaldı. Ancak bu süreçte, Tür kiye’nin borcunun IMF’nin verdiği krediler içindeki payı yüzde 30.8’e çıktı. 31 Ekim 2006 tarihli IMF ara dönem Mali Raporu’nda ise Türkiye’nin IMF’ye borcunun toplam IMF kredilerine oranı, Endonezya’nın borçlarını 2006 içinde ödemesiyle birlikte, yüzde 66.1’e çıkarak rekor seviyeye ulaştı. Böylece Türkiye, IMF’nin tüm ülkelere verdiği toplam krediler içinde üçte ikilik pay elde ederek açık ara IMF’nin gözde müşterisi haline geldi. Türkiye IMF’deki kredi kotasının yüzde 870.1’ini (9 katını) kullanarak bu alanda da tüm dünya ülkeleri içinde açık ara birinci durumda bulunuyor. Hepsi ilişkisini kesti Brezilya: 13 Aralık 2005’te 15.5 milyar dolarlık borcunu erken ödeyeceğini duyurdu. Bir ay sonra kapattı. Arjantin: 4 Ocak 2006’da 9.8 milyar dolarlık borcunu ödedi. Rusya: 3.3 milyar dolarlık borcunu, 1 Şubat 2005’te vadesinden önce ödedi. Endonezya: 2006’da 7.8 milyar dolarlık borcu yıl içinde kapattı. İlk 100’de 2 Türk şehri Dünya ekonomisine yön veren kentler içinde İstanbul 34, Ankara 94. sırada yer aldı. Ekonomi Servisi Dünya ekonomisine yön veren, en büyük ekonomiye sahip 100 şehir içinde İstanbul ve Ankara da yer aldı. Japonya’nın başkenti Tokyo’nun 2005 yılı rakamlarıyla 1 trilyon 191 milyar dolarlık satın alma gücü paritesiyle gayri safi yurtiçi hasılayla (GSYH) birinci, ABD’nin en büyük kenti New York’un 1 trilyon 133 milyar dolarlık GSYH ile ikinci olduğu listede, İstanbul 133 milyar dolarlık GSYH ile 34, Ankara 42 milyar dolarlık GSYH ile 94. sırada yer aldı. İzmir, ilk 100’e giremezken 31 milyar dolarlık GSYH ile 117’ncilikte kaldı. Uluslararası danışmanlık şirketi PricewaterhouseCoopers’ı n (PWC) “Dünyada En Büyük Şehir Ekonomileri Hangileri ve Bu 2020 Yılında Nasıl Değişecek’’ başlıklı raporuna göre 2020’de İstanbul 27, Ankara 87. büyük ekonomili şehir olacaklar. Satın alma gücü paritesi ve 2005 fiyatlarıyla, 2020 yılında İstanbul’un GSYH’si 287 milyar dolara, Ankara’nınki ise 87 milyar dolara yükselecek.. TOKYO İLK SIRADA NEW YORK İKİNCİ İSTANBUL ‘34’ DEDİ Yoksulluk sınırı 1115 YTL’ye yükseldi Türkiye KamuSen’e göre, çalışan bir kişinin yoksulluk sınırı 1115 YTL’ye, açlık sınırı da 854 YTL’ye yükseldi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye KamuSen tarafından hazırlanan, “Şubat Ayı Asgari Geçim Endeksi’’nde, çalışan bir kişinin yoksulluk sınırının 1115 YTL’ye yükseldiği bildirildi. Dört kişilik bir ailenin asgari geçim sınırı 2 bin 235 YTL olarak belirlendi. Sonuçların, 4 kişilik bir ailenin asgari geçim sınırının bir önceki aya göre yüzde 0.47 oranında arttığını gösterdiği ifade edilen endekste, çalışan tek kişinin açlık sınırının ise bir önceki aya göre yüzde 0.63 oranında artarak 854 YTL’ye yükseldiği bildirildi. Araştırmada, 4 kişilik bir ailenin ortalama gıda ve barınma harcamaları toplamının ise şubat ayında 854 YTL olarak tahmin edildiği belirtildi. 4 kişilik ailenin aylık gıda harcaması toplamı 495 YTL olarak gerçekleşti. Araştırmada, şu bilgilere yer verildi: “Şubat 2007 itibarıyla ortalama 945 YTL 93 Ykr ücret alan bir memurun yaptığı gıda harcaması, maaşının yüzde 52.35’ini oluşturmuştur. Türkiye İstatistik Kurumu verilerinde bulunan konut gideri Şubat 2007 ortalama maaşının yüzde 37.95’ine denk gelmiştir. Bir memur, maaşının yüzde 90.03’ünü gıda ve barınma harcamalarına ayırmak zorunda kalmıştır.” ransızlar, “Fransızca dilbilgisinin yüzde 51’i kuralsa, yüzde 49’u istisnadır” der. Ancak buralarda ‘”kuraldışılık”a düşkünlük gramerle bitmez. Aydınlanmacılığın torunları pek çok alanda “istisna” (!) olmaya bayılırlar. Her seferinde olmasa bile bazı “istisna”larına daha yakından göz atmakta yarar vardır, diye düşünürüz. Bazen “ukala”, bazen “küstah” izlenimi verse de, bu “istisnai farklılıkları” tanımak için veya Fransız siyasi gündemini anlamak için yardımcı olabilir. İşte bu “istisna”lardan biri de Fransa’da cumhurbaşkanı seçileceklerin “finiş” ipini göğüslemeden önce geçmeleri zorunlu engeller konusundadır. Anayasa Mahkemesi 20 Mart 2007 tarihli Resmi Gazete’de adaylara ilişkin bir karar yayınladı. 22 Nisan’da ilk turu yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmaya hak kazanan 12 kişi, asgari 500 “Hami” imza koşulunu yerine getirmişti. Yarışma için resmi “start” verilmişti... ??? 7’si sol, 5’i sağ veya 8’i erkek, 4’ü kadın siyasi cengaver eğer oyları ve solukları elverirse büyük bir olasılıkla 6 Mayıs 2007 pazar gecesi 5’inci Cumhuriyet’in 6’ıncı cumhurbaşkanı sıfatıyla, makam mekanı Elize Sarayı’ndaki koltuğun sahibi olacak. 28 Eylül 1958’de düzenlenen bir halk oylamasıyla kabul edilen yeni anayasaya dayanan 5’inci Cumhuriyet’in kurucusu, ilk başkanı General Charles de Gaulle, 195865 ve 196569 dönemleri olmak üzere iki kez de bu sorumluluğu üstlendi. 1962’de De Gaulle’ün getirdiği bir öneriyle cumhurbaşkanı da doğrudan halk oyuyla seçilmeye başladı. General ve yakın arkadaşlarının, politik yoldaşlarının kurduğu bu “istisnai” yarı başkanlık rejiminin bir özgünlüğü de seçimlerde aday olacak kişilerin 100 “seçilmiş”in hamiliğini zorunlu kılmasıydı. 1969’da kaybettiği bir referandum sonucu başkanlığını hitama erdirmeden çekilen De Gaulle’ün ardından, 1969’da 7 yıllığına cumhurbaşkanı seçilen Georges Pompidou’nun da ömrü vefa etmedi. Yeni cumhuriyetin 3’üncü başkanı Valery Giscard d’Estaing 197481 arasındaki iktidarı sırasında, 1976 yılında “hami” orijinalliğinin niceliğini çoğalttı. Cumhurbaşkanı adaylarının 100 değil asgari 500 hami bulması zorunluluğunu getirdi. Giscard’ın muhalifi ve halefi, 5’inci Cumhuriyet tarihinin tek solcu ama en uzun Cumhurbaşkanı François Mitterrand 198188, 198895 arasındaki 14 yıllık saltanatında (!) mevcut kurumlara dokunmamaya itina gösterdi. Hamiler yerine kitlesel seçmen imzaları veya Cumhurbaşkanlığı süresini kısaltmak gibi tartışmalara takılmadan devrini kapattı. Bu son noktayı değiştirmek de bir önceki devrin, yani artık günleri sayılı Jacques Chirac’a kısmet oldu. Zaten iki dönemle kısıtlı olan cumhurbaşkanlığı görevini 7 yıllık süreden 5 yıla indirdi. Kendisi de 19952002’nin ardından ikinci kez sadece 5 yıllığına seçilerek Elize koltuğunda 12 yılla yetindi. Aslında yeni anayasal değişiklik çerçevesinde dileseydi bir 5 yıl daha ülkenin bir numarası olmaya aday olabilirdi. Hızlı yeni yetme Nicolas F Sarkozy’nin iktidar partisi UMP’yi ele geçirmesi, sağlık, belki de en önemlisi halkoyundaki “sempati potansiyeli”ni yitirmiş olması, onu daha alçakgönüllü davranmaya itti. Yoksa üstat değil 500, 5000 “seçilmiş hami” bile bulabilirdi... ??? Fransa’da hamilik yapabilecek olası “Seçilmiş”lerin sayısı tam 47 bin 462. Bunların 36 bin 785’i belediye başkanı (bazıları Türkiye’deki tanımıyla muhtar). Gerisi milletvekili, Avrupa vekili, senatör, il ve bölge yönetim kurulları başkanları. “Hami” olma yetkisine sadece ve sadece bu kategorideki siyasiidari yöneticiler sahip. Ama onlar da tek bir adaya arka çıkabilirler. Elbette ki bu desteğin yalnızca “seçilmiş”lerin kendilerine yakın aday adaylarına verilmesi diye bir koşul yok. Hatta birçok durumda tersi geçerli. “Seçilmiş”, karşı kamptan birinin “Hami Destek Formu”nu doldurarak, muhalefeti zayıf düşürebilir. Bu riskin en güzel örneğini 2002 seçimlerinde yaşadık. Seçimlerin neredeyse favorisi gösterilen sosyalist aday Başbakan Lionel Jospin ilk turda ikinci sırayı yüzde 0,68’le aşırı sağcı ve milliyetçi JeanMarie Le Pen’e kaptırınca, Fransızlar ikinci tura kalan adaylardan Jacques Chirac’a yüzde 82,21 gibi tarihi bir skorla başkanlık koltuğunu hediye etmek zorunda (!) kaldılar. Bu sonuçta 16 aday arasında, solun solunda yer alan 7 aday kilit rol oynadı. Zira Arlette Laguiller, JeanPierre Chevenement, Noel Mamere, Olivier Besancenot, Robert Hue, Christiane Taubira ve Daniel Gluckstein’dan oluşan bu kesim toplam yüzde 21,44 gibi bir oranı götürdü. Bu kez Chevenement ve Taubira hariç, fakat “Köylü sendikacı” namıyla tanınan, Alternatif Küreselleşme hareketinin liderlerinden Jose Bove dahil, komple sol yelpaze yine “seçilmiş” engelini aşarak (!) yarışa katılıyor. Son kamuoyu yoklamaları solun soluna 1011 gibi bir yüzde tanısa da, bu kez merkez sağdan gelen kuvvetli bir aday, François Bayrou “ulusal birlik” söylemiyle merkez solun bir kısım oylarını kapacağa benziyor. Dolayısıyla solun ikinci turdaki ortak adayı olmaya namzet sosyalist Segolene Royal Fransa’nın ilk kadın cumhurbaşkanı olma şansını büyük oranda yitirmiş oluyor. ?? Resmi seçim kampanyası 9 Nisan’da açılacak, 20 Nisan’da kapanacak. Anayasa Mahkemesi’nin kabul ettiği “seçilmiş hami” listeleri de 10 Nisan’da asılacak. En başta 41 aday adayının adını duyurduğu, 29 ön adayın siyasi hareketleri ve/veya “seçilmiş” imzası için kapıştığı ilk elemeler, 12 adayın belirlenmesiyle sonuçlandı. Son kamuoyu araştırmalarında ilk üç sırada yer alan Sarkozy (yüzde 28), Royal (26) ve Bayrou’nun (24) dünyanın, Avrupa’nın ve de özellikle Türkiye ile ilişkilerin geleceğine bakışları, biçimden öteye özünde farklı. Müstakbel Fransa Cumhurbaşkanı, AB–Türkiye bütünleşme sürecini geçmişten de ağır etkilemeye aday. Adayların bu sürece nasıl baktıklarını gelecek yazımızda ele alacağız... [email protected] Başkanlık DivaTBMM nı bu yılın onur ANKARA ödülünün İhsan Doğramacı’ya verilmesini kararlaştırdı. Sorun Doğramacı’ya ödül verilmesi değildir. Yapılan, bir bakıma, 12 Eylül’ün faşizan rejiminin aklanmasıdır. Çünkü Doğramacı adı YÖK ile özdeştir. TBMM’nin Doğramacı’ya Onur Ödülü vermesi, kendi varlığıyla çelişmektedir. Doğramacı, 1980 12 Eylül’ünden sonra uygulamaya konulan faşizan yönetimin üniversitelerdeki uygulamasının baş mimarıdır. Kurucu Meclis’in hazırladığı anayasa metninde YÖK’e ilişkin bir hüküm bulunmuyordu. Bunun Doğramacı tarafından önerildiği ciddi bir savdır. Önce, bilimsel özgürlüğü ve üniversite özerkliğini yok eden Yükseköğretim Kanunu’nun çıkarılmasını sağlamış, sonra da YÖK Başkanı olarak, üniversitelerin acımasız bir yıkım sürecine sürüklenmesine öncülük etmiştir. Kendi imzasıyla gönderdiği, kişiye özel ve çok gizli damgalı yazılarla, onca profesör ve doçentin görevine son verilmesini sağlamıştır. Doğramacı’nın atadığı rektör ve de PAZARI Bir Ödül YAKUP KEPENEK kanlar da profesör ve doçentlerin dışında kalan onlarca öğretim elemanının görevine son vermişlerdir. Bu süreçte, gizli yazışmalar, ihbarlar ve insanlık onurunu küçülten uygulamalar en aşırı biçimleriyle yaşanmıştır. Görevine son verilenler için disiplin ya da yasal bir soruşturma yapılması gereği bile duyulmamış, öğretim üyelerinin kendilerini savunmalarına olanak tanınmamıştır. Böylelikle en kutsal insan haklarından olan savunma hakkı çiğnenmiştir. YÖK baskısını eleştiren ve özellikle de laikliği savunan öğretim üyeleri, Doğramacı tarafından kara listeye alınmıştır. Öğretim üyeleri kamuoyunun önünde damgalanmışlardır. Doğramacı’nın baskıcı uygulamaları üniversiteleri cadı kazanına çe virmiş, yükseköğretimde büyük bir korku ve yılgınlık yaratmış; öğretim üyeleri, YÖK’ü kınayarak, görevlerinden istifa etmek zorunda bırakılmışlardır. Üniversiteler öğretim üyelerini yitirmiş, boşaltılmıştır. Doğramacı eliyle üniversitelerden atılan öğretim üyelerinin yalnızca bir bölümü yargı kararıyla ve ancak 1990’larda görevlerine dönebilmişlerdir. Benzer biçimde istifa edenlerin tamamına yakını, üniversitelerin yapısında gerçek bir düzelme olmadığı için geri dönmemişlerdir. Savunma hakkının yok edildiği bir ortamda, bilimsel özgürlükten ve üniversite özerkliğinden söz edilemeyeceği, çok açıktır. Doğramacı YÖK’ü, üniversitelerin yönetimini, hiçbir bilimsel ve kurumsal temele dayanmayan, kısaca keyfi denilebilecek bir düzeye dü şürmüştür. YÖK’ün yarattığı yönetim aksaklıkları bir türlü düzelmemektedir. Türkiye üniversiteleri, bilimsel özgürlüğü ve özerkliği tam olarak kazanamadıkları gibi, yönetim yanlışlarından da bir türlü arınamamaktadır. Üniversitelerin günümüzde de kurtulamadığı yıkıcı özellikler bunlardır. Doğramacı’nın diğer yaptıkları, örneğin, YÖK Başkanı olduğu sırada ilk vakıf üniversitesini kurması; oluşturduğu ekonomik girişimlere devlet desteği; bilimselliği çok tartışmalı ünlü kitabının konuları bir tarafa, yalnızca üniversiteleri sürüklediği ve bir türlü içinden çıkılamayan YÖK yıkımı süreci, ödülden önce düşünülmesi gereken noktalardır. Anayasanın Geçici 15. maddesini yürürlükten kaldırarak 12 Eylül’ün sorumlularının yargılanmasının yollarını açması gerekirken, bunu yapmak yerine, 12 Eylül’ün en yıkıcı ve karanlık uygulamalarını aklarcasına bir ödül vermesi, yalnız demokratik kamuoyunda büyük bir yara açmakla kalmıyor, TBMM’nin kendini de yaralıyor. [email protected] Leoprechting: Almanya Türkiye’yi örnek almalı TATSO’nun yeni binası Bakan Ali Coşkun, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ve Leoprechting’ın katılımıyla açıldı. KÖLN (Cumhuriyet) TürkAlman Sanayi ve Ticaret Odası (TATSO) başkanlığını kısa bir süre önce Kemal Şahin’den devralan Rainhard Freiherr von Leoprechting, Köln’deki yeni merkezlerinin açılış töreninde, Almanya’nın Türklere uyguladığı vizeyi tümüyle gereksiz gördüğünü belirtti. Leoprechting, Almanya’nın Türklere uyguladığı vizeyi kaldırmasını istedi. Almanya’nın ekonomisine ilişkin değerlendirmede bulunan Le oprechting, Alman ekonomisinin yüzde 1.7 büyüme kaydedebildiğini, Türkiye’nin ise yüzde 7’ler seviyesinde olduğunu vurguladı. Leoprechting, “Türkiye’deki reform politikasını Almanya olarak örnek almaya çalışmalıyız” dedi. Törene katılan Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun da aynı zamanda Türkiye’de de yatırımları bulunan Metro Group’un Kamu İşleri Direktörü olan Leoprecting’e teşekkür etti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle