06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 ABD İran’ı 6 Nisan Cuma günü vuracak! Hakan AKSAY MOSKOVA Rusya’da yayımlanan Argumenti Nedeli gazetesi, “İran’ı 6 Nisan saat 04.00’te ısıracaklar” başlıklı haberinde, Amerikan askeri güçlerinin 6 Nisan’da İran’daki 20 hedefi 12 saat boyunca döveceğini öne sürdü. Gazete, Kremlin’den bir kaynağın, İran’ı uyararak Moskova’nın Tahran’la “AntiAmerikan oyunlara girme niyeti olmadığını” ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (UAEK) sorularını yanıtlamaması halinde İran’ın Rusya’nın desteğini kaybedeceğini bildirdiğini iddia etti. Gazete, bu uyarının, Rusya’nın ABD’nin İran’la ilgili planlarını bilmesinden ve BM kararlarına uymayan bir ülkeyle aynı tarafta yer almak istememesinden kaynaklandığını savundu. Andrey Ugranov imzalı yazıda, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin, “İran’a karşı askeri çözüm de dahil her türlü seçenek ele alınıyor” açıklamasına dikkat çekil C dış haberler Rus gazetesi, kod adı ‘Isırık’ olan operasyonda 12 saatte 20 hedefe saldırılacağını yazdı 23 MART 2007 CUMA ATİNA’DAN MURAT İLEM Utanç Abidesi yemedi. Rumlar tarafından katliama uğratılan insanlar için “üzücüdür, Allah rahmet eylesin” diyemedi. 1974’de o ve onun gibiler dahil tüm Kıbrıslı Türklerin bağımsızlığı için savaşıp şehit düşenleri inatla “görmezden” geldi. Tamam 70 milyonluk Türk halkı da onu görmezden geliyor, ama şimdilik bu satılmış kuklanın borusu ötüyor. Aslında onun sesi 24 saat içinde kesilebilir, bunu herkes biliyor. Gerçi o da bunu biliyor ama son dakikaya kadar (vatanım diyemediği) topraklarından, haklarından, bu güne kadar ki kazanımlarından “Rumlara ne kadar satabilirim” düşüncesi içinde. Türkiye’de hükümet değişmesi durumunda KKTC’de neler olabileceğine yönelik sorulara onun için korkak ve kaçamak cevaplar verdi. Aslında başına gelecekleri bal gibi biliyor. O koltukta “iliştirilmiş” olarak oturduğunu da biliyor. Kendisinin kimse tarafından sevilmediğini, saygı görmediğini biliyor. Ama tüm bu bilinenler karşısında yüzü kızarmıyor, utanmıyor, sıkılmıyor. Sadece pişkin şekilde sırıtıyor. Buna gerekçe olarak “herkes şerbetlendi” diyor. Aslında şerbetlenen onun karakteri, kızarmayan yüzü ve kimliği. Bu noktada Melih Meriç ve katılımcı ekibi kutlamak gerekiyor. İnsan bu kadar yalan ve hıyanet karşısında “taş olsa çatlar.” Konuşmalar bir ara o kadar kilitlendi ki, gazeteciler soru sormakta bile zorlandılar. Çünkü sordukları her soruya aldıkları cevaplar ne onları, ne de programı izleyen milyonları tatmin etmiyordu. Bunun bilinmesine rağmen yaklaşık iki saat boyunca kibarlığı elden bırakmadılar. Deyim yerindeyse “denmez ki diyesin” formatında bir program oldu. Talat denen utanmazlık abidesine o kadar söylenecek şey vardı ki, “denmez ki diyesin” kibarlığı buna engel oldu. Gerçi bazı meslektaşlar tarafından ima da olsa zaman zaman ucundan kıyısından yalanlar yüzüne vurulmadı değil, ama adam kendi deyimi ile utanmazlık konusunda “şerbetlenmiş”. Eşi ve iki çocuğu herhalde bu programı izledikten sonra evin reisi olan “babaları” ile gurur (!) duymuşlardır. Çünkü bir “Türk” olarak bizler izledik gurur duyduk (!), iftihar ettik (!), hatta göğsümüz kabardı (!)… [email protected] Gazetedeki yazıda, İran’a sabah saat 04.00’ten 16.00’ya kadar sürecek 12 saatlik bir saldırı düzenleneceği belirtiliyor. dikten sonra, 20 Şubat’ta İran ile UAEK arasındaki görüşmelerin olumsuz sonuçlanmasının ardından, Washington’ın askeri çözüm doğrultusunda netleştiği öne sürüldü. Yazıda şöyle denildi: “Bizim elimizdeki bilgiler, askeri operasyonun, Katolik ve Ortodoks Paskalya kutlamalarından hemen önce (Batılı kamuoyu tatil ortamındayken), nisan ayının ilk haftasında, muhtemelen Müslümanlar için tatil olan cuma günü 6 Nisan’da düzenleneceğini gösteriyor.” Yazıda, Amerikan planına göre, 1 gün içinde, 12 saatlik bir saldırı düzenleneceği ve sabah saat 04.00’ten 16.00’ya kadar sürecek harekâtın kod adının “Bite” yani “Isırık” olduğu, bunun da saldırının sınırlı olacağının işareti sayıldığı vurgulandı. ABD’nin İran’da nükleer çalışmaların sürdürüldüğü 20 merkezi vuracağı, ancak bunlar arasında Rusya’nın inşa ettiği Buşehr Nükleer Reaktörü’nün bulunmadığı ifade edildi. İddiaya göre, bu 12 saat içinde İran’ın füze sistemleri engellenecek, birkaç askeri gemisi batırılacak, silahlı kuvvetlerin başlıca merkezlerine darbeler indirilecek. İran’a saldırı, B52 füzeleriyle donanmış saldırı uçaklarının üslendiği Diego Garcia adasından başlatılacak. Hava kuvvetleri, Basra Körfezi’ndeki gemiler ve Pasifik Okyanusu’ndaki askeri güçlerle desteklenecek. Bu arada İranSuriye sınırı yakınlarındaki bölgeler yoğun ateş altında kalacak. ‘İRAN FATİHİ’ OLMA PLANI Gazete, sonuçta İran’ın nükleer silahlanma programının 57 yıl geriye savrulmuş olacağını ve “İran Fatihi” olacak Başkan George Bush’un desteğinin yükseleceğini kaydediyor. Yazıda, Avrupa’ya füze yerleştirilmesi planının ertelenebileceği de savunuluyor. Bu arada petrol fiyatlarının uzun süre için varil başına 7580 dolara çıkabileceği ve ABD’de 11 Eylül’den daha korkunç terör eylemleri gerçekleştirilebileceği de, dile getirilen öngörüler arasında. Halit Şeyh Muhammed, 11 Eylül’den Türkiye’deki saldırılara kadar bir dizi eylemi üstlendi 11 Eylül sanığının itirafları Dış Haberler Servisi ABD’deki 11 Eylül terör eylemini El Kaide örgütünün lideri Usame bin Ladin’e bağlı olarak planladığını itiraf eden Halit Şeyh Muhammed, Türkiye’deki bazı yabancı hedeflerin vurulmasına mali destek sağlandığını da açıkladı. Guantanamo Üssü’nde cumartesi günü sorgulanan Muhammed, yaklaşık 3 bin kişinin ölümüne neden olan 11 Eylül de dahil olmak üzere 30’u aşkın suç veya suç girişiminde yer aldığını itiraf etti. Avukatların bulunmadığı sorgu, Muhammed’in kendi deyişiyle “düşman savaşçı” olup olmadığına karar vermek amacıyla yapıldı. Muhammed, kendisine suçlama getirilmesi durulmunda, Guantanamo’da askeri mahkemede yargılanacak. Arapçadan İngilizceye çevrilen tutanakların bir kısmı Pentagon tarafından sansürlendi. Muhammed, karıştığı eylemleri sayarken “Türkiye’deki ABD, Yahudi ve İngiliz hedeflerinin vurulmasına mali destek sağlanmasından sorumluyum’’ dedi. “11 Eylül saldırılarından A’dan Z’ye sorumluyum’’ diye konuşan Muhammed, 1993’te Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan bombalı saldırıyı ve 2002’de Bali’deki bir gece kulübüne yapılan ve 200’den fazla kişinin ölümüne neden olan saldırıyı da sahiplendi. Muhammed ayrıca İngiltere ve Singapur’daki hedeflere, Panama Kanalı’na, Papa’ya ve eski ABD başkanlarına da saldırılar planladığını itiraf etti. İfadesinde gerçekleştirdiği saldırıların cihat olduğunu savunan Muhammed, saldırılar için haklı gerekçelere sahip olduğunu söyledi. “Amerika’nın düşmanı’’ olduğunu söyleyen Muhammed, kendisinin “terörist’’ olarak tanımlanmasının çarpıtma olduğunu belirtti. Buna karşın “Her savaşın bir dili vardır’’ diyen Muhammed, bu bağlamda CIA’nın kendisine istediği yakıştırmayı yapabileceğini söyledi. 11 Eylül saldırılarının kendisini sevindirmediğini söyleyen Muhammed, “Hatta üzülüyorum. Çocukları ve gençleri öldürmek hoşuma gitmiyor... İnsanları öldürmeyi sevmiyorum’’ dedi. Muhammed, El Kaide lideri Usame bin Ladin’i, İngilizlere karşı bağımsızlık mücadelesi veren ABD’nin ilk başkanı George Washington’a benzetti. dam Rauf Denktaş’ın tanımlaması ile “yılan gibi soğuk.” Gerçekten de bu kişi için başka tanım kolay kolay bulunamazdı. Geçtiğimiz hafta “Habertürk” televizyonunda yapılan “Basın Kulübü” programının konuğu olan KKTC’nin kukla Cumhurbaşkanı M. Ali Talat’tan söz ediyorum. Yılanları oldum olası sevmem. Sinsi, kalleş ve insanı her an ısırıp zehirlerini akıtmaya hazır bir sürüngendir. Soğukturlar, onları görmeye bile tahammül edemem. Ama bu programı sonuna kadar izledim. Talat’ın karşısındaki konuklar işi bilen oldukça sıkı bir ekipti. Başta konuya hakim Kıbrıslı gazeteciler olmak üzere, iyi bir kadro oluşturmuştu Melih Meriç. Ama bu ekibi oluştururken karşısına yalan, hıyanet ve de delalet harcından inşa edilen bir “utanç abidesinin” çıkacağını hiç düşünmemişti. Milyonlarca kişi, tüm sorulara alınan cevapların yalan olduğu bir program programı ilk kez izlediler. Üstelik Talat denen adam o kadar rahat, soğuk ve utanmazdı ki, verdiği cevaplar yılların gazetecilerini bile şaşkınlığa uğrattı. On saniye önce söylediğini inkar ediyor, yüzünde en ufak bir kızarma yok. Rum partileri ile (AKEL) yaptığı gizli anlaşmaları önce reddediyor, sıkıştırılınca sırıtarak kabul etmek zorunda kalıyor. Türkiye’de başta TSK olmak üzere her kurumla arasının iyi olduğunu iddia ediyor, yaptıkları yüzüne vurulunca “ne olmuş yani” diyerek pişkince kıvırtıyor. Bence bugüne kadar yapılan “basın kulübü” programlarına katılan en “utanmaz” konuk olarak anılacaktır. Program boyunca “bir insan nasıl bu duruma düşebilir, nasıl bu kadar yalanı yüzü kızarmadan söyleyebilir” diye düşündüm. Konuştuklarının dörtte üçünün yalan olduğunu hem kendi, hem milyonlarca izleyen, hem de gazeteciler biliyordu ama heyhat, eskilerin deyimi ile adamın suratının “rabbi esiri” silinmiş. ??? Ağzından bir kere olsun “KKTC” lafı çıkmadı. O kadar sıkıştırılmasına rağmen “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilelebet ve sonsuza kadar yaşayacaktır” diyemedi. Rauf Denktaş için bir kere olsun “kurucu Cumhurbaşkanımız” diyemedi. Rum partisi AKEL’in KKTC’deki beşinci kol faaliyetleri için “rahatsız edici” di A ‘PEARL’ÜN BAŞINI DA KESTİM’ ABD’li gazeteci Daniel Pearl’ün Pakistan’da kaçırılıp öldürülmesi olayının sorumluluğunu üstlenip üstlenmediği bilinmiyor, ancak AP’nin haberine göre tutanakların sansürlenen kısmında, Muhammed “Mübarek sağ elimle Amerikalı Yahudi Daniel Pearl’ün başını, Pakistan’ın Karaçi kentinde kestim” dediği belirtildi. Yıllarca gizli CIA hapishanelerinde kaldıktan sonra eylül ayında 14 zanlıyla birlikte Guantanamo’ya götürülen Muhammed, Mart 2003’te Pakistan’da gözaltına alınmıştı. Muhammed’in Guantanamo’da işkence gördüğünü, ancak bu itirafları baskı altında yapmadığını söylediği bildirildi. ‘11 Eylül saldırılarından A’dan Z’ye sorumlu’ olduğunu söyleyen Muhammed, ‘Türkiye’deki ABD, Yahudi ve İngiliz hedeflerinin vurulmasına mali destek sağlanmasından sorumlu’ olduğunu da kabul etti. Zenginlerin çevre bakanları toplandı Ahmet Tevfik ORTAÇ POTSDAM – Federal Almanya Çevre Bakanı Sigmar Gabriel’in çağrısı üzerine Almanya’nın Potsdam kentinde bir araya gelen dünyanın en gelişmiş ülkeleri (G8) ile gelişmekte olan beş büyük ülkenin çevre bakanları, yeryüzünün en büyük sorunlarından kabul edilen iklim değişimini masaya yatırdılar. Dünyanın en gelişmiş ekonomileri, dolayısıyla en zenginleri sayılan 8 ülkenin haziran ayında Heiligendamm’da yapılacak olan devlet ve hükümet başkanları doruğuna “iklimler” başlığı altında hazırlık amacı da içeren toplantıya, Almanya’nın davetiyle, Japonya, İngiltere, İtalya, Fransa ve Kanada’nın çevre bakanları ile çevre alanında bakanlığa sahip olmayan ABD ve Rusya’nın çevre müsteşarları katıldılar. G8 olarak çevre bakanlarını bir araya getiren bu toplantıda ayrıca özellikle çevre açısından büyük önem taşıyan Çin, Brezilya, Hindistan, Güney Afrika ve Meksika gibi gelişmekte olan ülke bakanları da ilk defa hazır bulundu. Bunların dışında BM Çevre Programı (UNEP) Genel Müdürü Achim Steiner, AB Komisyonu Çevre Komiseri Stavros Dimas ve UNFCCC (Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi) Genel Müdürü Yvo de Boer da toplantıya katılanlar arasındaydılar. Federal Almanya Çevre Bakanı Sigmar Gabriel, sanayi ülkelerinin, iklim değişimine yol açan baş sorumlular olarak iklim korumada ve buna ilişkin alınacak önlemlere uyum sağlamada özel bir sorumluluk üstlenmeleri gerektiğini vurguladı. “Bunun için finansmanın ve gerekli yapının iyileştirilmesi şarttır” diyen Gabriel, sanayi ülkelerini Kyoto Protokolü’nün 2012’den sonraki aşamasında daha fazla sorumluluk almaya çağırdı. YEŞİL BARIŞ’IN ÇAĞRISI Öte yandan, Uluslararası Yeşil Barış Örgütü “Greenpeace”, G8 Çevre Bakanları Toplantısı sırasında gerçekleştirdiği bir eylemle bu devletlerin ve tüm dünya kamuoyunun dikkatini bir kez daha uluslararası iklim politikaları üzerine çekti. Greenpeace eylemindeki “G 8 Stop TalkingAct Now!” (G8 Konuşmayı Bırak, Hemen Harekete Geç) pankartı ilgi topladı. Eylem sonrası Cumhuriyet’in sorularını yanıtlayan Hamburg’daki Greenpeace Almanya Seksiyonu Basın Sözcüsü Ortrun Albert ve Enerji Alanı Sorumlusu Andree Böhling, şu açıklamalarda bulundu: “Bu barışçı eylememizle dünyanın bu en önemli sekiz devletini açıkça uyarıyoruz. Gelin artık uygulamaya geçin! Doğa ve çevre giderek daha çok tahrip oluyor. Kyoto Protokolü’ne ve uluslararası sözleşmelere rağmen sera gazı emisyonları her yıl daha çok artıyor. Bush ve cemaati bugüne dek çağrılara uymadı. Greenpeace, sanayileşmiş ülkelerin 2020 yılına dek başta karbondioksit olmak üzere sera gazı emisyonlarını 1990’a göre yüzde 30 oranında azaltmasını beklemektedir. Buna erişebilmek için ise, kömür ve nükleer enerji kullanımını geriletmek ve biyokütle, rüzgar ve güneş enerjisi miktarlarını arttırmak gerekiyor. Almanya’ya da çağrımız şudur: Haziranda Heiligendamm beldesinde yapılacak olan ‘İklim Krizi Doruğu’na güçlü bir sinyal göndermek için sera gazı emisyonlarını indirme oranınızı yüzde 40 olarak belirleyin!” ktidar ve destekçileri pek kaygılı!.. Ne denli sakin görünmeye çalışsalar da, yok sayarmış gibi yapsalar da olmuyor; içlerindeki endişe, verdikleri demeçlerden, çıktıkları ekranlardan, yazdıkları köşelerden adeta haykırıyor!.. Bu da doğal olarak yazı biçimlerine, üsluplarına yansıyor... Cumhurbaşkanlığı seçiminden söz ediyorum. Çok istiyorlar... Büyük bir hırsla arzu ediyorlar... Çankaya’yı, en büyük “rövanşın” alınacağı, 80 yıllık hesaplaşmanın son “kalesinin” fethedileceği ve zaferin ilan edileceği “zirve” olarak görüyorlar!.. Ama rahat değiller.. Emin de değiller, o yüzden de çok sinirliler!.. Geçen günlerde piyasaya çıkan bir kitap ve yazarının bir gazeteciyle yaptığı söyleşi, bu korku ve sinirlilik halini ortaya çıkarması açısından pek yararlı oldu!.. Kitabın adı, “Atatürk’ten Günümüze Cumhurbaşkanı Seçimleri”. Yazarı Prof. Hikmet Özdemir. Cumhuriyet tarihinin 10. Cumhurbaşkanı’nın hangi koşullarda, hangi oy oranlarıyla ve ne tür uzlaşmalarla seçildiğini anlatan Prof. Özdemir’le, Milliyet gazetesi yazarı Derya Sazak konuştu. Bir ders niteliğindeki bu söyleşide Özdemir, bilim adamı titizliğiyle düşüncelerini anlatıyor... Anlamak isteyenler için altın değerinde öğütler veriyor!.. İ DÜZ ÇİZGİ ÜMİT ZİLELİ Korkuyorlar!.. ??? Önce o söyleşiden bazı alıntılar yapalım: Atatürk’ten beri Çankaya’ya kimin seçileceği bir devlet kararı özelliği taşımaktadır. Uzlaşma aranmaktadır. Cumhurbaşkanı, gerektiğinde “çoğunluk diktatörlüğüne” anayasadan aldığı yetkilerle tek başına karşı çıkabilen güçte bir kişilik özelliğiyle Türkiye’de demokrasinin teminatı olmaktadır. Bayar Cumhurbaşkanı, Menderes Başbakan örneği siyasi kriz getirmiştir. Çoğunluk diktatörlüğü oluşturulmuştur. Çankaya’ya çıkan kişinin partisiyle bağının kesilmesi yetmiyor. Siyasetle bağının kesilmesi de gerekiyor. Erdoğan’ın partisiyle ilişkisi son derece sıcak. Kendisi genç ve partisi yeni. Çankaya’dan beklenen tarafsızlığı gösteremez. Aklı başında her yurttaşın altına imzasını atacağı bu söyleşide Sazak’ın sorduğu “2007 seçimleri için ‘Ordunun cumhurbaşkanı olacak kişi hakkındaki görüşü önemlidir’ diyorsunuz. Hatta, ‘Ordu liderliği bir adayı sakıncalı buluyorsa bunun gerekçesini kamuoyuna da açıklamalıdır’ şeklinde görüş belirtmişsiniz” sorusuna Prof. Özdemir şu yanıtı veriyor: Sağlıklı bir karar sürecinde ordunun, sivil toplumun, ana muhalefetin görüşleri de alınmalıdır... Danışma mekanizması işlemelidir. Bunu da yönetecek olan siyasi iradedir... Sorun şurada: AKP parlamentoda çoğunluğa sahip, hükümet de elinde. Eğer Cumhurbaşkanlığı makamı da o yetkilerle hareket eden liderin eline geçerse Türkiye’de sistem kilitlenir. Taşıyamaz. ??? Prof. Özdemir’e yanıt, yalnızca bir gün sonra, iktidarın güvenilir bir destekçisinden, Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru’dan geldi.. Hem de zehir zemberek geldi!.. Ko ru, “Herkes Haddini Bilmeli” başlıklı yazısında esip gürledi... Türkiye’de son üç cumhurbaşkanının nasıl seçildiğine dikkat çeken Fehmi Koru, “Bu bile ‘aba altından sopa gösteren’ çokbilmişleri yanlış çıkarmak için yeterlidir” dedi. Hafızası zayıf herhalde; Turgut Özal çok tartışma yarattı doğru. Çünkü seçimi yalnızca kendi grubu ile yapmıştı!. Ancak, Demirel SHPDYP koalisyonunun, Sezer ise üçlü koalisyonla birlikte, parlamentodaki 5 siyasi parti liderinin imzası ile seçilmişti!.. İşine geldiğinde üçbeş sene öncesini bile tahrif etmekten kaçınmayan bu zihniyeti afişe ettikten sonra yazıya dönelim. Koru, “Ordunun da görüşü alınmalı” düşüncesine öylesine öfkelenmiş ki bunu bir “anayasa suçu” olarak ilan ediyor ve başta Prof. Özdemir olmak üzere Tayyip Bey’in adaylığını eleştirmeye cüret edenleri(!) haddini bilmeye davet ediyor... Bu öfkenin, bu kaygının nedeni ne acaba?. Halkın “yeter artık” demesinden mi korkuyorlar?!.. Aradan kocaman bir hafta geçti. İlaç için bir Vakit yazarı çıkıp “İşte malvarlığım budur” diyemedi... Yazık, çok yazık!. Bunlar için yazmaya bile değmezmiş... Vakit’e tekzip, ceza ve tazminat davaları için harekete geçildiğini okuyucularıma duyururum. umitzileli?gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle