09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 C ekonomi İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER 28 ARALIK 2007 CUMA 1 Ocak 2008’den itibaren hiçbir koruma önlemi olmadan Türkiye ve Avrupa pazarına girecek Savulun, Çin Seddi artık yok Şehriban KIRAÇ Türkiye’de birçok sektörün korkulu rüyası haline gelen Çin’e karşı tüm kotalar 2008 başında kalkıyor. Çin’e kota uygulamasının kalkmasıyla, özellikle tekstil ve hazır giyim sektörlerinin olumsuz etkilenmesi beklenirken Türkiye’de artan girdi ve üretim maliyetleri işletmeleri korkutuyor. Ayrıca, hazır giyim ve tekstil ihracatının yarıdan fazlasını (yaklaşık 10 milyar dolar) AB ülkelerine yapan Türkiye’nin ihracatının da olumsuz etkileneceği belirtiliyor. Uzmanlar, AKP hükümetinin Türkiye’nin ihracatının da lokomotif görevi üstlenen tekstil ve hazır giyim sektörünü dış tehditlere karşı korumamasını ise büyük bir talihsizlik olarak nitelendirdi. Özellikle tekstil, konfeksiyon, elektronik ve oyuncak sanayii olmak üzere hemen hemen tüm sektörleri olumsuz etkile ŞakaKaka erdirebiliriz? Tarlada kelle başı sayılan, günlük üretime katkısı ile ölçülen, insan olmaları, iradeleri sayılmayan çağdaş köleler tarım işçileri ile tiyatro sanatçılarının ortak niteliklerinin insan olduğunu düşünmüş, keşfetmiş olabilirler. Gerçi mesleki icraları (işlerini yapabilmeleri), üretimleri arasında epeyce nitelik farkı var. Anlamlı ölçeklerde üst düzeyde özel eğitim, yetenek gerekiyor.. ??? Gelecek kuşakların eğitiminde, dinsel inanç donanımı dışında kalan her alanı, hele de sanatı düşman bellemiş, hafife alan, daha doğrusu tehdit olarak algılayan bir siyasal örgütlenme, toplumsal yapılanma, cepheleşme, iktidarı ele geçirme söz konusu olduğunda, kasıtlı olmasa da işte böyle çarpıcı, garabet, dünyada örneği, uygulaması bulunmayan, akıl edilemeyecek sonuçlar da ortaya çıkabiliyor... Taze haberler arasında vardı. Milli Eğitim Bakanlığı Fazıl Say’ı öncelikle iftira, suç saydıkları açıklamaları ile ilişkili dava etmekten vazgeçmiş. Doğrusu Bakan Çelik’in davadan vazgeçtikleri açıklamasına siyaseten üzüldüğümü söylemeliyim. Yargılamanın gereği Milli Eğitim Bakanlığı’nın kimi sanata düşman, laikliğe aykırı dinsel eğitim uygulamaları dava dosyalarına girer, resmen belgelenmiş olurdu. Kamuoyunda da tartışma sürer, kamuoyu olup biteni daha bir sağlıklı sorgulama olanağına kavuşabilirdi. Davadan vazgeçme bana göre, Fazıl Say’ın evrensel sanatçı kimliğine saygı duyma, eleştiriye hoşgörünün ötesinde, olup bitenleri kamuoyunun gündeminden düşürme taktiği anlamına geliyor. Sayın Cumhurbaşkanımızın Kubilay, Menemen olaylarına ilişkin olayına ilişkin “öfkesine yenik düşmüş insanlar” yorumlaması da şaka gibi, zamanlaması şansız bir açıklama. Genelkurmay’ın arşiv belgelerinin açıklanacağı, Menemen olaylarının gerçeklerinin ortaya çıkacağı hesaplanmamış olmalı. Genelkurmay’ın internet sitesinde yer alan arşiv bilgi, belgeleri, İstanbul’da yaşayan, 20 bin müridi olan Nakşi Şeyhi Esat’a bağlı İbrahim Hoca’nın olayları yönlendirdiğini, eylemin bilinçli planlandığını ortaya koyuyor.. İsterseniz bir de bir önceki Cumhurbaşkanımız Sayın Sezer’in Menemen olaylarına ilişkin açıklama, anayasa hukukçusu gözü ile yorumlamalarına bir göz atın. Farkın farkına varın.. soner?cumhuriyet.com.tr Başta tekstil ve hazır giyim sektörlerinin korkulu rüyası haline gelen Çin’e karşı kotalar 10 gün sonra kalkıyor. Uzmanlar, Türkiye’nin pazar kaybedeceğini ve ihracatının yara alacağını kaydediyor. yen Çin, 1 Ocak 2008’den itibaren hiçbir koruma önlemi olmadan Türkiye ve Avrupa pazarlarına girecek. Dünya Ticaret Örgütü, serbest ticaret kurallarına bağlı olarak 2005’ten itibaren kotaların kaldırılmasını istiyordu. Ancak kotaların kaldırılması, Çin ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki anlaşmayla tekstil ve konfeksiyon sektöründeki bazı ürünlerde 1 Ocak 2008’e ertelenmişti. KAYBI KESTİRMEK ZOR Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği (TGSD) Başkanı Ahmet Nakkaş, Çin’e karşı kota uygulamasının kalkmasıyla Türkiye’nin olumsuz etkileneceğini belirterek, Türkiye’nin kaybının ne kadar olacağını kestirmenin zor olduğunu söyledi. Nakkaş, “AB pazarı bizim için çok önemli bir pazar. Türkiye ihracatının yüzde 90’ını kapsıyor. AB pazarı dünya tüketiminde en yüksek payı alıyor. AB’nin yıllık 150 milyar dolarlık bir alımı var. Bizim AB’ye 10 milyar dolardan fazla ihracatımız söz konusu. Bu ihracat olumsuz etkilenebilir” dedi. Ş HÜKÜMET ÜSTÜNE DÜŞENİ YAPMADI Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Konfeksiyon ve Hazır Giyim Meclisi Başkanı Umut Oran, tekstil ve hazır giyim sektörünün son 3 yılda Çin’e kota uygulamasının kalkmasına karşı hazırlık yaptığını ve tasarıma yöneldiğini söyledi. Kota uygulamasının kalkması ile Türkiye’nin olumsuz etkileneceğini vurgulayan Oran, “Bu gibi durumlarda hükümetlerin de destek tedbirlerinin olması gerekiyor. Maalesef 59. ve 60. hükümetin tekstil ve hazır giyim sektörünü dış tehditlere karşı korumak için bir stratejisi olmadı. İhracatı ithalatından büyük olan bir sektör var karşımızda. Ancak hükümet sektöre karşı biraz duyarlı olsaydı, şu anda yarın ne olacağını düşünmezdik” diye konuştu. Atilla Doğudan (ortada) Almanya’nın Münih kentinde BMW Dünyası’nda açtığı Do&Co’nun çalışanlarıyla. Türkiye’de pek az tanınsa da yemek sektöründe dünya markası olma yolunda ilerleyen Atilla Doğudan, başarısını “Tüm yemekleri bir aşçı gibi ilk andan son ana kadar kontrol etmeye, bir hostes gibi servis işine katkıda bulunmaya ve bir müşteri gibi bütün çeşitleri tek tek tatmaya” borçlu. Geleneksel Türk yemeklerini onlarca havayolu ile milyonlarca insana tanıtan Doğudan, neredeyse dünya genelinde lüks ikramın başvurulan ilk ismi. 50 havayoluna ikram hizmeti veren ve 10’u aşkın metropolde restoran işleten Doğudan, işin her aşamasını denetliyor Fatma KOŞAR Ev partisiyle başladı dünya markası oldu iyana, Berlin, Frankfurt, Münih, Londra, Milano, New York ve Miami’de tesisleri olan Do&Co’nun amacını “konaklama başta her aşamasında ağırlama alanında bir numara olmak” olarak tanımlayan Doğudan, otel yatırımlarına girdi. İstanbul’da otel ve restoran yatırımı için hazırlığı sürüyor. İstanbul’da başlayıp Viyana’ya uzanan başarı öyküsüyle dikkatleri çeken Atilla Doğudan, geleneksel Türk lezzetlerini onlarca havayolu aracılığıyla milyonlarca insana tanıtıyor. Yaklaşık 50 havayoluna ikram hizmeti ve 10’u aşkın metropolde lüks yemek zinciri işleten Doğudan bugün dünya genelinde lüks ikramın başvurulan ilk isimleri arasında. Daha önce Formula1’de lüks ikram ve şimdi de 2008’de Avrupa Şampiyonası’nda binlerce insanı ağırlama hizmeti vermeye hazırlanan Doğudan’ın Do&Co markalı catering hizmeti veren V şirketinde her şey elle yapılıyor. Doğudan, başarısını “Tüm yemekleri bir aşçı gibi ilk andan son ana kadar kontrol etmeye, bir hostes gibi servis işine katkıda bulunmaya ve bir müşteri gibi bütün çeşitleri tek tek tatmaya” borçlu. Dünyanın jet sosyetesine düzenlediği partilerle ün yapan Doğudan’ın çocukluğu, İstanbul’da Cumhuriyet Caddesi’ndeki eğlence mekânı Kervansaray’ın sahibi olan babasının yanında geçmiş. Doğudan o yılları şöyle anlatıyor: “Tavaların içinde büyüdüm, mutfak, yemek, kokular bunların arasında... İlkokulu da Şişli Terakki’de okudum... Annem Viyanalıydı ve biz, ben on yaşındayken Viyana’ya taşındık. Bir Kervansaray da orada açıldı...” Daha sonraları kendi retoran ve şarküterisini açan Doğudan kendisini başarıya taşıyan gelişmenin, bu işin yanı sıra parti servisi olduğunu belirtiyor. Atilla Doğudan şöyle devam ediyor: “Evlere parti servisine başladık. 2030 kişilik partiler düzenliyorduk. Bir, iki üç derken, haftada onlarca parti yapmaya başladık. Yavaş yavaş büyüdük ve öyle bir hale geldik ki Avusturya’da bir numara olduk... Bizim takımımız 14 milletten. Binlerce kişiyiz. Beş yıldız kalitesinde dünyanın en iyi catering (ikram) firmalarından biriyiz. Belki de en büyüğü biziz. Ama tabii nasıl ki Lois Vuitton markaların en tepesindeyse, biz de ikramı en üst seviyeye taşıyıp veriyoruz... Çalışan sayısımız 4 bin 600 civarında, ciroyu da 400 milyon doların üzerinde bekliyoruz.” ehir Tiyatroları’na ihale ile tiyatro sanatçısı alınmasına yönelik soruya, sanatçı Cüneyt Türel’in ilk yanıtı “Herhalde şaka yapıyorsunuz” oldu. Olayın kendisi “kaka gibi bir şaka değil” gerçeğin ta kendisi idi. Gerçi Kamu Personel Yasası türünden kimi yasa değişikliklerinin ortaya çıkardığı kasıtsız bir durumdan söz edilmeye çalışıldı ama, sonuçta İstanbul Şehir Tiyatroları’na, bal gibi de “kelle” hesabı ile tiyatro sanatçısı, yardımcısı, figüran oyuncular alınacaktı. Bu iş, herkese açık hizmet alımı ihalesi ile yapılacaktı. Tiyatro sanatçılarını böylesine aşağılamaya nasıl cesaret edildiği sorgulaması yapıladursun, “aranan vasıfların” sayılmasının unutulmadığı ihalenin bendeki ilk çağrışımlarını sizlerle paylaşmak istedim... Önce, tarihimizde yeri olan, pazar yerlerinde yapılmış cariye satışlarının filmlere konu olmuş kareleri gözümün önüne geldi; onlar için de gözle görülebilen özellikler önemli idi elbet. Yine de bir insan, fiyat biçilerek açık arttırma ile satılır, sahibini bulurdu. Ülkemizde hâlâ geçerliliği olan, üstelik on binler, yüz binlerle kelle başı sayılarak gözlerden uzak satılanlarımız da var. Çağdaş köleler, tarım işçileri... Üstüne üstük bu satışlara vilayet yönetimleri katılarak resmiyet kazandırılır; tarım yörelerimizde valilikler, kaymakamlıkların arabuluculuğunda, işçi sendikaları biçimsel suç ortaklığına katılarak, marabalar (kelle başı insan satışına aracı olanlar) ile çiftlik sahipleri arasında her yaz başı sıkı bir pazarlık masasına oturulur. Tarım işçisinin o yılki kelle başı fiyatı, ücreti belirlenir, el sıkışılır. Ondan sonrasında marabalar köylerden erkekkadınçocuk işçileri kamyonların arkalarına yükleyerek çalışacakları tarlalar yakınına taşırlar. Günlük çalışacak insan sayısını sağlamak, gereken ürünün işçiliğini yaptırmak sorumluluğu onlara aittir. Kelle başı üretimin karşılığı para tarım işçisinin kendisine değil, aracı marabaya teslim edilir. Masraflarını, kârını çıkararak kalanını işçi aile reisine teslim etmek onun bileceği, insafına kalmış bir iştir. Bu çağdışı, çağdaş kölelik düzenine hukuksal olmasa da meşruluk kazandırma işine yıllardır akıl sır erdiremez, kendimce eleştirerek karşı durmaya çalışırken, açık arttırma, ihale yöntemi ile tiyatro sanatçısı almayı akıl eden kafalara nasıl akıl sır ‘Şeriat’ sıralamasında Türkiye 11. İslami borsa ve faizsiz bankacılığın yanı sıra son yıllarda ilgi odağı olan bir diğer şeriat kurallarına uygun finansman biçimi de “sukuk”, diğer bir deyişle “İslami tahvil”. Varlığa dayalı faizsiz tahvil ve bono olarak uygulanan sukuk ihracı ilk kez Malezya hükümeti tarafından 2002 yılında gerçekleştirildi. Suudi Arabistan’daki ilk sukukun HSBC tarafından piyasaya sürülmesi de dikkat çekici. HSBC ve Citibank gibi dünya devleri, sukuk yöntemi ile 200 milyar dolarlık bir pasta savaşı verirken Londra’yı İslami finans merkezi yapmak isteyen İngiltere, 2008’de bu amaçla İslami tahviller basan ilk Batılı ülke olmaya hazırlanıyor. Hatta İslami bankacılığa milyar dolarlar yatıran bu bankalar, Türkiye’de de göndeme gelen fakat Bakanlar Kurulu’na sevkinin ardından rafa kalkan “Sukuku İcara” olarak ifade edilen borçlanma senedi ihraç yöntemiyle ilgili tasarıyı da takip ediyor. Dünya finans devleri, İslami piyasalara yatırımlarını arttırırken bu alanda liste ve sıralamalar da yayımlanmaya başlandı. Financial Times’ın bankacılık ve finans dergisi The Banker’ın şeriata uygun sermaye büyüklüğüne göre yaptığı sıralamada İran 154 milyar dolar ile birinci sırada yer alırken Türkiye 10 milyar dolarlık şeriat kurallarına uygun aktif toplamı ile 11. sırada yer aldı. 15 ülkenin yer aldığı listede İngiltere’nin olması, “İslami piyasa ekonomisinin” ulaştığı boyutu da gözler önüne serdi. The Banker’ın araştırmasına göre, 500 milyar dolar büyüklüğe ulaşan İslami aktifler yüzde 29 büyüme hızına sahip. 2010’da şeriata uygun aktiflerin 1 trilyon dolar büyüklüğe ulaşacak. İslami aktiflerin büyümesinde en önemli etken, 100 dolar civarında gezinen petrol fiyatları ve buna bağlı olarak Körfez bölgesinin likidite bolluğu yaşaması. En büyük 500 İslami kuruluşu sıralayan The Banker’ın, danışmanlık şirketi Maris Strategies ile yaptığı araştırmaya göre, en büyük 500 kuruluşun şeriata uygun aktifleri son bir yılda yüzde 29 büyüyerek 500 milyar doları aştı. askıcı rejimler genellikle “ayrımcılık üzerine oturtulmuşlardır”. Din ve inanç baskısı, “dindarlar ve diğerleri” ayrımcılığı üzerine kurulur. Hatta “Dindar bir cumhurbaşkanı istiyoruz” diyerek ötekilerle, “dinlidinsiz’’ ayrımını aralarında yapay olarak üretirler. Vatandaşlığın (ve yurttaşlığın) bütünleştirici kimliği yerine örneğin Kürt ve Laz kimliklerini öne çıkararak “ırk ayrımcılığına dayalı bir baskı yaratırlar”. İşin ilginç yanı bu baskıcı (ve faşistçe) ayrımcılık, “özgürlükler ve demokrasi’’ söylevleri ile pazarlanır. İşin özünde, “ayrımcılığın özgürlüğü dayatılarak bu yolla baskı yaratılıyor”. Türkiye’deki ayrımcılık (ve baskının) tarihsel seyrine bakalım; 1) 1940’lı yıllarda, “bürokrasinin ayrımcılığı yoluyla” baskı yaratılmıştır. 2) 1950’li yıllar “bürokratik baskıcılığın yanına “dinci ve feodal baskıların” eklenmesiyle sürdü. 3) 1980’li yıllardan başlayarak sermaye ve din baskıcılığı öne çıktı. Ancak 1940’lı yıllardan ve özellikle de Marshall Yardımı’ndan sonra “ABD (va Batı) emperyalizminin bürokratik, feodal, dinci ve sermayeci ayrımcılıkla” işbirliği yaptığını görüyoruz. 2000’li yıllara gelindiğinde ABD ve AB emperyalizmi dinci, bölücü ve sermayeci odaklarla mutlak bir işbirliği içine girmiştir. Dinci baskı, emperyalizmin denetiminde sermayeyi B BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI Din Faşizminin Özgürlüğü mü? ze ne!..” Bizim gereksinimlerimizi karşıladıkları sürece türbanlısı, takkelisi, çarşaflısı biraz göz zevkimizi bozmaktan öteye gitmez. Yeter ki ulusalcı, Atatürkçü, halkçı ve antiemperyalist kesimler geri planda kalsınlar. Bir de dincilerle birlikte TSK’nin zamanla siyasetle olan bağları tamamen koparılırsa Batı için ideal bir sonuç doğar. İşte ABD ve AB penceresinden görülen Türkiye manzarası budur. ve etnik ayrımcılığı peşine takıp sürüklemeye başladı. ‘ILIMLI İSLAM’, BASKININ YENİ ADI… Batı emperyalizminin ve İslamcıların penceresinden “görülen Türkiye manzarası özünde aynıdır”. Bulunan ortak payanda “İslamcı yapılanmadır”. Kibarca, “Ilımlı İslam’’ adı takılmıştır. Devşirilmiş ya da işbirlikçi sıfatlarını içeren bir tanımlamadır bu. 1) ABD ve AB’nin penceresinden görülen resim; Batı, Atatürk Cumhuriyeti’nin olmadığı, Lozan’ın kazanımlarının ortadan kaldırıldığı, Türkiye pazarının Batı tekellerinin ve kurumlarının eline terk edildiği bir ülke peşindedir. Türkiye Avrupa’da olduğu gibi halkçı ve demokratik örgütlenmelerin bulunduğu bir ülke olmamalıdır. Böyle olursa, “ulusal iktisadi, siyasi ve kültürel çıkarlarını korumaya ve savunmaya başlar’’. Bunun yerine tarikatların, cemaatlerin ve dinci siyasilerin sisteme hâkim olduğu bir duruma gelmeli. Bu yapılanma, sonunda “İslamcı baskıları da beraber getirecekse bi YA TÜRKİYE’NİN İÇİNDEN BAKANLAR? 2) İslamcı işbirlikçilerin bakışına gelince… ABD ve AB’nin bu talepleri karşısında içimizdeki “işbirlikçi İslamcılar” şöyle düşünüyorlar: Biz de Cumhuriyet’in değerlerine, Atatürkçü rejime karşıyız. Bu konuda Batı ile örtüşüyoruz. TSK bizim için de büyük engel. Orduyu biz de siyasetin tamamen dışına itip önümüzdeki yolu açmak istiyoruz. ABD ve AB’nin yardımı ile bu işi de hallederiz.(x) Zaten bu nedenle dincilerin ideologları, “Batı ile isteklerimiz hiç bu kadar örtüşmedi” diyerek tezlerini gözler önüne seriyorlar. Tabii ki ABD ve AB bu desteğe karşılık bir fatura çıkarıyor; “Büyük Ortadoğu Projesi’nde taleplerimizi yerine getir” diyor. Türkiye biraz küçülecekmiş.. varsın küçülsün… Ekonomi, Batı’nın arka bahçesi olacakmış; zaten öyle değil mi!.. Ama karşılığında şeriatçı bir düzen kurulacak, bizim için önemli olan bu nihai hedefe ulaşmaktır. İçimizdeki işbirlikçi dincilerin penceresinden görülen manzara da böyle. Tabii bölücüler ve kimi sermaye çevrelerini de “Batı’nın, bu koalisyonun içine kattığını unutmayalım”. İşte giderek artmaya başlayan “dinci baskının” arkasındaki nedenler bunlar: “Mahalle baskıları”, “Fazıl Say’lar’’, “Harembüs’ler’’, sömürgecilerle işbirliği yapan Nobel’ciler, Hıristiyanlarla ortaklık kuran İslamcılar.. artan baskıcı rejimin sinyalleri. Dinin (ve emperyalizmin) baskı kurması için özgürlük istiyorlar. Aynen Şarlo Diktatör filminde Şarlo’nun dediği gibi: “Diktatörler özgürlükleri yalnız kendileri için isterler.’’ Amerika’nın Irak’a, “özgürlük götürüyoruz’’ diyerek girmesi gibi; Türkiye’de özgürlük istiyoruz diyenlerin dinci bir baskı rejimi yaratmaları gibi… (*) AKP, Ordu ve Amerika Üçgenindeki Türkiye,Truva, 2007. www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle