08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 AÇI C olaylar ve görüşler 28 ARALIK 2007 CUMA Siyasi Partiler ve Anayasa iyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Demokrasiyi korumak öncelikle onların görevidir. Anayasada onlar için kırmızı çizgilere yer verilmiştir. Bunlarla korunmak istenen devlet düzenidir. Nasıl bir devlet düzeni biçimindeki sorunun yanıtı ise anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi bile teklif edilemez ilk üç maddesinde gösterilmiştir. Bu devlet, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bir bütün olan, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir... Anayasamızda devlet düzenini koruma bağlamında siyasi partileri bağlayıcı başka kurallara da yer verilmiştir: Öncelikle anayasada yer alan hak ve özgürlükten hiçbiri devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve demokratik laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz, denilmiştir. (md. 14/1) Ayrıca bu tür faaliyetlere bir yasayla yaptırım getirilmesi öngörülmüş.Bunun dışında anayasa, din ve vicdan özgürlüğünün kötüye kullanılmasını ve siyasete alet edilmesini de yasaklamış. (md. 24) Tüm bunların da ötesinde anayasamızda başta “Öğretim Birliği (Tevhidi Tedrisat) Yasası” ve “Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Yasa” olmak üzere sekiz devrim yasasının korunması esası benimsenmiştir. (md. 174) Yukara nitelikleri belirtilen devlet düzenini korumak zorunluluğu ile karşı karşıya bulunan siyasi partilerin aykırı davranışları için anaya PENCERE Sermaye?.. Sermaye.. Namı diğer kapital... Çok değişik görüntülerde kendini gösterir... Genelevde çalışan kadına ne denir?.. Sermaye!.. Para, mal, arsa, fabrika, banka ve bu türden ne var ne yoksa sırasında sermaye sayılır... Karl Marks’ın dünyayı birbirine katan ünlü yapıtının adı ne: Sermaye!.. ? Peki, Batı uygarlığının medarı iftiharı demokrasinin arkasındaki itici güç nedir?.. Sermayenin dönüşümü!.. Tarım ekonomisini aşıp da sanayi sermayesine dönüşen güç, burjuva demokratik devrimini yaratmadı mı?.. Bilimsel açıklama bu!.. Sanayi yaşamı soyluyu ve köylüyü aştı; burjuva ve proletarya sınıfları toplumda egemenleşince ne oldu?.. Al sana laiklik... Ve demokrasi... ? Koskoca Amerika Irak’ı işgal ederken ne diyordu: Irak’a demokrasi götürüyorum... Marks yaşasaydı derdi ki: Nah götürürsün... Neden?.. Irak’ta ne sanayi burjuvası ne de proletaryası var... Sermayesi tarım ilişkilerinin dinci kalıplarında kıvranan toplumlarda demokrasi olamaz... Peki, ne oldu?.. Şiilik, Sünnilik, etnikçilik ülkeyi üçe böldü... Demokrasi hak getire... ? Yalnız Irak mı?.. Pakistan.. Suudi Arabistan.. Kuveyt.. İran.. Say sayabildiğin kadar.. Kiminde seçim bile var.. Ama demokrasi yok.. Demokrasi nerede uç verdi?.. Türkiye’de... Çünkü Türkiye’de 1923 Devrimi’yle devlete aşılanan Kemalizm (Aydınlanma), demokrasinin can damarı laikliği öngörmüş ve hayata geçirmişti. ? 1923 Türkiyesi’nde ne sermaye vardı, ne sanayi, ne burjuva ne de proletarya... Batı’nın üç yüzyılda eriştiği laikliğe devrimci cumhuriyet modeliyle kavuşan Türkiye’de, sermaye, devlet planlamasıyla sanayileşmeye yönlendirildi; ama, bugün durum nedir?.. Yine devlet eliyle sermayenin dincileştirilmesi süreci başlatıldı... Dış borçlanma.. Faizcilik.. Rantiyecilik.. Ve yağma ile yolsuzluk egemen yaklaşım biçimi... Türkiye’de İslamcılık siyasette de ekonomide de ağır basıyor... ? İslam dünyasında ise Arap sermayesi sözüm ona şeriata uydurulmuş finans, faiz, rantiyecilik üzerine öyle bir siyaset uyguluyor ki Batı anlamında ne burjuva oluşması beklenebilir ne de proletarya... Sultanların, kralların, şeyhlerin, mollaların elindeki İslam sermayesi, petrol gelirlerine dayalı ortaçağ düzenini olabildiğince yürütmek üzerine ekonomik bağımlılığı Müslüman halklara dayatıyor... Karl Marks dirilse, bugünkü dünyada, İslam kapitali üzerine harika bir kitap yazardı... ? Dünyadaki ve özellikle Ortadoğu’daki İslamcı sermaye, laik Türkiye Cumhuriyeti’ni dincilikle boğmak için seferber... 18’inci yüzyılda Avrupa’da sanayi sermayesi laikliği ve demokrasiyi yaratmıştı; 21’inci yüzyılda Ortadoğu’da petrole dayalı finans sermayesi dinciliği sürdürmek yolunda laiklik ve demokrasiye düşman... MÜMTAZ SOYSAL Bush’laşıp Sarkozy’leşmek ORD ACTON ondokuzuncu yüzyıl İngiliz liberalizminin ağababalarından sayılır. Almanya ve Britanya soylularından gelen bu Katolik politikacı ve tarihçi düşünürün bütün siyasal bilimcilerce bilinen ünlü bir sözü vardır: “İktidar yozlaştırır; mutlak iktidar mutlaka yozlaştırır.” Türkçeye böyle çevrilen bu sözdeki “yozlaşma”yı bozulma, baştan çıkıp kötüleşme diye anlarsanız, mutlak iktidara yönelen politikacıların kaçınılmaz hatalarını, başlarının dönmesini ve sonuçtaki yıkılışlarını daha iyi anlarsınız. Ne yazık ki, Türkiye Cumhuriyeti’ni şimdi yönetenler de bu sürüklenişe kapılmışa benzemektedirler. George W. Bush ve Nicolas Sarkozy gibi. Bush, babasının adını, ailesinin servetini, Teksas’ın pervasızlığını, kardeşinin şaibeli Florida valiliğini arkasına alarak ABD Başkanlığı’na yükseldi. Sonra “dünyalar hâkimi” olarak yeryüzüne nizam vermeye kalkışıp hükmü altındaki petrol yataklarını genişletti ama, Evangelist dinciliğin körüklediği bir baş dönmesiyle Afganistan’da ve Irak’ta batağa saplanmaktan da kurtulamadı. Kesin olan bir şey var: Onun hataları, Putin Rusya’sını yeniden canlandırmış, uyanan Çin’in sabırlı ve parlak gelişmesini hızlandırmış, Hindistan’ı dünya gündemine sokuşun tohumlarını ekmiştir. Osmanlı’ya sığınmış Engizisyon Museviliği’nin Macaristan’a uzanan köklerinden gelme bir Sarkozy’nin Fransa politikasına egemen oluşunu yalnızca kişisel kompleksleriyle açıklamak ve yelkenlerini küreselleşme rüzgârlarıyla doldurmaktaki becerisini gözardı etmek elbet yanlış olur. Bugünkü esrikliğinde, tıpkı Amerikalı Demokratlar’ın beceriksizliği gibi Fransa’daki solun şaşkınlığı da büyük rol oynamıştır kuşkusuz. Ayrıca, eski solcu Kouchner başta olmak üzere karşı cepheden insanları kendi saflarına katabilmiş olması da yabana atılmayacak bir siyasal başarıdır. Ancak bütün bunların şimdiden önüne geçilmez bir baş dönmesine yol açtığı, onu Hitler’inkine benzer bir “Yeni Düzen” getirme mistikliğine ve Türkiye’yi kurban seçen bir AB kasaplığına sürüklediği kesin. Encamının neye varacağını, hangi tepkileri uyandıracağını kestirmek çok zor olmasa gerek. Türkiye’yi avuçları içine aldıklarını düşünen Sayın Erdoğan ve çevresinin de, uzaklardaki Fethullahçılarla birlikte, yavaş yavaş tuhaf bir misyon üstlenmekte olduklarını sezmemek mümkün değil: Kemalist devrimlerin onlara göre “zındık”laştırdığı Türkiye’yi yeniden Müslümanlığa kazandırma misyonu. Engel olunmazsa, çok kişinin sandığı gibi yalnız BOP’çu ABD’nin gözüne girmekle kalmayıp İslam dünyasında da “evliya” mertebesine yükselecekler, cennetteki yerlerini şimdiden peylemiş olacaklardır. “Yukarı”nın sesine kulak veren Bush’un “aziz”leşmesi gibi. S M. Naci ÜNVER sanın kimi maddelerinde kapatma gibi ağır yaptırımlara yer verilmiştir. Bu yaptırımlar öngörülürken iktidar partisi ile muhalefet partileri arasında bir ayrım yapılmamıştır. Anayasamızda siyasi partiler için kapatma nedeni olarak, tüzük, program ve eylemlerinin devletin bağımsızlığına, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğüne aykırı olamayacağı kuralına yer verilmiş. Bununla da kalınmamış, tüzük, program ve eylemleri eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, ulus egemenliğine de aykırı olamaz, denmiş. Daha da önemlisi, demokratik laik cumhuriyet ilkelerine de aykırı olamayacağı kuralı getirilmiş. Ve ardından siyasi partiler, sınıf ve zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir diktatörlüğü savunamaz ve yerleştirmeyi amaçlayamaz, suç işlenmesini teşvik edemez, denmiş. (md. 68/4) Sonuçta siyasi partilerin tüzük ve programlarının 68. maddenin dördüncü fıkrasına aykırı olması veya anılan madde ve fıkrada yasaklanan eylemlerin odağı olmaları halinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın Anayasa Mahkemesi’ne kapatma istemiyle açacağı ve dava sonucu kapatma kararı verilebileceği kuralına yer verilmiştir. (md. 69/4, 5, 6) Doğru okunduğunda çok iyi anlaşılacağı gibi, anayasamızda siyasi partileri kapatma nedeni olarak gösterilen faaliyetler arasında yasama faaliyetleri ile yasama organı dışındaki faaliyetleri arasında bir ayrım yapılmamıştır. Buna göre bir siyasi partinin yasama organı içinde parti organlarınca benimsenen Cumhuriyetin demokratik, laik niteliğini değiştirmesi ya da devletin üniter yapısını zayıflatmayı hedefleyen ciddi bir yasama faaliyeti, kapatma nedenidir.Hepimizin bildiği gibi devlet düzenimiz dışardan ve içerden çok ciddi kuşatma girişimleriyle karşı karşıya bulunmaktadır. Bir yandan emperyalist güçlerin ulusal kimliğimizi zayıflatıp sonuçta ulusal bütünlüğümüzü bozmaya yönelik sinsice hazırladığı reçeteler, diğer yandan ABD’nin Türkiye’ye biçtiği, aslında anayasa hukukunda yeni olmayan, ilk aşamada korkutmamak için başına “Ilımlı” sözcüğü eklenen ılımlı İslam devleti modeli (dinsel motifli yarı totaliter devlet modeli). Ayrıca içerde bu amaca hizmet eden organizasyonlar. Bunların dışında ülkede geleceğe dönük kaygılarımızı arttıran çeşitli gelişmeler yaşanmaktadır.Bunların başında da koşulları ve nedenleri yokken yeni bir anayasa yapma girişimleri ve kimi yasal değişiklikler gelmektedir. Bugün yürürlükte bulunan 1982 Anayasası’nın AB’ye uyum bağlamında 83 maddesi değitirilmiştir. Ancak hukuk devletinin olmasa olmazı sayılan yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesini sağlayacak ve kamu çalışanlarına evrensel ölçütlerde örgütlenme özgürlüğü tanıyacak ve Onursal Yargıtay Daire Başkanı milletvekili dokunulmazlığını hukuk devletine yakışır hale getirecek değişiklikler yapılmamıştır. İşte mevcut anayasada bu yönde değişiklikler yapılıp demokratikleşme sürecini tamamlamak yerine, laiklikten ve hukuk devleti olgusundan önemli ölçüde soyutlanmış ve yüksek mahkemeleri de siyasallaştırmaya olanak tanıyan yeni bir anayasa yapma girişimi gündeme getirilmiştir. Bunun rejimin geleceği açısından ne denli kaygı verici olduğu tartışmasızdır.Bu arada yargıdaki binlerce yargıç ve savcı açığını siyasal iktidarın istediği kişilerle doldurabilmesine olanak sağlayabilecek ve yargının siyasallaşma sürecini ciddi boyutlara taşıyabilecek bir “Yargıçlar ve Savcılar Yasası” değişiklik yasasının alelacele çıkarılarak yürürlüğe konması kaygıları daha da arttırmıştır.Tüm bunların da dışında, eğitim kurumlarında uç vermeye başlayan dinsel baskı girişimleri... Ve Cumhuriyetin önemli kurumlarında Kıyafet Devrimi’yle ilgili yasaların adeta yok sayılması anlayışlarının ustaca yürütülmekte oluşu... Bu gelişmeler ve sıradakiler bize demokratik laik rejimin demokratik açılım görüntüsü altında geriye doğru yön değiştirmeye başladığını göstermektedir... Şimdi bu aşamada demokratik, laik hukuk devletini korumak, Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkmak, her kişi ve kuruluşun ertelenemez görevi haline gelmiştir. hetiyatrosu?mynet.com L HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN ilan renkli CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle