08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

28 ARALIK 2007 CUMA söyleşi Hükümetin kapatmak istediği YARSAV Başkanı Eminağaoğlu’ndan AKP’nin yargıya müdahalesine ağır çıkış C R T R E 11 ‘Yargı yargıya bırakılır’ SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU AKP Hükümeti’nin yargıyı siyasallaştırma, Türkiye’deki bütün erkleri kendine bağlama iştahı bir türlü kesilmiyor. Bu bağlamda geçen yıl kurulan ve bağımsız yargının Türkiye’de bütün anlamıyla hayata geçirilmesini amaçlayan YARSAV’ı kapatmak için kolları sıvamış durumda. YARSAV’ın genel başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’yla birliğin Ankara’daki genel merkezinde bir araya geldik. Eminağaoğlu, eski Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in, “Yargı yargıya bırakılamaz” incisinden yola çıkarak diyor ki: “Yargı yargıya bırakılmalıdır. Erkler ayrılığı varsa bunun seçeneği yoktur.” AKP Hükümeti’nin YARSAV’ı kapatma girişimleri var. Bu, bugünün işi de değil. Daha önce de kapatılması için bir hamle yapılmıştı. Hükümet sizce YARSAV’ı neden kapattırmak istiyor? Ö. F. EMİNAĞAOĞLU Biz YARSAV olarak, “Yargının sesi artık yargıdır” diye ortaya çıktık. Ancak dönemin Adalet Bakanı (Cemil Çiçek), “Yargı yargıya bırakılamaz” diye açıklama yaptı. Biz, “Yargı yargıya bırakılmalıdır. Erkler ayrılığı varsa bunun seçeneği de yoktur” dedik. Bu amaçla örgütlendik. Ve tamamen evrensel ölçekte yargı bağımsızlığını amaç edindik. 26.6.2006’da 501 kurucu üyeyle kurulduk. Bugün üye sayımız binin üzerine çıktı. Ama biz kurulur kurulmaz Adalet Bakanlığı bizi kapatacak bir yasa tasarısıyla ortaya çıktı. Çünkü bakanlık yargı örgütlensin istiyor, ama “Ben örgütleyeyim. Onlar kendi kendilerini örgütlemesin” amacında. Peki, yürütme neden yargıyı örgütlemek istesin? İkisi ayrı erkler değil mi? Çünkü yıllardır olduğu gibi kendi istediği sesi duymak istiyor. Yargı üzerinde egemen olmak istiyor. Asla bizim sesimizi duymak istemiyor. Yargı alanında atılmaması gereken adımlara hiç kimsenin tepki vermemesini amaçlıyor. Yargıda yıllardır sivil bir örgüt yok. “AB sürecinde biz uyum yasalarını çıkardık” dediler. 2004 yılından itibaren artık bu iş serbest oldu. O nedenle biz de dünyadaki bütün yapıları inceledik. Sonunda da kurulduk. Ama Türkiye’nin durumu çok ilginç. Bugün Avrupa Konseyi’ne üye olup da yargıda örgütü olmayan Andorra, Arnavutluk, Azerbaycan ve bir de Türkiye var. Biz bu kulvara layık değiliz. Rusya, 2000’li yıllarda bizim Adalet Bakanlığı’nın yapmak istediğini yapıp güdümlü bir örgüt kurduğu için reddedildi. Düşünün, bizim bakanlık Rusya’nın yaptığını yapmaya çalışıyor. Kurduğu, sarı sendika gibi, tabela örgüt olsun istiyor. Ama bunu yaparken de o kadar çok açık veriyor ki… “AB” diyor, AB’nin siyasi projesini uyguluyor. AB de “Serbest örgütlenme şarttır. Kamu denetiminde olursa kamu organlarına karşı yargı bağımsızlığını nasıl savunacak? Bunu sadece serbest yargı yapacak” diyor. 2006 İlerleme Raporu’nda YARSAV’ın kuruluşu yer alıyor. 2007 İlerleme Raporu’nda faaliyetlerimiz var. Adalet Bakanlığı ise AB’yi gerekçe göstererek bizi kapatacak yasa hazırlıyor. O kadar ilginç ki, TBMM AB Uyum Komisyonu’nda tüm siyasi partilerin, AB uzmanlarının karşı çıkmasına rağmen iktidar partisinin (AKP) oylarıyla bizim kapatılmamız benimseniyor. ‘ Adalet Bakanlığı yargıyı kendi bünyesinde örgütleme peşinde. Bu yapılırsa sarı sendika gibi tabela örgütü olur. ’ İyi de bu nasıl iş? AKP bir yandan AB diye tutturmuş, öbür yandan AB’den ne anlıyor? AB diyen bir siyasi irade AB’den sadece kendi istediği şeylere destek anlıyor. AB’yi kendi amaçları doğrultusunda gerekçe yapmayı anlıyor. Başka hiçbir şey anlamıyor. Bizim olayımızda bu çok net. Bütün evrensel ilkelerde yargı için böyle kuralların, böyle örgütlerin olması zorunludur. Biz kurulduk. Ertesi gün Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) BM’nin yargı etiği kurallarını kabul etti. O kurallarda yargıda örgütlenme mutlaka olmalı diyor. Türkiye’de ilk kez yargıda etik kurallar benimsenmesine rağmen o kuralları ilk ihlal eden HSYK’nin en tartışmalı iki üyesi olan Adalet Bakanı ve müsteşarı oldu. Nasıl ihlal ettiler peki? YARSAV’ı kapatıp güdümlü örgüt kurmaya yönelik yasa tasarısı hazırladılar ve imzaladılar. Bir tarafta BM’nin etik kuralları, diyorlar. Sonra da etik kuralları ilk ihlal eden HSYK’nin o iki üyesi oluyor. Adalet Bakanlığı’nca 2004’te “Yargıda örgütlenme” adlı bir konferans düzenlendi. Şu anda Dünya Hâkimler Birliği’nin başkanı olan kişi de o konferansa katıldı. Ben de oradaydım. O konfe kimse yok. Tek ortak paydamız meslek. Hiç kimseyi ayırmıyoruz. Ama ısrarla bu düşünceyi öne sürüyorlar. Türk yargısına hak etmediği bir etiket yapıştırarak bu tip örgütlenmelerin üniter yapıyı zedeleyeceği gibi bir görünüm vermek isteyip bizi kapatacak yasa tasarısının gerekçesine koyuyor. Bu Türk yargısına hakarettir. Siz bağımsız yargıyı ısrarla vurguluyorsunuz. AKP’nin söylemi ise tarafsız yargı. Yargı tarafsız olabilir mi? Yargı hukukun, adaletin tarafında değil mi? Yargı hukuktan yana taraftır. Yargı bağımsızlığının yasamaya, yürütmeye, kamuoyuna karşı, yargının kendi içinde bağımsızlığı ve yargı mensubunun kendinden bağımsızlığı gibi beş ayağı var. Yargı bağımsızlığı dediğiniz zaman zaten tarafsızlık onun içinde var. Yargı tarafsızlığı ayrı bir kavram olarak da var. Ama Türkiye’de sanki bu kavram yokmuş gibi bir anda yargı bağımsızlığı değil, tarafsızlığı önemlidir, söylemi içine girdiler. Amaçları, şu ana kadar Türkiye’de yargı tarafsız değildi, tarafsızlığı biz yaratıyoruz, imajı vermek. Her konuda aynı biçimde davranmıyorlar mı? Amaçları hep kelime oyun kez TBMM kararıyla yargıç alınıyor. Bu yasada, “Mülakatta başarısız olanlar sınava girsin” deniyor. TBMM bu kişilere neden böyle bir iltifatta bulunuyor? RAPORLAR DİKKATE ALINMALI YARSAV olarak buna itirazlarınıza siyasi partiler ve Cumhurbaşkanı ne yanıt verdiler? Biz hepsine rapor olarak gönderdik. “Anayasanın 138. maddesine göre bu yasa imzalanamaz. Bu, yargı kararını yok eden bir yasadır” dedik. Ama dikkate alınmadı. Ama gerek Cumhurbaşkanlığı gerek siyasi irade kamuoyuna, “Biz anayasanın gereğini yaptık” diye açıklama yaptı. Peki, anayasanın 138. maddesi anayasanın içinde değil mi? Neden görülmüyor? “Biz yönetmeliği yasaya taşıdık” diyorlar. Yönetmeliği Adalet Bakanlığı hazırlıyor. Bu yasayı TBMM mi çıkardı? TBMM niye çalışıyor? Demek ki hukuk devletinde kopukluk siyasi iradede ciddi biçimde var. Hükümet, “Benim dediğim yasadır” dayatmasında. Adalet Bakanlığı hiç kimseden görüş almadan bir yönetmelik çıkarıyor. Sonra da o yönetmelik birebir yasa haline geliyor. Çün 12 Mart anlayışıysa bunu açıkça söylesin. Kamuoyunu kandırmasın. 12 Mart muhtırasıyla getirilen uygulama yargıda reform diye hangi amaçla kamuoyuna sunuluyor? Hükümet yargıda reform yapacağını söylüyor. Biz de “Buyurun yapın. Bu 12 Mart, 12 Eylül anlayışını kaldırın. Mülakat olsun. Ama bunu HSYK ya da Adalet Akademisi yapsın” diyoruz. Ama Adalet Akademisi önce özerk hale getirilmeli. Akademiyi tabela akademisi haline getirdiler. “Anayasa Mahkemesi böyle dedi” diyorlar. Hayır. Anayasa Mahkemesi 1990 ve 1995’te şöyle demiş: “Mesleğe kabul HSYK’nin yetkisindedir. Adaylığa kabul de bunun içindedir.” Ama bu kararlar bugüne kadar uygulanmamış. Biz bu mülakat konusunu kamuoyuna taşıyıp bu davaları açınca konu 2007’de Anayasa Mahkemesi’ne gitti. Anayasa Mahkemesi eski görüşünde bir değişiklik yarattı. “Bakanlıkça mülakat yapılabilir” dedi. Ama, mülakat kurulunda bakanlık etkin olacak, demedi. Adalet Bakanlığı burada da bir yanıltma yapıyor. BM ve Avrupa Konseyi çok açık biçimde, “Adalet Bakanlığı bu sisteme müdahale etmesin” diyor. AB diyorlar, BM diyorlar, Avrupa Konseyi diyorlar P O ÖMER FARUK EMİNAĞAOĞLU Şavşat, 1967 doğumlu. Yükseköğrenimini AÜ Hukuk Fakültesi’nde yaptı. 1989’da Ankara adli yargı yargıç adayı olarak mesleğe başladı. Sırasıyla Bandırma Cumhuriyet Savcısı, Delice Yargıcı, Yargıtay Yargıcı olduktan sonra 2001’de Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı’na atandı. 26.6.2006’da kurulan Yargıçlar ve Savcılar Birliği’nin (YARSAV) kurucu başkanı oldu. YARSAV’ın ilk kongresinde genel başkanlığa seçildi. Hukuk konularında pek çok makalesi yayımlandı. ransta ortaya çıkan ilkelerden hareketle biz (YARSAV) kurulduk. Ama Adalet Bakanlığı ısrarla o konferansın içeriğini yayımlamıyor. Çünkü yaptıkları tamamen o konferansın içeriğine aykırı. O konferansı kamuoyundan saklıyor. Adalet Bakanlığı 2006 AB İlerleme Raporu’nun çevirisini yapıyor. YARSAV’ın adını çeviriden çıkarıyor. Ama Dışişleri Bakanlığı’nın çevirisinde YARSAV’ın adı var. Adalet Bakanlığı bu kadar katı bir tutum içinde. Israrla, “Yargı böyle örgütlerle bölünür” diyorlar. larıyla kamuoyunun kafasını karıştırmak değil mi? Kesinlikle öyle. Bağımsız bir yargı elbette tarafsızdır ve hukuktan yana da her zaman taraftır. Yargının hukuktan yana taraf olamaması o denli tarafsızlık ise o zaman erkler ayrılığındaki üçüncü erkin yok edilmesi, yargının yok edilmesi demektir. Zaten hazırladıkları yasada yargıyı yok edip tamamıyla siyasallaştırma amacını gütmüyorlar mı? TBMM’den geçirilen yasa yargı için, bir siyasi irade için çok kötü, olmaması gereken, Türkiye’nin hak etmediği bir yasadır. Yüksek yargı organı Danıştay kararlar veriyor, siyasi irade ise “Danıştay ne derse desin ben bildiğimi yaparım” diyor. Danıştay kararını geçersiz kılacak yasa hazırlıyor. Anayasanın 138. maddesi, “Yasama, yürütme ve idare yargı kararlarını değiştiremez, geciktiremez. Uygulamak zorundadır” diyor. Türkiye’de ilk kü, “Benim dediğim yasadır” anlayışı var. Mülakat konusuna gelmek istiyorum. Neden mülakatta bu kadar ısrarlılar? Kendi yandaşlarını hâkim ve savcı yapmak için mi? Bu çok tartışmalı bir konu. Bakanlık savunmasında, “Bakanlık 1934’ten beri bunu yapıyor. Onun için biz bu sistemde ısrar ediyoruz” deniyor. Bu açıklamayla kamuoyu ciddi biçimde yanıltılıyor. 1934’ten beri bu işi Adalet Bakanlığı yapıyor. Çünkü 1934’te yargı bağımsızlığı ve yargının kurumları her boyutuyla yok. O dönemde ayrıca bugünkü evrensel ilkeler yok. O tarihte HSYK kurulmamış. 1972’ye kadar hukuk fakültelerini bitiren kişiler diplomalarıyla başvurup diploma sırasına göre açık olan kadrolara başlıyorlardı. Ama 12 Mart’la mülakat getirildi. Hükümet bugün 12 Mart’ın uygulamasını savunuyor. Adalet Bakanlığı’nın yargıda reform adıyla savunduğu ama hiçbirinin dediklerini yapmıyorlar. Sizce erkler ayrılığı sistemini ortadan kaldırmak için hükümetin alttan alta girişimi mi var? Özbudun taslağından hareket edersek kesinlikle var. Bu onun bir ön adımıydı. Erkler ayrılığı var. Ama yargının hiçbir görüşü alınmadan siyasi iradenin isteğiyle yargıda düzenleme yapılıyor. Bu, yargıya o siyasi iradenin bakışıyla yön vermedir. Doğru da yanlış da yapsalar siyasi irade tek başına yargıda bir düzenleme yapamaz. Çünkü yargı bağımsız bir erktir. Yeni anayasa taslağına baktığımız zaman erkler ayrılığı 12 Eylül anlayışının da çok gerisine götürülüyor. Bugün Özbudun taslağında yargıdaki her türlü seçime TBMM müdahale edebiliyor ve doğrudan seçiyor. Aday bildirme yok. Bütün yargıç ve savcılar TBMM koridorlarına itiliyor. O zaman yargı bağımsızlığı nerede kaldı? ‘ Hâkim ve savcıları mülakatla alırsanız o zaman 12 Mart ve 12 Eylül zihniyetlerini devam ettirmiş olursunuz. ’ BAĞIMSIZ YARGI TARAFSIZDIR Yargı bu tür bağımsız örgütlerle neden bölünecekmiş? Ayrışma yaratırmış. Siyasi olurmuşuz. YARSAV yargı bağımsızlığını amaç edinmiştir. Siyasi parti üyesi olmayan, meslekte olan ya da meslekten ayrılmış olan herkesi üye kabul ediyoruz. Reddedilen hiç ‘ Erkler ayrılığı var. Ama yargının hiçbir görüşü alınmadan siyasi iradenin isteğiyle yargıda düzenleme yapılıyor. Bu AKP anayasası Yargıda reform, diyorlar. Tayyip Erdoğan 8 Haziran 2007’de Ergun Özbudun’a, bir grup kurup anayasa taslağı hazırlamasını söylüyor. Bu tam anlamıyla AKP’nin siparişiyle hazırlanan bir anayasa taslağı oluyor. O zaman AKP’nin taslağı bütün Türkiye’nin anayasası nasıl olacak? Bir de sivil anayasa olacak diyorlar. Sivil anayasa ne demek? Sivil anayasa hak ve özgürlükler metni olarak ortaya çıkacak, dediler. Ancak o hak ve özgürlükler metni anayasa, yargıyı ve yargı bağımsızlığını yok ediyor. Yargının bağımsız olmadığı bir ortamda siz hak ve özgürlüklerinizi kullanacaksınız. Sosyal haklara bakıyorsunuz. 1982 Anayasası’ndan daha kötü bir duruma getirilmiş. Nerede hak ve özgürlükler diye bakıyorsunuz. Siyasi iradenin bugüne kadar dile getirdiği, ancak gerek siyasal gerekse hukuksal engellerle karşılaştığı konulara yönelik birtakım açılımlar görüyorsunuz. 1982 Anayasası’nın eleştirildiği konularda hiçbir ileri adım görmüyorsunuz. Yeni bir anayasa bir toplum sözleşmesiyse ve anayasalar tasarı değil teklifle hazırlanıyor, değiştiriliyorsa bunun çıkış noktası tamamıyla aykırı. TOBB ve TÜSİAD’ın katıldığı bir Anayasa Çalıştayı Platformu var. Biz oraya yazılı olarak katılmayacağımızı bildirdik. Neden? Siyasi irade birtakım STK’lerin çalışmalarını kendi amaçları doğrultusunda kullanmak istiyor. Türkiye Barolar Birliği (TBB) bir çalışma yaptı. “Kapağını bile açmaya değmez” dedi. Bu tabloda STK’ler birtakım çalışmalar yapıyor. Siyasi irade bunların içinden birtakım bölümleri cımbızla alacak. Ama yine ağırlıklı olarak kendi yaptığı metin ortada olacak. Bu durum artık sanki siyasi iradenin kendi başına anayasa yapma yetkisi varmış gibi bir sonuç ortaya çıkarıyor. Biz, “Siyasi irade bu taslağı hazırlamaktan vazgeçsin” dedik. 12 Eylül Anayasası’nı bizde herkes eleştiriyor. Yeni bir anayasa yapma iradesi varsa bu her kesimin katılacağı ortak bir platform oluşturulur. Biz ancak böyle bir tabloda çalışmaya katılırız. Aksi halde şu an böyle bir çalışmada yer almak, siyasi iradenin tek başına anayasa yapma yetkisine sahip olduğunun kabulü anlamındadır. Siyasi irade ısrarla STK’leri sürece sokarak tek başına anayasa yapma yetkisine sahip olduğu izlenimini vermeye çalışıyor. TBB’ye gösterdiği tavır bu amacını çok net biçimde ortaya çıkardı. TBB yasanın kendisine verdiği yetki ve sorumlulukla hazırlamadı mı anayasa taslak önerisini? Kesinlikle öyle. Özbudun grubunun hazırladığı taslağın iktidar partisinin anayasası olmadığı söyleniyor. Öyleyse iktidar partisi toplumdaki diğer kesimlerin hislerini, beklentilerini, düşüncelerini, niyet okuyucu mudur ki kendi anayasa taslağına yansıtıyor? O her zaman iktidar partisinin anayasası olarak kalacaktır. 1982 Anayasası demokratik bir katılım sürecinde hazırlanmadığı için eleştiriliyor. 1961 Anayasası bile geniş katılım olmasına rağmen yine bir grup yer almadığı için eleştirildi. Bugün bu taslakta daha da geriye gidiş vardır. ’ Erkler ayrılığına darbe Çocukların korunmasıyla ilgili uluslararası sözleşmeler ne oluyor o zaman? Bu sözleşmeler çocukları etki altına, dini baskı altına almamak için onları koruma altına alacaksınız, diyor. O zaman da türbanlı sınıflarla türbansız sınıflar ortaya çıkacak. Bir tarafta Eğitimin Birliği Yasası var. İnsan Hakları Sözleşmesi’ne koyduğumuz tek çekince budur. “Uygulamayı Eğitimin Birliği Yasası’na göre uygularız” dedik. Biz Cumhuriyet’in kuruluşunda şeri mekteplerle mahalle mekteplerini kaldırdık. Bu uygulama reşit olmayan kesime yayıldığı anda Eğitimin Birliği Yasası ortadan kalkar. Bu çok sinsi bir plan değil mi? Türbanın özgürlük olduğunu söyleyenler olayın bu boyutunu izah etsinler. Bu boyutu özgürlük müdür, değil midir? Özgürlükse her boyutunda olsun. Ama bu boyutuna hayır diyorlar. Çünkü toplum çocukların etki altına alınmasını istemiyor. Demek ki toplum da bunu inanç bağlamında görmüyor. Bir de üniversiteyi bitirdikten sonra kamusal alanda çalışma hakkı doğacak. “Dini inancım nedeniyle kamu hizmetlerinden mahrum bırakılmamalıyım” diyecek. Biz bu konuda, “Tamamıyla hukukun üstünlüğü” diyoruz. Sayıştay üyelikleri için seçimler iki yıldan beri yapılamıyor. Danıştay ve Yargıtay seçimleri de bir yıla yakın zamandır kilitlendi. Bu uygulamalar hukuka aykırı değil mi? Kesinlikle aykırı. Sayıştay Genel Kurulu adaylarını bildirdi. TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda bekledi. Kamuoyunda o zaman, “Acaba bildirilen adaylar hükümetin istemediği adaylar mı” sorusu oluştu. Boş üyelikler nedeniyle bağımsız bir kurum olan Sayıştay çalışmakta zorlanır oldu. Yeni anayasayla TBMM’ye bağlı güvencesiz bir Sayıştay nasıl olacak? Bugün içinde sadece bakan ve müsteşar olan HSYK’nin seçim yapması engelleniyorsa yarın daha bağımlı hale gelecek HSYK neler yapacak?.. Biz de HSYK’ye sadece yüksek yargıçlar değil, yerel mahkeme yargıçları da seçilsin diyoruz. Kararları etkili başvuru yollarına açık olsun. Bugün Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, bağımsız yargı belli konum ve kimliklerinden uzaklaştırılıyorsa o zaman Türkiye’de demokrasiden sapma tehlikesi ciddi biçimde önümüze çıkıyor. Bir de sadece üniversitelerde türbanın serbest bırakılması hükmü var. Bunlar üniversiteyi bitirdiklerinde kamu sektöründe görev almak istemeyecekler mi? O zaman türban nasıl kamusal alana sokuşturulacak? Bir tarafta hukukun üstünlüğünden, yargı kararlarına uymaktan söz ederken AİHM, “Ben Avrupa kamu düzenini koruyorum. Avrupa kamu düzeninde ülkenizin özel koşulları itibarıyla böyle bir olguyu inanç özgürlüğü içinde görmüyorum” diye karar verdi. Bu kararlar Türkiye’yi de bağlayan kararlarsa bunlara uymak zorundasınız. Neden uymuyorsunuz? ‘ Türbanın özgürlük olduğunu söyleyenler olayın bu boyutunu izah etsinler. Bu boyutu özgürlük müdür, değil midir? Özgürlükse her boyutunda olsun. Ama bu boyutuna hayır diyorlar. ’
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle