Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 OKURLARA İBRAHİM YILDIZ C Adım Adım İlerliyorlar... olaylar ve görüşler 12 EKİM 2007 CUMA İki veya daha çok dilli eğitim (1) Winston Churchill’in “Dünyamız eskiye oranla yirmi beş kez daha küçülmüştür” diye bilinen bir sözü var. Bu sözün bundan yarım asır önce söylendiğini düşünecek olursak, bugün dünyamızın neredeyse avucumuzun içi kadar küçüldüğünü tasavvur edebiliriz. Bir de buna artık tüm toplumların çok dilli ve çokkültürlü olduğunu eklersek, o koskoca altı milyarlık yeryüzünün neredeyse küçücük tek bir ülke haline geldiğini bir anda gözlerimizin önünde canlandırabiliriz artık… İletişim yönünden bakıldığında avuçlarımızın içine bile sığacak hale gelmiş, bir tenis topu kadar küçülüvermiş bir dünya. Küçülmesine küçüldü ama, bu iletişimin olmazsa olmazı çok dillilik ve çokkültürlülük ilkelerinin ne boyutta olduğunu düşünecek olursak, tekrar karşımıza büyüyerek çıkan koca bir dünya. Çok dilliliği ve çokkültürlülüğü adil ve eşitçe yaşayamayan bir dünya! Artık günümüzde, örneğin şu içinde yaşadığımız çok kültürlü Avrupa ülkelerini ele alacak olursak, kalıcılaşma sürecinin tüm hızıyla sürdüğünü görebiliriz. Bununla at başı olarak giden yeni kuşakların iki veya çok dilli büyümeleri de kaçınılmaz olarak devam ediyor. Sadece çokkültürlü evliliklerden olan çocuklarda değil, yeni yetişen tüm kuşaklarda çok dilliliğin sonucu olarak anadillerinde ve ikinci dillerinde dil öğrenme sorunu da ne yazık ki hâlâ can alıcı önemini koruyarak sürüyor. ??? Günümüzde göçmenlerin üç önemli sorunu nedir, diye kendimize soracak olsak, kuşkusuz ilk akla gelen „işsizlik, ırkçılık ve eğitim“ olacaktır. Bunlardan eğitimin onların yaşamında çok önemli bir yeri olduğunu bilmeyenimiz yok artık. Bu eğitim sorunu kapsamında ise iki dilli ya da çok dilli eğitimin kendine özgü önemli ve özel bir yeri var. Almanya örneğini ele alalım. Göçmen çocuklarının Almanca bilgilerinin ve konuşmalarının çok iyi olması gerektiği yıllarca söylenen ve herkesçe kabul gören bir olgu. Bunun yanısıra, çocuğun, daha önce kendi anadilini iyi öğrenmesi gerektiği de yine çok yinelenen ve bilinen bir gerçek. PENCERE Trajik Komedya... oğrusunu isterseniz bizim medyanın koku almaktaki sezgisini kutlarım; dinci ve magazinci gazetelerin tümü birinci sayfalarını şehitlere ayırmışlardı... Nicedir şehitlerimizi görmezlikten gelen iktidarcı basın, neden birdenbire değişmişti?.. Çünkü iş öyle bir noktaya tırmanmıştı ki, âdet olduğu veçhile malum gazeteler bu kez de şehitlik haberlerini es geçselerdi, toplumun ulusal tepkisi medyaya karşı eyleme geçecekti... ? Türkiye ve medya birden neyin farkına vardı?.. Çankaya.. Referandum.. Anayasa taslağı.. Türban.. Al birini vur ötekine.. Demek ki AKP iktidarının “ılımlı İslam” yürüyüşünde birbiri ardına tezgâhladığı bu konulardan çok daha önemli bir sorun varmış... Neymiş o sorun?.. Ne mi?.. Çocuklarımız öldürülüyor... Bıçak kemiğe dayanmadan AKP’nin ve medyanın bu sorunu görmezlikten gelebilmesi, siyasal iktidar şerbetinin ve İslamcılık afyonunun uyuşturucu gücünü gösteriyor... ? Türkiye’de vatanseverlik duygusu ve bilincini körelttiler... Nasıl?.. Müslümanlıkla değil.. İslamcılıkla... Başbakan RTE’nin ailesi Amerika’ya yerleşmiş... Dinci Fethullah Gülen de Amerika’da yuvalanmış... Dincilerin anavatanı sanki Amerika... AKP’nin kuruluşu, iktidarlaşması, ılımlı İslam modeli Amerika’ya dayalı... PKK de sırtını Amerika’ya dayamış... Dincilik politikasında ulusal bilinç, özgürlük, bağımsızlık, insanlık hak getire... AKP’yi Türkiye’de iktidara oturtan ABD, Irak’ı işgal edip PKK’yi üstümüze saldı... Şehitler.. şehitler.. şehitler.. Çocuklarımız.. Gözlerimizin önünde yaşanan açık seçik oyunu, köreltilen bakışlarımız ve dumura uğratılan beyinlerimizle izliyoruz... ? Medya biraz kıpırdadı... Birinci sayfalarını şehitlere ayıran dinci gazeteler, Amerika’nın güdümündeki iktidarın basınıdır... Toplumdaki tepkileri yatıştırmak, öfkelenen insanımızın gazını almak için bu yola başvuran dinciler, gerilim geçtikten sonra eski hamam eski tas siyasetlerine geri dönebilirler... Türkiye ise var olup olmamak sorunu karşısındadır... İki kırmızı çizgisi var Türkiye’nin.. Laiklik.. Ve bölünmezlik.. İkisini de çiğneyen kim?.. AKP.. (Türkiye’nin iktidarı..) ABD.. (Türkiye’nin stratejik müttefiki..) Tarihte böyle bir trajik komedyanın sahnelendiği çok az görülmüştür... ABD, işgal ettiği ülkedeki terör üslerini, elinin altındaki stratejik müttefikine karşı koruyor... Peki, İncirlik Üssü bu durumda ne anlam taşıyor?.. İmdat ULUSOY Çok yazılıp tartışılan bir konu olmasına karşın, sorun hala çözümlenmediği için gündemdeki yerini koruyor ve bir o kadar da güncel elbette. Burada doğup büyüyen kuşaklardan gençler, artık çocuk sahibi olacak yaştalar. İşte bunların evde çocuklarına kendi anadillerini düzgün ve güzel öğretebilmeleri ise gittikçe zorlaşan bir sorun. Çünkü kendileri anadillerini , örneğin Türkçeyi iyi öğrenememişlerse, bunu çocuklarına nasıl öğretecekler, sorusu geliyor herkesin aklına. Yabancı çocukların dil eğitim açısında çok tartışılan konulardan bir tanesi de, özellikle karma evlilik diye bilinen, anne ve babanın farklı ülkelerden veya farklı kültürlerden geldiği ailelerin çocuklarının iki dilli yetişmelerinin mümkün olup olmadığı ya da nasıl olabileceği konusu. Sözün kısası, aynı anda iki dili öğrenmek ve iki dilli yetişmek; karma evliliklerden ailelerin olduğu kadar, burada doğup büyüyen ve anne babası aynı ülkeden gelen ailelerin çocukları için de önemini koruyan bir sorun. Değişimin ve yaşamın yasaları gereği, kalıcılaşma süreci kendi yatağını kendi bularak akıp giden bir ırmak gibi sürüyor. Büyük çoğunluk geleceğini burada gördüğü için, ileriye de böyle bir perspektifle bakıyor ve buna uygun da yaşamını kuruyor. İşte bu kalıcılaşma sürecinde, eğitimdeki sorunlar da önemini koruyarak, aynı zamanda yeni eklenen başka sorunlarla birlikte karşımıza çıkıp çözüm bekliyorlar. Yeni yetişen kuşaklar evlenip çocuk sahibi oluyorlar. Anadillerini kendi çocuklarına öğretmek istiyorlar, ama yetersizlikleri nedeniyle kendi çocuklarına anadillerini öğretmede zorlanıyorlar. Karma evliliklerden olan çocuklar – tüm zorluklara karşın – okullardaki, örneğin Türkçe derslerine katılmak ve Türkçe öğrenmek istiyorlar ya da ailelerinin istekleri doğrultusunda derslere gelip katılmak istiyorlar. Bu sorunların tam karşıtı durumda, yaşamın ortaya koyduğu kabul edilmesi gereken bir başka olgu daha var: Kimi aileler, geriye dönüş diye bir düşünceleri olmayıp geldikleri ülkeyle tüm köprülerini atarak bulunduğu topluma yerleşmek istedikleri için, bunlar bilinçli ya da bilinçsiz olarak adeta “gönüllü özümlemeye evet” der gibi, anadil diye bir sorunlarının olmadığını ileri sürebiliyorlar. “İnsanın doğduğu değil, doyduğu yerdir vatanı” anlayışı kapsamında, bu tür görüşte olanları ve yaşamın ortaya koyduğu bu gerçekçiliği de saygıyla karşılayıp, bu sorunsalı kimi milliyetçi ya da dinci yaklaşımların bakış açısıyla değerlendirip yanılgılara da düşmemek gerekiyor. “Devlet kafası” ya da “devlet politikası” gözlüğüyle bakanlara göre bunlar sanki suç işlemişlerdir. Vatanseverliğinden kuşku duyulur ve aslını inkar ediyorlar diye suçlanarak karşılaşıldığında selam bile verilmek istenmez. Ama her şeyin durmadan değiştiği dünyamızda, en büyük öğretici ve ayırtman olan zaman ve değişimin ilerde onlara da bu konuda dersini verip ikna edeceğinden emin olabiliriz. Her şey bir yana, bizi ilgilendiren can alıcı bir sorun var: Aynı anda iki dili öğrenen çocuklar zorlanmıyorlar mı? Her şeye karşın çocukları iki dilli yetiştirmek günümüzde mümkün mü? Gerekli mi? Ne yapmak ya da nasıl yapmak gerekir? İşte çok tartışılıp konuşulan bu ve benzeri sorunlar ve yanıt bekleyen bunca sorular... ??? Çocukların iki dilde eğitilmeleri avantaj mı? Bu konuda nasıl bir yöntem izlenmesi gerekiyor? Günümüzde iki dilli eğitimin genel olarak çocuklar için büyük bir avantaj olduğu tartışması bilinen bir gerçek. Bu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Fakat bu eğitim sürecinde yanlışlar da yapılabiliyor ve bu yanlışlar çocuğun okuldaki başarısını olumsuz etkiliyor. Sonuçta çocuk hem anadilini hem de ikinci dili yeterince öğrenemiyor. Bu konuda özellikle çocuk psikologlarının birleştiği nokta şu: Her iki dilin öğretilmesinde tek bir yöntem kullanılmalı. Anne nin yüzde 47’lik oyla ikAKP’ tidar olmasından sonra ülkemizde yaşananları okurlarımıza her gün aktarıyoruz. Yaşananlar, dinci rejimin temellerinin atıldığının göstergesidir.. Ilımlı İslam modeli Batı’nın, başta ABD’nin dayatmasıyla yeşermeye başladı. “İran olmadı, Malezya verelim” mantığı, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin temeline dinamit koymaktadır. Son günlerde yaşanılan dinci gelişmelere yönelik örnekleri sıralarsak sayfalar yetmez. Kamu kurumlarında yemekhanelerin kapatılması, iftar saatinde işlerin durması, bu yöndeki dayatmaların iktidardan alınan güçle yapıldığını ortaya koyuyor.. Üstelik ders kitaplarında yapılan içerik değişiklikleri, Atatürk ve arkadaşlarının başarıları yerine Osmanlı’nın övülmesi, bir art niyetin de göstergesidir.. Tüm bu örnekler karşısında, başta üniversite rektörlerinin kaygılarını dile getirmeleri, ne yazık ki yine iktidar partisini rahatsız ediyor. “Cemaat kültürünün önü açılıyor” diyen bilim ve hukuk adamlarının söylemleri, bilindiği gibi medyada yeterince yer almıyor.. Türbanlı, kara çarşaflı, cüppeli, şalvarlı kılık kıyafetle dolaşanların sayısının her geçen gün artması, bırakın küçük kentleri, büyük kentlerin bile İran ya da Suudi Arabistan görünümüne büründüğü izlenimini veriyor.. Dışarıdan bakıldığında Türkiye için ilginç tespitleri de okuyoruz. İtalyan Modern Tarih Profesörü Roberto de Mattei, Başbakan Erdoğan’ın gerçek hedefinin Avrupa Birliği olmadığını, İslam devleti olduğunu öne sürüyor.. 22 Temmuz seçimleri sonrası ülkemizde yaşananları Cumhuriyet okurları yakından izliyor. Manşetlerimiz dinci rejime gidişin kaygılarını ortaya koyuyor.. İş dünyası, üniversiteler, askerler, barolar, muhalefet partileri ve meslek odaları, laikliğin tehlikede olduğunu dile getirmektedir.. Buna karşın Başbakan ve bakanlar, verdikleri demeçlerle gerginliğin daha da tırmanmasından yana tavır koyuyorlar. Laiklik karşıtı gelişmelerin yanı sıra her gün gelen şehit haberleri de AKP iktidarının PKK terörü karşısında somut girişimde bulunmadığını ortaya koymaktadır.. İyi haftalar... ve babanın evde olsun dışarıda olsun çocuklarıyla sadece anadilinde konuşmaları gerekir. Bu yöntem, anne ve babası ayrı iki dili konuşan çocuklar için de geçerli. Örneğin baba Türk, anne Alman ise, babanın tam bir kararlılıkla sadece Türkçe, annenin ise Almanca konuşması gerekiyor. Peki annebabası Türk olan ve iki dilde büyüyen çocuklar için böyle bir eğitim sorun olabilir mi? Anne ve babanın evin dışında da yalnızca Türkçe konuşması ve iki dili karıştırmamaları çok önemli. İki dili karıştırdıkları zaman, kimi çocuklar neyin Almanca neyin Türkçe olduğunu anlayamazlar. Bu da onların iki dili de yanlış öğrenmelerine neden olur. Kısacası çocuk ne doğru dürüst Türkçe ne de Almanca öğrenebilir. Türkçe konuşurken her cümlede birkaç Almanca sözcük kullanır ve ileride dili, dilbilgisi açısından öğrenip kavramada ya da iki dili ayırt etmede güçlük çeker. Bu konuda çarpıcı bir örnek verilebilir. Türkiye’den evlilik nedeniyle gelen iki çocuklu bir annenin bir radyo röportajında söyledikleri oldukça ilginç ve düşündürücü: “Benim iki çocuğum var. Bu konuda ben biraz hata yaptım. Çünkü ben kendim de, Almanya’ya evlendikten sonra geldiğim için, Almancayı öğrenmek istedim. Bu yüzden çocuklarımla yarı Almanca, yarı Türkçe konuştum. Ve sonuçta, şu andaki durumda, çocuklarımda Türkçede hafif, biraz, hafif demeyeyim de, epeyce aksaklık var. İki dilde yetişen çocuklar tabii ki avantajlı. Çünkü biz bir başka ülkede yaşadığımız için, çocuklarımız mecburen Almancayı öğrenecekler, fakat Türkçeyi de kendi dilimiz, anadilimiz olduğu için öğrenmeleri şart. Bu yüzden anne ve babalara çok görev düşüyor. Ve ben bu hatayı yaptım. Kendim yarım yarım konuştum. Çocuklarımın gerçekten Türkçe dilinde aksaklıkları var, çok büyük sorun sayılacak kadar olmasa da. Bunu telafi edip Türkçe konuşarak arayı kapatmaya çalışacağım.” D ilan renkli CUMHURİYET 02 CMYK