06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 Medyada otosansür Düşünce kuruluşu Freedom House’un raporunda, medya kuruluşlarına sahip dev holdinglerin iş çıkarları için haberleri etkilediği vurgulanıyor Elçin POYRAZLAR WASHINGTON Washington merkezli düşünce kuruluşu Freedom House’un (Özgürlük Evi) Türkiye’ye yönelik raporunda ordu, hükümet ve medya konusunda mesajlar verildi. 30 ülkede yönetimlerin incelendiği ve önerilerin sunulduğu “Kavşaktaki Ülkeler 2007” başlıklı raporlar dizisinde Türkiye’ye yönelik olarak hükümetin ordu üzerinde sivil denetimi, ifade özgürlüğünü ve yargının bağımsızlığını sağlayacak anayasal düzenlemeleri getirmesi gerektiği uyarısı yapılıyor. Raporda “Türk ordusunun askeri, savunma ve güvenlik konuları dışında kamuoyu açıklaması yapmaması gerektiği” ve herhangi bir müdahalesinde hükümetin buna karşı çıkması önerisi yapılıyor. bir güce sahip olduğu pek çok kararın başbakan ve küçük bir danışman grubuyla alındığı” vurgulanıyor. Editörler ve gazeteciler arasında otosansürün uygulandığına dikkat çekilen raporda “Medya kuruluşlarının neredeyse tamamı medya dışında pek çok sektörde çıkarı olan dev holding şirketlerine ait ve bu şirketler kendi iş çıkarlarına hizmet etmesi için haberleri etkiliyorlar. Üstelik bu şirketlere yönelik siyasi kayırma için olumlu haber yaptıkları suçlamaları da bulunuyor” ifadeleri yer alıyor. Rapor Türk medyasını “kalitesi düşük” olarak niteliyor. AKP’nin seçim öncesinde dokunulmazlığı kaldıracağı sözünün anımsatıldığı raporda, hükümete dokunulmazlıkların kaldırılması çağrısı yapılıyor. Raporda ayrıca Türkiye’de hükümet düzeyinde ve günlük yaşamda oldukça fazla yolsuzluk yaşandığına dikkat çekiliyor. İfade özgürlüğü konusunda Türk Ceza Yasası’nın 301. maddesinin kaldırılması çağrısının yapıldığı raporda kadın hakları, dini azınlıklar, Kürtlerin durumuna yönelik uyarılar yer alıyor. C dış haberler ATİNA’DAN MURAT İLEM 12 EKİM 2007 CUMA Batan Geminin Malları tıkları ekrandan seyirciyi memnun etmeye çalışıyorlar. Milyarlarca Avro’luk borç varmış, reytingmiş, kimin umurunda. Önemli olan titrinin başında “armatör” ya da “medya patronu” ifadelerinin olması. Her şey doğru giderse, bu kişiyi de 6 Kasım’da yapılması beklenen SabahATV ihalesinde göreceğiz. Finansbank’ı Yunan Ulusal Bankası (National Bank Greece), Tekfenbank’ı Eurobank satın aldı. Adabank’ın Euorobank’a satışı ise, şimdilik MİT bilgilerine takıldı. Çünkü yönetim kurulunun içinde Yunan gizli istihbarat örgütü EİP’in eski başkanının olması işleri karıştırdı. Aslında Adabank’ın peşinde olan Eurobank, Yunanlıların önemli bir bölümü tarafından bazı pek hayırla anılmıyor. Bu banka ile çalışanlar sistemi “elini ver, kolunu alamazsın” şeklinde özetliyorlar. Bu noktada bankanın Adabank’ı almak için hâlâ çok çok üst (!) düzeyde kulis çalışmaları yaptığı da kulağımıza geliyor. Belki de “zaman her şeyin ilacı” diye düşünüyorlar. ??? Türkiye’de bunlar olup biterken, geçtiğimiz günlerde Yunan ulusal bankacılık konseyinin izni ile Ziraat Bankası’nın bu ülkede iki şube açması konusunda anlaşmaya vardı. Anlaşmanın imzalanmasından hemen sonra Ziraat Bankası yetkilileri Atina’nın Kolanoki semti ile Trakya’nın Gümülcine şehirlerinde iki yer kiraladılar. Ardından bir yöneticiyi Yunanistan’a göndererek kuruluş çalışmaları ile ilgilenmesini istediler. Zaten Türkiye ile Yunanistan arasındaki fark da bu noktada başladı. Vize süresi içinde Atina’da çalışmalarda bulunan Ziraat Bankası yöneticisi, vizenin sonunda oturma izni için başvuruda bulununca komşunun mantalitesini anlamakta gecikmedi. Oturma izni için vergi numarası gerekiyordu. Vergi numarası almak için ise bankada bir hesap numarası gerekiyordu. Bu hesabı açtırmak üzere bankaya gidildiğinde yabancı olduğu için hesabın açılamayacağı kendisine söylendi. Türkiye’de bırakın şube açmayı, banka almak isteyenlere tüm bürokratik kolaylıklar sağlanırken, Yunanistan’da çalışmak isteyen Türk bankacıların önüne bürokrasi duvarı çıkartılıyor. Ziraat Bankası’nın yönetici pozisyonundaki Türk şimdi Ankara’daki Yunan konsolosluğundan oturma vizesi almaya çalışıyor. Ardından tekrar Yunanistan’a dönerek oturma, çalışma izinlerini almaya çalışacak. Sebebi basit, Yunanistan’da “koş vatandaş, koş” diyerek milli servetlerini tezgah üstünde satan “Mahmutpaşa çığırtkanları” yok. Başta bürokratlar olmak üzere herkes ülkesinin varlığını, bütünlüğünü ve menfaatlerini düşünüp ona göre hareket eder. Türkiye ile aradaki fark ise bu noktada ortaya çıkıyor. Türkiye gemisi henüz batmasa da mallarımız kapış kapış. Alana da satana “hayırlı” olsun. [email protected] HÜKÜMETE ELEŞTİRİ TBMM’nin yasaların hazırlanma aşamasında “zayıf” kaldığının iletildiği raporda, yasa taslaklarının hükümet tarafından hazırlanıp Meclis’e sunulduğuna dikkat çekiliyor. Raporda ayrıca “parti liderinin büyük İtalyan profesör De Mattei, Erdoğan’ın AB sürecini kullandığını söyledi ‘Stratejisi İslamlaştırmak’ WASHINGTON Washington merkezli Hudson Enstitüsü’nde düzenlenen bir konferansta Başbakan Tayyip Erdoğan’ın AB sürecini kullanarak Türkiye’yi İslamlaştırmaya çalıştığı öne sürüldü. “Avrupa Politikasında Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Laikler” konulu toplantıya konuşmacı olarak katılan İtalyan profesör Roberto de Mattei, “Erdoğan için ülkeyi İslamlaştırma yolunda tek seçenek AB” şeklinde konuştu. Toplantı sonunda Cumhuriyet’in sorularını yanıtlayan De Mattei, “Türkiye’nin AB’nin dayattığı demokratik reformları yerine getirmesi durumunda bir İslam devleti” olacağını söyledi. Türkiye’nin AB reformları sonucu demokratikleşme hedefiyle laiklikten vazgeçmek durumunda kalacağını söyleyen De Mattei, “AB Türkiye’yi İslamlaşmaya doğru itiyor” dedi. İtalya’nın Cassino Üniversitesi’nde Modern Tarih profesörü olan De Mattei, “Erdoğan’ın stratejisinin AB’yi kullanarak Türkiye’de ordunun gücünü çözmek ve Atatürk tarafından ortadan kaldırılan ülkenin Müslüman kimliğini geri getirmek olduğu” yönünde PORTRE İtalya’nın Cassino Üniversitesi’nde modern tarih profesörü olan Roberto de Mattei, halen Roma’nın Avrupa Üniversitesi’nde Hıristiyanlık ve Kilise tarihi konularında dersler veriyor. 2004 yılından bu yana İtalyan Ulusal Araştırma Konseyi’nde başkan yardımcısı olarak görev yapan De Mattei, 20022006 yılları arasında İtalyan Hükümeti’ne uluslararası ilişkiler konusunda danışmanlık yaptı. 19822006 yılları arasında Centro Culturale Leaponto’nun başkanlığını yapan De Mattei, tarih dergisi Nova Historica’nın genel yayın yönetmenliği görevini de yürütüyor. De Mattei, “AB Türkiye’yi İslamlaşmaya doğru itiyor” dedi. görüş bildirdi. Türkiye’nin bugüne kadar İslam ülkesi olmamasının altında laikliğin güvencesi olan ordunun gücünün yattığına dikkat çeken De Mattei, “Bu gücün ortadan kalkması durumunda köktendinciliğin önündeki son engel de kalkmış olacak” dedi. AB’nin Türkiye’nin önüne Batı’nın demokratik standartları olan Kopenhag kriterlerini “olmazsa olmaz” şeklinde koşul olarak getirdiğini söyleyen De Mattei, Türkiye’de demokratikleşme artıkça laikliğin azalacağını ileri sürdü. De Mattei, “Türkiye’nin AB üyeliğine destek verenler ülkenin İslamcılıkla mücadelede Batı’nın doğal bir müttefiki olacağını düşünüyor. Oysa Türkiye’de demokratikleşme ne kadar artarsa laikliğin o kadar azalacağı unutulmamalı. Bu AB’nin demokrasiye saygı gösterdiği için köktendinci partileri iktidara taşıyabilecek İslamcı bir ülkeyi üyeleri arasında sayması anlamına geliyor” şeklinde konuştu. “Erdoğan’ın stratejisinin” bu yönde olduğunu belirten İtalyan profesör, “Ben bir İslamcı olsaydım AB üyeliğini desteklerdim. Bence Türkiye’nin AB üyeliği ne Batı’nın ne de laik Türkiye’nin çıkarına” dedi. De Mattei “Laik ama daha az demokratik Türkiye, AB için daha iyi” dedi. De Mattei bu nedenle Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıktığını da sözlerine ekledi. İslamcı öğrenciler hasta seçiyor Dış Haberler Servisi İngiltere’de İslamcı tıp fakültesi öğrencilerinin, dini inançlarına ters düştüğü gerekçesiyle alkol kullanımı ve cinsel ilişki yoluyla bulaşan hastalıklarla ilgili derslere girmeyi ve bu konulardaki sınav sorularını yanıtlamayı reddettikleri belirtildi. İngiliz Sunday Times gazetesinde yer alan haberde, bazı İslamcı intern doktorların İslam’da içki içmenin ve evlilik dışı cinsel ilişkinin günah olması nedeniyle bu tür vakalara müdahale etmek istemedikleri ifade edildi. Az sayıdaki bazı İslamcı öğrenci ve intern doktorların da karşı cinsten hastalara bakmak istemedikleri kaydedilen haberde, mezuniyet sınavlarına hazırlanan bir erkek öğrencinin mezuniyet hakkını kaybetme pahasına bir kadın hastayı muayene etmeyi reddetmesi örnek olarak gösterildi. İngiltere Tabipler Birliği ve İngiliz Tıp Konseyi, İslamcı tıp öğrencilerinin bu yöndeki şikâyetlerini doğrularken, bu tür davranışların onaylanamayacağına dikkati çekti. IBBIN TEMEL İLKELERİYLE ÇELİŞİYOR’ İngiliz Tıp Konseyi Eğitim Komitesi Başkanı Peter Rubin, hastalara yönelik cinsiyetçi ve önyargılı yaklaşımın, tıbbın temel ve etik ilkeleriyle çeliştiğini vurguladı. İngiliz Müslüman Konseyi ve Müslüman Doktorlar ve Diş Hekimleri Birliği de, alkol ve cinsel hastalıklarla ilgili bilgilerin, bunlarla mücade ‘T lede gerekli olduğunu savunarak Müslüman öğrencilerin itirazlarına katılmadıklarını dile getirdiler. Sunday Times, Müslüman çalışanlarına alkol satmayı reddetme hakkı tanıdığını açıklayan İngiliz süpermarket zinciri Sainsbury’s’in, bu hafta da marketlerinde bulunan eczanelerdeki Müslüman çalışanların doğum kontrol hapı satmayı reddetmelerine imkân tanınacağını açıkladığını bildirdi. Haberde, aralarında İslam araştırmacılarının da bulunduğu pek çok akademisyen ve Müslüman din adamının, Sainsbury’s’in ilk kararından sonra yaptıkları açıklamalarda “Her Müslüman’ın işinin gerektirdiği profesyonel sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiği” şeklindeki sözlerine dikkat çekildi. ükümetin özelleştirme politikaları tek kelime ile “Mahmutpaşa işi” olarak özetlenebilir. Tezgahın üzerindeki çığırtkanlar gibi “koş vatandaş koş, batan geminin malları bunlar” şeklinde bağırmasalar da, uygulamada tezgah üzeri çığırtkanlarından bir farkları yok. Borsanın yüzde 70’i yabancıların elinde. Bankaların maşallahı var. Yeraltı ve yerüstü servetleri talan edilmiş. Önüne gelen “yabancı”, bir şey kapıp götürüyor. Tabii “götürüyor” derken, malı değil, paraları götürüyorlar. İşin ilginç yanı, son ikiüç yıl öncesinde bir Yunan bankası Türkiye’ye gelerek banka alıp işletecek denseydi kimse inanmazdı. Ama oldu! Bugün artık Yunan firmaları, bankaları, iş adamları (küçük, orta, büyük) Türkiye’de “Mahmutpaşa’da dolaşır gibi” dolaşıp, çığırtkanların tezgahındaki malları kapış kapış alıyorlar. Yunan basınında yer alan haberlere göre Türk firmalarını satın alan Yunanlılardan bugüne kadar kimse zarar etmediği gibi, kâr oranları bazı şirketlerde bir önceki yıla göre yüzde 50’lere kadar yükselmiş. Bu durumda akıllı Yunanlı yatırımcılar için yapılacak tek şey sadece kimlik kartı ile (pasaport gerekmiyor) Türkiye’ye koşup giderek “batan geminin mallarından” nasiplenmek. Bürokratik tüm kapılar önlerinde sonuna kadar açılmış durumda. İşleri kolay ve çabuk görülüyor. Sistemi hatırlatmak isteyen memurun yukarıdan (!) tepesine biniliyor. Yunanlılar Türk pazarına Avro ile girdikleri için Türk firmalarının da ağzının balı akıyor. Satmaya niyeti olmayanlar bile karşılarında Avro’yu görünce yelkenleri indirip firmalarına ya Yunanlı ortak alıyorlar ya da tamamını satarak başka arayışlar içine giriyorlar. Şimdi denebilir ki, “kardeşim sana ne, alan memnun satan memnun”... İyi güzel de, bu gelen paraların 2001 ya da daha önceki krizlerde olduğu gibi yeniden çıkışını düşünebiliyor musunuz? Önümüzdeki ay TürkYunan ekonomik ilişkileri anlamında bir ilk daha gerçekleşecek. Yunanistan’da televizyon kanalı sahibi olan bir armatör Türk medya sektörüne girmek için SabahATV ihalesine katılacak. Yıllardır basında yazıp çizilenlere bakılırsa adamın sadece devlete olan borcu (iki yıl önceki rakamlarla) 1.3 milyar Avro. Söz konusu rakamın bugün için ne kadara yükseldiğini bilmiyoruz. Ancak bildiğimiz, başta Yunan SSK kurumu ve vergi daireleri olmak üzere tüm alacaklılar borcun tahsili için hükümetin verdiği “izin” ölçüsünde haklarını aramaya çalışıyorlar. Yani adam borcunu ödeme konusunda sabıkalı. Ama dedik ya, Türkiye’deki tatlı kâr oranları onun da yolunu İstanbul’a düşürdü. Söz konusu işadamının sabıkaları sadece parasal anlamda olsa iyi, televizyon kanalı işlettiği için bayanların da gözbebeği. Hepsi sırada, bir fırsatını bulduklarında önce adamı memnun (!) ediyorlar, ardından patronla olan dostlukları (!) sayesinde torpilli olarak çık H lman Birlik 90/Yeşiller Partisi Eşbaşkanı ve de AlmanTürk Parlamenterler Dostluk Grubu Başkan Yardımcısı Claudia Roth bir öfkelenmiş ki sormayın… Şu sözler ona ait: Barışı teşvik etmeyen biri varsa o da Orgeneral Yaşar Büyükanıt’tır… Ağır değil mi?.. Ancak Roth, bununla da yetinmemiş, içini tamamen boşaltmış: Türk Silahlı Kuvvetleri barışa hizmet etmiyor… Demokratik Toplum Partisi (DTP) ile PKK’yi aynı kefeye koymaktan vazgeçelim. Konuşması bana 1994 olaylarını hatırlattı. O zaman da Leyla Zana gibi Kürt milletvekilleri Meclis’e girmişti, ama sonra tutuklanmıştı. Sonra da kirli bir savaş yaşanmıştı. Büyükanıt’ın, demokratik yollarla seçilmiş politikacıları Meclis’ten kovma girişiminde bulunduğunu görüyorum… Uzun süredir Avrupa Birliği cenahından böyle zehir zemberek, böyle direkt hedef gösteren bir açıklama gelmemişti. Yıllarca, binlerce şehit, on binlerce kayıp verilerek yapılan teröre karşı mücadelenin “kirli bir savaş” olduğunu da Roth Hanım sayesinde öğrenmiş olduk!.. Şimdi de DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ün aynı zaman dilimi içinde böylesine değerli bir desteği arkasında hissetmenin hazzıyla söy A DÜZ ÇİZGİ ÜMİT ZİLELİ söz etmişim. Roth, ‘Kirli Savaş’ Dedi!.. su’nun Alman Heinrich Böll Vakfı’nın desteğiyle düzenlediği “Türkiye’de Kürtler: Barış süreci için temel gereksinimler” toplantısında söyledi… Biliyorum, siz şimdi “Bir Alman vakfının taa Diyarbakır’da, hem de siyasetin göbeğinde ne işi var” şeklinde fanteziler geliştireceksiniz… Bence hiç zahmet etmeyin, ülkenin dört bir tarafında her türden “toplantı” düzenlemek serbest. Çünkü bu topraklar, bu beyzadelerin babalarının çiftliği!.. Benim takıldığım, milletvekilinin gayet açık bir biçimde dile getirdiği iki sözcük: Biz sizleşiriz!.. Ne kadar açık, ne kadar net! Adam daha ne söylesin?.. Kara Kuvvetleri Komutanı Başbuğ, “bölgede yeni aidiyet arayışları yaratmaya çalışanlardan” söz ederken tam da bu durumdan söz ediyordu. Arşivime baktım, son üç sene içinde Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde kotarılmaya çalışılan “Barzanileştirme operasyonundan” bıktıracak denli çok lediklerine bakalım: Birileri rahatsız oluyor diye düşüncelerimize zincir vurmayacağız.. ??? Peki, bu arkadaşları ve de onları destekleyen işbirlikçi kalem takımını bu denli öfkelendiren neydi?.. Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın 1 Ekim günü Harp Akademileri’nin açılışında yaptığı konuşmaydı. Ne demişti Büyükanıt? Bir DTP milletvekilinin konuşmasını gündeme getirmişti: “Biz PKK’ye terör örgütü diyemeyiz. Terör örgütü dersek biz sizleşiriz” diyordu. Bunun hukuk içerisinde mutlaka çözüm bulması lazım. Çünkü on binlerce Mehmetçiğimiz dağlarda terörle mücadele ederken bu ülkenin başşehrinde bu lafların söylenmesi hazindir ve buna tedbir alınması gerekir. Peki, kim diyordu bu “hazin” sözleri? Bir değil ki pek çok!.. Ama biz sonuncusuna, Büyükanıt’ın işaret ettiğine bakalım; bu lafları DTP Milletvekili Selahattin Demirtaş, Diyarbakır Baro ??? İşte içerideki işbirlikçilerle dışarıdaki efendileri Büyükanıt’ın bu karşı çıkışına köpürüyor, öfkeden deliye dönüyorlar… Hiç sıkılmadan, “Genelkurmay Başkanı siyaset yapıyor” diyorlar, “TSK barış istemiyor” diye suçluyorlar, “kirli savaş” karalamasını hiç vicdanları sızlamadan ülkenin boynuna asıveriyorlar… Eğer Büyükanıt’ın söylediklerini söylemek için ille de üniformasız olmak gerekiyorsa, ben aynı sözcüklerle haykırıyorum. Diğer deyişle, ülkenin paramparça edilmesini, ılımlı İslam adı altında Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkılmasını, ortaçağ kalıntısı bir zihniyetin iktidarını desteklerseniz demokrat, karşı çıkarsanız faşist oluveriyorsunuz. İşbirlikçinin sıfatı demokrat olduysa, gönül rahatlığıyla onlar tarafından yapılan her türlü ithamı şeref nişanı olarak taşıyacağımı da ilan ediyorum… Bu yazıyı, sanırım iki hafta önce “Köprü” isimli televizyon dizisinde, teröristlerin bir askeri karakola yaptığı saldırıdan sonra, şehit on sekiz askerin başucunda, ağlayarak söylenen bir cümleyle bitirmek istiyorum: Biz, ihanetle uzlaşmanın adını barış koymuşuz… umitzileli?gmail.com Savaş 50 yıl sonra bitiyor Dış Haberler Servisi 50 yılı aşkın süredir teknik olarak birbirleriyle savaş halinde gözüken Kuzey ve Güney Kore, kalıcı bir barış antlaşmasının imzalanması yönünde anlaştı. Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jongil ile başkent Pyongyang’da ağırladığı Güney Koreli meslektaşı Roh Muhyun’un dün imzaladıkları tarihi ortak bildiride, “Kuzey ve Güney Kore, mevcut ateşkesin yerine daimi barış nizamı getirilmesi görüşünü paylaşmaktadır” denildi ve bu çerçevede anlaşmaya yönelik uluslararası bir görüşme yapılması çağrısında bulunuldu. Yarımadanın 1945’te bölünmesinden sonra Kuzey ve Güney Kore liderlerini ikinci kez bir araya getiren zirvenin üçüncü ve son gününde imzalanan bildiride iki taraf arasında gerilimi azaltmak, sorunları gidermek için diyalog sürecinin başlatılacağı da yer aldı. Bu çerçevede iki ülkenin başbakanlarının gelecek ay Güney Kore’nin başkenti Seul’de, savunma bakanlarının da Kuzey Kore’nin başkenti Pyongyang’da bir araya gelecekleri belirtildi. İŞBİRLİĞİ BÖLGESİ Tarafların, kargo treni seferlerine tekrar başlanması ve yarımadanın batısında kalan deniz sınırında bir işbirliği bölgesi oluşturulması konusunda da mutabık kaldıkları açıklandı. Barış antlaşmasına, ateşkes antlaşmasına imza atan Çin ile ABD’nin de destek vermesi gerekiyor. 1953 yılındaki ateşkes antlaşması, Güney Kore tarafından imzalanmamıştı. ABD Başkanı George Bush, barış antlaşmasının, K. Kore’nin nükleer çalışmalarına son vermesi halinde gündeme gelebileceğini söylemişti. Pyongyang’ın, Yongbyon reaktörünü yıl sonuna kadar kapatmayı kabul ettiği bildirilmişti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle