06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 Gazeteciyazar Çölaşan AKP iktidarı döneminde medyada yaşanan baskıları ve ‘kovuluşu’nun perde arkasını kitaplaştırdı ‘Kovulduk ey halkım unutma bizi’ Çölaşan, 30 yıllık gazetecilik yaşamının sayısız belge açıkladığı, gündem yarattığı, gerçekleri ortaya koyduğu, hakkında yüklü tazminat davaları açıldığı fırtınalı ve bir o kadar da başarılı dönemini geçirdiği Hürriyet dönemine “kovulmayla” nokta konulmasını tüm açıklığıyla anlattı. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Hürriyet gazetesindeki yazılarına son verildiğini, bir yemekte gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ten sözlü olarak öğrenen, resmi olarak gazeteden ayrıldığı 31 Ağustos’tan bu yana konu hakkındaki ayrıntıları konuşmayan Emin Çölaşan, “Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi” adlı kitabında olayın perde arkasını yazdı. Çölaşan kitabında, AKP iktidarıyla birlikte kendisine uygulanan baskı ve sansürü belgeleriyle ve çarpıcı diyaloglarla anlattı. Çölaşan’ın meslek yaşamının 22 yılını geçirdiği, 18 yıl köşe yazdığı Hürriyet’ten kendi deyimiyle “kovuluşu” Türkiye gündeminde uzun süre yer aldı. Çölaşan, 30 yıllık gazetecilik yaşamı C kültür LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL 12 EKİM 2007 CUMA Bayan Blair’in Eli Kalem Tutuyor Nazmiye Hanımefendi’nin de, hem de gazetecilerin önünde eşi Demirel’e “yine atmaya başladın” dediğini söylerler. Bana en çarpıcı geleni de İtalya eski başbakanı Silvio Berlusconi’nin eşi Veronica Lario’dur. Çok güzel bir kadın olarak tanınıyor oluşunun yanı sıra, sağcı başbakanın hem de bir hayli solcu eşi olarak da biliniyor. Berlusconi iktidardayken, solcu Radikal Parti’nin politikalarını desteklediğini söylemesi unutulur gibi değil. İtalya’da, Solun Demokratları ile Papatya Hareketi’nin birleşmesiyle oluşacak olan Demokrat Parti, Veronica’ya adaylık teklifi yaptı geçtiğimiz günlerde. Keşke o da anılarını yazsa da, Berlusconi’ye ilişkin kimi ayrıntılardan haberdar olsak. ??? Cherie Blair’in, kocasına yaşattığı en büyük korkunun, Gordon Brown’la ilgili ayrıntılar olduğu söyleniyor. Başbakanlık sırası konusunda yıllar önce yapılan anlaşmaya uymayan Tony Blair ile Brown arasında bir ara tatsızlaşan ilişkiler döneminde, Blair’in, Brown’a ilişkin dile getirdiği bazı ifadeleri kitapta yer alacakmış. Tony Blair’in korkusu, Brown’la şimdi bir “barış dönemi” yaşarken, yeniden tatsızlık çıkma ihtimali. Kişisel olarak beklentim, Cherie’nin eğer intihar bombacılarına ilişkin, bir PR taktiği değilse, sergilediği cesur tutumu, Blair’in Irak işgalindeki rolüne ilişkin ayrıntıları anlatma konusunda da sergilemesi. Tony Blair’in bu konudaki gerçek duygularından haberdar olmayı çok isterim doğrusu. Ev içinde bile olsa yapılanın yanlış olduğunu söylediğini duymak, savaş karşıtı oluşumda ne kadar haklı olduğumu gösterecek. Haklı olduğumun kanıtlanması için Blair’in itirafına elbette ihtiyacım yok, fakat, biraz da savaşın başlatıcısı bir adamın vicdanen rahatsız olmasından alacağım keyfin peşindeyim ben. Haddime değil ama Tony Blair’e de bir hatırlatma yapayım istiyorum. Haline şükretsin. Bayan Blair, evet endişeye yol açacak da olsa, sadece anılarını kaleme alıyor. Oysa ne eşler var ki, kocalarını ne hallere sokmuşlardır. İngiltere tarihinden bir örnek vereyim isterse. 11. yüzyılda Murcia Kontu Leofric’in eşi Lady Godiva, kocasını yöneticisi olduğu bölgede uyguladığı yüksek vergi politikasından vazgeçirmek için Coventry sokaklarını atın üzerinde çırılçıplak dolaşmıştı. Tony Blair, Leofric’ten ne kadar şanslı bir erkek olduğunu bilsin bence. Ya Bayan Blair’in eli kalem tutmasaydı? Düşünsenize bir. [email protected] ‘Gülen’le ilgili yazma’ ölaşan, 12 Kasım 2004’te, birkaç Çgili gün önce Fethullah Gülen’le ilyazdığı bir yazı için Özkök’ün kendisini aradığını anlatarak şu konuşmayı aktarıyor: “ Yav gözünü seveyim, Fethullah Gülen’le, Zaman gazetesiyle ilgili bir şey yazma. Niçin? Bir şey mi oldu? Onlar da yasak kapsamına mı alındı? Bu Zaman gazetesinin dağıtımını biz yapıyoruz. Her gün 500 bin gazetenin dağıtım parasını alıyoruz. Herifleri ürkütüp kaçırırsak, Sabah’ın dağıtım şirketiyle anlaşırlar. Çok büyük para kaybederiz. Senin anlayışına havale ediyorum. Eh yani, bu kadarına pes diyorum! Lütfen, bundan sonra bunlara dokunma.” Çölaşan, Özkök’ün daha sonra Zaman gazetesini ziyaret ettiğini, övgüler düzdüğünü, kendisine orada yakası kapalı özel Fethullah Gülen gömlekleri armağan edildiğini ve Özkök’ün bunları köşesinde yazdığını, çok mutlu olduğunu da ekliyor. nın Hürriyet dönemine “kovulmayla” nokta konulmasını tüm açıklığıyla anlattı. Çölaşan’ın, Hürriyet’ten resmen ayrıldığı 31 Ağustos 2007’nin ardından, bir ayda yazdığı kitabı “Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi” Bilgi Yayınevi’nden çıktı. Çölaşan kitabında, “Hürriyet’te AKP iktidarı döneminde neler olduğunu, nasıl kovulduğunu, kovulma öncesinde ve sonrasında yaşadıklarını, basındaki iktidar korkusunu, baskıyı, sansürü” bir “medya belgeseli” tadında aktarıyor okuyucuya. OLDU’ na iki ay önce mektup yazıp uyardım. Ben aynı doğrultuda yazılar yazıyorum; sizi niye kavgaya yönelteyim ki? Bak dinle beni; ekonomi iyi gidiyor. Ben özelleştirmeden yanayım. Bazı kaygılarım var ama.. bunlar olsa bile niye senin yüzünden durup dururken iktidarla kavga edeyim? Sen ve senin gibilerle mutabık değilim...” yaptın köşende. Ben buna izin vermem. Topal kim? Doğu Perinçek. Evet, gayet normal bir alıntı idi. Alıntı her yerden yapılır. Bak sevgilim, sen bizim gazetenin en çok okunan yazarı idin. Ben bu konuda gizli araştırmalar yaptırırım. Bu takıntılı yazılarından sonra, artık en çok okunan değilsin. Aman Aydın Bey, Ertuğrul’a göstermiştim ama önemsemedi. Bakın şu bir hafta içerisinde okurlardan gelen binlerce mesaj işte şu yığında. Ne olur, merakınızdan şöyle bir göz atın hiç değilse.. ya da bunları size vereyim, İstanbul’a götürün ve güvendiğiniz birine okutun. Hürriyet okurları işte bu yığınlarda. Hepsi belgeli. Sen onları boş ver. Türkiye’de birkaç yüz kişi vardır, habire mesaj gönderip gaz verirler, dolduruşa getirirler.” ÖZKÖK MÜDAHALESİ Ertuğrul Özkök’ün 2003’te yazılarıyla oynamaya başladığını anlatan Çölaşan, durumu ancak ertesi gün yazısı yayımlandığında gördüğünü belirtiyor. Özkök’ün yazılarına müdahalesini Çölaşan; “Telefon açıp uyarıyordum. Bu yaptığının çok çirkin ve saygısızca bir davranış olduğunu söylüyordum. Bir daha yapmayacağı konusunda söz veriyor, yemin ediyordu. Bazen beni arıyor, hele yazımda Başbakan, Maliye Bakanı ve hükümete eleştiri varsa pazarlık yapıyordu. ‘Yav şu cümleyi çıkaralım, bu şöyle olsun, arkadaşının hatırını kırma, sana arkadaşça yalvarıyorum’ gibi sözlerle gönlümü alıp beni razı etmeye çalışıyordu. Bazısını kabul ediyordum, bazısını etmiyordum. Böyle tuhaf ve çirkin bir ilişkiye girmiştik” ifadeleriyle anlatıyor. ‘Hükümeti eleştirme’ ylül 2005. Ankara Hilton OteE li’nin 301 numaralı odasında Doğan, Özkök ve Çölaşan bir araya geliyor ve Doğan Çölaşan’a, yazılarını değiştirmesi isteğini şöyle iletiyor: “Bak arkadaş, ben bu hükümetin ekonomik programını tamamen destekliyorum. Özelleştirme, AB, ben bunlardan yanayım. AB sayesinde memlekete yabancı sermaye akıyor. Piyasalar açıldı. Döviz düşük. Kâğıdı, mürekkebi, makineleri ucuza getiriyoruz. Biz çok rahatız. Gazetede de işlerimiz çok iyi. Sen hükümete karşı çıkıyorsun ama durum senin yazdığın gibi değil. Artık inandırcı olamıyorsun. Yazılarını değiştireceksin.” Kitapta, Doğan’ın görüşme bittiğinde ise son söz olarak Çölaşan’a “Ya benim dediğim gibi olursun ya da bu iş böyle gitmez. Hükümeti eleştirmeyeceksin” dediği de aktarılıyor. Çölaşan kendisine 16 Ocak 2007’de Özkök’ün ilettiği 3 teklifi ise kitapta şöyle açıklıyor: “1) Başbakan, Maliye Bakanı ve hükümet hakkında yazı yazma. Bizim bunlarla işimiz var. 2) İstersen uzun süreli izne çık ve bir süre yazma. 3) İstersen gazeteden tümüyle ayrıl. Bu takdirde Aydın Bey sana yüklü bir para verecek. Patron diyor ki; ‘Emin’e istediği her türlü olanağı sağlayalım, gelecek kaygısı olmasın’.” Çölaşan, Mayıs 2007’de “Sizce Suç Kimde?” başlıklı yazısında, Kelkit’te Atatürk düşmanlığı içeren afişlerin sokaklara asıldığını duyurduğunu ama yazının “kırılma noktası” olduğunu ifade ediyor. Çölaşan kırılmada Kelkit’in Doğan’ın memleketi olmasının etkili olduğunu belirtiyor. Çölaşan, Özkök’ün kendisine ‘kovulduğunu’ söyleyişini ise şöyle aktarıyor: “Bak arkadaş, Aydın Bey artık seninle çalışmak istemiyor. Diyor ki; ‘Beni patron olarak takmıyor. Ben AB’den yanayım, Emin AB’den yana olanlara hain diyor. Beni de hain yapıyor. Emin takım oyununun dışında kaldı’ diyor. Artık seni Hürriyet’te istemiyor. Ben sana bildiriyorum.” ‘BÜYÜK İŞLER SORUN Çölaşan, Aydın Doğan’ın AKP döneminde çok büyüdüğünü ve girdiği büyük işler nedeniyle sorunlarının arttığını, vergi belalarıyla karşı karşıya kaldığını belirtiyor. “Giderek yıprandı. Yıprandıkça, başına işler açıldıkça duygusallaştı. Yayıncılık ve gazetecilik, patron açısından ikinci plana düştü. Öteki işler öne çıktı. Yayıncılık, kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmaya başlandı” diyen Çölaşan, 3 Kasım 2002’den sonra her şeyin değiştiğini ve Doğan’dan ilk uyarıyı 24 Temmuz 2004’te bir mektupla aldığını ifade ediyor. Çölaşan, Eylül 2003’te aldığı ilk sözlü uyarıyı, aralarında yaşanan diyaloğu şöyle aktarıyor: “ ...Yazılarında çok acımasız gidiyorsun. Hükümeti çok eleştiriyorsun. Bunlar sende takıntı oldu. Hep aynı konuları yazıyorsun. Kişisel kavganı benim gazetemde yapıyorsun. Bunu yaptırmam. Hakkında bir sürü dava açılıyor. Benim hangi kişisel kavgam var? Herkes hakkında, herkes dava açıyor Aydın Bey. Şu anda bizim gazeteler ve televizyonlar hakkında açılmış neredeyse bin adet dava var. Yumuşak yaz. Senin yüzünden ben yara alıyorum. Çarmıha germe. Beni gereksiz yere hükümetle kavgaya sürüklemeye çalışıyorsun. Sa ‘YAZILARI OKUMAM’ Çölaşan, 11 Mart 2004’te, yerel seçimlere 17 gün kala Aydın Doğan ile arasında geçen bir başka konuşmayı ise kitabında şöyle yazdı: “ ...Yazılarım bana haber vermeden makaslanıyor. Eee, makaslanır. Ertuğrul’un hakkıdır makaslamak. Ama şu AKP dönemine kadar hiç böyle şey olmamıştı. Gazetede birileri her gün Rauf Denktaş’a bindiriyor, Belçika’dan yazan biri Cumhuriyet rejimiyle, Atatürk’le alay ediyor ama onlara dokunan yok. Onlar aynen giriyor. Makaslanan tek yazar benim. Ben o yazıları okumam. Ben gazetelerimde çıkan çoğu yazıları okumam. Onun için ne yazdıklarını bilmiyorum. Hatırlıyor musunuz; Hürriyet’i aldığınız zaman bize topluca bir konuşma yapmıştınız; ‘Ben Atatürkçü, milliyetçi adamım’ demiştiniz. Şimdi sizin o ilkelerinizi gazetede birileri sürekli çiğniyor. Bak sana bir şey daha söyleyeyim. Geçenlerde topalın dergisinden alıntı endisine 1 milyon sterline yakın para kazandıracağı söylenen anı kitabı yüzünden kocası Tony’ye bir hayli sıkıntılı günler yaşattığı söyleniyor Cherie Blair’in. Başta Irak faciası olmak üzere birçok “günahının” kaydedildiği tarih kitapları yerine, eşinin anı kitabından rahatsızlık duyması garip gelse de, Cherie’nin basına da yansımış kimi vukuatları, Tony Blair’in endişesini haklı kılıyor. Endişe, herhalde saklı kalmasında yarar görülen kimi yaşanmışlıkların anlatılacak oluşundan kaynaklanıyor. Önceden düşünüp, eşine ya da başka birine malzeme vermeseydi o da. Bazen tarih, hiç umulmadık tanıklar çıkarır güç sahibinin karşısına. Dünyanın gözü önünde yenmiş haltların tanığı tüm insanlıktır ama, insani zaafları da barındıran, öfkeleri, kıskançlıkları yansıtan kimi tanıklıklar, kişinin “mahrem”inden de çıkabilir. Tony Blair, bunun örneklerinden biri. Tabii ki ya da sanıyorum ki, Blair’in eşi, şu Irak savaşını destekler konuşmalar yapan, Demokrat Parti’nin siyah başkan adayı Barak Obama’nın eşi gibi, duyanı bile utandıran ayrıntılardan söz etmeyecek kitabında. Eşinin, her ne akla hizmetse, yaptığı açıklamalardan, Obama’nın sabah kalktığında nefesinin kötü koktuğunu, çocuklarının bu yüzden yanına yaklaşamadığını öğrenmiş olduk. Dişleri pırıl pırıl insanları severim. Bayan Obama’nın boşboğazlığı yüzünden, öyle olmasa bile, en kirli dişe sahip zatlardan biri olarak düşünmeye başladım Barak Obama’yı, elimde değil. Ağız dolusu gülerken bütün dişlerinin ortaya çıkmasını, büyük talihsizlik olarak değerlendirişim de bu nedenledir. Cherie ile Bayan Obama’nın anıdan anladıkları herhalde farklıdır. Çünkü Bayan Blair’in, Tony Blair’in “arabı” olduğunu düşünmemize yol açan kimi çıkışları olmuştu. Filistinli intihar bombacıları için “başka çareleri yok” deyişi, bir insanlık durumunu tüm çıplaklığıyla ifade eden cesur bir belirlemeydi elbette. Ama, sanki o eylemleri desteklermiş gibi algılanmıştı kimilerince, bilirsiniz. Gerçi, güç sahibi ailenin “resmi” olan bireyinin (buradaki örneğimiz başbakan) söylemlerine, “gayriresmi”olan bireyin ters laflar etmesi de aslında bir devlet politikasıdır derler ama olsun, Bayan Blair’in yaptığı takdiri hak etmiştir. ??? Var böyle hanımefendiler. Duyunca çok şaşırmıştım. Evren, kendini Cumhurbaşkanı seçtirince, eşi Sekine Hanım’ın, “Bizi halk seçmedi” diyerek Çankaya Köşkü’ne taşınmadığı yazılıdır. K nu yedi yıl önce Hakkâri’ye gittiğimde görmüştüm. Bombalanmış, hasarlı bir halde öylece duruyordu. Yöre halkı ona “Aha, Denizgillerin Köprüsü...” diye sesleniyordu. “Denizgillerin Köprüsü” Zap Suyu’nun üstünde o masum günlerin hüzünlü bir anısı gibi duruyordu. O zamanki belediye başkanından köprünün tamir edilmesi konusunda söz almıştım ama başka çok mühim işlerin arasında unutulup gitti. Şimdi bu nereden aklıma düştü, o yıllarda yani 1968’de henüz yürümeye başlayan küçücük bir kız çocuğunun 10. Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali’nin açılışında gösterilen “Devrimci Gençlik Köprüsü” adlı filmini izledim. Bizim kuşağın masumiyet günlerini anlatıyordu ve köprü o hasarlı haliyle bu masalın en acılı kişisiydi. Birileri 1999 yılında onu havaya uçurmaya çalışmıştı. Filmin yönetmeni Bahriye bu film için tam üç yıldır çalışıyor, geçit vermeyen Zap Suyu’na kurulan köprünün hikâyesi aracılığıyla bir kuşağın mücadelesini, dünyayı değiştirme isteğini anlatmayı tasarlamıştı, en O AL GÖZÜM SEYREYLE IŞIL ÖZGENTÜRK Masumiyet Günleri... du, ne kadar çok tanıdık insan var. Nasıl da yaşlanmışız, saçlar sakallar ağarmış, yüzlerde kırışıklar ama hep genç anımsanacaklar da var, işte onlar güzelim ölülerimiz... Harun mikrofon elinde tütün işçilerine seslenirken ne kadar da genç! Yönetmen o günlerin Türkiye’sini anlatırken paralel bir kurgu yapmış, Zap Suyu geçit vermezken, kışın doktora yetiştirilmedikleri için kızamıktan bebeler birer birer ölürken İstanbul’da Boğaz Köprüsü’nün yapımına başlanmış. Zap’a köprü kurulsun diye yola çıkanlar, Boğaz Köprüsü’ne karşılar. Çünkü birileri büyük rantlar elde edecek, petrole bağımlılık daha da artacak ve köprü sorunu çözmeyecek, ardından yeni köprülere gerek duyulacak, oysa ülke yararına daha farklı önemlisi 1968’lerde bu istekler sadece o genç insanların, bir avuç üniversitelinin değil, halkın, geniş yığınların da istekleriydi. O güzel günlerde ellerinde “Bağımsız Türkiye” pankartıyla yürüyen gencecik insanlar, adı Türkiye olan bu ülkede geniş halk yığınlarının temsilcileriydiler. Arkalarında on binler, yüz binler vardı. Aman tanrım kırk yıl içinde nereden nereye gelmişiz, şimdi anlıyorum neden o köprüyü bombaladılar, geçmişin güzel, masum günlerini anımsatan hiçbir şeye tahammülleri yok! Bütün başarılı belgeseller gibi Devrimci Gençlik Köprüsü filminin de ana bir cümlesi var: Hatırlamak! Bu ülkede neler oldu? Bugünlere nasıl geldik? Filmi izlerken bir ara gözlerim dol çözümler var! Böyle düşünenler bir de oyun yapmışlar. Adı “Köprü”. Bir yanda Devrim İçin Hareket Tiyatrosu sokaklara çıkmış bu oyunu oynuyor, bir yandan da Zap’ta köprü yapılıyor. Oyunun en sadık seyircileri çocuklar, Zap’ta köprü yapanların da! Yıllar sonra o çocuklar acaba bizleri anımsıyorlar mı? Yoksa unutulup gittik mi? Neyse ki, Bahriye gibi soyadına uygun Kabadayı belgeselciler var. Belleği çok da kuvvetli olmayan bu ülkede en küçük bir belge bile altın kıymetindedir. Teşekkürler. Bir düş ama kurmadan edemedim, düşümde Devrimci Gençlik Köprüsü ve yakın tarihimizi hatırlamak için yapılan pek çok belgesel bir gün ilkokullarda, liselerde gösteriliyor. Ve salonları tıklım tıklım doldurmuş çocuklar “Vay canına benim ülkemde ne güzel şeyler yaşanmış” deme olanağını buluyorlar. Düş ama belki olur. Bir de temenni, o masumiyet günlerimizin köprüsü belki yeniden yapılır. [email protected] Beynelmilel’e Barselona’da iki ödül Yönetmenliğini Süreyya Sırrı Önder ile Muharrem Gülmez’in yaptığı “Beynelmilel’’, Barselona’da düzenlenen “Uluslararası Politik Filmler Festivali’’nden iki ödülle döndü. Yönetmen Süreyya Sırrı Önder, “Beynelmilel’’in, Barselona’da düzenlenen Uluslararası Politik Filmler Festivali’ne katıldığını söyledi. Festival jürisinin yazar Murathan Mungan, İspanyol yönetmen Jo Sol, Fransız oyuncu Maryline Canto, İspanyol yapımcı Yolanda Olmos ve İtalyan akademisyen Daniela Aronica’dan oluştuğunu belirten Önder, “Beynelmilel’’in “jüri özel ödülü”nü aldığını bildirdi. Jürinin, özel ödül gerekçesini, “filmin, özgürlüklerin gasp edilmesi üzerine, kültürel simgeler ve halkın günlük yaşantısı aracılığıyla geliştirdiği şiirsel, orijinal ve evrensel metafordaki sinemasal başarısı’’ olarak açıkladığını anlatan Önder, filmin ayrıca “halk jürisi özel ödülü’’nü de aldığını söyledi. Önder, ödül törenininBarselona’da gerçekleştirildiğini belirterek en çok halk jürisi ödülüne sevindiklerini ifade etti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle