Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
EYLÜL CUMA ekonomi PARİS’TEN AVRUPA SOSYAL ŞARTI’NIN ASGARİ ÜCRETLE İLGİLİ MADDESİNE HÜKÜMET ÇEKİNCE KOYDU Adil ücrete AKP vetosu sgari ücreti 1500 YTL’ye çıkarma zorunluluğu doğacağı gerekçesiyle Avrupa Sosyal Şartı Sözleşmesi’nin asgari ücrete ilişkin maddesine AKP hükümetinin isteği doğrultusunda çekince konuldu. UĞUR HÜKÜM Sinemamızın Kerem’i Barselona’da C 9 A ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) AKP, Avrupa Sosyal Şartı Sözleşmesi’nin ‘‘çalışanların kendilerine ve ailelerine iyi bir yaşam düzeyi sağlayacak ücret hakkına sahip olduklarını tanıma’’ hükmüne çekince koydu. AKP’li milletvekilleri, ‘‘Eğer çekince koymazsak asgari ücreti 1500 YTL’ye çıkarmak zorundayız’’ gerekçesini dile getirdiler. TBMM Dışişleri Komisyonu’nda, genel kurul gündeminden komisyona geri çekilen Avrupa Sosyal Şartı Sözleşmesi’nin uygun bulunduğuna ilişkin yasa tasarısı yeniden görüşüldü. Dışişleri Komisyonu, daha önce hükümetin sözleşmeye koyduğu 8 çekinceden 4’ünü kaldırmıştı. Asgari ücretle ilgili olarak ‘‘çalışanların kendilerine ve ailelerine iyi bir yaşam düzeyi sağlayacak ücret hakkına sahip olduklarını tanıma’’ hükmüne konulan çekincenin kaldırılması ise hükümette sıkıntı yaratmıştı. Dışişleri Bakanlığı, ‘‘10 çocuklu bir asgari ücretli, geçinemiyorum diyerek AİHM’ye başvurursa tazminatların altın dan kalkamayız’’ görüşünü bildirerek komisyonun kararına karşı çıkmıştı. Bunun üzerine TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmeyi bekleyen sözleşme geri çekilmişti. Dışişleri Komisyonu’nun, basına kapalı yapılan toplantısında asgari ücretle ilgili maddeye hükümetin istemi doğrultusunda yeniden çekince konuldu. Yapılan değişikliğe tepki gösteren CHP’li üyeler, çekirdek ailenin 4 kişi olarak kabul edildiğini, bunun da bugünkü asgari ücretin iki katı ücret anlamına geldiğini belirterek ‘‘Bu da brüt 1500 YTL eder. Çalışana geçinebileceği ücreti vermek sosyal devletin gereğidir. Biz bu çekinceyi burada tartışarak kaldırdık, yeniden koymak ahlaki de değil’’ diye konuştular. Dışişleri Komisyonu Başkanı Mehmet Dülger başta olmak üzere bazı AKP’li milletvekilleri, CHP’lilerle aynı görüşü paylaştıklarını, ancak hükümetin ‘‘Bunun altından kalkamayız’’ diyerek çekincenin konmasını istediğini, buna uymak zorunda olduklarını söylediler. CHP’li Halil Akyüz, ‘‘Bu yaptığınız sosyal devlet anlayışına aykırı, bu madde ücretlerin iyileştirilmesi ve kalkınmanın tetiklenmesini sağlardı’’ dedi. CHP’li Onur Öymen de, ‘‘Neden bu çekinceyi koyuyorsunuz. Siz adil bir ücret veremiyorsanız, biz iktidara gelince vereceğiz. Bari bize engel olmayın’’ diye konuştu. Akyüz’e yanıt veren AKP’li Süleyman Gündüz, ‘‘Bu ülkede sosyal demokratlar da iktidar oldu. 19231950 yılları arasında sosyal devlet olma adına hiçbir icraat görmedik’’ dedi. Gündüz’ün açıklamalarına kızan Akyüz, ‘‘Sizin eleştirdiğiniz sosyal demokratlar, bugün yaşadığımız cumhuriyeti kurdu. Sizin köküne kibrit suyu ekmeye çalıştığınız cumhuriyet ilkelerini oluşturdu’’ dedi. AKP’li milletvekillerinin tepki göstermesi üzerine tartışma büyüdü. Akyüz, ‘‘Sizi test ediyorum’’ deyince Gündüz, ‘‘Kimse bizi test edemez. Burası test yeri değil. Ben cumhuriyet çocuğuyum. Bu Meclis’in tek sosyalisti benim’’ diye bağırdı. N İlk zengin arasında DO&CO Yönetim Kurulu Başkanı Attila Dogudan, küçük bir restorandan dev yaratan bir girişimci. Ticari hayatına babası ve annesi tarafından 1981’de Viyana’da açılan küçük bir restoranla başlayan Dogudan, 1983’ten beri birçok havayolu şirketine catering hizmeti vermeye başlamış. Dogudan, yarattığı DO&CO markasını 1998 yılında Viyana borsasında halka açmış. Dogudan, bugün Avusturya’nın en zengin 10 kişisinden biri olarak gösteriliyor. 200 milyon dolarlık cirosu olan DO&CO ise sektöründe dünyanın ilk üç şirketinden biri ve yaklaşık 2 bin kişiyi bünyesinde istihdam ediyor. KÜÇÜK BİR RESTORANDAN DEV ZİNCİRE DÖNÜŞEN DO&CO’YLA ŞİRKET KURDU THY’nin ikramı Dogudan’dan VİYANA (Cumhuriyet) Türk Hava Yolları (THY) ikram hizmetini karşılamak üzere DO&CO ile şirket kurdu. THY ve DO&CO’nun yüzde 50’şer payla ortak olduğu TurkishDO&CO adlı şirket 1Ocak’tan itibaren faaliyete geçecek. Şirket ilk etapta İstanbul ve Ankara’daki havalimanlarında 40 milyon dolarlık yatırımla iki adet yemek fabrikası kuracak. Bu fabrikalarda yaklaşık 500 ile 600 kişiye istihdam sağlanması bekleniyor. THY İkram Başkanı Ahmet Doğan, bu ortaklığın THY’nin ikram maliyetlerini önemli ölçüde azaltacağını belirterek şirketin başka havayolu şirketlerine de hizmet vereceğini söyledi. Doğan şunları söyledi: ‘‘2005’te ikram hizmetimiz için toplam 55 milyon dolar ödedik. Bu yıl ise 65, gelecek yıl içinse 7580 milyon dolarlık bir maliyet söz konusu. İkram için iki defa ihaleye çıktık ve iki firma ihaleye katıldı. Ancak ortaya çıkan fiyat bize fazla geldi. Biz de böyle bir ortaklığa giderek maliyetlerimizi düşüreceğimizi hesapladık. Diğer şirketlere de hizmet vereceğimiz için THY’nin genel kârlılığını da arttıracak.’’DO&CO Yönetim Kurulu Başkanı Attila Dogudan yapılan anlaşma gereğince şirketin yönetimin DO&CO’da olacağını belirterek, ‘‘Biz kendi birimlerimizi THY’ye sunacağız ve ikram kalitesini yükselteceğiz. Böylelikle THY’nin de ikram maliyeti düşecek ve aynı zamanda kâr edecek’’ dedi. Dogudan, THY ile yapılan sözleşmede siyasi ve yönetim değişikliklerinden etkilenmemeleri için bağlayıcı maddeler yapıldığını sözlerine ekledi. milyon kişi hiç fırçalamıyor OLCAY BÜYÜKTAŞ Yaklaşık 60 yıldır faaliyette bulunan Türkiye’nin ilk ve tek yerli dış fırçası markası Banat, Mısır’da yatırıma hazırlanıyor. Halen aralarında Amerika Birleşik Devletleri, İspanya, İtalya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın da bulunduğu 36 ülkeye ihracat yapan Banat diş fırçaları, Mısır’da üretim yapacak. Türkiye’de pazarın büyüklüğünün 30 milyon adet olduğunu söyleyen Banat Genel Müdürü Önder Kaya, AC Neilsen’in yaptığı araştırmaya göre ilk sırada yer aldıklarını söyledi. Pazarın olması gereken büyüklükten uzak olduğuna dikkat çeken Kaya, 30 milyon dolarlık pazarda yüzde 21’lik payla ilk sırada yer aldıklarını anlatarak, Türkiye’de Banat’ın 60 yıldır üretim yaptığını hatırlattı. ‘‘Yabancıların büyük ilgi duyduğu bu pazarda bizim gibi yerli bir marka olmazsa fiyatlar çok fırlar. Fiyatları dizginliyoruz’’ diyen Kaya, 175 kişilik ekiple çalıştıklarını dile getirdi. Tek üretim merkezi bulunan Banat, 60 ülkede tescilli. Türkiye’de fiyatların 50 kuruştan başlayarak 5.5 YTL’ye kadar çıktığını anlatan Kaya, yeni pek çok ürünün piyasaya çıktığı bilgisini de verdi.Üç yeni ürünle tüketici karşısına çıktıklarını anlatan Kaya, Triaction, TooBrihgt ve TooFresh ile diş fırçalayan, diş etine masaj yapan ve dili temizleyen yeni ürünlerin iddialı olduğunu belirtti. otlarımı tarayınca buldum. Kerem Ayan’la 1995 martında tanışmışım. O sıralar Paris Üniversitesi Sinema Bölümü öğrencisiydi. Ortak arkadaşlardan birinin tavsiyesiyle gelmişti. İnce uzun ve hareketli silueti, zarif jestleriyle daha uzaktan herkesin dikkatini çeken bir dış görünümü vardı. İlk bakışta biraz ‘‘snob’’ izlenimi bırakan konuşma stili, aslında edindiği aile terbiyesinin köklülüğünün, ona has dışa vurumuydu. Yakından tanıyınca özünde ne denli saygılı ve alçakgönüllü olduğunu görmüştüm. Kerem’in sinema aşkı, Yıldız Teknik Üniversitesi Makina Mühendisliği’ni son sınıfta terk ettirecek kadar kuvvetliydi. Fakat onun rüyası milyonlarca genç gibi sinema oyuncusu veya daha sınırlı bir kesim gibi ille de yönetmen, senaryo yazarı vs olmak değildi. Boyalı basında boy gösterebilmek için 19 yaşında manken, 21 yaşında şarkıcı, 23 yaşında ‘‘artizlik’’ kariyeri yarışmasına girmek niyeti hiç mi hiç yoktu. Halbuki Saint Joseph Lisesi’nde edindiği sağlam temel eğitimi, gelecek vaat eden yüksek eğitimi, genel kültür düzeyi, çevresi, ilişkileri ona kolaylıkla konforlu bir yaşamın kapılarını açabilir, hatta fiziği ve kişiliğiyle Yeşilçam’da sorunsuz şansını deneyebilirdi. Ancak o zorlu yolu seçti. Çok yönlü, geniş ufuklu gerçek bir ‘‘Sinema İnsanı’’ olacaktı. Sinema denen çağdaş sanat okyanusunun, çoğu zaman gölgede kalan nankör derinliklerine dalıp uzmanlığını, yaratıcılığını çok boyutlu hazırlayacak ve kullanacaktı... ??? Dar olanaklarla geldiği Paris’te hem çalıştı, hem de Ecole Superieure de Realisation Audiovisuelle (ESRA) okulunu ve Paris Diderot Üniversitesi Sinema Bölümünü bitirdi. Gece gündüz, hafta sonu, bayram tatil demeden hem mesleki deneyimlerini arttırmak, hem de hayatını kazanmak amacıyla mücadele etti. Gerek Uluslararası Fransız Kamu Radyosu (RFI) yayınlarında işbirliği yaptığımız 1995 2001 yıllarında, gerek bu sürenin öncesinde veya sonrasında düzenli sinema dünyasıyla haşır neşirdi. Sanmayın ki sinema öğrenciliği veya sıkı sinema seyirciliğiyle yetinsin...! Senelerce, başta Cannes Film Festivali’nin organizasyon komitesi veya festival sırasında Türk Filmleri standı olmak üzere, Monaco, İstanbul gibi irili ufaklı bir dizi festivalin düzenlenmesinden, hayata geçirilmesine her aşamada katkıda bulundu. Kısa metrajlı film çekti, oyun sahneledi, fotoğraf sergisi açtı, çevirmenlik yaptı. Artık uzun aralıklarla görüşüyorduk. Kara batak gibi beklenmedik yerlerde karşıma çıkıyordu. Kerem bu kez Barselona’dan arzı endam etti. Bir dünya ilkine imza atmıştı... Geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nin (Mayıs 2006) uluslararası mekanlarından birinde, gözüme çarpan dev sarı bir afişte, ayağı film şeridiyle bağlanmış bir beyaz güvercinin kanatlarının altındaki ibarede ‘‘2. Politik Sinema Festivali, Barselona 26 Eylül 1 Ekim 2006’’ yazıyordu. Hemen yanında da festival yönetmeni ‘‘Kerem Ayan’’ ismi geçiyordu. Ayrıntısını bilmesem de Kerem’in epeydir İspanya’da bir şeylerin peşinde olduğunu duyuyordum. Angaje ve siyasal duyarlıklı filmler son yıllarda tekrardan yükselişe geçmişti. Dünyanın en tanınmış alternatif küreselleşmeci hareketi ATTAC’ın Paris’te dördüncüsünü ve Brüksel’de yedincisini düzenlediği sinema buluşmaları, New York’ta 17, Cenevre’de 4 se nedir yapılan İnsan Hakları Filmleri Festivali veya Venedik, İstanbul TÜRSAK gibi festivaller dahilinde bölüm veya tematik biçimde, ya da Cannes’da bu yıl olduğu gibi (Ken Loach) büyük ödüllerle politika, sinema gündeminin başköşesine oturmuştu. Yine de göğsümüzü gere gere söyleyelim, ‘‘Hiç kimse şimdiye kadar Kerem gibi ‘damardan’ bir politik filmler şenliği düzenlemeye cesaret edememişti.’’ Avrupa’nın şu sıralar her anlamda en dinamik ülkesi İspanya, her bağlamda en renkli ve hareketli kenti, ayrılıkçı pardon aykırı Katalonya merkezi Barselona böylesi bir girişim için ideal bir diyardı. Kerem ve iki kafadar dostunun tutkusuyla geçen yıl ilki 28 Eylül 2 Ekim tarihleri arasında gerçekleşen festivalde 33 film gösterilmiş, bir büyük ödülle bir halk ödülü verilmişti. 5 kişilik jüriye Litvanyalı yönetmen Sharunas Bartas başkanlık ederken, ünlü İspanyol yazar Lucia Etxebarria ve yapımcı Isona Passola, Fransız La Rochelle Festivali yöneticisi Prune Engler ve Türk kadın sinemacı Yeşim Ustaoğlu, Kerem’in başarısına destek ve ortak oluyorlardı... ??? İkinci festivalde gösterim günleri ve mekanları, film sayısı, paralel bölümler çoğaldığı gibi destek de artıyordu. Resmi yarışmada 7 film, bu sene yarışmaya dahil edilen ‘Kısa Filmler’de 17, yarışma dışında ise 26 kısa metrajlı 4 ayrı mekanda gösterilecek. Geçtiğimiz yıl Fransa’nın onur konuğu olduğu ‘‘Ülke Sineması’’ bölümünde bu sene Polonya var. Hem de kimlerle? Agnieszka Holland, Krzysztof Kieslowski, Jerzy Skolimovski, Andrzej Wajda, Krzysztof Zanussi gibi ustaların 15 filmiyle. Zanussi usta aynı zamanda jüri başkanı. Ona eşlik edenler İspanyol yapımcı Paco Poch ve oyuncu Aina Clotet, Arjantinli yazar Flavia Company ve Fransız yönetmen Alain Guiraudie. Yeni bir bölüm, ‘Ustaya Saygı’nın konuğuysa bir zamanların olay yönetmeni Macar Istvan Szabo ve 6 filmi. Ayrıca ‘‘Dünyanın Görüntüleri’’ başlıklı bölüme 10 özel siyasi film seçilmiş... ‘‘Peki, bu değirmen nasıl döner?’’ dediğinizi duyar gibi oluyorum. Büyükanneden kalan bir dairenin fiyatı, lüks bir Amerikan cipine dahi bedel değil beyler, bayanlar. Bizden iyi bilirsiniz... Ama genç bir Türk’e hülyasını gerçekleştirip, şimdilik dünyada bir ilki yaratma olanağını sağlamış. Kartacalı efsanevi kral Anibal’in babası Barcinho Hamilcar Barco de Carthage’ın milattan önce 3’üncü yüzyılda kurduğu rivayet edilen bu güzelim kenti, 5’inci yüzyılda Vizigotlar, 8’inci yüzyılda da Süleyman Bin Yazgan İbn AlArabi önderliğinde Araplar fethetmiş. Kerem’in miras parası ilk yılın konuklarını ağırlamaya bile yetmez. Ancak birkaç aydır İstanbul Sinema Festivali’nin de yönetmen yardımcılığı görevini üstlenen Kerem’in ateşi, ilk barutu gören Barsenola belediyesi, birkaç sponsor medya kuruluşu ve şirketi ve ayrıca örneğin Barselona Fransız Enstitüsü’nü fitillemeğe yetmiş. İki yılı kurtarmışlar... Ama sonrası??? Büyük Türk Kurultayları, Fetih Kutlamaları’nda uyuklayan ‘‘Kültürcük’’ ilgililerine değil sözümüz. Çağrımız, Türkiye’nin Aydınlık geleceğine hâlâ inanan varsa, onlara: ‘‘Sinemamızın, Sinema’nın Kerem’ine bir kulak verin. O, daha işin başındayız, diyor...’’ (www.cinemapolitic.com) ugur.hukum@gmail.com E konomide ısınma olduğu, talebin, tüketim harcamalarının hızla arttığı, soğutma önlemleri alınmadığı takdirde talep çekici bir enflasyon yaşanacağı savını okuyor ve dinliyoruz. Klasik iktisadın soğutma, daraltma araçları, sıkı para ve maliye politikalarıdır. Türkiye’de reel faizin yüksekliği, faizlerin yükselmesi, TCMB’nin yaşanan ekonomik çalkantı, türbülans, mini kriz sonrası izlediği politika, enflasyon tehlikesiyle açıklanmaya çalışılıyor. Bu bağlamda birkaç sorunun yanıtını aramak, irdelemek gerekir. Gerçekten ekonomide ısınma, hızlı bir talep artışı var mı? Faizlerin yükselmesi, harcamaların kısılmasında, ekonominin soğumasında ne ölçüde etkili olur? Türkiye’de faiz yüksekliğinin ana nedeni, enflasyon beklentisi midir? Türkiye’de resmi rakamlara, TÜİK’in (eski adıyla DİE) milli gelir tahminlerine bakıldığında, gerçekten Türkiye’de ekonominin ısındığı hızlı bir talep genişlemesi olduğu görülür. Açıklanan rakamlara göre, 2006 yılının 1’inci ve II’nci üç aylık dönemlerinde özel tüketim harcamaları sırasıyla yüzde 8.6 ve yüzde 10.1 oranlarında artmış, yılın ilk altı ayında tüketim harcamalarında artış reel olarak yüzde 9.4 olmuştur. Bu kapsamda dayanıklı tüketim mallarına ilişkin harcamalarda artış hızı, 1’inci ve 2’nci dönemler itibarıyla sırasıyla yüzde 13.4 ve yüzde 15.9 olarak daha yüksek düzeyde ol YORUM ÖZTİN AKGÜÇ Ekonomide Isınma tutarda stok artışı, zamanla tahmini yapanlara dahi gerçekçi, inandırıcı gelmemeye başladı. Bunun üzerine yeni bir harcama alanı bulunarak, gelir harcama dengesi sağlanmaya çalışıldı. Artan gelir tüketim harcamalarına gidiyordu. Gerçi stoklar yine artıyordu ama, gelir esas itibarıyla tüketim artışı ile emiliyor, soğuruluyordu. Böylece tüketim harcamalarında, kâğıt üzerinde, hesaben denge sağlamaya yönelik hızlı artış görüntüsü, ekonomide ısınma sorununu gündeme getirdi. Ekonomide gerçekte bu denli hızlı bir tüketim harcaması yok. Göstergeler bu denli hızlı efektif talep artışını, harcama artışını kanıtlamıyor. Hızlı bir talep artışı olmadığının kanıtları ise; (i) işletmelerin mali tablolarına yansımış hızlı iç satış artışının olmaması, (ii) ÜFE’nin yıllık artış hızı TÜFE’nin artış hızının üstünde olması, (iii) artış vadelerinin uzaması, peşinat oranlarının, kâr marjlarının düşmesi, (ıv) stok artışının sürmesi. Açıklanan mali tablolarda yer alan iç satış rakamları, hızlı bir talep artışının muştur. TÜİK tarafından yılın ilk yarısında dayanıklı tüketim mallarına ilişkin harcamalarda artış yüzde 14.6 olarak hesaplanmıştır. Gerçekten bir ekonomide efektif talep, tüketim harcamaları bu denli hızlı artıyorsa, ekonomide ısınma var demektir. TÜİK’in tahminlerine göre yalnız özel tüketim harcamalarında değil devletin nihai tüketim harcamalarında da yılın ilk yarısında yüzde 13.5 gibi yüksek bir artış söz konusudur. Olanak buldukça bu köşede açıklamaya çalıştığım gibi 2002 sonrasında ve özellikle de AKP iktidarı döneminde büyüme hızları olduğundan daha yüksek hesaplanmakta ya da açıklanmaktadır. Yüksek gelir elde edildiğine göre, harcamaların da yüksek düzeyde gerçekleşmesi gerekir. Sonuçta harcamalar elde edilen gelire eşit olacaktır. Yakın bir geçmişe kadar gelir, harcamalar dengesi stok artışı ile sağlanıyordu. Gelir elde ediliyor, tümü tüketim ve sabit sermaye yatırımı olarak harcanmıyor, stok artışına gidiliyordu. Ancak sürekli ve büyük varlığını göstermiyor. Tüketim harcamalarının artışı, bu tür mal ve hizmetleri üreten işletmelerin satışlarında artış doğurur. Gerek açıklanan tablolar, gerek ATO ve İSO yayınları böyle artışı, genişlemeyi doğrulamıyor. Talep baskısının olduğu dönemlerde genelde TÜFE (Tüketici Fiyat Endeksi), ÜFE’nin (Üretici Fiyat Endeksi) üstünde olur. Nitekim geçmiş dönemlerde de ülkemizde fiyat hareketlerinde gelişmenin yönü, talep baskısının olduğu dönemlerde TÜFE’nin ÜFE’den (TEFE) daha hızlı artışı yönünde olmuştur. 2006 yılında tam tersi bir fiyat gelişmesi gözleniyor. Yılın ilk altı ayı sonu itibarıyla yıllık ÜFE artışı yüzde 12.52 iken, TÜFE artışı yüzde 10.2 düzeyinde kalmıştır. Talep genişlemesinin olduğu dönemlerde işletmeler vadeleri kısar, peşinat oranlarını ve satış kâr marjlarını yükseltirler. Ekonomide ise tam tersi gözleniyor, vadeler uzuyor, peşinat oranı düşüyor ya da kaldırılıyor. İşletmeler, talep genişlemesine karşı değil, talep daralmasına karşı önlemalıyorlar, ekonomide TÜİK açıklamalarına göre stok artışı sürüyor. Yılın ilk altı ayında harcamaların yüzde 8.5 oranında stok artışı görünüyor. Göstergeler ekonomide savunulduğu gibi bir ısınma olmadığını ortaya koyuyor. Yüksek faiz ekonomiyi soğutmak için değil, cari işlemler açığını fonlamak, sıcak parayı çekmek için uygulanıyor. Devletin malı deniz gibi MURAT KIŞLALI ANKARA Devlet Su İşleri’ne (DSİ) ait 800’ün üzerindeki potansiyel barajın devredilmesiyle, özel sektöre 49 yıl içinde 250 milyar dolardan fazla gelirin aktarılacağı ortaya çıktı. Özel sektörün buradan elde edeceği faaliyet kârının 200 milyar doları aşması bekleniyor. Yapılan ilk ihalelerin sonuçlarına göre, firmalar, kilovatsaati 11.6 kuruş olan elektriği, devletten 0.04 kuruşa kadar düşecek fiyatlardan alabilecek. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun (EPDK) başlattığı, ancak yargıdan dönen ‘‘Su kullanım hakları’’ ihaleleri, bu kez de, hükümetin yaptığı yasa değişikliğiyle, DSİ tarafından yürütülmeye başlandı. Şu ana kadar özel sektör, 12 bin 245 MegaWatt’lık (MW) kurulu güce sahip olacak DSİ’nin elindeki 808 potansiyel hidroelektrik santralı (HES) için başvuruda bulundu. Bunların tümünün tamamlanması halinde, özel sektör tahminen 12 milyar dolar civarında yatırım yaparak kuracağı santralların elektriğini 49 yıl boyunca kullanacak. Kurulacak miktar, Türkiye’nin elektrik gücünün üçte birine denk geliyor. Elektrik üretiminde yerli kaynaklara ve diğerlerine göre daha ucuz olan suya bağlı santrallar yapmak büyük önem taşıyor. Ancak devletin yapması gereken santralları, liberalleşme politikaları çerçevesinde özel sektör yapınca, bu santralların devlette kalacak geliri de özel sektöre gidecek. Buradan tahmini 251.7 milyar dolar gelir elde edecek özel sektörün eline, faaliyet kârı olarak da 203.5 milyar dolar kalacak. Özel sektör, yatırımların finansman nedeniyle riskli olduğunu ve ilk yıllarda kâr getirmediğini iddia ediyor. Hükümet de, bu yatırımları devletin yerine özel sektörün yapmasını ‘‘devletin yatırıma ayıracak parası olmadığı’’ gerekçesiyle açıklıyor. Ancak hükümetin bu gerekçesinin doğru olmadığı, kurumlar vergisi oranlarını bu yıl içinde yüzde 30’dan yüzde 20’ye indirerek yılda 3 milyar dolarlık vergi gelirinden vazgeçmesinden ortaya çıkıyor.