23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EYLÜL CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY Doğu’yla Batı’nın söyleşisi Ağırbaş ‘Köprüler İki Dünya’ albümünde Batı’nın ünlü klasikleriyle Doğu arasında köprü kuruyor HATİCE TUNCER Ada Müzik’in ‘‘Köprüler’’ dizisinin ikincisi Vivaldi’nin ‘‘Dört Mevsim’’i, Brahms’ın ‘‘Macar Dansı’’, Ravel’in ‘‘Bolero’’su gibi klasik müzik dinleyicisi olmayanların da dinlediği ünlü eserleri Doğu’ya taşıyor. ‘‘Köprüler/İki Dünya’’ albümü aranjörlüğü ve yapımcılığını yılların müzisyeni Gürol Ağırbaş üstlenmiş. ‘‘Bas Şarkıları’’yla bas gitarını solist olarak önce çıkaran Gürol Ağırbaş, bu kez de ‘‘aranjör’’ün imzasını kapağa taşımış. ama pek başarılı olamadı. Ada Müzik’in Köprüler dizisinin ikinci albümünü düzenledim. Bizim yaptığımız sadece klasik eserleri bizim enstrümanlarımızla çalmak değil, Doğu’yu ve Batı’yı muhabbet ettirmek anlamında bir çalışma. Çeşitli yerlere köprüler kurdum, geçmesi gereken yerlerde klasik müzik devam etmedi de bizim tarafın cevabı oldu onlara. Böyle güzel bir söyleşi haline geldi.’’ Ağırbaş, ünlü klasik eserlerin melodilerine karşılık Doğu enstrümanlarıyla çılışan ‘‘karşı melodiler’’ ekleyerek sohbeti koyulaştırmış. Örneğin Vivaldi’nin Dört Mevsim’inde Springİlbahar çalınırken araya Türk müziğinin usta yorumcularından Sami Özer ‘‘Ahh, bıktım dünyanın kışından/gelsin artık bu bahar/Nedir bu çileler/Tüm insanlar gülsün artık’’ diye bir gazel okuyor. Arkada ünlü eserin melodileri kemanla birlikte kanun ve udla birlikte akıyor: ‘‘Burada kış mevsiminden söz edilmiyor tabii. Artık bu savaşların bitmesini, açlık sefaletin bitmesini anlatan bir gönderme yapılıyor. Bu gazel benim yani, bir aranjör seçimi. Bu eseri dinlediğimde sözlü anlatımı olsun istedim. Sami Özer Hoca’yla ortak bir söz yazdık. İstediğim gibi oldu, istediğim mesajı vermiş olduk bu parçada.’’ Ney, bağlama, kemençe, klarnet, cümbüş gibi enstrümanların yanı sıra tüm eserlerde kemanlar kullanılarak adeta karşılıklı konuşturulmuş. Brahms’ın Macar Dansı Doğu’ya geçerken ritim Roman havalarına bürünmüş. Ağırbaş, Faure’nin Pavane eserini bilenleri şaşırtan bir düzenleme ile dinleyicinin karşısına çıkartmış: ‘‘Keman partisyonlarını curaya çaldırttım. Erkan Oğur’un çalması burada çok güzellik kattı. Erkan Hoca, bu parçada cura, perdesiz gitar ve ebov çaldı. Pavane’de kendine özgü bir sound çıktı.’’ C Gerçek Böyle Saklanır! şanan ilişkilerin, bir kategori olarak sermayenin çıkarları doğrultusunda süreceğini biliyorlar. Belki tam da bu nedenle böyle 500 yıllık metinlere dayalı konferanslar düzenleniyor, zirve adı verilen ve sorunun temeline yönelik bir işlevi olmayan ‘‘dostlar alışverişte görsün’’ toplantıları yapılıyor ve Mozartlar programlardan çıkarılıyor. İyi. İyi de toplumların terörize edilmesine başka nasıl ve nerede daha iyi bir örnek bulunabilir? İnsanın dinsel kategorilerle düşünmesinin (‘‘ortaçağ’’) tarihe karışması anlamına gelen aydınlanma kazanımları başka nasıl sıfırlanabilir ve Doğu’nun acımasız talanı, ‘‘kem gözlerden’’ başka nasıl gizlenir? Demek Türkçedeki mükemmel deyimlerden birine yaslanabiliriz: ‘‘Şeytan azapta gerek!’’ Böyle düşünüyorlar ve anlattıkları her şey, bir kültür çevresinden gelen tepkileri, üstelik ağır sömürü biçimlerine karşı çıkmayı, şeytani işler olarak çizince, belirginleşiyor... Bize, ‘‘şeytan azapta gerek’’ diye bağırıyorlar. Azaptayız. Olsun. ??? Kaotik bir ortama sürükleniyoruz ve Batı demokrasilerinin bu tür ortamlardan çok rahatsız olduğunu sananların, oturup biraz daha okumasında, kafasının içine sokuşturulmuş kategorileri sorgulamasında yarar var. Denetlenebilir bir istikrarsızlık, hatta denetlenebilir bir kaos, ‘‘sürekli düzensizlik’’, asıl istenen şeydir. Dinsel cepheleşmeler, böyle bir ortamın ana yapıştırıcısı kabul edilebilir. Toplumun maddi, son derece saydam sorunlarını bile dinsel dünyaların karartma gecelerinde tanınmaz hale getirmek, insanları birbirine düşürmek ve sonra da çözümü bu karartmanın içinde aramak... Valla, anahtarını karanlık bodrumda kaybeden ama aydınlık olduğu için aramayı dışarıda, gün ışığında sürdüren Nasrettin Hoca bile daha makuldür. ??? Dinsel cepheleşmelerin her türlüsü bir aldatmaca, bir yanılsamadır. Dinsel ideolojiler, daha doğrusu cepheleşmeler ise birer türevdir. Böyle bir türev kurum üzerine toplumsal düzen oturtmaya kalkmak, temeldeki sömürü ilişkilerini daha iyi saklamak için insanı iyice aptallaştırmaktan başka hiçbir amaca işaret etmez. Dipte yatan o büyük eşitsizlik, ağır sömürü ve emekçi insanlığın yaşadığı yoğun aşağılanma, açlık, çaresizlik, savaş.... Bütün bunları sahnedeki karanlıkkarartıcı cilveleşmelerden başka neyle örtebilirler? cutsay?gmx.net 7 İ CARMINA BURANA’YA GAZEL Carl Off’un Carmina Burana’sında yine bir gazel okunuyor, daha sonra Ahmet Koç’un bağlamasıyla bozlak havasına dönüştürülüyor. Ağırbaş, Albinoni’nin Adagio’suyla Tanburi Cemil Bey’in kemençe solosunu kaynaştırmış: ‘‘Cemil Bey’in o ezgisini alıp yeniden çaldırttım. Oradan bir köprü kurdum. Yine Erkan Oğur’un curası var. Cura ve kemençe ilişkisi o kadar güzel uydu ki başka bir solo yapılmasına ihtiyaç görmedim. Darbukalar coşuyor o parçada da. Carmen’de ramazan davulları, kanun, kemanlar işin içine giriyor. Bolero’da Ercan Irmak’ın neyi aradan sıyrılıyor, kendi coğrafyamızla ilgili melodiler katıyor. Doğaçlamalar var ilerleyen bölümlerde. Sonra hep birlikte tekrar çalıp parçayı, bitiriyorlar.’’ Ağırbaş, Mozart’ın Eine Kleine Nacht Musik eserinde kemanları karşı karşıya getirmiş. Okay Temiz’in perküsyonu, klarnet solosu, ritim ve yeniden ‘‘kemanların birbiriyle oynaşması’’yla eser tamamlanıyor. Dvorjak’ın ‘‘Yeni Dünya’’sında neyin hâkimiyetinin yanı sıra yeni davul ritmleri kullanmış. İLK DEĞİL... Ağırbaş’a ilk olarak ‘‘Neden böyle bir köprü?’’ diye sorduk: ‘‘Klasik eserlerin bu şekilde düzenlenmeleri yeni bir şey değil. Mozart in EgytpMozart Mısır’da, Mozart Meets Cuba gibi dünyada örnekleri var. Türkiye’de de altyapılara darbukalar konularak denendi Bir muhabbet arada bir veda anı R odrigo’nun Gitar Konçertosu’nda ise klarnet bilinen gitar temasının hüznünü devam ettiriyor: Bas gitardan şarkılar Gürol Ağırbaş’ın ağabeyi Birol Ağırbaş’ı müzik tutkunları perküsyon ustası olarak yakından tanıyor. Ağırbaş ailesinin müzisyen geleneği, babası 50’li, 60’lı, 70’li yılların ünlü davulcusu Salim Ağırbaş’tan gerilere gidiyor. Salim Ağırbaş’ın ‘‘Davul Öğretim Kitabı’’ birçok genç müzisyene yol göstermiş. Ağırbaş, orkestralardaki bas gitarcı sıkıntısı nedeniyle oğlunu bas gitara yönlendirmiş. 1979’da liseyi yeni bitirdiği dönemlerde metot kitaplarıyla bas gitarı öğrenmeye çalışan Gürol Ağırbaş, düğün salonlarında çalmış. Askerlik dönemininde ordunun ‘‘Batı Müziği Orkestrası’’nda çalan Ağırbaş, Çeşme Müzik Festivali, Eurovision yarışmaları için kurulan orkestralarda bulunur. Bas gitarcı olarak tanınan Gürol Ağırbaş, Zülfü Livaneli, Grup Gündoğarken, Nilüfer, Ajda Pekkan, Sezen Aksu, Kayahan gibi ünlü sanatçılara eşlik etti: ‘‘Daha sonra içimden bir ses bas gitarı öne çıkartacak bir proje yapmam gerektiğini söyledi. Oturdum bas gitar için şarkılar yazmaya başladım. O zaman Sultanahmet’te Kare Cazbar vardı. Her akşam çalardık, bir dönem sonra kulaktan kulağa yayıldı. Müzisyen arkadaşlar geliyordu, camsession havası oluyordu. İskender Paydaş, Ozan Doğulu, Aydın Karabulut, Birol Ağırbaş’la çalıyorduk.’’ ‘‘Doğu ve Batı’nın muhabbet edebileceğini düşündüm. Birbirlerini kırmadan, bağırmadan, çağırmadan bir selamlaşma, bir muhabbet, arada bir veda anı. Çalışma bittikten sonra hoşuma gitti. Dünyada eski şarkılar günümüz uyarlanıp tekrar hatırlanıyorlar. Dünya halklarının beğenisi değişiyor herhalde. O beğeni müzik prodüktörlerini bu yönde çalışmalar yapmaya itiyor. Böyle çalışmalar dış dünyanın yerli çalgılarla tanışmasını sağlar. Klasik müzik duyduğunda ‘Hiçbir şey anlamıyorum. Kapatın şu müziği’ diyenler bizim enstrümanlarımızla ne kadar güzel kaynaştığını anlar. Türkiye’nin tanıtımında bile kullanılabilecek, eserler var Köprüler albümünde.’’ ‘BAS ŞARKILARI’ Pop müziğin piyasaya egemen olduğu dönemde yapımcı Osman Bayşu albüm yapmayı kabul eder ve zorluklar içerisinde 1995’te ‘‘Bas Şarkıları 1’’ yayımlanır. Bas gitarın solist olarak öne çıktığı, caz müziği de içinde barındıran özgün Ağırbaş bestelerinden oluşan albümün ilgi görünce Bas Şarkıları 2’yi 1998’de yayımlatmak daha kolay olur: ‘‘Benim caz gitaristi olarak adlandırılmam doğru sayılmaz. Caz satandartları çalan biri ne kadar cazcıysa ben de o kadar cazcıyım. Benim ortaya koyduğum bambaşka bir müzik. Cazdan tabii ki yararlanıyorsun. Caz olmadan da bir müziğin olacağını düşünmüyorum açıkçası.’’ şler iyice sarpa sarmaya başladı aslında, farkındalar; fakat biz yine de kıs kıs güldüklerini düşünebiliriz: Yönetenlerden söz ediyoruz. Küresel egemenlerden... Düşünün, yıllardır çağdaş renklerle zaten sergilenen bir Mozart operasını bile Berlin’deki Deutsche Oper’in programından apar topar çekip alıyorlar ve bunu, kimsenin bir anlam veremediği İslam Zirvesi’nden iki gün önce yapıyorlar. Papa’nın tartışmalı konferansından da hemen sonra... Bir tedirginliğin içinde olduğumuz söylenebilir. İyi mi oluyor? İyi olmuyor kuşkusuz. Fakat, Papa’nın ısrarla 500 yıllık defterleri karıştırıp ‘‘farkında olmadan birilerini kırdıysa özür dilemesi’’ falan dahil, bütün bunlar, esiri olmaktan kurtulamadığımız bir senaryonun parçaları sanki. Her şeyi etnik ya da kültürel farklılığa, dine ve din çerçevesindeki çekişmelere bağladılar ya, çözüme de buradan gidilmesi gerektiğini propaganda ediyorlar. Bizi çürütüyorlar. ??? Aslında sadece din temelinde kalındıkça, ne kadar zirve düzenlenirse düzenlensin, hiçbir çözüm çıkmayacağı biliniyor. Fakat böyle bir toplumsal tedirginliğin, hatta tehlikeli sonuçlara yol açabilecek sarsmaların, yine de bir nedeni olması gerekir. Çözüm, çözümsüzlükte olmasın sakın? Sonuçta Avrupa’nın tam ortasında, AB’nin hem motor hem de en büyük ülkesinde yerleşmiş, nüfusun yüzde 4’ünü aşan bir kültür topluluğundan söz ediyoruz. Sadece Müslümanların değil, çoğunluk toplumunun da denetlenebilir bir tedirginlik içinde bırakmak, böylece ülkeyi bir arada tutabilecek bir çimento üretmek istiyorlar. Şöyle ya da böyle, Avrupa’nın en homojen toplumuna sahip Almanya’da, nüfusun küçük de olsa hareketli bir kesimi, kendisini İslam kültürü çerçevesinde tanımlıyor. Dolayısıyla kendisini merkeze alan arayışlardan rahatsız. Ama içinde bulunduğu çoğunluk toplumu daha da rahatsız. Aranan, böyle bir rahatsızlık olmalı. Çözüm de bu rahatsızlığın kendisidir herhalde. Herkes inandırılmış gibidir: Avrupa’nın tam orta yerinde, önümüze çıkan bütün sorunların, yaşanan cepheleşmelerin en büyük nedeni olarak din ve onun yansımaları ileri sürülüyor. Oysa, diyelim, dinsel eğilimleri çok açık bir Protestan Başbakan Angela Merkel gayet iyi biliyor İslam Zirvesi türünden toplantılardan anlamlı bir şey çıkmayacağını. Biliyorlar, ama yapıyorlar. Yani bütün tıkanmaların ve çekişmelerin, bu çerçevede kaldıkça süreceğini, mevcut sistemin, ya ‘Hürriyeti tehdit suçu işleniyor’ HİLAL KÖSE İngiliz kolaj sanatçısı, Yeditepe Üniversitesi Öğretim Görevlisi Michael Dickinson, günlerdir ne tutuklu ne de özgür. İdari araştırma yapıldığı gerekçesiyle 15 Eylül’den bu yana Zeytinburnu Emniyet Amirliği Yabancılar Koğuşu’nda ‘misafir sanatçı’ olarak tutuluyor. Dickinson’ın avukatı Volkan Gültekin, Zeytinburnu Cumhuriyet Savcılığı’na ve kaymakamlığa suç duyurusunda bulunarak ‘‘Bir esaret söz konusu. Dickinson siyasi nedenlerle özgürlüğünden mahrum bırakılıyor’’ dedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı Amerika bayrağı şeklindeki tasmaya bağlı köpek olarak tasvir ettiği için 12 Eylül’de gözaltına alınan Dickinson, 9 gündür de Yabancılar Koğuşu ‘koridorunda’ tutuluyor. Hakkında yasal bir işlem yapılmadığı için nezarete bile alınmayan Dickinson, sandalyelerin üzerinde uyuyor. İngiltere Başkonsolosluğu ve Uluslararası Af Örgütü Fransa ve Danimarka şubelerinden sorumluların devreye girmesine karşın bırakılmayan Dickinson hakkında hiçbir suç iddiası da bulunmuyor. ‘SANATÇI ARAFTA’ Dickinson’un avukatı Volkan Gültekin, ‘‘İngiliz sanatçı günlerdir arafta. Hakkında bir suçlama da yok. Tanımsız bir durum söz konusu’’ dedi. Yasal gözaltı süresinin 24 saat olduğunu, gözaltı için cumhuriyet savcısının izni olması gerektiğini anımsatan Gültekin, Dickinson’ın Emniyet Genel Müdürlüğü Hudut İltica Daire Başkanlığı’ndan yazı beklendiği gerekçesiyle tutulduğunu söyledi. Gözaltının en son başvurulan adli tedbir olduğunu vurgulayan Gültekin, bugüne dek böyle bir ‘tutukluluk uygulaması’na tanık olmadığını söyledi. Türkiye’de oturma izni olan bir kişinin idari işlem yapıldığı gerekçesiyle bu şekilde özgürlüğünden mahrum edilemeyeceğini söyleyen Gültekin, kişi özgürlüğünün ancak mahkeme kararı ile sınırlandırılabileceğini anımsattı. Emniyetteki polislerin “Şahıs misafirimiz. Burada 6 ay tuttuğumuz kişiler bile oluyor” dediklerini kaydeden Gültekin, devletin kendi yasalarına uymadığını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin çiğnendiğini vurguladı. Gültekin, Dickinson’ın yatacak yeri olacağı için cezaevine bile gitmeye razı olduğunu anlattı. SUÇ DUYURUSU ‘‘Bu resmen hak gaspıdır. Hürriyeti tahdit suçu işleniyor’’ diyen Gültekin, savcılığın suç duyurusu dilekçelerini soruşturulması için aynı emniyete geri gönderdiğini belirtti. Gültekin, devam etti: ‘‘Kimi kime şikâyet ettik bilemiyorum. Kaymakalık ise ‘Cevap için 15 gün süremiz var’ diyor. İdari işlemin de bir yasaya dayanması gerekir.’’ Y olsuzluk ve usulsüzlükte ısrar etmenin kendine özgü bir raconu olup olmadığını merak eder dururum. Özellikle siyasetçilerin iktidara geldiklerinde kendilerini ‘‘ilelebet dokunulmaz’’ sayarak canlarının çektiğini yapma hakkına kavuştuklarını sanmalarını da aklıma sığdıramam. Çok partili demokrasiye geçişimizden bu yana yolsuzluk ve usulsüzlükler zaman zaman sert tartışmalara neden olmuştur. 1960 öncesinin başa güreşen iki partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi ile Demokrat Parti arasında da partizanlık yüzünden az çekişme yaşanmamıştır. İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı dönemini eleştiren Adnan Menderes, ara sıra, üstüne fazla gelinmesini önlemek için aba altından sopa göstermeyi yeğlemiştir. Bu dönemde en çok dile getirilen korkutma aracı da ‘‘devri sabık yaratmak’’ diye özetlenen geçmiş dönemin sorumlularından hesap sorulmasına başlanacağını ima etmek olmuş GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ İsmet Paşa’yı Anarken dizileri hazırlamıştır. Bunlardan biri de önce Cumhuriyet’te yayımlanan, 1970’te kitaplaştırılan Politika Galerisi’dir. Meslektaşım Kurtul Altuğ’un ‘‘Bir Numaralı Tanık’’ adlı kitabını (Doğan Kitap/Mayıs 2006) okurken Politika Galerisi’nden yaptığı bir alıntıda baştaki sorularımın yanıtını bulur gibi oldum. Gelin birlikte okuyalım. ??? Cihat Baban Politika Galerisi eserinde Menderes’i anlatırken der ki: ‘‘O günlerde Menderes çok alıngan olmuştu... Kendisine bir gün ‘Adnan Bey’ dedim, ‘biraz kendinizi düşünün ve sinirlenmeyin, hatta beni dinlerseniz başbakanlıktan istifa edin. Niçin bu kadar ısrar ediyorsunuz? Sizin de kendi hayatınızı yaşamaya hakkınız tur. Siyasetin Türkiye’de akla kara arasına sıkıştırılmış görüntülü dönemin muhalefet lideri İnönü, genelde bu yaklaşımın tersini söyleyerek rakibini rahatlatmayı tercih etmiştir. Ama sonuçta İnönü’nün dediği değil, Menderes’in dediği gerçekleşmiştir. Hem de kendisi için. ??? Cihat Baban hem gazetecilik mesleğinin hem de politikacılığın önde gelenlerinden biridir. Bugün pek çoğu aramızda olmayan kıdemli ustalarımız, onun yanında gazeteciliğe başlamış olmanın, özellikle haber takibi ve yazımı konusunda kendilerine kazandırdıklarını, teşkkürlerini de ekleyerek anlatırlar. Cihat Baban, politikayı içinden bilmenin de sağladığı olanaklarla yazı yok mu?’ O hiddetli ve öfkenin bunalımı içindeki adam, birdenbire borusu patlamış istim kazanı gibi takattan düşüverdi, çenesini kaşımaya başladı. Sualim onda bir şok etkisi yaratmıştı. ‘Evet’ dedi. ‘neden istifa etmedim?’...’’ Sonra Cihat Baban’a neden istifa etmediğini anlatmış: ‘‘Evet, istifa edemem. Çünkü ben bu memleketi hızla kalkındırmak için yüreğimdeki bu ateşle her işe birden saldırdım. Her işi de 2490 Sayılı Kanuna (Devlet İhale Kanunu) uygun yapmadım.Kötü niyetliler, fena düşünenler, beni birçok işlerden sorumlu tutabilirler. Bugün istifa etsem o sağır, o İsmet Paşa yok mu, beni kulağımdan tuttuğu gibi Divanı Âlî’nin (Yüce Divan) karşısına çıkarır...’’ İktidarda sürekli kalmanın yollarını arıyor olmak acaba Menderes’in özetlediği korkudan da kaynaklanıyor olabilir mi? İsmet Paşa’nın doğumunun 122. yıldönümünde anımsatmak istedim. oerinc?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle