Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 HÜKÜMETLERİN IZLEDİĞİ ‘TARIMI GÖZDEN ÇIKARMA’ POLİTİKALARININ ÇARPICI VE ‘‘TAHRİPKÂR’’ SONUÇLARI C dizi AL GÖZÜM SEYREYLE IŞIL ÖZGENTÜRK EYLÜL CUMA Tarımda imar darbeleri OKTAY EKİNCİ Hükümetlerin izlediği ‘‘tarımı gözden çıkarma’’ politikalarının en çarpıcı ve ‘‘tahripkâr’’ sonuçları imar alanında yaşanıyor. Çünkü, her bir santimi bile yüzlerce, binlerce yılda oluşabilmiş tarımsal toprağın, üzerindeki yapılar tümüyle yıkılsalar bile, ‘‘inşaat darbeleri’’nden sonra bir daha geri kazanılması neredeyse olanaksız... Sadece Büyükşehirlerin çevrelerindeki tarım alanları değil, kıyılardan yaylalara kadar tarımsal potansiyeli yüksek olan ve hatta birçoğu vasıflı tarım arazileri olarak belirlenmiş ve planlanmış yerler; değişik yasal ve yönetsel yollarla; dahası ‘‘yasadışı ama göz yumulan yöntemler’’le imara açılıyor. Tarıma karşı bu ‘‘dışlama ve terk etme niyetleri’’nin, son yıllardaki en vahim örneğini ise ‘‘tarımda imar affı’’ girişimi oluşturuyor. Hangi bürokratlar ya da ‘‘uzmanlar’’ (!) tarafından hazırlandığı belli olmayan yeni düzenlemenin amacı, tarım arazilerindeki yasadışı ve açıkça işgalci konumunda faaliyet gösteren kaçak sanayi tesislerinin, üzerinde yer aldıkları tarlaları da ‘‘tarım dışı alan’’a dönüştüren kurallarla ve ‘‘para karşılığı’’nda ruhsata bağlamak. Böylece, her türlü ‘‘tarım dışı yatırım’’ın, hem ucuz arazi, hem de ‘‘formalite azlığı’’ nedeniyle tarım alanlarında gerçekleşmesini yeğleyen yağmacı imar politikalarını ve sonuçlarını ‘‘ak’’lamak; ödüllendirmek; hatta daha da yaygınlaşmalarına önayak olmak; teşvik etmek... İşte bu sürecin son 25 yıllık acımasız serüveninden bazı başlıklar: ‘MUZ YERİNE MOTEL’ Tarım arazilerinin ‘‘daha kazançlı’’ (!) yatırımlara açılmasının 1980 sonrasındaki ilk büyük hamleleri, Akdeniz bölgesi kıyılarımızdaki ‘‘muz ve narenciye bahçeleri’’nde gerçekleşti. Gerek imar planlama yetkilerinin denetimsiz olarak yerelleşmesi, gerekse doğrudan merkezi hükümet planlarıyla, ‘‘turizmi teşvik’’ adına başlanan imar uygulamaları sürecinde, öncelikle ‘‘yerli muz’’un üretim alanları parsellenerek yapılaşma arsalarına dönüştürüldü. Buna, yine 80’lerin Turgut Özal önderliğindeki ‘‘dünya pazarına açılma’’ politikasıyla iç piyasaya egemen olan ucuz ‘‘çikita muz’’ rekabetinin dayanılmazlığı da eklenince, kıyı yağması tarımsal tahribatla bütünleşerek bugünkü sonuçları yarattı... Bugün Ege’de ve Akdeniz’de, narenciye ve muz bahçelerini turizm ve tatil siteleri için satmış, ancak parasını kısa sürede tüketerek şimdi o tesislerde işçi olarak çalışan ya da buna razı sayısız insanımız var. Aynı tesisler ise ‘‘doğa katliamı’’na katkılarıyla yarattıkları betonlaşmanın turizmi bile öldürmesinden ötürü ‘‘bunalım’’ içindeler... Tüketim ekonomisinin ‘‘montaj sanayi’’si ile ‘‘tarıma duyarsızlığın’’ politikada ‘‘bütünleşmesi’’ sonucundaki en ünlü örneklerden biri ise Adapazarı’nda yaşandı. TOYOTASA fabrikasının hem ‘‘temel’’ atılmasında; hem de ‘‘açılış’’ törenlerinde her şey vardı; ama ‘‘hukuk’’ yoktu... İnşaatına izinsiz başlanan fabrikanın vasıflı tarım arazisi üzerinde kurulmasını engelleyen Cumhuriyet yasaları hükümetçe ‘‘değiştirilerek’’ ruhsat olanağı sağlanınca, Ziraat Mühendisleri Odası’nın açılan dava ile bu yeni düzenlemeyle birlikte inşaat izinleri de mahkemece iptal edildi. Ne var ki yargı kararına rağmen ‘‘kaçak tamamlanan’’ fabrikanın açılışında, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in şu sözü, tarımı dışlayan tarım politikasının da en ‘‘anlaşılır’’ özeti gibiydi... ‘‘Şimdiye kadar patates yetişen bu tarlada artık otomobil yetişecek...’’ ‘BOSTAN YERİNE VİLLALAR’ Üst düzey politikalarda işte bu gelişmeler olurken, özellikle İstanbul başta olmak üzere, kentlerin çeperlerindeki tarım alanları da hızla imara açılarak, kaçak ya da izinli yapılaşmayla ‘‘tarlalarda yerleşme bölgeleri’’ne dönüştüler. Kentlerin ‘‘bostanları’’ denebilecek bu alanlarda, yine denetimsiz imar yetkileri ile başta ‘‘villa siteleri’’ olmak üzere lüks konut projeleri yaygınlaşırken, Ege’de ve Güney Marmara’da aynı süreç zeytinliklerin tatil konutu arazileri şekline getirilmesiyle yaşandı... O kadar ki örneğin Mudanya’daki arsa komisyoncularının camekânlarına asılan ilanlardaki şu ‘‘bilgi’’ler bile hâlâ soruşturma konusu yapılmıyor; ‘‘Satılık, deniz manzaralı zeytinlikler...’’ TARIM YERİNE İMAR ÜLKESİ Tarım alanlarının böylesi bir aymazlık ve keyfilik içinde hemen her türden yapılaşmaya açılması, siyasi çevrelerin yanı sıra, ne yazık ki kimi ekonomi kurmaylarınca (!) da ‘‘kalkınma’’nın gereği sayılıyor... Ulusal kalkınmanın, her şey den önce kuşaktan kuşağa geleceğin güvenceye alınacağı ekonomipolitikalarla gerçekleşmesi; bunun için de ülkenin eşsiz zenginliğini oluşturan tarımsal potansiyelinin ‘‘korunarak güçlendirilmesi’’ gerektiği; aynı kesimlerce ‘‘modası geçmiş düşünceler’’ olarak eleştiriliyor. Bu anlayışın elinde sürdürülen uygulamaların sonucunda da Türkiye’nin hemen tüm bölgelerindeki tarım alanları, bugün kaçak ya da yasal ‘‘imar arazileri’’ olarak görülmekteler. Yani Türkiye’yi, ‘‘tarımsal bereket’’ yerine ‘‘imar talanı ülkesi’’ yaptılar... Toprağa ve toprağına karşı bu denli yabancılaşan, hatta ‘‘vefasız’’laşan bir toplumun, sadece kalkınma politikalarında değil, demokrasiden insan haklarına, bağımsızlıktan ulusal çıkarlara kadar, özünde ‘‘erdem’’ ve ‘‘yurtseverlik’’ gereken tüm alanlarda ne denli ‘‘zafiyet’’ler içine düşeceğini, bugünden ve yaşayarak görmüyor muyuz?.. B İ T T İ Dünyanın en eski ninnisi Bunlar aynı zamanda mabetlere gelir getiriyordu, ancak mabet fahişelerinin başlarını örtmeleri bir zorunluluktu. Bu zorunluluk Hamurabi zamanında kaldırılmış fakat daha sonra MÖ 1500’de bir Asur kralı yeni bir kanun çıkarmış, buna göre mabet fahişeleri, evli ve dul kadınlar başlarını örtecek, kızlar, köleler ve sokak fahişeleri örtmeyecekler. Daha sonra bu gelenek Yahudilerde ortaya çıkıyor. Sümer’de mabet fahişeleriyle başlayan başörtüsü daha sonra Anadolu’da Hitit çağında görülmüş, Yunan ve Roma çağında da örtünen kadın figürüne rastlanıyor, Hıristiyanlıkta bu gelenek rahibelerle sürdürülüyor. Böylece Sümer mabet fahişelerinin başörtüsü çeşitli çağlarda ve ülkelerde kendine göre yorumlanarak İslamiyete kadar gelmiş. İslamiyette erkekten kaçma şekline dönüştürülmüş. Yolculuğumuza devam edelim, bu Sümerler sadece yazı çiziyle, matematikle, ticaretle uğraşmamışlar bir o kadar da aşkla, sevgiyle haşır neşir olmuşlar. Aşk şiirleriyse bayağı erotik, demek ki, bizlerin bu konuda keşfettiğimiz her şey çok eskilerden beri varmış, işte şiirlerden bir örnek: ‘‘Benim bal adamım, beni tatlandıran bal adamım / Tanrıların bal adamı / Dölyatağımın biricik sevgilisi / Elleri, ayakları bal / Beni ballandıran bal adamım / O istiyor, o istiyor, yatağı istiyor / Kalbe neşe veren yatağı istiyor...’’ Yazımın başından beri neden ansızın Sümerlere sardırdığımı merak ediyorsunuz. Merak iyi şeydir, efendim bir iş nedeniyle Hititleri araştırıyordum, işin içine bütün Ortadoğu kültür mirası giriverdi ve ben bu yaşımda Mezopotamya’yı yeniden keşfettim. Ve Güneydoğuyu neden çok sevdiğimi anladım, orası 5000 yıldır binlerce cümlenin kurulduğu, akıp gittiği, dallanıp budaklandığı bir bölge. Bölgeyi tanımak için başvurduğum kitaplar arasında en çok yararlandığım Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın bir ömür boyunca sevgiyle ürettiği kitaplar oldu. Tam bu sırada da Muazzez Çığ’ın ‘‘Vatandaşlık Tepkilerim’’ adlı kitabında ‘‘sıkmabaşı’’ eleştirdiği için ‘‘Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama’’ gerekçesiyle yargılandığını duydum. En azından yanında olduğunu hissetsin istedim, 93 yaşında insanın en fazla dostlara ihtiyacı vardır. Bir de eşit yargılanmaya... isilozgenturk@gmail.com İsrailli askerin peşmerge itirafı BBC’YE KONUŞAN ESKİ KOMANDO KÜRTLERİ EĞİTMEK İÇİN IRAK’A GEÇTİKLERİNİ ANLATTI ’TE TÜRKİYE ÜZERİNDEN sözleşmeli şirketlerden olduğu belirtildi. BBC’ye açıklama yapan İsrail Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mark Regev, İsrail’in hiçbir şirkete Irak’ta savunma görevi için izin vermediğini savundu. Regev, şirketlerin, polisin ihraç yasalarını ihlal ettiklerini tespit etmesi durumunda kovuşturmaya uğrayacaklarını söyledi. Kuzey Irak’taki bölgesel yönetim sözcülerinden Halid Salih de BBC’nin programındaki eski İsrail askerinin açıklamalarını yalanladı. KOD Z MERKEZLERI İsrail gazetesi Yedioth Aharonot, 2005 Aralık’ında hepsi de elit birim deneyimine sahip olan eski İsrail askerlerinin, çöldeki, Kod Z adı verilen gizli bir merkezden yürüttükleri operasyonlarda Kürtleri eğittiklerini yazmıştı. ep düşünürüm, büyük uygarlıkların serpildiği, yaşadığı ve yitip gittiği coğrafyalarda, onlardan geriye neler kalmıştır? Bir defa görmüş geçirmiş bir coğrafya kalmıştır, şarkılar, şiirler, ritimler kalmıştır; en önemlisi de belli yaşam kuralları hâlâ varlığını sürdürmektedir. Yeni uygarlıklar, bu kadim uygarlıkları pek anlayamazlar. Örneğin Amerikalılar için Irak sadece bir ülkedir. Oysa o coğrafya dünyanın en büyük uygarlıklarından Sümer uygarlığının serpildiği, yaşadığı ve hâlâ etkisini sürdürdüğü bir farklı coğrafyadır. Bundan tam 5000 yıl önce o bölgede yaşayan Sümerler, yazılarıyla, şiirleriyle, örf ve âdetleriyle, danslarıyla, dünyayı algılamalarıyla, kanunlarıyla, mimarileriyle bölgeyi etkilemişlerdir. Kitabı bulunan dört dinde anlatılan pek çok varoluş hikâyesinin kaynağı Sümer tabletleridir. İşte Sümerlerden günümüze ulaşan, 4000 yıl önce hasta çocuğuna ninni söyleyen bir annenin sözleri: ‘‘Gel uyku gel / Oğlumun duraksız gözlerini uyut / Ağulayan diliyle uykusunu bozdurtma / Neşeli şarkımla oğlum büyüsün / Neşeli şarkımla kocaman olsun / Ben oğluma bir kız alacağım / O oğluma tatlı bir oğul doğuracak / Karısı onun ateşli kucağında yatacak / Oğlu açılmış kollarında uyuyacak / Karısı onunla mutlu olacak / Oğlu tatlı dizinde büyüyecek / Ey oğul şimdi sen acı içindesin / Ben sıkıntıdayım / Dilim tutulmuş yıldızlara bakıyorum / Yeni doğmuş ay yüzüme parlıyor / Senin kemiklerin duvara dizilecek / Duvarın adamı senin için gözyaşı dökecek / Ağlayıcılar lirlerinin telini senin için koparacaklar / Üzüntü çekenler senin için üzülecekler / Keder saçanlar, senin için keder saçacaklar / Kussu Tanrıçası Aşyan senin koruyucun olsun / Güzel sözlü bir koruyucu meleğin olsun...’’ Sümer topraklarında yaptığımız yolculuk sürüyor, unutmayın tam 5000 yıl öncesindeyiz. Ve ansızın başörtüsünün ilk kez Sümerlerde ortaya çıktığını öğreneceğiz. Zaman içinde biçim ve öz değiştirerek akıp gitmiş. Tabletlere göre durum şöyle; Sümer kadınlarının en önemli görevlerinden biri mabetlerde rahibe olmaktı, 20’ye yakın görevleri vardı. Bunların başında şarkıcılık, oyunculuk ve fahişelik geliyordu. Mabetlerde seks kutsaldı, eşcinsellik de doğal kabul edilirdi. H E mekli asker, İsrail komandolarının, kalabalıkta militanların nasıl vurulacağı gibi ‘özel görevler’ için Kuzey Irak’ta peşmergeleri eğittiklerini söyledi. BBC’de görüntüleri yayımlanan eğitim programının maliyeti 150 milyon doları buldu. Dış Haberler Servisi Kuzey Irak’taki Kürtlerin, emekli İsrail komandoları tarafından eğitildiğine yönelik iddialar bizzat peşmergelere bu eğitimi veren eski İsrailli bir asker tarafından da doğrulandı. İsrail askerlerinin Kuzey Irak’ta Kürtlere askeri eğitim verdiği yönündeki iddialara bu kez İngiliz yayın kuruluşu BBC’de yer verildi. Daha önce bu yönde İsrail basınında dikkat çekilen iddialara Cumhuriyet gazetesi de yer vermişti. BBC’nin Newsnight programında konuşan, adı açıklanmayan emekli bir İsrail askeri, eski İsrail özel kuvvetleri üyelerinin 2004’te Türkiye üzerinden ‘‘iki grup Kürt askerini eğitmek için’’ Irak’a geçtiğini söyledi. Programda konuşan emekli asker kendi görevinin büyük bir havaalanı projesi için Kürt güvenlik görevlileri yetiştirmek ve askeri eğitim vermek olduğunu belirtti. Emekli asker, İsrail komandolarının Irak’taki Kürtleri Erbil kentindeki havaalanı için güvenlik gücü olarak görev yapmak üzere eğittiğini anlattı. Tüfeğin nasıl kullanılacağı ve kalabalıkta militanların nasıl vu rulacağının da dahil olduğu ‘‘özel görevler’’ için Kuzey Irak’ta 100’den fazla peşmergeyi eğittiklerini söyleyen emekli asker, eğitilen Kürtler bilmese bile Kürt yetkililerinin eğitimi verenlerin İsrailliler olduğunu bildiğini düşündüğünü kaydetti. BBC’ye açıklamalarda bulunan emekli İsrail askeri ‘‘nerede olduğunu, kendisinin kim olduğunu bilmesi ve her zaman kimliğinin açığa çıkma olasılığının bulunması nedeniyle her gün gerginlik yaşadığını’’ da belirtti. Programda, sağlanan teçhizatla birlikte eğitimin toplam maliyetinin 150 milyon doları bulduğuna dikkat çekildi. Newsnight programında ayrıca, Interop olarak adlandırılan İsrail’in bir güvenlik şirketinin ve İsviçre’ye kayıtlı olduğu öne sürülen Kudo ve Colosium adındaki iki yan kuruluşun da Erbil Havaalanı’ndaki önde gelen B LAIR’E PROTESTO İngiltere’nin Manchester kentinde on binlerce kişi, Afganistan ve Irak savaşlarını protesto etti. İşçi Partisi’nin kurultayı öncesindeki eyleme Tony Blair’in baldızı Lauren Booth da katıldı. İngiliz askeri silah çalıyor Dış Haberler Servisi Irak’taki İngiliz askerlerinin, bu ülkede ele geçirdikleri yasadışı silahları çalarak Irak dışında para ya da uyuşturucu karşılığı sattıkları ortaya çıktı. İngiliz The Sunday Times gazetesinin haberine göre, silah hırsızlığı suçlamasıyla ilgili soruşturma açıldı. Bu çerçevede bir askerin gözaltına alındığıbildirildi. The Sunday Times, İngiliz askerinin uyuşturucu karşılığı silah sattığı suçlamasına uğramasıyla Irak’taki İngiliz askeri varlığının büyük bir darbe daha aldığına dikkat çekerken ‘‘İngiliz askerleri arasındaki uyuşturucu kullanımı oranının yüksekliği zaten biliniyordu. Ancak askerin uyuşturucu için silah çalıp satıyor olması, Irak’taki İngiliz askeri polisini de dehşete düşürdü’’ diye yazdı. Gazeteye göre, toplanan deliller, bazı silahların 2500 sterlin değerindeki kokainle değiştirilip daha sonra Irak’ta görev yapan askerlere satıldığını da gösteriyor. Armani imzalı Independent M. KEMAL ERDEMOL LONDRA İngiltere’nin önde gelen gazetelerinden The Independent, Afrika’daki açlığa ve AIDS felaketine dikkat çekmek amacıyla 21 Eylül 2006 Perşembe tarihli sayısının 1. sayfasını dünyaca ünlü İtalyan asıllı modacı Giorgio Armani’ye çizdirdi. Gazete, söz konusu sayfada makyajla Afrikalı görünümüne büründürülmüş ünlü İngiliz model Kate Moss’un yarı çıplak fotoğrafını kullandı. Independent, bu sayısından elde edilecek satış gelirinin yarısını da Afrika’daki AIDS’le mücadele kampanyasına bağışladı. Moda dünyasının tartışmasız en büyük adlarından biri ne sayfa çizdirerek bir ilke imza atan Independent, kapağına, ‘‘Bu bir moda gösterisi değil’’ ifadesini de kullandığı gazetenin ilk 4 sayfasını Afrika’daki insanlık trajedisine ayırdı. Ağırlıkla, çocuk ölümleri ve kadın sorunlarına dikkat çekilen ilgili sayfalarda, istatistiki bilgiler, günlük yaşamdan kesitler ve HIV’li kadınlarla ilgili raporlar yer aldı. Gazetede, Armani’nin bir de yazısı yer aldı. Armani, ‘‘Bu yazıyı sıradan biri olarak yazıyorum ve diğer birçok insan gibi etrafımda beni üzen çok şey görüyorum’’ dedi. Armani, yazısında özetle şunları belirtti: ‘‘Bu yazıyı yazarken aklıma Masumiyet Çağı filmi geliyor. Özellikle, masum çocukların açlık tehlikesi korkusuyla sindirildiği bir dünya görüyorum. Hepimiz, masumiyet çağının sonunun geldiğine tanıklık ediyoruz... Kesinlikle üzerinde anlaşmamız gereken bir sonuç varsa, o da, inancımız ve ırkımız ne olursa olsun, bugün de tüm yarınlar için, dünün çocuklarının masumiyet çağını korumakla yükümlü olduğumuzdur.’’