23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HAFTA C FREIBURG Redaksiyon/Redaktion: Starkenburg Str. 5, 64546 MörfeldenWalldorf. email:cumhuriyet@gmx.net Tel: 0610598174446 İmtiyaz Sahibi/Inhaber: İlhan Selçuk (Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.’yi temsilen, Cumhuriyet Vakfı adına) Genel Yayın Yönetmeni/ Chefredakteur: İbrahim Yıldız Yazı İşleri Müdürü/ Redaktionsleiter: Osman Çutsay Yayın Koordinatörü/ Koordinator: Hayri Arslan Reklam/Anzeigen: Ömer Aktaş Yayın Kurulu/Redaktionsbeirat: İlhan Selçuk (Başkan/ Vorsitzender), Prof. Dr. Emre Kongar (Berater), Orhan Erinç, Hikmet Çetinkaya, Şükran Soner, İbrahim Yıldız, Orhan Bursalı, Mustafa Balbay, Hakan Kara Baskı/Druck: Hürriyet A.Ş Zweigniederlassung Deutschland, An der Brücke 2022 D64546 MörfeldenWalldorf. Dağıtım/ Vertrieb: ASV Vertriebs GmbH (Der Verlag übernimmt keine Haftung für den Inhalt der erscheinenden Anzeigen) Almanya’nın arka yollarında Begüm de yoldaki tabelaları izleyen kaptan. Biz, Almanya’da bir ilkeyi hiç bozmayız. Benim 1990’larda on yıl süreyle görev yaptığım Freiburg kentiyle ailemizin gönül bağları var. Orası, Almanya’nın güneyinde, Karaormanlar’da, yeşillikler içinde bir cennettir. Nüfusu oldum olası 180 bin. Ne aşağı iner, ne yukarı çıkar. Üniversitesi 500 yılı çoktan aştı. Hiç unutmam, 1980’lerde Helmut Schmidt başbakan olarak bu kenti ziyaret ettiğinde ilk cümlesi şu olmuştu: ‘‘Almanya’nın kültür başkentinin insanları, sizleri gönülden selamlıyorum.’’ Freiburg denilince, elbette akla buranın 1100 metre yükseklikteki Schauinsland’ı gelecek. Bu uzun sözcük, ‘‘manzaraya bak’’ olarak çevrilebilir. Bu öyle bir manzaradır ki, insanı sarhoş eder. Bu kadar yeşil nasıl olur da bir araya gelebilir, diye şaşarsınız. Manzaraya bakarken düşlere dalarsınız. Buraya ilk gittiğimde, bir Alman’a sormuştum, köyünüzde mezarlık var mı diye. Adam, bir süre abandone olmuş boksör misali yüzüme baktıktan sonra, eliyle işaret etmişti mezarlığın yerini. Sonra tabii sizin de tahmin ettiniz soruyu, bu kez o bana sormuştu; niye böyle bir soru sordunuz diye. ‘‘Burada insanlar ölmez’’ dememe kalmadan, muhatabım gülmeye başlamıştı. Freiburg’un çevresi de bir o kadar güzeldir. Bu yükseklikteki yerleşim yerlerinde, krater gölleri doğayı süsleyen unsurlardır. Hangi birini saymalı bu göllerden, Titisee, Schluchsee ve benzeri. Buralarda yaşam huzurludur, şairin dediği gibi asudedir... İnsanlar insanları rahatsız etmez, birbirlerine yardımcı olurlar. Bunlar medeniyetin göstergesi değil de nedir. Medeniyet zaten yasalara, hukuka saygılı olmak, başkasının özgürlüklerini önlememek değil mi? Yazın Alplerin havası da bir başka oluyor. Kışın kayak merkezleri olarak hizmet veren yerleşim yerleri, yazın bir başka dünya sunuyor sizlere. İstediğiniz kadar oksijen depolayın, kendinizi kışa hazırlayın. Buralarla ilgili birkaç tavsiyem olacak sizlere. MünihSalzburg istikametinde Aachensee var ki, nasıl anlatsam bilemiyorum. Burası bir krater gölü çevresinde birkaç yerleşim yerinden oluşuyor. İnanın bir ressam tuvalinin önüne oturup buranın resmini yapsa, belki bazı hataları olur. Ama buralar doyumsuz cennet köşeleri. Ballandıra ballandıra anlatıyorum ya sakın ola ki çok pahalı tatillerin yapıldığı yöreler olarak algılamayın buraları. Her keseye hitap eden olanak var. İster lüks otelde kalın, ister bir pansiyonda ya da yol ütündeki bir ‘‘gasthaus’’ yani motelde. Buralarda ister yatakkahvaltı alırsınız, isterseniz buna akşam yemeğini de eklersiniz. Buralarda on gün kadar kaldıktan sonra, Münih’e doğru yol alıyoruz. Daha otoyoldan şehre ulaşırken, bıktıran inşaat alanları, duru kalka alınan mesafeler... Şehrin içi bir başka felaket. Münih’in her yerini kazmışlar. O denli araç çokluğunda, inanın çoğu kez tek şeritle yürümeye çalışan bir trafik. Üstüne bir de 24 saat hiç durmadan yağan yağmur insanı isyan ettiriyor. Ertesi sabah Münih Havaalanı’na geliyoruz, pırıl pırıl bir güneş Münih’ten havalanırken bize nanik yapıyor. Tatil, güzel tatil, sen her şeye rağmen güzelsin. Dimyat’ın lahanası! MUSTAFA BALBAY Sadece, tarih, coğrafya, merak değil, Türkçe de benim eteğimden çeker, gezmeye götürür... Yeri geldikçe gelmedikçe Türkçe’mizin o mekanlarla anlatılan deyimlerini düşünür, ‘‘acaba nasıl bir yerdir’’ diye kafa yorarım. ‘‘Görürsün Hanya’yı Konya’yı’’ deyiminin peşine düşüp Girit’e kadar gitmiştim. Konya’yı biliyoruz da, acaba Hanya nasıl bir yer.’’ Gittiğime de değmişti doğrusu... Bir başka Gezekalın’da anlatırım... Bugünkü gezedeyimimiz şu: Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak! Önce coğrafya: Dimyat, Nil’in Akdeniz’e döküldüğü deltada, İskenderiye ile Port Said arasında bir yerleşim yeri. Kahire’yi enine boyuna dolaştıktan sonra soluğu İskenderiye’de aldım. Büyük İskender’in adını taşıyan dünyadaki 30’a yakın kentten en büyüğü. Bizdeki İskenderun da bunların arasında... İskenderiye aynı zamanda yeryüzünün yedi harikasından biri olan deniz fenerinin kalıntılarının bulunduğu yer. İskenderiye’de o kadar çok yürümüştüm ki, kilo bile vermiştim. Dimyat yoluna çıkarken kente şöyle seslenmiştim: Dündük bir kemik bir deriye. Allahaısmarladık İskenderiye! Dimyat’a giderken de aklımda fikrimde, bizim deyim... Acaba burada pirinç gerçekten ucuz mu? Bulgur da var mı? Otobüs 1960 model gibi... Langur lungur tarhana bulgur gidiyoruz. Arada yanımızdan geçen kamyonların yüküne bakıyorum; pirinç mi diye! Dimyat’a gelince demli bir çayla yorgunluğumu giderdikten sonra kahvede tanıştığım Ömer’le sohbete tutuştuk. İlk fırsatta pirinci sordum. Şaşırdı. Bizdeki deyimi anlattım. Şunu söyledi: ‘‘Burası o kadar verimli topraklara sahip ki, pirinç ilk 10 arasına bile girmez...’’ Neler girer? ‘‘Öncelikle deniz ürünleri... Akdeniz’in en verimli denizi buradadır. Sonra orman ürünleri... O kadar güzel mobilyalar yapılır ki, fotoğrafının bile çekilmesine izin verilmez. Model çalınmasın diye.’’ Ömer o kadar çok balık çeşidi saydı ki, ben karşısında alık! Dimyat pazarını dolaşırken bir köşede çuvalların içinde pirinç gördüm. Bir kadın satıcı müşteri arıyor. Hararetle koşunca birkaç çuval alacağımı sandı ama, sadece fotoğrafını çekeceğimi söyledim. Pazar ürünlerinin fotoğrafını çekerken de lahanacılar yolumu kesti. İri mi iri lahanaların fotoğrafını çektim. Yerel tatlı ‘‘möşembik’’ satıcıları ‘‘bizi de çek’’ diye bakan gözlerle sırada bekliyordu... Gezekalın! PROF. DR. ERDENER YURTCAN az yaklaşırken insanlar izin düşY leri görürler, hayaller kurarlar. İzin ve tatil kavramları çoğu kez kesişir. Hem tatilin kötüsü de olmayacağına göre, tatilde bir yerlere gitmek, hem dinlenmek hem de güzel yerler görmek çok da iyi olur. Biz de bu düşünceyle, bu yıl büyük torunumuzu da alıp Avrupa’ya uzanalım istedik eşimle. O, bunu çok iyi karnesiyle hak etmişti. Ancak Schengen vizesi almak gerekiyordu. İlk anda Almanlar beni şaşkına çevirdiler. Vize için önce konsolosluk tan randevu almak gerekiyordu. Bu, medeni bir yaklaşımdı. Ama, sonraki adımı anlamak mümkün değildi. Randevu için (vize için değil) 10 euro isteniyordu. Bu, ülkelerine gezmek için gideceklere vize vermek için randevu lütfünde bulunacak ‘‘yabancı’’ların bunu istemeye elbette hakları yoktu. Ayrıca vize için, insanlara kök söktürüyorlardı. O ne sorgu sual, ülkemin Cumhuriyet Savcılarının kulakları çınlasın! Gezimize İstanbul’dan Münih’e uçarak başladık. Münih Havaalanı karınca yuvası gibiydi. Bavullar, sırt çantaları, el bagajları ile bir oraya bir buraya. Gidenler, gelenler, onları karşılayanlar, sevinçler, hüzünler. Hepsi buralarda yaşanır. Münih’te, her zaman yaptığımız gibi, kiralık arabamızı teslim aldık. Yola çıkmaya hazırız. Bu noktada küçücük bir öneri: Sakın ola ki, gittiğiniz yerde, şu kadar gün için, şu tip bir araba istiyorum demeyin. Alık alık yüzünüze bakarlar. Bu işleri oralara gitmeden yapmanız gerekiyor. Yola çıkıyoruz. Görev dağılımı tamam. Bendeniz kaptan şoför, eşim elinde haritayla kılavuz kaptan, torun Kemiklerden bir müze DR. AHMET GIRGIN nsan kemiklerinden oluşturulan Prag’ın Kunta Hora kasabasındaki ‘‘Sedlec Kilisesi’’ aynı zamanda da bir müze. Mezarlardan çıkarılan insan kemikleriyle dekore edilen müzeyi gezerken ürperiyorsunuz. Adeta bir korku filmi setindesiniz. Her yerde rastladığınız insan kemikleri ilginç dekor anlayışının göstergesi. Tarihte neden böyle bir dekor sisteminin seçildiği de merak konusu. Prag’ın Kunta Hora kasabasındayız. Eski gümüş madeni. Artık gümüş cevheri kalmadığı için önemini yitirmiş. Katedrali var, ama zaten her yerde bir sürü var. Fakat bir kilisesi var ki ilgilenenler için çok değişik. İçi insan kemikleriyle dekore edilmiş bir kilise. Hikaye 1218 yılında, güvenilen bir kişi olan Abbot Henry’nin kutsal topraklara hacca gitmesi ve oradaki mezarlıktan bir kavanoz toprak getirerek kilisenin üzerine serpmesiyle başlar. Böylece kilise daha kutsal bir yer olarak görülmeye başlanır ve çok popüler bir gömülme noktasına dönüşür. 1318’e kadar vebadan ve savaşlarda ölen 30 binden fazla beden buraya gömülmüştür ve 1511’de yeni bedenlere yer açabilmek için eski kemiklerin bir İ kısmının yerlerinin değiştirilmesi gerekmiştir. Bunlar daha sonra ürpertici eserlerin malzemesi olmuşlardır. Kilisenin duvarlarında binlerce kuru kafa, femur, tibia, hatta avizesi bile kemiklerden oluşmuş. İnsan bir tuhaf oluyor. Ama en önemlisi kilisenin içindeki Slojen ailesine ait kemiklerden yapılmış olan arma. 1591’de Türklere karşı savaş gerçekleşmiş. Meydan muharebesi kazanınca bunu armalarına işlemişler: Ama nasıl? Bir kurukafanın gözlerini oyan bir karga amblemiyle! Kemiklerden yapılmış bir karga, Türk’ü temsil eden bir kurukafanın gözünü oyuyor. İtalyanların dediği gibi ‘‘Gli Turci.’’ Acaba bizden mi çok korkmuşlar? Yoksa hakikaten o topraklardaki insanlara atalarımız çok mu eziyet etmişler acaba? Kemik Müzesi’ne ya tur ile gideceksiniz veya tren ile. Otobüsle tur bin 200 koruna, tren bileti gidişdönüş 100 koruna. Kemikli kilise Kunta Hora tren istasyonuna çok yakın. Boşu boşuna kasabaya gidip vakit kaybetmeyin. Kilise saat 11.30 ile 13.30 arası kapalı. O saatlerde sıkılabilirsiniz. Dönüş için tren saatini ayarlamakta fayda var. ilan renkli Allianoi rapor bekliyor İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Allianoi antik kentiyle ilgili hazırlanan bilim kurulu raporunun, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından kamuoyundan gizlendiği belirtiliyor. Alianooi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü Oya Otyıldız’ın, İzmir 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan oluşturulan bilim heyetinin hazırladığı raporu edinme başvurularının yanıtsız kaldığı belirtiliyor. İzmir 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun, hazırlanan bilimsel rapor sonrası 28 Ağustos 2006 tarihinde yeni bir karar aldığını bildiren EGEÇEP Dönem Sözcüsü Arif Ali Cangı, tüm girişimlere karşın bilimsel raporu ve kurulun aldığı son karar örneğini edinemediklerini bildirdi. Allianoi konusunda kamuoyundan gizlenen unsurların olduğundan şüphe duyduklarını söyleyen Cangı, ‘‘Koruma kurulunda sıkıyönetim mi var? Bilgi Edinme Yasası Allianoi konusunda geçerli değil mi? Gizli kapaklı ne yapılmaya çalışılıyor?’’ dedi. Cangı, Bilgi Edinme Yasası çerçevesinde Allianoi ile ilgili alınan kararların tümünün kamuoyuyla paylaşma adına istediklerini de sözlerine ekledi. Gazetemizin 3 Eylül 2006 tarihli sayısında Özgen Acar imzasıyla duyurulan ‘‘Allianoi İçin Altı Seçenek’’ başlıklı haberde, raporda antik yerleşimin başka bir yere taşınması, bölgenin iki yanına set barajı oluşturulması, yerleşimin çanak içine alınması, kentin kubbe içine alınması, Çaltıkoru Barajı’nın Yortanlı ile birleştirilmesi ve baraj projesinin Su tümüyle devreden çıkarılperisi ması önerilmişti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle