Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
EYLÜL CUMA bilim/vaziyet Yağmur Ekim ATİ TEKNOLOJİ İLK ULUSAL MERKEZ OLARAK ÇALIŞMALARINA BAŞLIYOR C Alternatif türban ve imam hatip sahtekârlığıyla örtülmeye çalışılırken, adeta burnundan soluyan ve tepkisini her vesileyle dile getirmeye başlayan bir topluma; ‘alternatifleri yok’ demek en hafif deyimle ahlaksızlıktır. Ne demek alternatifleri yok! Seçim anketlerinin sağlıklılığı ve doğruluğu bir yana, parlamentoya gireceği tahmin edilen partiler, geçmişte en azından koalisyon ortağı olarak ülke yönetiminde yer almışlardır. Hiçbirinin devletin laik, demokratik yapısını değiştirecek, Atatürk’ü kitaplardan, tarihten silmek isteyecek, ülke çıkarlarını ABD ve AB’nin arzu ve direktiflerine feda edecek bir ihanetleri bildiğimiz kadarıyla olmamıştır. Demokrasi tarihimizde, Türkiye Cumhuriyeti’ne, kurucusuna, Kemal Öncü: ‘‘Papa, Huntington’un kuramı çerçevesinde Bush’un tezini tekrarlayan laflar etmiş. Papa’ğan!’’ 17 Kök hücre üretim merkezi ORHAN BURSALI Havaalanı için dağ tıraşlanıyormuş. Açılınca havaalanını da bağ yaparlar! T rabzon’un sırtlarında, kentin en güzel yerine kurulu Karadeniz Teknik Üniversitesi yerleşkesi içinde, cicili bicili kutu gibi yeni bir bina. Dışı balonlarla çevrili, açılışı yeni yapılmış... Bir anlamda, kan kan hastalıkları uzmanı Prof. Ercüment Ovalı ve arkadaşlarının 810 yıllık bir düşü... Ülkemizde kök hücre tedavilerine uluslararası standartlarda hizmet verecek, kök hücre araştırma ve tedavilerine, hız kazandıracak bir projenin en önemli ayağı gerçekleştirilmiş durumda. Burası ATİ Teknoloji Laboratuvarı. Prof. Ovalı, içeri buyur ediyor. Binaya girerken, önyargı ile dü Merkezde hücre tedavi ürünleri üretilecek: Başta kök hücre nakil ürünleri olmak üzere, bağışıklık sistemi tedavileri (immünoterapi) , organ mühendisliği alanlarında periferik kök hücre, kemik iliği kök hücresi, anti tümör aşıları, mezenkimal hücre... Bu ürünlerin hepsi Ati şirketinin damgasını taşıyor... şünüyor insan; bina, laboratuvar, cihaz, tesisat vb iyi de, proje... uzun soluklu araştırmalar, üretimde süreklilik acaba sağlanabilecek mi, yoksa burası da sıradan bir laboratuvara mı dönüşecek. Kötümser içeri adım atmak uğursuzluk getirir. Nefesimi tutuyor, bu düsüncelerden arınıp öyle içeri giriyorum!... Binayı anlatmayacağım, şu kadarını belirtmek gerekir, üretimin ve yapılacak araştırmaların doğası gereği dış etkenlerden, toz, bakteri vb mümkün olduğunda, arınmış olması gerekir. Bu nedenle içeri girişten itibaren bir protokole göre hareket ediyorsunuz, dış giysiler değişiyor, sürekli arına arına iç içe girişlerden geçiyorsunuz, özel elbiselerinizle son defa "yıkanıp" binanın merkezine, ana kalbine, yani üretim laboratuvarına "tam arınmış" giriyorsunuz. Burası uluslararası sertifikalı, bina projesi onaylı, ve dolayısıyla üretimi de uluslararası ulaşılan ve istenen standartlarda bir biyoteknoloji merkezi. Neler yapılacak burada, önce bu önemli: Ercüment Ovalı öncelikle hücre tedavi ürünleri üreteceğiz, diyor. Ve arkasından açıklama yapıyor: Başta kök hücre nakil ürünleri olmak üzere, bağışıklık sistemi tedavileri (immünoterapi), organ mühendisliği alanlarında periferik kök hücre, kemik iliği kök hücresi, Anti tümör aşıları, mezenkimal hücre... Bu ürünlerin hepsi Ati, yani kendi şirketlerinin damgasını taşıyor. Başlarına birer ATİ koyuyorlar. Ayrıca ATİFibrojel, ATİFibroplazmojel, ATİMKH.. biçiminde ürün listesi genişliyor. Ülkenin en büyük kordon kanı ve kök hücre ürün leri bankası olmayı hedefliyorlar. Ovalı, "ATİ, en büyük kordon kanı ve kök hücre bankalarından biri olacak. 18 bin insana ait kan ve kök hücre ürünlerini depolama ve saklama kapasitemiz var ve bu sayı artırılabilir nitelikte" Bu ürünleri, dış ülkelerden almak yerine kendileri geliştirdikleri ve hatta yer yer tedavi için kullanıp önemli başarılar elde ettikleri ürünler. Hasta uygulamalarında sonuçları da bir çok uluslararası yayın olmuş durumda. Binada üretim çalışmaları önümüzdeki ilkbaharda başlayacak. Bir yıl içerisinde ATİ kondrosit, ATİMİAMİ, ATİMPAC üretimlerini de gerçekleştirecekler. Özetle, klasik kök hücre nakillerinin yanı sıra, yanıkların hücre ile tedavileri, yaşlanmaya karşı, eklem ve kıkırdak hasarlarında hücre tedavileri, ve bu amaçla güvenli hücre üretimi, kök hücre ve kanser aşısı üretimi gibi çalışmalar Ati’nin gündeminde. Ovalı şimdiden " 7 ayrı tip hücre üretebiliyoruz" diyor. Bu arada bu ürünleriyle başarılı yanık tedavileri yaptılar ve lösemi konsundaki ürünleri de, ileri safhadaki bir hastayı hayatta tutuyor hâlâ! Ülkemizde şimdilik başka bir örneği bulunmayan ve belki de daha birçoğunun kurulması gereken Ati Teknoloji, öncelikle bir şirket. Geliştirdikleri bu ürünleri satacaklar, müşterileri bilim adamları, doktorlar ve hastaneler. Ati ürünleri, uluslararası piyasaya göre daha ucuza üretilecek. Kök hücre tedavisinin gelecek perspektifindeki büyük umutlar dikkate alındığında, ülkemiz bu alandaki bilimsel ürün üretiminde önemli bir adım atmış oluyor. ATİ teknoloji, bu anlamda, bir mükemmeliyet merkezi... ATİ sadece kendi ürünlerini üretip satmayacak. Aynı zamanda, kendi kuruluş standartlarını içeren ve belirleyen GMP (Good Manufacturing Practice Freiburg Üniversitesi’nden alındı) konusunda ülkemizde benzer yapılanmalara danışmanlık yapacak, üniversite ve başka kurumların kök hücre projelerinin ATİ Laboratuvarlarında gerçekleştirilmesine ARGE desteği verecek... Ovalı diyor ki, "Multidisipliner, çok kurumlu, ulusal ölçekli projelerimiz her zaman olacak". Bu konuda bir projeleri devreye girmeye hazır, şüphesiz devletin, TÜBİTAK’ın desteği şart. İKİNCİ SİVAS KONGRESİ ATİ’nin açılışı, Trabzon’da yapılan İkinci Ulusal Kök Hücre Kongresi’ne denk getirildi. Böylece, ülkemizde kök hücre üzerine araştırma yapan bilim insanlarından önemli bir kısmı da orada hazır bulundu ve ATİ ve projeleriyle tanıştı. Bu konuda yapılan bir oturumda ATİ Projesi heyecanla karşılandı. Oturum başkanı Prof. Mustafa Özbaran (Ege Üniversitesi Tıp Fak.), ülkemizde ilk kez bu alanda bağımsız olarak kendi hücrelerini üretebileceği, işleyebileceği uluslararası standartlarda bir merkeze sahip olunduğunu vurguladı. Kendi ülkemizde kendi bilim insanlarımızca başta ABD olmak üzere diğer ülkelere bağımlı olmaksızın gerçekleştirilen bu girişimin desteklenmesi gerektiğini, bu girişimin ülkemiz insanın önünü açacağı ve kendine güvenini kazanmasında önemli rol oynayacağını belirtti. Türkiye ilk defa kimseye patent borcu olmaksızın bu alandaki üretimini gerçekleştirmenin yolunu açtı.. SÖZCÜĞÜN Türkçe’si seçenek ama ‘‘alternatif’’i daha çok kullanıyorlar. Örneğin bazı köşe yazarları: ‘‘Bu adamlar gitmeli ama yerine kim gelecek? Alternatifleri yok ki!’’ ‘‘Alternatif’’ konusunda Reşit Çağın’ın bir çift sözü var. Diyor ki: ‘‘Demokrasi ile yönetildiğini sanan bir topluma bundan daha büyük bir kötülük yapılabilir mi? Ekonomik yönden sıkıntılar içinde kıvranan, işçi, memur, çiftçi, esnaf ve emeklilerin sosyal hakları IMF talimatıyla kısıtlanırken; laik devlet pervasız bir kadrolaşma içinde dincilere teslim edilip, her yeri ahtapot gibi saran tarikatların çıkar savaşı camide cinayet işlemeye varacak boyutta vahim bir hal almışken; Kıbrıs, Ortadoğu ve AB konuları başta olmak üzere ulusal çıkarlara aykırı her türlü ödün ve kararlar verilir, terörde tam bir acizlik sergilenirken; özelleştirme ve ihalelerde yolsuzluk iddiaları ayyuka çıkmışken; hukuk tanımazlık ilke ve devrimlerine böylesine hınç dolu ve onu yıkmaya azimli görünen başka birileri gelmemiş ve böylesine meydanı boş bulmamıştır. Devleti oluşturan etkili ve yetkili makamlar, vahim durumu görüp, zaman zaman uyarıda bulunmakla birlikte adeta hipnotize edilmişçesine sadece izlemektedirler. Oysa demokrasiyi ‘araç’ olarak kullananlara karşı devletin nasıl korunacağının örnekleri, Batı toplumlarında fazlasıyla vardır. O nedenle ya yargı marifetiyle ya da demokrasinin yegâne kurtuluş aracı olan sandık başına gidiş çabuklaştırılarak kurtuluş gerçekleştirilmelidir. O nedenle tepkilerimizi artırmalı ve Bektaşi’nin tadına dahi bakmadan ‘bu daha iyidir’ dediği şarap misali, ülkeye ve topluma yaralı olacağına inandığımız bir partiyi destekleyerek inancımızı sürdürmeliyiz.’’ Papağan Seçenekler Akif Kökçe: ‘‘Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç ‘Bazı sanatçılarımız sahnede değil, evinde ölmeli’ demiş. Diğer seçenekler; sürgünde, otelde yakılarak, kurşunlanarak, bombalanarak, hapiste çürüyerek!’’ Akrobatlar KİTABIN adı ‘‘Washington’da Akrobasi’’; yazarı Yılmaz Polat. Ankara’ya gelip ART televizyonunda bir programa konuk olmuş Polat. Ankara’dan dostumuz Mustafa Yıldırım, biraz kitaptan biraz da televizyondaki programdan söz ediyor: ‘‘Şunun şurasında devlet adamlarımızın masallarıyla yaşayıp gidiyorduk. Başbakanlar, bakanlar ikide bir soluğu Washington’da alıyor, Türk devletini temsil ettiklerinin bilinciyle davranıyorlar ve ciddi görüşmelerde Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını ve onurunu koruyorlardı. ABD, Irak’a Türk ordusundan birlikler istiyor, bizimkiler ‘Durun bakalım; bir düşünelim’ diye ayak sürüyorlar ve ardından ‘Bakınız, bizim anayasamızda yazılanlar, öyle egemen devletlerin topraklarına yabancılar istedi diye girmemize izin vermez’ diye ekliyorlardı. Bakanlarımız, temsil ettikleri 70 milyonun onurunu düşünerek kadın ilişkilerine özen gösteriyorlardı. Başbakan eşleri, alçak gönüllü bir ulusu temsil ettiklerini unutmuyor, öyle çarşı pazar gezip, görmemişler gibi dükkânlara dalıp çıkmıyorlardı. Orgenerallerimiz, her çağrıldıkları derneğe koşar adım gitmiyorlar, görevlerinin Politik ve ekonomik kısıtlamalar ABD’de Harvard Ünivresitesi Tıp Fakültesi Joslin Diabetes Center’da laboratauvar yöneten Prof. Dr. Abdülkadir Ömer, bu merkezin önemini vurguladı. ABD’nin çektiği "Kök Hücre" araştırmalarındaki kısıtlamanın dini ve etik nedenlere dayanmadığını, bu kısıtlamaların aslında ABD’nin bu alandaki tüm patentleri alana dek süreceğini ve daha sonra bu kısıtlamaların kaldırılacağını söyledi. Yani, ABD’deki kök hücre araştırmalarına getirilen kısıtlamalar, politik ve ekonomik. Ve ülkemizde gerçekleştirilen bu girişimin desteklenmesi gerektiğini belirtti. Bu konuşmaların ardından İstanbul Üniversitesi’nden görevli bir bilim kadını da, "bu kongrenin aslında bu alandaki 2. Sivas Kongresi olduğunu" belirtti ve salonda büyük bir coşkuya neden oldu. NASIL KURULDU? Prof. Ercüment Ovalı, olaya magazin basını açısından yaklaşırsak, projeyi "bir rakı masasında" Karadenizli işadamlarına "satmış"! Bu projesini duyan Karadenizliler hemen heyecanlanmışlar, kafaları yatmış ve "eee hoca ne durayisun, hemen başla da; paralar bizden!" demişler. Tabii ki olay tam böyle olmadı! Ovalı diyor ki: Bir biyoteknoloji şirketi kurma fikri 1998’e kadar gidiyor. O tarihte ABD’de bir kongrede, osilis isimli küçük bir tıp şirketi gördüm, başında da ünlü bir kadın vardı. İlgimi çekti araştırdım, giderek büyüdü.. Üniversiteme döndüğümde, 10 yıl içinde tüm dünya kök hücrelerle uğraşacak böyle bir kuruluşa gidelim, dedi. Fikri rektörümüze açtım, proje istedi, 1 milyon dolarlık bir proje çıktı ortaya... Derken, böyle bir şirketin kuruluşu gündeme geldi. Mart 2003’de 13 kişinin katılımı ve 50 bin YTL sermaye ile kuruldu. Üniversite’de bir Teknoloji Bölgesi kuruluşuna da, proje öncülük etti. Üniversite ile anlaşma yapıldı ve proje start aldı.. işte bu kuruluş aşamalarında, Karadenizliler parayı bastırdılar... Ne kadar büyük ve hayırlı bir işe imza attıklarını, şüphesiz bilerek! Bir yıl sonra ortaklar 26’ya ve sermaye 1 milyona çıktı. Bir ay sonra, mart 2004’te temel atıldı. Eylül sonunda sermayesi 2,5 milyon oldu. 200(e gelince ürün pazarlama anlaşmaları, şirket katılımları ve sermaye 5 milyon YTL. Şimdi şirketin 53 ortağı var. Ortaklar servet bakımıdan irili ufaklı. Karadenizli ortaklardan birini genç yaşta kaybetmişler ve bir toplantı odasına hem resmini asıp hem de adını vermişler. Desteklerle, bu laboratuvar 6 milyon YTL civarında gerçekleşmiş. Avrupa’da 17 tane benzeri var. Ama Ortadoğu ve Orta Avrupa’da türünün tek örneği. Türkiye’nin kök hücre ihtiyacını karşılayacaklaır gibi, özellikle Pakistan’a kadar uzanan bölge ülkelerinden de şimdiden talepler almaya başlamışlar. İşte, ilaç ve cerrahi tedavi yöntemlerine, hastalıklı hücreye karşı sağlıklı hücre üretimi ile mücadelenin ülkemizde ciddi olarak eklenmesinin kısa öyküsü bu. Şirketin logosu da üç kan damlası. Adının ATİ olmasında, ortaklar arasında bulunan askerler öncülük etmiş. Yani "Gelecek".. Silahlı Kuvvetler adına araştırmalar yapan Türk Tıp. San. AŞ, projeyi görünce hemen ortak olmuş. Bu şirket ülkemizin en uyanık şirketlerinden biri! Gelecek gördüğü tıp, biyoteknoloji gibi şirketlere ortaklıklarıyla destek oluyor... Kapak fotoğrafında soldan sağa doğru ATİde görev alan, Prof. Murat Ertürk, Prof. Erdal Karaöz, Prof. Serdar Bedii Omay ve en sağda Genel Müdür Prof. Ercüment Ovalı görülüyor. Bu grup ATİ Teknoloji Bilim Kurulu Üyeleri ve tabiki bazı diğer görevlere sahipler... Prof Ovalı, şimdilik 200 bin YTL ARGE bütçem var, diyor. "Bu önümüzdeki mart ayı sonuna kadar yetiyor. Sonrası için elimizde satılmamış çok değerli 10 hissemiz var.. Bunları semaye arttırarak da yüksek fiyatta satıp kendimize fon yaratabiliriz. Ama amacımız hemen araştırma projeleri ile Ati’nin kendini finanse edecek bir kaynak yaratması.. Bu amaçla da ulusal çaplı bir porjeyi hemen devreye sokmak istiyoruz.." "Bilime standart geliyor, üniversitelerimizde projenin yüzde 80’i makinelere gider... o makine orada durur, başka kimseye de kullandırtmaz, kendine zimmetlidir. Komşu meslektaşı da aynı malzemeyi almak zorunda kalır... Artık biz geniş bir işbirliği dönemini başlatıyoruz.." 8 üniversitemizin destek verdiği ve işbirliği açıkladığı ATİ Teknoloji, kök hücre ve kan ürünleri, doku ve çeşitli aşı çalışmalarında ülkemizde yepyeni bir başlangıç yapıyor. Buradan çok ürün çıkacak, çok değerli makaleler de. Uzun zamandır istediğimiz böyle bir merkeze öncülük edenleri kutluyoruz. Şimdi çalışma ve üretme zamanı! Herşeye, ülkemizdeki bütün olumsuzluklara inat... düzeyine ve ciddiyetine uygun davranarak, Türkiye Cumhuriyeti ordusunun düzeyini düşürmüyorlar; ABD’liler ile kapalı kapılar ardında görüştükten sonra, gerçekleri çarpıtmıyorlar; Amerika, PKK ile mücadelede destek olacaktır gibi uydurma açıklamalar yapmıyorlardı. Bu masallarla daha çok idare ederdik, ama olmadı. Gidenler nasıl olsa Türkiye uzakta, olup biteni görmez, medya da zaten bizden yana yazıp, söylemez, diyorlardı. Yılmaz Polat, meslek dayanışmasını, general, bakan, başbakan çekincesini bir yana bırakıp Washington’da Akrobasi kitabını yazdı. Türkiye muhalif partilerinin, medyasının, köşe yazarlarının kılı kıpırdamadı. Yılmaz Polat, Ankara’ya geldi ve ART ekranına çıktı, bir masalı daha yıktı, özetle ‘Amerika Lübnan için asker isteğinde bulunmadı. Asıl Türk hükümeti böyle bir istekte bulundu. Amerika mutlu oldu ve Başbakan’a Bush’la buluşma günü verildi’ deyiverdi. İş o kadarla kalsa iyiydi. Yılmaz Polat, Dışişlerli Bakanı’nın vizyon belgesi dediğinin resmi bir belge olmayıp, antetsiz, mühürsüz, adsız düz bir kâğıt olduğunu da açıklayıverdi. Yani şunun şurasında, PKK, ABD, AB, bomba, türban, şeyh, cinayet idare edip gidiyorduk. Senin işin gücün yok mu, Yılmaz Polat?’’ Bekleme Işık İşgüden: ‘‘Papa’nın özür dilemesini isteyen Başbakan, subaylarımızı çuvallayan, binbaşımızı kelepçeleyen Amerika’dan niye özür dilemesini beklemiyor!’’ Kilit İlker Çamkır: ‘‘Mahkemelerin kapısına kilit vuralım. Artık onlara ihtiyaç yok! Çünkü bazı insanların ‘iyi ve yardımsever’’ olduklarına karar veren, onlara ‘kefil’ olan ve ‘ulema’ olabilecek yetenekte insanlarımız var nasıl olsa!’’ Dr Süleyman Emin Paşa M üdafaai Milliye Vekâleti Sıhhiye Dairesi reisi doktor Süleyman Emin Paşa dün kendisiyle görüşen bir muharririmize şu beyanatta bulunmuştur; “İstanbul’a askeri kıtaların ve müesseselerin dahili ve sıhhi vaziyetlerini teftiş için geldim. Gülhane Hastahanesi’nde yetişen mütehassıslarımızın ve stajyer etibbamızın (doktorlarımızın) şahadetname (diploma) merasimini yaptık. Sonra senede bir defa yapmakta olduğumuz sıhhi manevraları tekrar ettik. Gülhane’de yetişen etibba, eczacı ve dişçi efendilerle (öğrencilerle) bütün sıhhi teşkilat tatbikatını göstermek üzere Kayışdağı’nda bir sıhhiye manevrası tertip ettik. Manevramız, siperlerden itibaren geri memleket mıntıkasına kadar ne gibi sıhhi teşkilat icap ediyorsa sargı mahalleri, seyyar hastahaneler, menzil, vapur ve şimendifer tertibatı gibi hepsini gösterdik. Bu manevralara askeri sivil etibba (hekimler), eczacılar, diş etibbası hepsi dahil oldular. Bu sene 24 askeri doktor yetiştirdik. Teftişatın neticesinde müesseseleri iyi buldum. Sıhhi durumumuz, askerlerimizin sıhhi durumu çok güzeldir. Sari (bulaşıcı) hastalığımız hattâ sıtmamız dahi yok gibidir. Orduya gelen gençleri, orduya dahil olduktan Dr. Süleyman Emin Paşa. sonra daimi surette sıhhi murakabeye (denetime) tabi tutuyoruz. Ve sıhhatlerinin muhafazasına ehemmiyet veriyoruz. Bu sene ordu namına bir sanatoryum yaptırmaya karar verdik. Yapacağımız hastahane ve teşkilat ile inşallah zabitlerimize (subaylarımıza) bakacağız ve onları memleket haricinde tedaviye göndermekten kurtulacağız. Askeri tıbbiyemiz iyidir. Hakikaten geçen seneden daha mükemmeldir. Haydarpaşa hastahanemizi fakülte ile teşriki mesai ettirdik. Askeri ve mülki talebe buradan birçok istifade etmektedir.Avrupa’ya her sene aynı miktarda etibba gönderildiği gibi, bu sene ayrıca askeri tababet tahsili için iki yüksek rütbeli doktor gönderiyoruz. Memleketimizin bu yüksek rütbeli doktorları bir müddet Fransız ordusunda çalışacaklardır. Sivil etibba Gülhane hastahanesinde staj görüyorlar. Kanun gereğince sivil etibba, dişçi ve eczacılar bir sene askeri teşkilatı görmeye mecburdurlar. Bunlar çeşitli sıhhi müesseselerde staj görüyorlar. Onların fazlalarını seferberlikte orduda kullanmak için hususi program dahilinde tedrisat yapıyoruz. Avrupa’da 17 doktorumuz vardır. Gülhane’de de yetiştiriyoruz. Askeri tıbbiyede müzakerecilerimiz mütehassıs olarak yetişirler. Haydarpaşa hastahanemizin fakülte ile teşriki mesaisi (ortak çalışması) sayesinde orada da mütehassıs yetiştireceğiz. Bu sene büyük hastahanemizin mütehassısları tamamlanmıştır. Ümit ediyorum ki, yakında küçük hastahanelerimizin mütehassıs kadrosu da tamamlanacaktır... Askeri doktorlarımız bulundukları yerlerde sivil etibba bulunmazsa, ahalinin de tedavisini yapmakta, hatta hastahanelerimiz sivil hastaları da kabul etmekte, bu suretle memleketin sıhhi vaziyetiyle meşgul olmaktadır.” 12 Eylül 1926 Pazar