Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 ALMANYA İSLAM FEDERASYONU’NA YAPILAN ÖDEMELERİ DURDURDU C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ EYLÜL CUMA Berlin’de İslamcıların kavgası ALİ YILDIRIM BERLİN Almanya’nın başkentinde faaliyetlerini sürdüren ve okullarda İslam dini dersi veren Berlin İslam Federasyonu adlı ‘‘cemaat’’ içinde patlak veren çekişmenin büyük bir siyasal skandala dönüşebileceği ileri sürüldü. Berlin okullarında verilen din dersi nedeniyle bu örgütün devletten aldığı destekleri amaca uygun kullanmadığı, bununla bağlantılı olarak birçok yolsuzluk yapıldığı iddia edildi. 17 Eylül 2006’da yapılan ve SPD’nin zaferiyle sona eren son eyalet seçimi öncesinde bir açıklama yapan İslam Cemaati Başkanı Abdurrahim Vural, seçmenlerin sandığa gitmesini ve iktidardaki SPDSol Parti koalisyonuna karşı oy kullanılmasını istedi. Bunun üzerine bir açıklama yapan Berlin İslam Federasyonu Başkanı Aykut Haldun Algan, eski yol arkadaşı Vural’ın sadece kendi kişisel görüşünü dile getirdiğini hatırlatan bir açıklama yaptı. Berlin eyaletini yöneten sol koalisyonun okullara getirdiği ‘‘etik dersi’’ üzerinden cemaat eliyle verilen İslam dersine karşı çıktığını savunan ve bunun Müslüman göçmenlere karşı bir tutum olduğunu kaydeden Abdurrahim Vural, eski ve ‘‘daha liberal’’ yol arkadaşlarının tepkisi üzerine harekete geçti. Vural, mahkeme kararıyla ‘‘dini cemaat olduğu kabul edilen ve bu nedenle Berlin devlet okullarında İslam dini dersi verme yetkisi bulunan’’ Berlin İslam Federasyonu yönetiminin hukuken yetkisiz olduğunu, çünkü 26 Kasım 2005 tarihinde yapılan genel kurulun usulsüz olduğunu ileri sürdü. Bu ders için cemaat tarafından görevlendirilen din dersi öğretmenlerine verilen maaşların yüzde 90’ını Berlin eyalet yönetiminin üstlendiğini belirten Vural, yüzde 10’luk kısmının ise adı geçen federasyon tarafından karşılanması gerektiğini anımsattı. Vural, devletten gelen bu paranın yüzde 20’sinin baskıyla İkinci Başkan Burhan Kesici tarafından öğretmenlerden nakit olarak alındığını, dolayısıyla bu devlet teşviklerinin amaca aykırı kullanıldığını da ileri sürdü. Abdurrahim Vural, İslam dini dersi verenlerin çoğunun eğitmenlik yeterliliği de bulunmadığını, ayrıca bu öğretmenler için düzenlenmesi gereken geliştirici seminerleri düzenlemediği halde Berlin İslam Federasyonu yönetiminin bunları düzenlemiş gibi devletten para aldığını da bildirdi. Vural, Berlin İslam Federasyonu İkinci Başkanı Burhan Kesici hakkında suç duyurusunda bulunurken, bu din öğretmenlerinin dışarıya bilgi sızdırılmaması için çeşitli gerekçelerle tehdit edildiğinin de altını çizdi. Abdurrahim Vural, bütün bu yolsuzluk ve usulsüzlüklerle ilgili olarak Berlin Kültür Bakanlığı ve Berlin Savcılığı nezdinde, özellikle Berlin İslam Federasyonu Başkanı Aykut Haldun Algan, İkinci Başkan Burhan Kesici ve Milli Görüş Teşkilatı Berlin Bölge Başkanı Mahmut Gül hakkında suç duyurusunda bulunduğunu söyledi. Öte yandan Berlin Senatosu Kültür Bakanlığı, Berlin İslam Federasyonu’na yapılan para ödemelerinin durdurulduğunu açıkladı. Okullar Açılırken ların bir listesini, Melih Aşık’ın ‘‘Açık Penceresi’’nden alarak (Milliyet, 20 Eylül 2006), okurlara aktarmak güzel olurdu. Bir özetleme yapabilir miyiz? Liste yüklü; ona eklenecek başkaları da var: Özetle denecek şu ki, okul, her vesileyle dinsel propagandanın etkisinde; ve bu propaganda, suç olmaktan çıkarılmıştır. Uyduruk Kutlu Doğum Haftaları; kimi ulusal konuların kitaplardan çıkarılıp yerine dinsel metinlerin konulması; her türlü dinsel yayınların serbestçe okula sokulabilmesi yaygınlaşmıştır. Bir de, öğrenciler özel okullara yönlendiriliyor. Ayrıca, yazın okullarda yaz Kuran kurslarının açılmasına izin veriliyor. Bu kurslara yasal olarak 5. sınıfı bitiren çocuklar gidebilecekken her sınıftan ve yaştan öğrencinin gitmesine göz yumuluyor. Ama Milli Eğitim Bakanı’nın gözleri kör olmuştur, bunları fark etmiyor. Olan bitenin, anayasaca, bir partinin kaderini belirleyeceğini de bilmiyor; ya da biliyor da umurunda değil. AKP için, başka konular bir yana, sadece eğitim konusunda anayasa ihlalleri, bir dosyayı aşıp bir deve yüküne dönüşmüştür. Yargıtay Başsavcısı’nın da sessizliğini bozup Anayasa Mahkemesi’nin kapısının önünde yükünü boşaltması uzakta değildir... ? Kuran kursları üstüne bir hatırlatma daha yapalım: 13. yüzyılda, İspanya’da, Aydınlanmacı filozof İbni Arabi’ye göre Kuran, dili, konuları ve kavramlarıyla, en başta yetişkinlere seslenir; çocuklar içinse, onların ancak temel eğitiminden sonra Kuran’la tanışmasına dikkat edilmelidir. Kaldı ki, bu tanışma şart da değildir filozofa göre. İbni Arabi’nin söyledikleri üstünde durmalı! Ayrıca, aradan geçmiş yedi yüzyılın aydınlattığı ufka yaslanarak konuya bakmalı! Bugün, Diyanet İşleri Başkanlığı, kendi Kuran kurslarında azami dikkat göstermeli. Onun dışındaki kurslarda ki yasaktırsapla saman birbirine bolca karıştırılacağından, onlara caydırıcı cezalarla karşı çıkılmalıdır... P KARABURUN AÇIKLARINDA MÜLTECİ DENİZE TERK EDİLDİ YÜZME BİLMEYEN KİŞİ YAŞAMINI YİTİRDİ Yunan botu ölüme bıraktı Yunanistan sahil güvenlik botlarının, mültecileri Türk karasularına terk etmelerinin belgelenmesinin ardından dün de Türk sahilinin 300400 metre açığına 40 kaçak bırakıldı. “Yunan botundan denize atıldıklarını” söyleyen kaçaklardan 31’i kurtulurken 6’sının cesedine ulaşıldı. 3 kişi ise kayboldu. azartesi günü okullar açıldı. 14 milyonu aşan bir kitle, yeni bir eğitim yılında ilk derslerine girdiler. Sadece çocuklarımız ve anababaların değil, bütün bir toplum için mutlu bir gündür bu. Filozoflar, eğitimi yetiştirmek, öğretmek ve yetkinleştirip olgunlaştırmak olarak tanımlarlar. Eğitim, her çocuğu kademe kademe kültüre, yani insanı hayvandan ayıran noktaya götürebilecek süreçler ve usuller bütünüdür. Ancak, okulla da bitmez eğitim; okul öncesi başlar, okulla da temellendirilir ve okul sonrasında ömür boyu sürer. ‘‘İnsan olmayı öğrenmek’’: Budur eğitim! Çağdaş toplumlar, bu ulvi eylem için aklı ve bilimi başa alıp laik, milli ve demokratik bir ortam şart koşuyorlar. Bizim Cumhuriyet devrimimiz de, eğitime işte bu açılardan bakıp ilkeleştirmiş ve kurumlaştırmıştır. Yaptığı, en başta bir ‘‘eğitim devrimi’’dir. Peki, bugün yaşıyor mu bu? ? 1950’de iktidara geçen Demokrat Parti, devrim ile demokrasiyi uzlaştırıp, eğitimin özünden feragat etmeden onu halka yaymak yerine, eğitimi yozlaştırmıştır! Onu izleyen iktidarlar, bu yönde yarışmışlardır. Bugün gelip durduğumuz noktada, AKP’nin iktidarında, onun yırtındığı üç konu vardır: İmam hatipler, türban, Kuran kursları. İktidarının dört yılı boyunca eğitimde temel hedefi de ‘‘eğitimi imamlaştırmak’’tır. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, yeni eğitimöğretim yılının başlaması nedeniyle yayımladığı mesajında, pek önemli konulara değinirken ‘‘dogmalarla ve boş inançlarla çocukları ve gençleri etkileme amacı güden okulların ve kursların varlıklarını sürdürmelerinin engellenmesi gerektiğine’’ de işaret ediyordu. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik de, Cumhurbaşkanı’ndan örnekler istiyordu. CHP milletvekili Mustafa Gazalcı da, hukuka ve Cumhuriyet ilkelerine aykırı işlemlerin bazılarını tespit etti. On Daha önce de yapmışlardı unanistan sahil güvenlik botlarının, 18 Temmuz 2004 ve 27 Mayıs 2006’da mültecileri Türk karasularına bıraktıkları Türk sahil güvenlik helikopterleri tarafından görüntülenmişti. Görüntülerde, Yunanlı yetkililerin, mültecileri küreksiz botlara bindirip ölüme terk ettikleri görülmüştü. Y İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) İzmir’in Karaburun Küçükbahçe köyü açıklarında cesetleri karaya vuran 6 kaçak göçmenin ölümüne Yunan sahil güvenlik ekiplerinin neden olduğu iddia edildi. 31 kişi yüzerek kıyıya ulaşırken kaçaklar ifadelerinde, yalnızca 2 kişiye can yeleği verilerek Yunan sahil güvenlik botundan denize atıldıklarını söylediler. İçişleri Bakanlığı 3 kaçağı arama çalışmalarının sürdüğünü açıkladı. Edinilen bilgiye göre, Küçükbahçe köyü Denizgiren bölgesinde yardım çağrıları ve köpek havlamaları üzerine sahile koşan yurttaşlar, denizde çok sayıda kişinin yüzdüğünü fark etti. Olay yerine gelen jandarma ve sahil güvenlik ekipleri, 31 kişiyi denizden çıkardı. Bu kişilerin 8’inin Filistin, 2’sinin Lübnan, 16’sının Tunus, 5’inin Irak vatandaşı oldukları belirlendi. Sahil güvenlik ekiplerinin aramaları sonucu denizde 6 kişinin cesedi bulundu. Ölenlerin 3’ünün Tunus, 1’inin Irak, 1’inin Filistin, 1’inin de Cezayirli oldukları öğrenildi. Kaçaklar, ihti yaçları giderildikten sonra alınan ifadelerinde, Yunanistan sahil güvenlik botundan denize atıldıklarını öne sürdüler. ‘İNSAN HAKLARI NEREDE?’ Göçmenler 40 kişilik ekip olarak İstanbul’dan Ege kıyılarına getirildiklerini ve buradan tekneyle Yunan adasına geçirildiklerini, gece yarısı saat 02.00 sıralarında Yunanistan güvenlik güçleri tarafından fark edilerek yakalandıklarını söylediler. Iraklı kaçaklardan Muhammedi Alti, yaşadıklarını şöyle anlattı: ‘‘Yunan adasına vardığımızda bir kısmımız karaya indi, bazılarımız da daha teknenin içindeydi. Yunan sahil güvenliği bizi kelepçeledi. Kendi botlarına bindirdi. Türk tarafına getirip sahile 300400 metre kala kelepçelerimizi çözüp bizi denize attı. İnsanlar çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Ölenler yüzme bilmiyordu. Avrupa’da insan haklarının daha önde ve medeniyetin daha ileri seviyede olduğunu tah min ediyorduk. Ama bize yüzme bilip bilmediğimizi bile sormadılar.’’ Arkadaşlarının denizde boğulduğunu gördüklerini kaydeden kaçaklar, kendilerini kurtarmak için son güçleriyle karaya doğru yüzdüklerini anlattılar. YUNAN DIŞİŞLERI TÜRKİYE’Yİ SUÇLADI Öte yandan, Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yorgo Kumuçakos, kaçaklar konusunda Türkiye’yi suçladı. Atina’nın Türkiye’den kaçaklar konusunda işbirliği yapmasını beklediğini söyleyen Kumuçakos, ‘‘Üzülerek belirtmeliyim ki, Yunanistan, 4 yıl içinde Türkiye’den 22 bin kaçak için geri iade talebinde bulunmuş, bunların yalnızca 1400’ü kabul edilmiştir’’ dedi. Kumuçakos, Atina’nın Türkiye’den bu konuda, TürkiyeYunanistan arasındaki iade protokolü çerçevesinde etkili biçimde işbirliği yapmasını ve AB ile iade anlaşması imzalamasını beklediğini söyledi. Lozan’ı delecek yasa FIRAT KOZOK ANKARA AKP’nin tüm uyarılara karşın gündeme getirdiği vakıflar yasa tasarısı, Lozan’ı delen düzenlemeler öngörüyor. Tasarıyla cemaat vakıflarının mal edinmelerindeki sınır kalkıyor, azınlık vakıfları Türk Medeni Yasası hükümlerine göre kurulan vakıflarla aynı statüyü kazanıyor. KÖKLÜ DEĞİŞİKLİKLER Meclis Adalet Komisyonu’nda görüşülen tasarı, cemaat vakıflarının yasal statüsünde köklü değişiklikler öngörüyor. Tasarı, ulusal güvenliğe aykırı birçok unsur taşıyor. Tasarıda yer alan düzenlemeler şunlar: ? Tasarı ile vakıfların mal edinmelerinin ve malları üzerinde her türlü tasarrufta bulunmalarının yolu açılıyor. Cemaat vakıflarındaki mal edinme rejimindeki sınırlamalar da kaldırılıyor. ? Geçmişten bu yana yasal sınırlamalar nedeniyle, Hazine ya da Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçen taşınmazların tümü cemaat vakıfları adına tescil edilebilecek. Bununla birlikte tapuda namı müstear (cemaat üyeleri) ve namı mevhum (din büyükleri) adına kayıtlı taşınmazlar cemaat vakıfları adına tescillenebilecek. Cemaat vakıfları, Osmanlı döneminden bu yana namı müstear ve namı mevhumlar adına tescil edilen, ancak herhangi bir nedenle Hazine ya da Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçmiş tüm gayrimenkuller üzerinde hak iddia edebilecek. Bunun yanı sıra mirasçısız ölen gayrimüslim yurttaşlara ait ve Türk Medeni Yasası’na göre devletin doğal mirasçı olması nedeniyle Hazine adına tescil edilen bütün taşınmazlar, cemaat vakıfları adına tescil edilebilecek. YÜRÜRLÜKTEKİ MEVZUATA GÖRE ? Düzenlemeyle cemaati kalmamış ve hiçbir gayrimüslim cemaatin yaşamadığı yerlerdeki eski kilise, manastır gibi yerlerin tekrar ibadete açılması ve buraların mülkiyetlerinin de bu cemaatlere verilmesinin yolu açılacak. Böylece, cemaatler, Sümela Manastırı, Ani Harabeleri, Akdamar Kilisesi, Aziz Nikolas Kilisesi gibi Anadolu’nun birçok yerindeki tarihi eserler üzerinde hak ileri sürebilecek. ? Yürürlükteki mevzuata göre, yabancı uyruklu vakıflara, karşılıklı olmak koşuluyla Türkiye’de faaliyette bulunma, şube, temsilcilik açma, üst kuruluş kurma, üst kuruluşlara katılma ve yurtiçindeki vakıflarla işbirliği yapma hakkı tanınıyor. Vakıfların yöneticilerinin Türkiye Cumhuriyeti uyruğunda olmaları şartı aranıyor. Ancak yeni tasarıyla, vakıf kuranların tamamının yabancı uyruklu olabilmesinin önü açılıyor. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma şartı yerine, vakıf yönetimindeki yabancıların çoğunun Türkiye’de yerleşik olması koşulu getiriliyor. Ayrıca, yabancılara Türk Medeni Yasası hükümlerine göre vakıf kurma ve yönetme hakkı da tanınıyor. ? Tasarıda vakıfların uluslararası çalışma ve işbirliğinde bulunabilecekleri, yurtdışında şube ve temsilcilik açabilecekleri, üst kuruluş kurabilecekleri ve yurtdışında kurulan kuruluşlara üye olabilecekleri hükmü yer alıyor. Ancak, tüm bu çalışmalar için Dışişleri Bakanlığı görüşü ve İçişleri Bakanlığı izni koşulları kaldırılıyor. Böylece, devletin vakıfların yurtdışı ilişkilerini izleme yetkisi elinden alınıyor. B u yıl İstanbul’da düzenlenen ‘‘Kürt Konferansı’’nın en çarpıcı anlarından birisi Kürt kadınlarının konuşmalarıydı. Bölgenin etkili kadınları, sorunun çözümünde kadınların ne denli yetkili olabileceğini gösteriyorlardı. Kadınlar, devlet baskısının en ağır acısını omuzlarında hissetmekle kalmıyor, örgütün, erkek egemen kültürün şiddetine, küçümsemesine, dışlamasına karşı da mücadele ediyorlardı. Batman’da bir grup liseli genç kız gösteri yaptı. Genç yüzleri endişeliydi. Ellerindeki pankartta şunlar yazıyordu: ‘‘İntihara son, Çamlıcalı Kızlar.’’ İki gün önce bir kız arkadaşları intihar etmişti. Batman, genç kızların intihar kenti haline gelmişti. Gösteri yapan kızlara göre 18 yaşındaki Saliha Demir, iki kadınla evli 60 yaşındaki bir adama ailesi tarafından zorla verilmek istenince intihar etmişti. Dokuz ayda 15 kadın benzer nedenlerle yaşamına kıymıştı. Çamlıca Mahallesi’nden Saliha Demir’in arkadaşları şöyle diyorlardı: ‘‘Saliha’nın intihar nedeni ortadadır. Onu iki evli ve 60 yaşındaki birine verince, o da çareyi intiharda buldu. Hayatlarımız üzerine kumar oynamaktan vazgeçilsin artık. Bu ölümlere bir dur denilsin...’’ ??? Genç kızların bu yürüyüşü şimdiye SIFIR NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR Batmanlı Kızların İsyanı hayatlarını söndürmeyin. Daha yirmisine varmadan ölmesin yavrularımız. Kendi rızaları olmadan istemedikleri şeyleri zorla yaptırmayın.’’ Kızlar ‘‘Batman’da bir kadın ne zaman bir birey olarak görülecek? Bunu görecek miyiz? Kadın intiharlarının şehri olarak anılmak istemiyoruz. Ailelerimizin desteğiyle hayallerimizi çabalayarak yaşamak istiyoruz. Bizi ölümün o soğuk yüzüyle baş başa, çaresiz bırakmayın. Sebep her ne olursa olsun, genç kızlar intihar ederken, buna sessiz kalan, bu durumu değiştirmek için çabalamayan ve seyirci kalan tüm insanları şiddetle kınıyoruz’’ dediler. ??? Batmanlı kızların çağrısı, demokrasi için, eşitlik ve özgürlük için şimdiye kadar bölgede atılan adımların en çarpıcı olanlarından biridir. Onlar, yeni bir nesli, yeni bir geleceği müjdeliyorlar. Şimdiye kadar yalnızca öncü kadınların sesinin duyulduğu bir yörede, sıra kadarki gelişmelerin bir üst aşamaya sıçramasıdır. Bu kez sorunun doğrudan muhatabı olan genç kadınlar, açıktan bu felaketle kavga etmeye karar vermişlerdi. Gazetecilerden de bu direnişlerinde destek bekliyorlardı. Çamlıca Mahallesi’nde oturan Ferda, Ela, Yüksel, Sema Uğurlu, Dilan Erol, Zeynep Oruk, Tuba Doğan ve Rezan Savga’nın adlarını unutmayalım. Onlar bir toplumun kaderini değiştirmek için hepimize çağrıda bulunuyorlar. Bizleri uyarıyorlar ve kendilerine sahip çıkmamızı istiyorlar. Genç kızlar adına konuşan Ferda Uğurlu şu çağrıyı yaptı: ‘‘Saliha arkadaşımızın intiharını hazmedemiyoruz. İntihar nedeni apaçık ortadadır. Kendisinden çok yaşlı biriyle evlendirilmek istenince, hayatının baharında yaşamına son verdi. Aralıksız genç kız intiharlarıyla her yıl yüreğimiz defalarca dağlanıyor. Kan ağlıyoruz... Anne ve babalar feryadımızı duysun istiyoruz. Ömürlerinin baharında umutlarını ve dan gençlerin sesini duyurmak istiyorlar. Kürt sorunu, her şeyin ötesinde bir uygarlık ve eşitlik sorunu. Kürt sorunu, aynı zamanda kadınların özgürleşmesi ve hayatın her alanına eşit olarak katılması sorunu. PKK ateşkes ilan edebilir. Çatışma sona erebilir. Ancak Kürt sorunu bunların daha ötesinde bir sorun. Bu sorunun köklü çözümü kadınların sürece katılmasıyla gerçek yoluna girecektir. Töre cinayetleri sürdükçe, kadınlar hâlâ ikinci sınıf, hatta üçüncü sınıf insan muamelesi gördükçe Güneydoğu’ya adalet ve özgürlük gelmez. ??? Batman’ın canlarına kıyan genç kadınları, aslında asıl can alıcı sorunu da önümüze koyuyorlar. Kadınları özgür olmadan bir toplumun huzura kavuşması mümkün değildir. Kadınlar itilip kakıldıkça o toplum karanlıklardan çıkamaz. Batmanlı liseli kızların sesi geleceğin sesi... Bu sesi iyi anlayalım. Onlara destek verelim. Çünkü onların güçlenmesi Türkiye’nin demokrasi yürüyüşüne kuvvet katacaktır. Batman’ın yürüyen, tepki gösteren kızları.. sizinleyiz. Sizin sesinizi her yere duyurmaya hazırız. Kolay gelsin... oralcalislar?cumhuriyet.com.tr