23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

7 NİSAN 2006 CUMA dizi HOCALAR, DİN ADINA REJİME KARŞI KIPIRDAMAYA BAŞLADILAR. AMA MUSTAFA KEMAL HAZIRLIKLIYDI Egemenlik artık milletin M ustafa Kemal, Türk milletinin kalkınmasını sağlayacak yeni bir parlamento toplamak çabasındaydı. Önce, mimarı olduğu hükümet sistemini yürütme yeteneğinde olan bir partiyi, Halk Fırkası’nı kurdu. Yeni Meclis, Büyük Millet Meclisi, halkın ta kendisiydi. Onun dışında, memlekette milli kaderi tayin edecek şahsi bir güç, hiçbir egemenlik yoktu ve olamazdı. Sonuç olarak Mustafa Kemal, seçimi milli egemenlik ilkesi konusuna göre yönetmeye önem veriyordu. Yeni rejimin halk tarafından oylanarak kabul edilmesindeki yarara inanıyordu. Çünkü saltanatın kaldırılmasından halifeliğin tümden uhrevi role indirgenmiş olmasından sonra, değişik çevrelerde muhalefet gösterileri sezilir gibiydi. Yeni kurulmuş ‘‘Halk Partisi’’ Milli Meclis’te daha önceden grubunu hazırlamış ve böylece seçimin başlıca organizatörü olmuştur. Bu andan itibaren Kemalist örgüt, amacında başarıya ulaşmak için karşıtlarına karşı hükümetin, yani Meclis çoğunluğunun, başka bir deyişle Halk Partisi’nin beklenmedik bir tepkisi görüldü. Din yanlısı muhalefete yavaş yavaş sempati gösteren Şer’iye Nazırı Vehbi Efendi ise ‘‘görevinin yerine getirilmesinde kusurlar işlediği’’ gerekçesiyle sorguya çekilmekle tehdit edildi. MECLİSE ÖNERİ VERİLDİ Öte yandan tutucu grubun liderlerinden mebus Ali Şükrü Bey, bir sabah Ankara yakınlarında, çözümü güç bir biçimde öldürülmüş bulundu. Nihayet, İttihat ve Terakki’nin Kemalist parti ile işbirliği yapma önerisi de reddedildi. Bu, din yanlısı ve gelenekçi muhalefet ile İttihatçıların seçim yapmakta başarılı olmayacakları demekti. Son anda da Meclis’e şöyle bir öneri verildi: ‘‘Her kim davranışları ve yazıları ile saltanatın kaldırılmasına muhalefete ve ona karşı tahriklere girişirse ya da Büyük Meclis’in meşruiyetini ihlal ederse vatana ihanet etmiş sayılacaktır.’’ Teşkilatı Esasiye Kanunu ile verilmiş fikir serbestliğine aykırı düşmesine rağmen, rejimin bütün karşıtlarını millete hain olarak tanıtan bu kanun önerisi de onaylandı. İKİNCİ TÜRKİYE MİLLİ MECLİSİ Seçim bölgelerinde yayımlanan tek listeler sadece Kemalist adayların adlarını kapsıyordu. Doğal olarak da sadece onlar seçildiler. Ama bu sonuç, İkinci Türkiye Milli Meclisi’nin Kemalistlerin tasarladıkları gibi katıksız bir bütün olarak görülmesini sağlamadı. 11 Ağustos’ta Türk parlamentosu ikinci yasama dönemi için törenlerle kapılarını açtı. Yeni rejim için bu sonuç, ne derece memnunluk verici olursa olsun, Mustafa Kemal kendini tatmin etmiş saymıyordu. Gerçekten seçim sonunda tutucu muhalefet, daima tehdit karşısında bulunmalarına rağmen şiddeti elden bırakmadı. Kendini açıkça göstermeden Kemalist rejime karşı bilinçli bir yıkım çabasına girişti. Bir kısım İstanbul basınının içten pazarlıklı yardımını elde ederek monarşi yararına çalışmalarını yoğunlaştırdı. Hocalar, din adına rejime karşı kıpırdanmaya başladılar. ‘‘Hür fikirliler’’ camiye kadar gidip halifeliği bütün Müslümanların saygı ve din mihrakı olarak göstermekte idiler. Yabancı Müslümanlar bile imdada geliyor, böylece adeta Türkiye’nin içişlerine karışıyor ve Ankara’dan ruhani hükümdara gösterilmesi gerekli güç ve saygınlığın ona iadesini istemekteydiler. Özetle, müminlerin yöneticisi Abdülmecit’e dünyevi yetkilerinin verilmesi için ardı arkası kesilmeyen bir uğraşı sürdürüldü. Ama tehlike özellikle şu olaydan sonra büyüdü: Ordunun ve politikanın en tanınmış öncülerinden, Yürütme Kurulu Başkanı Rauf Bey ile milletvekili ve eski Ordu Başkomutanı Kazım Karabekir, Türkiye’nin Panislamizm politikasını izlemeye zorunlu olduğu ve amaçta milli olan bu halifeliğin kendi haline terk edilmemesi ve 300 milyondan fazla Müslümanın benimsediği bu kurumun her türlü onurla onarılması gerektiği görüşünü desteklemekte gecikmediler. CUMHURİYET’İN İLANI KARARI Yeni Meclis’te Mustafa Kemal’in kişisel ve politik düşmanları olan diğer üyeler tarafından da benimsenen bu görüş, Mustafa Kemal’in karşısında, monarşik bir müessesenin İslamlık kisvesi altında bir tehdit öğesi olarak belirlendiğini ve Türkiye’nin Avrupa uygarlığının gereklerine uymasına engel olduğu görülmekteydi. Bu tehlikeleri önlemek üzere Gazi, birbiri ardından önemli önlemler aldı. Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması işi de tam o sıralarda yapılmış olduğundan, Türk delegasyonu başkanı olan ve o güne dek yüksek zekâ ve yeteneğini kanıtlamış bulunan İsmet Paşa da Ankara’ya döndü. Mustafa Kemal, Fethi Bey’in kısa bir geçiş kabinesinden sonra, Rauf Bey’i feda ederek yeni hükümeti kurmak görevini İsmet Paşa’ya verdi. Aynı zamanda, 29 Ekim’de Meclis’in çoğunluğu ile anlaşarak devletin anayasal kurallarını yeniden gözden geçirmek ve cumhuriyeti ilan etmek kararını aldı. BRÜKSEL GÜNLÜĞÜ ELÇİN POYRAZLAR C 9 Papa Hıristiyan mı? Demokrat mı? B Ağustos’ta Türk parlamentosu ikinci yasama dönemi için törenlerle kapılarını açtı. Yeni rejim için bu sonucu, ne derece memnunluk verici olursa olsun, Mustafa Kemal yeterli bulmuyordu. Gerçekten seçim sonunda tutucu muhalefet, daima tehdit karşısında bulunmalarına karşın şiddeti elden bırakmadı. Kendini açıkça göstermeden Kemalist rejime karşı bilinçli bir yıkım çabasına girişti. 11 Mustafa Kemal’den reform üstüne reform göre, halifeliğin saygınlığının azalması Muhammet ümmetini birbirine bağlayan bağların gevşemesinden, ama onların büyük ailesinin moral gücünü azaltmasından başka işe yaramaz. Bu nedenle İslamın kaderine hükmeden müessesenin tam anlamıyla ve şeriata uygun olarak korunması lazımdır. İşte bu nedenle, Türk yöneticilere ve Millet Meclisi’ne hitap eden mesaj şu istekle sona eriyordu: ‘‘Böyle hassas bir durumda halifeliği yerinde bırakmalı, ona bütün İslam dünyasının güven ve saygısını sağlamalı; yani ona, kendisine yaraşan iktidar ve şeref teslim edilmeldir.’’ MECLİS OLAĞANÜSTÜ TOPLANIR Mesaj yayımlanır yayımlanmaz, Mustafa Kemal, Büyük Meclis’i olağanüstü toplantıya çağırdı. Toplantı gizli celse olarak yapıldı. İsmet Paşa söz alarak, Ağa Han’ın mektubunun, kuvvetlerin ayrımına dair alınmış 1 Ekim 1922 tarihli karara aykırı düştüğünü, zira bu mektupla halifeye bir siyasi mektubun Londra’dan postaya verildiğini, ama kendisine ulaşmasından önce onu, İstanbul’un muhalefet yayın organlarında yayımlanmış görmekle hayrete düştüğünü söyledi. İsmet Paşa, ‘‘Bu, genç cumhuriyet düşmanlarının, Meclis’in bazı kararları üzerine tutucu çevrede meydana gelen memnunsuzluğu işletmek, bir kelime ile yeni rejime karşı komploya girişmek, sultan halife ile eskiyi ihya etmek isteğini ifade etmiyor mu’’ dedi. İSTİKLAL MAHKEMESİ HEYETİ medi. Davaya temel olan konular günden güne çoğalmakta ve adliye, rejime gölge düşürecek her şeye müdahale etmekteydi. İşte bu nedenle de Türk gazeteciler davasına bir ikincisi eklenmektedir: Lütfü Fikri Bey davası. Lütfü Fikri Bey, İstanbul Barosu başkanıydı. Tanin gazetesinde, halifeye hitaben açık mektup yayımlayarak onu ‘‘yüksek görevlerinden vazgeçmemeye’’ teşvik etmekle suçlanıyordu. Halifelik konusunu amaç edinen davranışlar ve yeni rejimin güvenliği için toplumun her düzeyinde tutuklamalar sürüp gidiyordu. İzmir dolaylarında yapılan askeri tatbikat nedeniyle, Hükümet Başkanı İsmet Paşa, Harbiye Bakanı Kazım Paşa ve ordu komutanları, manevrayı yöneten Cumhurbaşkanı’nın yanına gittiler. İşte tam bu sırada, Mustafa Kemal, dini otorite gücünün Osmanlı ailesinin ellerinde kalmasının, cumhuriyet için daimi bir tehlike olduğuna işaret ettikten sonra halifeliğin kaldırılmasını önermekten çekinmedi. Bu önlem derhal benimsendi. 27 Şubat’tan itibaren, bütçe görüşmelerini fırsat bilerek dinde bağımsızlık alanında son derece aktif ve cüretli bir girişime geçildi. İSTİFALAR BAŞLADI Bu andan itibaren hiçbir ciddi muhalefet kendini göstermeye cesaret edemedi. Bazı hocalar ve muhafazakâr milletvekilleri Halk Partisi’nden istifa ettiler. Rauf Bey gibi reformun başlıca karşıtları, izin alarak Ankara’yı terk ettiler. Mart başında Mustafa Kemal, Meclis kürsüsüne çıktı ve kısa bir nutukla, laikleştirme alanında bir seri reform önerdi. Bunlar din okullarının ve şer’i mahkemelerin kaldırılması, kanunların yeniden hazırlanması, evkafın kaldırılması vb., ayrıca halifeliğin kaldırılması, kan bağıntılı prenslerin yurtdışına çıkarılmasını kapsıyordu. Artık ilgili kanunun Büyük Millet Meclisi’nden kolaylıkla geçeceği anlaşılmaktaydı. Halk olup biteni büyük bir sessizlik içinde öğrenmekteydi. Bununla beraber her olasılığı göz önünde tutarak, İstanbul’da görevini sürdüren ve kesin cezalar uygulayabilen İstiklal Mahkemeleri durumunda mahkemeler memleketin başlıca merkezlerinde kurulmuştu. 4 Mart’ta halifeliği kaldıran ve Abdülmecit’i tahttan indirerek tüm Osmanlı hanedanı ile Türkiye’den sürgün eden kanun, Büyük Millet Meclisi’nde oybirliği ile kabul edildi. S Ü R E C E K iz Avrupa’da din ve politikanın uzun zaman önce birbirinden ayrıldığını sanıyorduk. Bu kıtada din adamlarının devlet yönetiminde ve politikada söz hakkı yok !? Yoksa var mı? Peki Hristiyan dünyasının ruhani lideri Papa 16. Benediktus’un hristiyan demokratların Roma’daki yıllık kongresine katılmasına ne demeli o halde? Sempati ziyareti? Din kardeşliği? Geçiyordum uğradım! Ya da ince bir politik mesaj. Papa 16. Benediktus geçen hafta Hristiyan demokratları çatısı altında toplayan Avrupa Halk Partisi’nin kongresinde Avrupa’nın Hristiyan köklerine vurgu yaptı. Yüzlerce hristiyan demokrat politikacıya AB projesinin içinde Hristiyan değerlerinin de yer alması gerektiği konusunda nutuk çeken Papa, dini toplulukların AB düzeyinde ilişkilerinin devamının önemine de dikkat çekti. Hatta Papa’nın konuşmasıyla kendilerini Tanrı katında hisseden bazı hristiyan demokrat üyeler AB anayasasında Tanrıya atıfta bulunulması gerektiği yönünde açıklamalar bile yaptılar. Hristiyan bir AB hayallerinin uçuştuğu kongrenin ince ince mesajlar gönderdiği ülke Türkiye değil miydi acaba? Türkiye’ye ‘‘imtiyazlı ortaklık’’ seçeneğini AB içinde kabul ettiremeyen Hristiyan demokratlar yepyeni Türkiye karşıtı fikirlerle geldiler yine. Kongrede hazırlanan ‘‘Roma Manifestosu’nda’’ Avrupa’nın politik temellerinde Hristiyan köklerin yer aldığı, genişleme projesine Avrupa halkının etkin katılımının gerektiği, yeni üyelerin katılımında AB’nin hazmetme kapasitesinin gözönüne alınması, tam üyelik seçeneği dışında sıkı politik bağlarla kurulacak bir ‘‘Avrupa Ekonomik Bölgesi’’ nin oluşturulması gibi unsurlar yer aldı. Kongre kanbersiz olmaz; Fransa İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy de her zamanki ‘‘Bulgaristan, Romanya, Hırvatistan içerde Türkiye dışarda’’ mesajını verdikten sonra Papa kongreden gönlü rahat ayrılmıştır herhalde. Roma’daki kongreden en çok alınması gereken Türkiye şu sıra müzakerelere başlama sarhoşluğu yaşadığı için bu ince mesajlara pek kulak asmadı. Papa’nın Hristiyan Demokratların satrancındaki politik hamlelerinin Türkiye için ilerde tehlikeli oluşturacağını şimdiden düşünmek fayda sağlar. Sarhoşluktan ayılıp satranç tahtasında ‘‘şah mat’’ la karşılaştıktan sonra değil. ABD’li komutanın İskenderun ilgisi ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) ABD’lilerin İskenderun Limanı’nda yaptığı incelemelerin, İzmir Çiğli’de, Adana İncirlik’te konuşlu 10. Tanker Üs Komutanlığı’na bağlı olarak görev yapan ulaştırma taburuna atanan yeni ABD’li komutan Albay Murrell Stinnette’nin, ‘‘Türkiye’den aktarma olanaklarının araştırılması için brifing talebi’’ üzerine yapıldığı ortaya çıktı. Cumhuriyet’e ulaşan bilgilere göre, Genelkurmay Başkanlığı, ABD heyetinin İskenderun Limanı’nda yaptığı inceleme konusunda bir kripto ile Dışişleri Bakanlığı’nı bilgilendirdi. Edinilen bilgilere göre, 1 yıl önce atanan Albay Stinnette, aktarmalar için Türkiye’deki limanların hangisinin kullanılabileceği yönünde inceleme yapmak istedi. Bu talep, ABD’nin İncirlik’teki heyetine iletildi. İncirlik’teki ABD askeri unsurları da Stinnette’ye brifing vermek üzere, Genelkurmay Başkanlığı’ndan, ‘‘araştırma yapmak için’’ izin istedi. Türkiye üssün yüzde 10’unu kullanacak AKIN BODUR İSKENDERUN Hatay’ın AntakyaİskenderunSamandağ üçgenindeki Amanos Dağı’nda NATO adına kurulan Kisecik radarının kriptolarını ABD’nin çözeceği öne sürüldü. ABD’lilerin çözdüğü kriptoların Türk yetkililere mesaj olarak iletileceği belirtilirken Türkiye’nin tesisin sadece yüzde 10’luk bir bölümünü kullanacağı ve korumasını sağlayacağı iddia edildi. Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre, inşaatı tamamlanan ve elektronik paket montaj çalışmaları devam eden Kisecik Radar Üssü, Türk firması ERYAP AŞ ve İtalyan şirketi Alenia Markoni Systems tarafından yürütüldü. ANAVATAN’lı Züheyir Amber’in önergesini yanıtlayan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, NATO ortak fonlarıyla inşa edilen tesisin Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nca işletileceğini açıkladı. Ancak Cumhuriyet’in edindiği bilgilere göre, insansız çalışacak olan radar, iki ayrı bölüm olarak inşa edildi. İddialara göre her iki bölümün bilgileri ve kriptoları da Amerikan yetkililerine iletilecek. Çankaya Köşkü’nün asma bahçesi, yaz günlerinin en önemli toplantı yerlerinden biriydi. (Atatürk, fotoğrafta arkası dönük olan) 29 Ekim’de Büyük Millet Meclisi, anayasa değişikliğini ve cumhuriyeti kabul etti. Aynı gün oybirliği ile Mustafa Kemal’i cumhurbaşkanı seçti. Bu, başlı başına büyük bir reform idi. Cumhuriyet, en küçük duygusal taşkınlık olmadan milletçe kabul olundu. Monarşinin dönüşü konusunda oynanan ilk oyunlar, zaten Kemalist yöneticilere güvensizlik vermişti. Rauf Bey ve Kazım Karabekir gibi siyasi askeri öncülerin halifeye yaptıkları bir ziyaret, cumhuriyete karşı bir suikast kuşkusunu uyandırdı. Bunun üzerine Büyük Meclis şiddetle saldırıya geçince, Rauf Bey kendini temize çıkarmak ve cumhuriyete olan bağlılığını kanıtlamak zorunda kaldı. Bu sırada Bakanlar Kurulu başkanı olan İsmet Paşa, millet temsilcilerinin önünde dolambaçlı yola sapmaksızın şöyle konuştu: ‘‘Memleketin kaderine el uzatacak her halife ezilecektir!’’ O MESAJ... 1923 Aralık ayının ortasında, İstanbul’un Tanin, Tevhid ve İkdam gibi üç gazetesinin yayımladığı, Müslüman dünyanın iki büyüğü Hintli Ağa Han ile Arap Emir Ali’nin Başbakan İsmet Paşa’ya hitap eden mesajı bir nevi nümayiş belgesiydi. Onlara Aynı gün İstanbul’a bir ‘‘İstiklal Mahkemesi’’ heyeti gönderilmesi kararı alındı. Bu özel Adalet Mahkemesi, Yunanlıların Anadolu’yu işgalleri sırasında kurulmuştu. Sözü edilen üç gazetenin yöneticileri olan Hüseyin Cahit, Ahmet Cevdet ve Velid beyler (ilk ikisi İttihatçı, üçüncüsü dini muhafazakârdı) tutuklandılar ve mahkemenin huzuruna çıkarıldılar. Mektup, zaten onların ellerine de posta ile gelmişti. Kendileri onu yayımlamışlarsa bu sadece meslek açısından yapılmıştı, gazeteci olarak bu derece önemli bir haberi ihmal edemezlerdi. Gerçek ne olursa olsun İstiklal Mahkemesi, kanıt yetersizliğinden beraat kararı verdi. Bununla beraber, ArapHindu mesajının her şeyden önce adli mekanizmanın işe girişmesine bir bahane sayılmış olduğu anlaşılmış oldu, ama milletvekili yargıçların işleri hemen bit
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle