06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 HÜKÜMET’İN AMACI, KPSS’Yİ DEVRE DIŞI BIRAKMAK C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ 7 NİSAN 2006 CUMA AKP’nin kadrolaşma oyunu EMİNE KAPLAN ANKARA Son dönemde ‘‘geçici ve sözleşmeli personel’’ uygulamasıyla kadrolaşmaya ağırlık veren AKP hükümeti, sözleşmeli personel olarak aldığı kişileri bir süre sonra yasa değişikliğiyle memur kadrolarına atıyor. Bu atamalarda ise KPSS yerine kurumların yaptığı sınav esas alınıyor. TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, 10 kurumda sözleşmeli olarak görev yapan 1000’e yakın kişinin memur kadrolarına atanmasına ilişkin yasa tasarısı bulunuyor. TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nun gündeminde yer alan bir yasa tasarısı, AKP hükümetinin kadrolaşmadaki oyununu ortaya çıkardı. Hükümet, önce ‘‘geçici ve sözleşmeli personel’’ adı altında kamu kurum ve kuruluşlarına personel alımı yapı İnsanlık, Gelecek ve Sol gelecektir akla. Ama sol aktörler kimler olabilir? Sol, bu ve nice konuda düşünmek ve sorgulamak zorunda. Bir gerçek de şu: Dünya barıştan çok uzakta, çok yönlü tehditler altında... ? Bu düşüncelere şu gözlemleri de katmalı: Dünyamız, zengin yoksul ayrımının hızla büyüdüğü bir dünya. Konuyu yoksullara getirdiğimizde, emperyalizm ve onun ‘‘yeni sömürgeciliği’’yle de karşılaştığımız olmuyor mu? Sermayeyi harekete geçiren ve onu ‘‘vahşi kapitalizm’’ kılan yeni sömürgecilik değil mi? ‘‘Sosyal devlet’’in tükendiği coğrafya adına, asıl Üçüncü Dünya’yı görmüyor muyuz? Ya liberaller? Eğitimde, sağlıkta, ulaştırmada, tarımda, ‘‘özelleştirme’’ ve ‘‘piyasalaştırma’’ adına, bir ayinde olduğu gibi, kendinden geçercesine nakarata durmaları nedendir? Yeni sömürgeciliğin yeni liberalleri de var... Türkiye, 1950’lerden başlayarak, o sömürgecilikle, onların liberalleri ile boğuşup duruyor. 1980’ler, bu mücadelede bir aşamadır. Yeni sömürgeciliğin hizmetine giren partilerin içinde, AKP de apayrı bir örnektir; kendinden önce görülen hizmetkârlardan ayrılan özelliklere sahiptir. Katıksız bir liberalizm uyguluyor: Elinde ne varsa, piyasaya çıkarıyor, ‘‘babalar gibi’’ satıyor. Tarımı böyle çökertmiştir. İşsizlik gitgide kaygılandırıyor. Yurdumuzun eşsiz kıyılarına gözlerini dikmiştir son günlerde. ‘‘Çevre’’ felsefesinden yoksun bir halde, o kıyıları sermayeye sunacak ve ebedi olarak öldürecek oraları. Eğitimde yeni bir sayfa açılmıştır. İktidara geldiği günden üç sorunu oldu: Türban, imam hatipler, Kuran kursları. Onları çözemedi ve çözemeyecektir. Şimdi de, okullarda şiddetle karşı karşıya. Onu da çözemeyecek; çünkü bütün kurumlarda yarattığı karmaşa yatıyor şiddetin bir kaynağı olarak. Bir saptama da şu: Eğitimde gerici kadrolaşma ve müfredat değişikliği ile Cumhuriyet’e ve ülkesine duyarsız bir kuşak yetiştiriliyor. Özetle; bu iktidarla gecikmeden hesaplaşmak gerek. Ama bunu yapacak güçler sol başta olmak üzere, neredeler? ‘Geçici ve sözleşmeli personel’’ uygulamasıyla KPSS’yi devre dışı bırakarak kadrolaşan AKP hükümeti, bu personeli daha sonra yasa değişikliği yaparak memurluğa geçiriyor. yor. AKP hükümeti, 2004 yılında sözleşmeli personel için 10 bin kontenjan ayırırken 2005 yılında bu rakam 33 bine, 2006 yılında da 43 bine çıkarıldı. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, sözleşmeli personel kontenjanının bir kısmının özelleştirme mağdurları için ayrıldığını belirterek sözleşmeli öğretmenlerin KPSS ile alındığını söyledi. KADROLAŞMANIN İKİNCİ AYAĞI Sözleşmeli personel alımının ardından kadrolaşma planının ikinci ayağı devreye giriyor. Bu kez KPSS devre dışı bırakılarak kamu kurumlarına alınan sözleşmeli personel, yasa değişikliği ile memur kadrolarına atanıyor. TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nun gündeminde yer alan Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ye bir madde eklenmesine ilişkin yasa tasarısı, 10 kurumda çalışan 1000’e yakın sözleşmeli personelin memurluğa geçişini öngörüyor. Kurumlara göre tahsis edilmesi öngörülen kadrolar şöyle: Başbakanlık (456), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı (3), Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (178), Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı (60), Hazine Müsteşarlığı (82), Dış Ticaret Müsteşarlığı (68), Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (20), Savunma Sanayii Müsteşarlığı (83), Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (5), Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı (18). Tasarıya göre, sözleşmeli personelin memurluğa geçişinde KPSS yerine kurumların yapa cağı sınav esas alınacak. Bu kadrolara yapılacak atamalarda, Devlet Memurları Yasası’nın atama ve adaylığa ilişkin hükümleri uygulanmayacak. Yapılacak sınavlara ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığı’nca ortak hazırlanacak ve Bakanlar Kurulu’nca yürürlüğe konulacak. İhdas edilen kadroların sınıf, unvan ve dereceleri, söz konusu kadrolara ataması yapılacak sözleşmeli personelin eğitim durumları ve hizmet süreleri, ilgili kurumlar ile Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığı’nın katılımıyla oluşacak komisyon tarafından belirlenecek. CHP İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, ‘‘söz konusu tasarının AKP hükümetinin kadrolaşmada ne aşamaya geldiğini gösterdiğini’’ belirtti. G İBB’NİN DAĞITTIĞI KİTAP ‘Asıl olan bilim değil, din’ BERİVAN TAPAN İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ‘‘Seyyar kitap’’ projesi kapsamında ücretsiz olarak dağıtılan ‘‘Dünya Mirasına Katkı Sağlamakta Olan İnsanlarımız’’ adlı kitapta dinin bilimin önünü açacağı savunuluyor. Varlıkların varoluşunda doğru olanın bilim değil, din olduğu iddia edilen kitapta, ‘‘Tüm gözlemler ve tecrübeler evrende madde ile beraber çok sayıda muazzam mana katmanları olduğuna işaret ediyor. Tüm varlıklar, madde ve mana karışımıdır ve asıl olan manadır’’ deniliyor. HIRİSTİYAN BATI... Türk bilim dünyasının da Batı’nın sıkı takipçisi olması nedeniyle bu sorunla yıllarca boğuşmak zorunda kaldığını ifade eden Çengel, İslam âleminde bilim ile dinin birlikte ilerlemesine karşın Hristiyanlığın Batı’nın ilerlemesine engel olduğunu öne sürüyor. Çengel, şöyle devam ediyor: ‘‘Özü, sorgulamak, gözlemlemek olan bilim ile her dediği uygulanan papazın temsilcisi olduğu Hıristiyanlık, bir arada yol alamayacaktı. Ama Avrupa’da bilim adamlarının muazzam bir kuyruk acısı vardır, bu bağnazlıktan, taassuptan, tahakkümden dolayı. O yüzden dine karşı belki de bir kin, nefret, düşmanlık gibi hisler kaldı. Sonuçta bu ikisi ayrıldı ve bilim muhalif olarak gelişti.’’ KÜSKÜNLÜK Amerika’nın bilim ile din arasındaki küskünlüğü tıpta akupunktur ve ‘‘kocakarı ilaçları’’ olarak bilinen bitkisel ilaçları kullanmasıyla giderdiğini kaydeden Çengel, her şeyin kaynağının madde ya da enerji ile açıklanmasının mümkün olmadığını, bilim dünyasının bu konuda yanılgı içinde olduğunu savundu. Fizikçilerin madde dışında bir şeyin varlığını kabul etmemelerinin bilimin ilerlemesini engellendiğini iddia eden Çengel, özetle şu görüşlere yer veriyor: ‘‘Tüm gözlemler ve tecrübeler evrende madde ile beraber çok sayıda muazzam mana katmanları olduğuna işaret ederken, hâlâ mana katmanında çakılıp kalmayı ve maddeyi her şeyin kaynağı olarak görmekteki ısrarı anlamak mümkün değildir. Tüm varlıklar, madde ve mana karışımıdır ve asıl olan manadır. Ayrıca evrenin madde ve enerjiden oluşan tek katmanlı olduğu yaklaşımının bırakılması gerekir.’’ Anıt yatay 10, dikey 5.5 metre ölçülerinde, granit mermer üzerinde, 35 güvercinden oluşuyor. Anıtın arkasında kızıl ateş formu olacak. Granit kayaların üzerinde Sıvas şehitlerinin isimleriyle beraber Pir Sultan Abdal ve katliamda yaşamını yitiren Sıvaslı halk ozanı Muhlis Akarsu’nun yanmak ve yakılmak üzerine iki deyişi yer alacak. Anıtın temeli bu ay içinde atılacak. azetemizin 28 Mart günlü nüshasında, Şükran Soner’in yazısını okumuş olsanız gerek. Gözünüzden kaçmış diyerek, onu, özetlemek isterim. Sayın Soner’in Gelecek Umudu Olmadan başlıklı yazısı, Alman Sosyal Demokrat Parti’nin üyesi bir düşünürün İstanbul’da verdiği konferansının özeti. Bizimki de özetin özeti olacak... ? Konferansçı, küreselleşme olgusu adına tek ideolojili dayatmanın sonuçlarından yola çıkarak, sol, insanlık ve gelecek adına önemli şeyler söylüyor: Avrupa Birliği’nin, sosyal devlet anlayışını üzerine oturttuğu kapitalizm hızlı kabuk değiştirince, paylaşım, eşitlik konularında devleşen sorunlara yol açmış, eski ilişkiler de ortadan kalkmıştır; böyle bir ortamda, her şeyi olduğu gibi, sosyal demokrasiyi de yeniden düşünmeliyiz. Gerçekten, değerlerimiz, ‘‘2030 yıl öncenin değerleri’’ olup çıkmıştır; AB’nin sosyal devlet ölçütleri, kazanılmış sosyal, sendikal hakları bu durumda. Başta eğitim, sağlık, yaşamın her alanına dönük fırsat eşitliği, fiilen ortadan kalkmıştır; üretimde bozulan dengeye bağlı sosyal güvenlik sistemleri çöküşe geçmiş; işsizlik, başını alıp gitmiştir... Çokuluslu şirketlerin artan isteklerine karşı çıkacak, özellikle daha güçlü sendikacılık ortada yok ya da zaaflık içinde. Öyle olunca, sermayenin en ucuz emeğe yönelik arayışları durdurulamayacak. Üçüncü yol olarak tanımlanan yeni arayışlar da devlet sorumluluğu, kamu görevi, kamu malı... kavramları değişime uğruyor. Daha açık bir anlatımla eğitim, sağlık da dahil, kamu sorumluluğuna giren tüm alanlar için, devlet, özel sektör ve bireyin katkıları, bir tür ‘‘sosyal piyasa ekonomisi’’ öngörülüyor. Küreselleşmenin getirdiği sonuçlar, ‘‘hukuk devleti’’nin tek başına yeterli olmadığını ortaya koymuş durumda. Ama ne olursa olsun, ‘‘sosyal devlet’’e, bir anahtar değer olarak bakılıyor. Ancak, kapitalizmi dizginleyecek komünizm ortada yokken vahşi kapitalizmi dengeleyebilecek olan nedir? Bu, henüz sorgulanmıyor... Vahşi kapitalizmi dizginleyecek güçlerin başında sol güçler Pir Sultan toprağına 2 Temmuz Anıtı İstanbul Haber Servisi 2 Temmuz 1993 tarihinde Pir Sultan Abdal’ı Anma Etkinlikleri sırasında gericilerin Madımak Oteli’ni yakması sonucu yaşamlarını yitiren 35 kişinin anısına Banaz’da ‘‘2 Temmuz 93 Şehitleri’’ için yapılacak anıtın temeli atılıyor. 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı tarafında yaptırılan anıt, Pir Sultan Abdal’ın köyü Banaz’da Pir Sultan heykeli ile Topuzlu Baba Kültür Merkezi arasına konulacak. 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı Genel Başkanı Cafer Doğan’ın verdiği bilgilere göre anıtın yıl sonuna yetiştirilmesi planlanıyor. KARAR OYÇOKLUĞUYLA ALINDI Özkan ve Önal da beraat etti ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Eski Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan ve eski Devlet Bakanı Recep Önal, Halk Bankası’nı zarara uğrattıkları iddiasıyla Yüce Divan’da yargılandıkları davada, suçlamaların yasal dayanağı oluşmadığı gerekçesiyle beraat etti. Özkan ve Önal’ın yargılandığı davanın ilk duruşması 8 Şubat 2005’te yapılmışÖzkan tı. Dava, 13 ay sonra karara bağlandı. Yüce Divan’daki karar duruşmasına, Özkan, Önal ve avukatları ile müdahil Halk Bankası avukatları katıldı. İddia makamında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Nuri Ok hazır bulundu. Karar açıklanmadan önce son sözü sorulan Özkan, ‘‘Teşekkür ederim’’ demekle yetindi. Önal ise ‘‘Bana isnat edilen suçu işlemem mümkün değil. Beraatımı istiyorum’’ dedi. Yüce Divan Başkanı Tülay Tuğcu, kararı açıkladı. Buna göre, Özkan, ‘‘Halk Bankası yöneticilerini korumak ve sorumluların yargılanmalarını önlemek Önal kastıyla bilerek ve isteyerek bankalar yeminli murakıplarınca düzenlenen raporların yasal ve haklı nedenlere dayanmadan yeniden değerlendirilmelerini isteyerek sorumlular hakkında yapılacak yargılamayı geciktirmek’’ suçlamasından, yüklenen suçun unsurları oluşmadığı gerekçesiyle beraat etti. Oyçokluğuyla alınan karara Başkan Tülay Tuğcu, Başkanvekili Haşim Kılıç ile üyeler Sacit Adalı, Ahmet Akyalçın ve Osman Paksüt muhalif kaldı. Özkan, ‘‘Hazine’den sorumlu Devlet Bakanlığı’nın talebine karşın Halk Bankası yöneticilerinin imza yetkilerini kaldırmamak’’ suçlamasından da ‘‘yüklenen suçun da unsurları oluşmadığı’’ gerekçesiyle beraat etti. Oyçokluğuyla verilen karara Başkanvekili Haşim Kılıç ile üyeler Sacit Adalı, Ahmet Akyalçın ve Osman Alifeyyaz Paksüt katılmadı. KARAR KESİN... Recep Önal ise ‘‘Halk Bankası yöneticilerini korumak, sorumlularının yargılanmasını önlemek kastıyla bankalar yeminli murakıplarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun temennilerinin incelemeleri ile ilgili görevlendirmenin yapılmaması ve Başbakanlık makamından alınan onayın Yüksek Denetleme Kurulu’na gecikme ile gönderilmesi’’ suçlamasından oybirliğiyle beraat etti. Önal, ‘‘Başbakanlık onayını Yüksek Denetleme Kurulu’na 4 ay gecikmeyle gönderdiği’’ iddiasıyla ilgili suçlamadan ise üye Osman Alifeyyaz Paksüt’ün karşı oyuyla ve oyçokluğuyla beraat etti. PKK’linin öldürülmesiyle başlaSIFIR 14 yıp, Diyarbakır’da cenaze törenleriyle süren ve diğer bazı kentlere de yayılan gösteriler, yeni gelişmelerin habercisi mi? Kürt sorunu boyut mu değiştiriyor? Bu sorunun sıkça sorulmaya başlandığı bir döneme girdik. Ülkede Özgür Gündem gazetesinin manşeti Abdullah Öcalan’ın açıklamasını esas almıştı. Uzun bir aradan sonra avukatlarıyla görüşen Abdullah Öcalan, Nevruz sırasında ortaya çıkan gösterileri yorumlayarak şunları söylemişti: ‘‘Burada çıkan iradeye herkesin saygı göstermesi gerekir. Gidişat hızla karanlığa doğru gidiyor. Devlet sorunun nereye gideceğini anlamadı. Eğer demokratik bir çözüm önlemi alınmazsa çok karanlık bir gelecek olur. Ben formülü demokratik konfederalizm diye açıklamıştım.’’ ??? Nevruz gösterileri sırasındaki temel görüntülerden birisi Öcalan posterleriydi. İkincisi ise, ‘‘Öcalan irademizdir’’ diyen açıklamalardı. DTP önderliğinde Güneydoğu’nun çok çeşitli kent ve kasabalarındaki gösterilere buna benzer eğilimler damgasını vurmuştu. Bu görüntü, yeni bir görüntü olarak kabul edilebilirdi. Daha önceki gösterilerde de Öcalan posterleri yer alıyordu, PKK yanlısı sloganlar atılıyordu. Bu kez farklı olan, mitinglerde mikrofondan NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR ‘‘Öcalan irademizdir’’ çağrısının açıkça yapılmasıydı. Daha önce ‘‘Aman yapmayın’’ uyarıları öne çıkardı. Artık bunlar münferit olmaktan öte bir şey haline dönüşmüştü. Durum değişmişti denebilirdi. Bölgeye egemen olan ve PKK’nin etki alanı içinde bulunan siyasi akım, yeni şeyler söylüyordu. Bu yeni şey, Öcalan’ın siyasi özgürlüğünü de içine alan bir çözüm talebiydi. Türkiye, silahların gölgesinde böyle bir şeyi kabul edemezdi. PKK zorluyordu. Türk tarafında ise AKP’nin yumuşak ve uzlaşmacı davrandığına ilişkin eğilimler yaygınlaşıyordu. Sertlik, yeni sertlik eğilimini davet ediyordu. ??? PKK’liler bunu neden yapıyordu? Belli ki bölgesel ve küresel dengelerin kendilerini göstermelerine uygun olduğunu düşünüyorlardı. Sanki hedeflerini bir üst düzeye çıkarmış gibiydiler. Türkiye’de ise bir süredir, ‘‘bu sorunun kanlı çözüleceğini’’ düşünen çevreler Kürt Sorunu Yeni Bir Maceraya mı Gidiyor? seslerini yükseltiyorlardı. Tırmanış sürüyordu. Kuzey Irak’ta PKK, varlığını sürdürebiliyordu. Bunda ABD’nin de en azından bir ‘‘kollayıcı’’ tutumundan söz edilebilirdi. Bu ‘‘kollayıcı’’ tutum, Türkiye’ye karşı bir kozu elde tutmak için miydi, yoksa Kuzey Irak’taki istikrarı bozmamak için miydi? Buna karar vermek kolay değildi. Sonuç olarak, ABD bölgede PKK’yi yok etmek isteyen tarafta değildi. Kuzey Irak’ta ‘‘Kürdistan’’ adlı bölgede egemenliklerini kuran Kürtler, kendi dillerini konuşuyorlar, Kürtçe eğitim yapan üniversitelerde çocuklarını okutuyorlar, kendi güvenliklerini sağlayan askeri güçlere kumanda ediyorlardı. Hemen sınır ötesindeki Türkiye Kürtleri bunun farkındaydı, gidip görüyorlar, gitmeseler bile öğreniyorlardı. ??? PKK, öyle görünüyor ki, fırsat buldukça bu tepkileri daha da yükseltecek. Şunu görmek gerekiyor: PKK böl gede hâlâ çok etkili. Gösterilere çok büyük sayıda kitle katılmıyor. Bu doğru ancak, o gösterilere katılmayan insanların da Kürt kimliğini kabul temelinde talepleri bulunuyor. Değişik partilere oy verseler de şiddet eylemlerini hiç onaylamasalar da bölge halkının siyasi, ekonomik, sosyal önemli talepleri bulunuyor. Bu dengeler içinde neler olabilir? Kürt sorunu, ne yazık ki artık ciddi bir bölgesel sorun haline dönüştü. Türkiye, kendi içinde halledebileceği en azından asgari düzeyde tutabileceği bir sorunu ne yazık ki bugünlere getirdi. Şimdi bundan sonra neler olabilir noktasında düşünelim. Bu sorunun bir ucu ABD’de, öbür ucu Bağdat’ta tamam. Ancak sorunun asıl tarafı bizim içimizde. Onun için Danimarka’ya veya dışarıdaki başka ülkelere kızarak bu işi çözemeyiz. Kürt sorunu bugünden yarına çözülecek bir sorun değil. Ancak bu sorun makul bir düzeye indirilebilir. Şu anda makul olmayan tehlikeli bir düzeyde seyrediyor. Yapılacak ilk iş, Kürtlerin geniş makul çoğunluğuyla birleşmek. Bunun yolu da Kürtlere yönelik, onları ikna edecek yeni adımlar atmaktan geçiyor. Diyarbakır’daki ya da Güneydoğu’daki makul çoğunluk henüz ne yapacağına karar vermiş değil. Bunu unutmayalım... oralcalislar?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle