09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

22 ARALIK 2006 CUMA kitap V A S I Z P E R T A V S I Z P E R KULE CANBAZI SUNAY AKIN C Essen’den Livaneli geçti... ESSEN KİTAP FUARI’NIN ÖNEMİ 15 Enis BATUR "Taş Devri": Bir başşiir ya da Taş Devri: Dağlarca "daha" ne yapsın? Yüzyıl Dünya şiirine yön vermiş bazı örnekmetinler vardır, onları "başşiir" olarak adlandırmayı seviyorum. Bir devrim gerçekleştirdikleri, bir kavşağı simgeledikleri, ya da benzersiz derinliklere ulaşabildikleri gerekçesiyle taçlandırılmış bu yapıtların arasında Eliot'ın "Çorak Ülke"si, Rilke'nin "Duino Ağıtları", SaintJohn Perse'in "Anabase"ı sayılabilir bir çırpıda. Bu başşiirler, genellikle çabuk fark edilmişlerdir. Etki alanları böylece genişlemiş, ait oldukları dilin okurlarıyla sınırlandırılamayacak bir "seçkin XX. Fazıl Hüsnü Dağlarca kalabalığı"na nüfuz ettikleri gözlemlenmiştir. Perse'in şiiri dörtdörtlük örnektir: O süzme yapıtı İngilizceye Eliot'ın, Almancaya Rilke'nin ve Benjamin'in, İtalyancaya Ungaretti'nin çevirdiğine bir yazımda değinmiştim. Sözkonusu çevirilerin çok gecikmeden yapıldığını eklemek isterim : Majör, yaygın, merkezi, egemen nasıl adlandırırsak adlandıralım dillerin şairleri, yazarları biribirilerini yakından izleyecek donanıma da, ortam özelliklerine de çarçabuk kavuşmuşlardı; Parisli Baudelaire'in, Bostonlu Poe'yu yazarın sağlığında keşfedip çevirdiğini anımsatalım. Gene de, hiç şüphesiz, bir başşiirin önce kendi dilinde, ülkesinde görülmesi gerekir. Görülmemesi mümkün müdür, sorusunu aklından geçirebilir okur; mümkündür, en azından bir başşiirin görülmesinin zaman aldığı örnekler anımsanacak olursa: Pessoa'nın dehası Portekiz'de, Hopkins'inki İngiltere'de, Lautreamont'unki Fransa'da hayli geç anlaşılabilmiştir. Bu gecikme, ister istemez evrensel düzleme de yansımıştır. Aslına bakılırsa, verdiğim üç örneğin ortak özelliği belirgindir: Gözükmemeyi seçmiş, görülme tasası çekmemiş, gözükememiş şairlerdir bunlar. ILIN EDEBİYAT OLAYI” Yapıt bir biçimde gözükmemişse, görülmemiş olmasını doğal kılar. Beni bu konuda düşündüren, daha çok, gözükmüş yapıtın görülememiş olması durumu: Elimizin altında, bana kalırsa "hepimiz"i sıkıntıya sokacak bir örnek var: Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın "Taş Devri" adlı kitabı Norgunk Yayınları'ndan çıkalı bir ay oldu olmadı. 1941'de yazılmış, 1945'te basılabilmiş bu şiir kitabının tam 61 yıl sonra ikinci basımı gerçekleştiriliyor. Yanlış anlamadıysam, Dağlarca'nın "Bütün Yapıtları"nın yayıncısı bile gözden kaçırmış kitabı. Her yıl Aralık ayında "yılın edebiyat olayı" anketi yapanlar olur, gerçi bu yılın yanıtı belli ama, bir de 61 yıl sonra gelen ikinci basım eklenebilir belki listeye. ÖRT BÖLÜMDEN VE 44 ŞİİRDEN OLUŞAN BİR KİTAP "Taş Devri"ni, bu vesile, yeniden, sindire sindire okudum ve kim ne derse desin, kendi cümlemi kurdum: Bir başşiir bu, "Duino Ağıtları" ayarında bir başyapıt. Heyecana kapılarak, bir anda öylesine ortaya atılmış bir yargı, abartılı bir övgü olarak görenlere ne diyebilirim? Ola ki, kimseyi ikna etmese bile (sonuç olarak çok da tasam olduğu söylenemez, ayrıca), ana gerekçelerimi dile getirebilirim. "Taş Devri", dört bölümden ve 44 şiirden oluşan bir kitap, görünüşte; benim gözümde, yekpare bir şiir. Büyük bir metafizik programa dayanıyor: Yaşamın temel öğeleri, Evren'in varoluş denklemi, Doğa'nın ve İnsan'ın buradaoluş koşulları üzerine ürpertici bir monolog. Yer yer yakarıların, yanık ilahilerin kılığına bürünen; yer yer de, "çocukların ölüm (ve dirim) şarkıları"nı çağrıştıran parçaların duru, süssüz, tek bir fazlalığa pay bırakmayan bir dille biribirilerine geçtikleri, aktıkları hemen fark ediliyorbundan, işte, yekpare şiir. Kalıyor geriye, açıklanabilecekse, açıklanması gereken soru: "Taş Devri"ni 61 yıl bekleten, 61 yıl sonra çıktığında ilk çıkışta güç bela 200 nüshalık bir talep yaratan "durum" nedir? Dağlarca, çok ünlü bir şair. Türk şiirinin gelişim çizgisi açısından da ciddi önem taşıyan bir, birçok yapıtı karşısında bunca uzak, isteksiz, kayıtsız kalınabiliyorsa, yıllardır "şiirin halktan, toplumdan koptuğu" saptamasını yapan çatıkkaş yorumculardan bu sonuca bir anlam vermeleri beklenir: Şairin daha ne yapması gerekirdi? "Taş Devri", şairin, dilinin içinde handiyse inanılmazı gerçekleştirdiğini gösteriyor; bir şey daha yapması beklenemezdi.Ülkesi eğitim sistemi, kültüre yatırımı, insana yaklaşımı, toplum felsefesi, egemen değerleri, düzeni ile "Taş Devri"ni hakettiği yere taşımamış, onu yabancı dillerin başşiirlerinin hizasına oturtmayı okuruyla, eleştirmeniyle, akademisyeniyle başaramamışsa, Dağlarca daha ne yapsın? D ülfü Livaneli sahneye çıktığında salondaki tüm koltuklar doluydu… Dahası, koridorlarda ayakta duracak yer kalmamıştı ve içeri giremeyen onlarca insan kapıdan geri dönmek zorunda kalmıştı… “Eee! Bunda şaşıracak bir şey yok, Livaneli’nin tüm konserlerinde iğne atsan yere düşmez” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Doğru ama Livaneli sahneye şarkı söylemek için çıkmamıştı!.. Her şey, Mustafa Güneş’in, memleketi Kırşehir’den yola çıkıp işçi olarak Almanya’ya çalışmaya gitmesiyle başlar… Eşi Elif Hanım’ı da yanına alan Mustafa Bey, demiryollarında alın teri akıtır yıllarca. Güneş ailesi iki çocuğunu yanlarına aldırmayı başarır, ama 18 yaşını geçen üç çocukları Türkiye’de kalır. Mustafa Bey’in oğlu Fikret liseyi okumakla kalmaz, Essen Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü’nü bitirir… Ve geçen yıl olduğu gibi bu yıl da üniversitenin bünyesinde bir kitap fuarı düzenler. Zülfü Livaneli, işte bu fuarda söyleşi yapmak, kitaplarını imzalamak için Essen’deydi. Ne mutlu bana ki ben de fuara davetliydim ve Livaneli’yle birlikte üç saatlik bir uçak yolculuğu yapmanın mutluluğu ardından o mahşer kalabalığına tanık oldum. Z pa’ya kültür başkentliği yapacak. Efendim, 2010’da bu onur İstanbul’a mı verildi, dediniz!?. Haksız sayılmazsınız, ama bu konuda bilmeniz gereken şudur: 2010’da, AB’ye üye olan 15 eski ülke arasından kültür başkenti olarak Essen seçilmiş, bu unvan, birliğe sonradan üye olan 10 ülke arasından da Macaristan’ın Pec kentine verilmiştir. AB üyeliği dışında olan ama kıtaya dahil iki kent arasında da İstanbul tercih edilmiştir. İstanbul’un yarıştığı ve geçtiği tek kent Kiev’dir. Zülfü Livaneli gazetecilere İstanbul ile Essen arasında bir kültür köprüsü kurma konusunda yapılması gerekenleri uzun uzun anlatarak kültür elçiliği görevini başarıyla yerine getirmiştir. Essen 2. Kitap Fuarı’na kent üniversitesi, belediye kültür dairesi, eyalet kültür sekreterliği ve eyaletin uyum bakanlığı destek oldular. 10 gün süren fuarı 5 bini aşkın insan ziyaret etti. Bu, Türkçenin seçmeli ders olduğu ve katılımın Berlin gibi büyük bir kentte yüzde 5’e düştüğü Almanya’da hiç de yabana atılamayacak bir rakamdır. ALMAN BASININDAN YOĞUN İLGİ Essen Kitap Fuarı’na gelenlerin ellerinde sanatçının kitapları vardı. Zülfü Livaneli sahnede o birbirinden güzel şarkılarını söylemiyordu, ama kitap yazma serüveninden, filmlerinden, hayatının arka bahçesinden konuştukça salon kimi kez gülüyor, kimi kez hüzünleniyordu. Livaneli’nin kitapları Almancaya çevrildiği için salondaki Alman okurlarının sayısı da az değildi. Sanatçı, Erzincan’ın bir dağ köyünde “Yer Demir Gök Bakır” filmini çekerken yaşadıklarını anlatırken salon gülmekten kırılıyordu. Çekim ekibinin Almanlardan oluştuğu filmin kamera arkasının başlı başına bir film olduğu konusunda herkes hemfikirdi. Alman basını yoğun ilgi gösterdi Livaneli’ye. Essen Filarmoni Orkestrası’nın müdürü Michael Kaufman’ın daveti üzerine basın toplantısı kentin konser salonunda gerçekleşti. Ertesi gün gazeteler Türkiye’nin en çok sevilen sanatçılarından biri olan Livaneli’nin haberleriyle doluydu. Zülfü Livaneli’ye gösterilen bu yoğun ilginin Essen’de olmasının önemi çok büyüktür. Çünkü Essen, 2010 yılında Avru “Y Okurunun Yazarı/ Adalet Ağaoğlu/ Seçmeler: Sefa Kaplan/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 372 s. “‘Okurunun Yazarı’, gelir geçer modaların ötesinde, tavrı ve ifade yollarıyla da okurunun 50 yılı aşkın bir süredir hep sahiplendiği usta yazarımız Adalet Ağaoğlu’nun dünyası ve yapıtları için yetkin bir örnekleme. Ağaoğlu’nun dünyasını yakından tanıyan şairyazar Sefa Kaplan’ın kurgusuyla, ‘Okurunun Yazarı’ hem Ağaoğlu’nun yapıtlarıyla tanışacak gençler için yollarını kolaylaştıracak eğitsel ve yazınsal bir kılavuz, hem de yazarın tiryakileri için rengârenk bir buket…” diyor kitabı yayıma hazırlayanlar. Bu kitapta, Adalet Ağaoğlu’nun yapıtlarından seçmeler yer alıyor. Zamanın Daha Kısa Tarihi/ Stephen Hawking/ Çeviren: Selma Öğünç/ Doğan Kitap/ 130 s. “Evren hakkında gerçekten ne biliyoruz? Bunu nasıl biliyoruz? Evren nereden geliyor ve nereye gidiyor? Zamanın Kısa Tarihi’nin özünü oluşturan bu sorular, bu kitabın da odağında. (...) Ayrıca, yeni kuramsal ve gözlemsel sonuçları ekleyerek kitabı güncelleme fırsatı bulmuş olduk. Zamanın Daha Kısa Tarihi, fizik kuvvetlerini birleştiren eksiksiz bir kuramın bulunmasıyla ilgili son gelişmeleri de anlatıyor. Özellikle sicim kuramında meydana gelen gelişmeleri ve fizik kuramlarının birliğine işaret eden görünürde farklı kurumların TürkErmeni İlişkilerinde Tarihi Gerçekler/ Editör: Prof. Dr. Aysel Ekşi/ Alfa Yayınları/ 470 s. “Bazı dünya parlamentoları Mavi Kitap’ta yazılanların doğruluğuna güvenerek, 1915 olayları için soykırım kararı vermiştir. Oysa kitabın yazarı bilgilerinin hiç de sağlam olmadığını şöyle itiraf etmektedir: ‘Sayın profesör, yakında hükümetin Mavi Kitabı olarak basılacak kitabın taslağını size gönderiyorum. Belirgin yanlışları gösterebilir misiniz? Bu alandaki bilgimin büyük kısmı sağlam değil ve ikinci eldendir’. Bir diğer mektupta da Ermeni liderine istediği bilgileri koyması için kitap taslağını sunduğu yazılıdır: ‘Ekselans, Mavi Kitabın dokümanlarının ilk provalarını size gönderiyorum. Eğer düzeltme yaparsanız, veya önerilerinizi yazarsanız çok mutlu olacağım. Bu ilk baskı provalarını inceledikten sonra lütfen bana geri gönderin, çünkü elime geçer geçmez Mavi Kitabı baskıya vereceğim” diyor Arnold Toynbee. Şarkılar Kitabı/ Heinrich Heine/ Çeviren: Behçet Necatigil/ YKY/ 286 s. “Şarkılar Kitabı”, Heinrich Heine 30 yaşındayken (1827) yayımlanmış olmasına rağmen, onun şairliğinin zirvesi kabul edilir. 1620 yaşları arasında yazdığı şiirleri de içeren kitap Heine’nin en tanınan yapıtı olmuştur. Şair gençlik yıllarının tutkusunu, heyecanını, umutsuzluklarını ve bunalımlarını bu kitaptaki şiirleriyle dile getirir. Kitap, Alman Romantizminin olduğu kadar Realizm akımının da öne çıkan yapıtlarındandır. Almanya ve kitap fuarı denildiğinde aklınıza ilk gelen Frankfurt olsa da, bilin ki orası kitabın okurla buluştuğu bir yer değildir. Dünyanın neredeyse tüm ülkelerinden yayıncıların katıldığı Frankfurt Kitap Fuarı’nda amaç, kitapların başka dillere çevrilmesini sağlamaktır. Bu yüzden ben, Almanya’da yaşayan Türkleri önemseyen, onların kitaba ilgisini artırmaya yönelik olan Essen Kitap Fuarı’nı daha çok önemsiyorum. İnanıyorum ki, 2010 yılına gelindiğinde, Avrupa’nın kültür başkenti olan Essen’de, bir grup Türk gencinin başlattığı bu fuar daha yoğun ilgi görecek ve Türkiye’deki şairlerin, yazarların katılmak istedikleri bir buluşmaya dönüşecektir. Edebiyat alanında Türkçe kitap yayımlayan başlı başına bir yayınevinin olmadığı, Türkçe gazetelerin büyük bir hızla okur kaybettiği Almanya’da Fikret Güneş, Mesut Atik ve arkadaşlarının çabası ve de Essen Belediye Meclisi’ne girmeyi başaran tek Türk olan Burak Çopur’un desteğiyle ayakta duran kitap fuarı, iki yılda çok büyük yol kat etti. Fuara katılım, kitaba ilgi geçen yıla oranla en az bir kat daha fazlaydı. 2007’de de bu yılın rakamlarının aşılacağını söylemek hayalcilik olmayacaktır. Fikret Güneş ve arkadaşları bunun için daha şimdiden kolları sıvadılar, çalışıyorlar!.. benzerliklerini ya da ‘ikiliğini’ anlatıyor. (...) Kırk yıl kadar önce Richard Feynman, ‘Hâlâ keşifler yapılan bir çağda yaşadığımız için şanslıyız. Tıpkı Amerika’nın keşfi gibi; bir kereden fazla keşfedilmez. Çağımız, doğanın temel yasalarının keşfedildiği çağdır’ demişti. Bugün, evrenin doğasını anlamaya her zamankinden daha yakınız. Bu kitabı yazma amacımız, bu keşiflerin ve sonuçta ortaya konan yeni gerçeklik tablosunun heyecanını paylaşmaktır.” Stephen Hawking evrenle ilgili tüm kuramları yeniden ele alıyor bu kitabında. Anafartalar’dan Ankara’ya/ Prof. Dr. Hikmet Özdemir/ Remzi Kitabevi/184 s. Üniversite öğrencileri ve öğretim üyeleri, Çanakkale’den Erzurum ve Sıvas kongrelerine ve nihayet Ankara’ya uzanan ulusal direniş sürecinde zoru başaran Darülfünun kuşağı olarak Türkiye’nin yakın tarihinde yerini almıştır. Prof. Dr. Hikmet Özdemir, Türk üniversite tarihinin gölgede kalan işte bu dönemini belgelerle ve tanıklıklarla gün ışığına çıkarıyor “Anafartalar’dan Ankara’ya”da. Villa Amalia/ Pascal Quignard/ Çeviren: İsmail Yavuz/ Sel Yayıncılık/ 216 s. Kırk sekiz yaşındaki besteci Ann Hidden on sekiz yıllık hayat arkadaşının ihaneti ile yıkılır. Ancak bu ihanet ona yeni bir yaşamın kapılarını aralar. Her şeyi geride bırakıp küçük bir adaya gitmeye karar verir. Bir volkanın eteklerindeki bu adada önce bir eve, sonra da küçük bir kıza âşık olur. Yeni bir hayata adım atmak, geçmişi tamamen silmek, başka biri olmak mümkün müdür? İnsan bu kadar köktenci bir dönüşüm geçirebilir mi? Pascal Quignard her insanın kendine en az bir kez sorduğu bu sorulara “Villa Amalia”da yanıt veriyor. Gülüşün Gizi/ Shusha Guppy/ Çev.: Sabri Gürses/ Everest Yayınları/ 208 s. “Gülüşün Gizi”, İran halkının kültüründen ve masallarından ortaya çıkmış hikâyelerden oluşuyor. Aşkı ve hasreti, kaderi ve kabullenmeyişi, israfı ve lütfu anlatıyor. Bazıları klasik İran edebiyatından esinlenilmiş olan öykülerin çoğu, dilden dile nesiller boyu aktarılan masallardan geliyor. Bu masalların asıl kaynağı ise, geçmişin derinliklerinde çoktan kaybolmuş. Çarşılarda ve kahvelerde usta anlatıcılar tarafından anlatılan bu masallar, şairler Rumi ve Firdevsi sayesinde tüm dünyanın ilgisini çekti. İçlerinde prensler ve prensesler, dervişler ve olağanüstü güçlere sahip azizler, cinler ve devler, ağzından ateş çıkaran ejderhalar ve kanatlı atlar, büyücüler ve sihirbazlar, yetimler ve kahramanlar var… Onay’a Polonya Devlet Nişanı Kültür Servisi Dünyada önde gelen Chopin yorumcularından kabul edilen, Devlet Sanatçısı Gülsin Onay, “Polonya ulusal kültürünün ve Fryderyk Chopin’in müziğinin şöhret kazanmasına yapılmış çok büyük bir katkı olarak görülen çalışmaları için” Polonya Üstün Hizmet Nişanı’na değer görüldü. Onay’a nişanı Polonya Cumhurbaşkanı L. Kaczynski tarafından 23 Ocak 2007 tarihinde büyükelçilikte düzenlenecek bir törenle sunulacak. Gülsin Onay’ın Chopin yorumları Avrupa basınında “Chopin’in 1. Piyano Konçertosu’nun gerçekten ender bulunan muhteşem bir yorumu”, “Grande Polonaise gibi virtüözlük gerektiren görkemli bir eserin içinde saklı olan şefkati ve kırılganlığı sergileyebilmesi şaşırtıcı” olarak değerlendirildi. Onay, Chopin’in yapıtlarını Stanislaw Wislocki, Marek Pijarowski, Tedeusz Strugala ve Antoni Wit gibi şeflerin yönetiminde, aralarında Varşova Filarmoni ve Varşova Senfoni’nin de bulunduğu pek çok orkestra ile yorumladı. Solo yapıtlarının yanı sıra Rusya’da Saint Petersburg Filarmoni Orkestrası eşliğinde bestecinin iki piyano konçertosunun kaydını gerçekleştirdi. Onay, Varşova, Torun, Bydgoszcz, Szczecin, Jelenia Gora kentlerinde ve bestecinin Zelazowa Wola’daki evinde de Chopin konserleri verdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle