08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 Kendi destekleme politikalarını Türkiye’nin uygulamasına karşı çıkıyorlar… C strateji ATİNA’DAN MURAT İLEM 22 ARALIK 2006 CUMA Türk çiftçisine AB engeli “abhaber.com” H. Miray VURMAY ünya Bankası, IMF ve AB dayatmalarıyla izlenen politikalar sonucu Türk tarımı zor günler geçiriyor. 19701980’li yıllarda tarım ürünlerinde kendi kendine yetebilen, hatta pek çok tarım ürününü ihraç eden ülkemiz, bugün başta temel gıda maddelerinden buğday ve mısır olmak üzere birçok tarım ürününü ithal eder duruma geldi. Bu duruma gelinmesinin en önemli sebebi şüphesiz AB’ye dahil olma sevdası uğruna verilen tavizlerdir. AB'ye uyum çalışmalarının en kapsamlı başlıklarından birini oluşturan tarım konusunda, AB'nin vermiş olduğu "Türkiye 20102020" başlıklı planda "Tarım nüfusunu önce yüzde 20'lere sonra yüzde 10'lara çekin" talimatı bulunuyor. AB’nin, yaşamsal öneme sahip olan tarım konusunda kendi üreticilerine prim desteği verirken, Türkiye'ye tarım nüfusunu azaltması yönünde talimatta bulunması, nüfusunun yaklaşık yüzde 3540’ı tarımla uğraşan bir ülke için oldukça vahimdir. En azından bunun kısa zamanda sağlanması mümkün değildir. D AB tarımdaki nüfusun azaltılmasını istiyor. Kendi üyelerinin bu sektöre yönelik destekleme politikalarının Türkiye’de uygulanmasına karşı çıkan AB, Türk tarımının tasfiyesi sonucunu doğuracak politikaları savunuyor. çalışmalarından hala vazgeçilmiyor. Türkiye’nin önemli tarım ürünlerinden buğday, şekerpancarı, mısır, tütün ve çay üretiminde son yıllarda görülen ciddi miktardaki azalma ve son yedi yılda tarımdaki büyümenin sadece yüzde 3,5 civarında gerçekleşmiş olması, 2006 yılı sonunda tarımla ilgili beklentileri de olumsuz etkiliyor. Sektörde bu yıl küçülme bekleniyor. Bununla birlikte 2006 yılının üçüncü üç aylık verilerine göre tarım sektöründeki işgücü 139 bin azalırken, istihdamın da 181 bin azaldığı görülüyor. Bütün bunlar AB’ye uyum çerçevesinde Türk çiftçisi ve tarımının yok olması pahasına izlenen politikaların bir ürünüdür. Tarımda umduğunu bulamayan çiftçiler, kırsal kesimden kentlere göçe yönelmekte dolayısıyla büyük şehirlerde işsizlik, geçim sıkıntısı ve ruhsal anlamda çöküntülerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Geçmişte milli gelirin yaklaşık yüzde 4’ü tarımda desteğe ayrılırken bu oran son yıllarda yüzde 1’in altına düştü. Bu gelişmeler 2007 yılı bütçesinde tarım için önlem alınmasına sebep oldu, Milli Eğitim'den sonra en yüksek ödenek artışı yüzde 28,9'la Tarım Bakanlığı'na yapıldı. Tarım Kanunu gereği bütçeden tarıma aktarılacak kaynak milli gelirin yüzde 1'inden az olmayacak. ÇİFTÇİYE SON DARBE TBMM’de kabul edilen, 5553 sayılı Tohumculuk Yasası, tarım alanında çiftçiye vurulan son darbe niteliğinde. Bu yasa ile Türk tohumu çok uluslu şirketlere teslim edilerek tarımda dışa bağımlılık gündeme geliyor. Artık çiftçimiz kendi istediği ürünü hatta kendi istediği tohumu ekemeyecek. Yasanın ya da AB’nin uygun gördüğü, genetiği değiştirilmiş tohumlar 13 bin bitki çeşidinin bulunduğu ülkemiz topraklarına ekilecek. Yetiştikten sonra tekrar tohum olarak kullanılamamaları nedeniyle her yıl ekilecek tohumlar için çiftçiler tekrar para ödeyecek. Adana Valiliği, Çukurova Üniversitesi ve Cumhuriyet Gazetesi tarafından 1517 Kasım 2006 tarihleri arasında düzenlenen 1. Ulusal Tarım Kurultayı'nda bu bağlamda oldukça önemli saptama ve çözüm önerilerinde bulunulmuştur. Kan kaybeden tarımın tekrar canlanabilmesi için dikkate alınması gereken bu önerileri şu şekilde özetleyebiliriz: ? Kalkınma için planlı ekonomi vazgeçilmezdir. Devlet, yönlendirici, destekleyici ve denetleyici rolünü yerine getirmelidir. Ancak, gerektiğinde ekonomik etkinlik içine de girmelidir. ? Türkiye’de tarım sektörü makro dengelere oturtulmalı ve sorunların çözümüne bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşılmalıdır. Mikro dengeler bu ana politikalara göre biçimlendirilmelidir. ? Küçük köylü çiftçiliğinin tasfiyesi, Türkiye'nin sosyoekonomik gerçekliğiyle örtüşmemektedir. Kırsal kalkınma sanayi ve hizmetleri, kooperatifler aracılığıyla yaratılmalıdır. Küçük köylü üreticiliğinin tarıma katkısı ve ekonomikliği için demokratik Elbette kalkınma için öncelikli koşul sanayi ve hizmetler alanının genişletilerek tarım sektörünün daraltılmasıdır. Ancak dünyanın 13. büyük tarım arazisine sahip olan bir ülkenin tarım nüfusunun AB’nin getirdiği kısıtlamalarla üstelik diğer sektörlerde genişleme sağlanmadan azaltılması, ekonomik olmanın ötesinde sosyal bir sorun halini alabilir. VERİMLİ TOPRAKLARIN ÇÖKÜŞÜ Tarım ve hayvancılıkta dışa bağımlı konuma getirilmeye çalışılan Türkiye’de, mülklerin yanı sıra tarım arazileri de yabancılara satılıyor. Türkiye’de tarımla geçinen nüfus 1015 yıl öncesinde yaklaşık yüzde ellilerde iken bu oran şu anda yüzde otuzlara düşmüş durumda. Bunda elbette Et Balık Kurumu (EBK), Süt Endüstrisi Kurumu (SEK), Yem Sanayi (YEMSAN) gibi tarım ve hayvancılıkta çiftçinin destekçisi olan kurumların özelleştirilmelerinin payı büyüktür. Özelleştirmeler sonucu tarımın ve çiftçinin büyük darbe aldığı ve yokluğu hala hissedilen bu kurumlardan, EBK’nin tekrar kurulmasının gündeme gelmesi göstermektedir ki bazı kurumların özelleştirilmesi sektör sorunlarına çözüm olmuyor. Buna rağmen devletin denetiminde olması gereken TEKEL ve Şeker Fabrikaları gibi kurumları özelleştirme kooperatifçilik ekseninde örgütlenilmesi zaman geçirilmeden gerçekleştirilmelidir. Bu uygulamanın yoğun göçü önleyeceğine inanılmaktadır. ? Türkiye'nin göç olgusu kırsal kalkınmayla birlikte düşünülerek, kırsalın desteklenmesi politikaları kapsamında kırsaldan kent varoşlarına göçün plansız geçişi durdurulmalıdır. ? Üretici aynı zamanda sanayici olmalıdır. ? Rekabet edebilme hedefinden önce, kendi kendine yeterliliği esas alan plan, politika ve programlar hazırlanmalıdır. Bu bağlamda AB'nin tarımı 40 yıl boyunca bu yaklaşımla desteklediği anımsanmalıdır. ? Tarım nüfusunun yaşlanması, gençlerin kent yaşamını seçmeleri ve işletmelerin zaman içinde büyüyerek pazara yönelmesi gibi nedenlerle tarımsal mekanizasyona gereksinim artacaktır. Türkiye'de bu kapasiteyi karşılayacak traktör ve tarım makineleriyle ilgili yan sanayi yeterlidir. ? Köylü nüfusun fazlalığı veya azlığından önce büyük bir sorun olarak karşımızda duran istihdam ve verimlilik sorunlarının çözümüne çaba harcanmalıdır. ? Türkiye'nin sahip olduğu bitki ve hayvan varlığına ilişkin genetik yapının korunması için gen bankaları kurulmalı, genetik ve biyoteknolojik çalışmalarla tarımımızda verimlilik artırılmalı, organik, sürdürülebilir tarım ve iyi tarım uygulamaları çerçevesinde bilimsel altyapı desteklenmelidir. ? Tarımsal eğitim, gerek orta, gerekse yüksek öğrenim düzeyinde yeniden planlanmalı, uzmanlaşma olanakları sağlanmalıdır. Kırsal bölgelerde o bölgeye uygun tarım dersleri, seçmeli veya ana ders olarak ilköğretim ikinci kademesiyle lise ve meslek lisesi programlarına yansıtılmalıdır. ? Türkiye'nin kalkınmasında tarım temel ve stratejik bir sektör olmaya devam etmektedir. Gerek kırsal kalkınmanın, gerekse ülke kalkınmasının kalkış noktası ise, sosyoekonomik politikaların oluşturulmasıyla buna uygun planlama ve stratejilerle uygun mekanizmalar geliştirilmelidir. ? Tarım politikalarında ABD/AB yönetimindeki IMF ve Dünya Bankası'nın direktiflerine dikkat edilmeli, AB uyum paketi kapsamında dayatmalara karşı çıkılmalıdır. Buradan hareketle AB politikalarıyla tarıma vurulan darbeler, çiftçinin topraktan koparılması, işsizliğe, yoksulluğa itilmesi ve ekilmeyen tarım arazilerinin Türkiye için meydana getirdiği kayıp göz ardı edilmemelidir. Özellikle genetiği değiştirilmiş tohumlarla yapılan tarımın Türkiye’nin geleceği için oluşturduğu tehlike dikkate alınmalı, bu konuda daha kapsamlı araştırmalar yapılmalıdır. Türk çiftçisinin, tarım arazileri, iklimi ve akarsularıyla avantajlı konumda olan ülke topraklarında bu avantajı kullanarak tarım yapabilmesi gerekmektedir. Bunun için de tarıma yapılan destek tekrar gözden geçirilmeli ve çiftçinin önündeki AB engeli kaldırılmalıdır. anılmıyorsam önceki haftaydı, “Habertürk” televizyonunda AB üzerine yapılan bir tartışma programını izliyorum. Konuklar Brüksel’de 15 Aralık’a kadar yapılacak çeşitli toplantılardan çıkacak kararlar konusunda görüşlerini dile getiriyorlar. Tartışmanın ortasında Brüksel’e bağlanarak son dönemde Avrupa konuları ile ilgilenen herkesin gözü kulağı haline gelen “abhaber.com”un haber müdürü olan gazeteci arkadaşımız Vakur Kaya’dan görüş alınıyor. ABTürkiye konularında deneyimli arkadaşımız, Brüksel’de dönen tüm dolapları, kulis söylentilerini, bu konuda Türk yetkililerin acil kaydıyla neler yapması gerektiğini belirtip “işler kötüye gidiyor” uyarısını defalarca tekrarlıyor. Tüm konuklar Vakur Kaya’nın görüş ve uyarılarını büyük dikkatle dinlerken, bir kişi ama sadece bir kişi, alaycı şekilde gülerek ne olduğunu (!) izleyenlere bir kere daha teyit ettiriyor. Konuklar içindeki bu kişi şu meşhur TESEV’in yöneticisi. Açılımı “Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı” olup, kuruluş amaçları, politikaları, elemanları belli (!) olan bir vakıf. İnternet sitelerinde vakfın “Demokratikleşme Programı Direktörü” olarak şu meşhur Etyen Mahçupyan’ın adı geçiyor, varın gerisini siz düşünün!.. Gazeteci Kaya anlatıyor, TESEV’ci bu adam çok bilmiş edasıyla alaycı şekilde gülüyor. Her şeyi “bildikleri” gibi, 15 Aralık sonrasında olacakları da biliyorlar ya! Sonunda AB devlethükümet başkanları zirvesi de sona eriyor ve karar açıklanıyor: “Türkiye askıda”, başka bir deyimle “hangarda”. 8 başlık, 9 fasıl derken AB konusu en azından üç yıl boyunca RumYunan ikilisinin kontrolü altında olacak. Rumlar onay vermezse başlıklar açılamaz (ya da fasıl, her neyse), açılsa da kapanamaz. Peki Rumlar onay için ne istiyor? “Önce imzaladığın Ankara protokolünü hayata geçirip, limanları ve havaalanlarını açacaksın, beni tanıyacaksın” diyor. “Benim dünya denizlerinde bayra Y ğımla dolaşan bin yüz tankerim var. Bu gemiler yılda 5 milyar dolarlık petrolün aktığı Yumurtalık’a yanaşmalı” diyor. ??? Sözün özü, Avrupalılar Türkiye treninin kaza yapmasını önlediler. Nasıl önledikleri ise ortada! Rayların üzerinde ağır aksak yürüyen Türkiye trenini alıp hangara çektiler. Bu durumda tabii ki kaza olmaz. Ama tren artık hangarda ve anahtarı da RumYunan ikilisinde. Kısaca, işler Vakur Kaya’nın dediği gibi çıktı, yani “kötü gitti”. Bu durumdan en çok memnun olan, sanıyorum, AB fonlarını sömürerek hayatlarını sürdüren Türkiye’deki bazı çevreler. Şimdi artık bayram yapıyorlar. Önümüzdeki üç yıl daha “demokratikleşme, insan hakları AB’ye uyum sağlayalım” gibi bilinen tezleri ile maddiyatlarını katlayarak kendilerine bir gelecek sağlayacaklar! Gelişmeleri özetlersek Türkiye’nin “hangara” çekilmesi sözde demokratlarımızın ekmeğine yağ sürdü. ??? Bu köşeyi takip edenler hatırlar. Geçen cuma günkü yazımda “Siz bakmayın Rum kesiminin öyle veto ederim, sertleşirim söylemlerine, AB içinde Türkiye’yi destekleyen bazı ülkeler Ercan havaalanına iki uçak indirseler Rumlar teslim bayrağını çekerler” demiştim. Daha yazdıklarımın mürekkebi kurumadan Ingiltere Başbakanı Tony Blair Ankara’ya geldi ve KKTC’ye sivil uçuşların başlatılması konusunda hukuksal araştırma içinde olduklarını belirtti. Bu söylemin etkisi Lefkoşa ve Atina’da hemen hissedildi. RumYunan ikilisinin dünya sivil havacılık örgütü nezdinde yıl başından itibaren harekete geçecekleri şeklinde haberler kulağıma geliyor. İngiltere (tabii ABD de) isterse, hukuksal anlamda bu işin de üstesinden gelip Ercan’a uçuşlar başlatabilir. Yeter ki söylemlerinde samimi olsunlar. Yoksa olmayacak duaya amin demenin anlamı yok. [email protected] İstanbul’da ‘gizli’ toplantı Iraklı Sünnilerin, El Maliki’nin resti sonucu ertelenen buluşması gerçekleşti Bahadır Selim DİLEK ANKARA Irak Başbakanı Nuri el Maliki’nin ziyareti sırasında yapılması planlanan, ancak El Maliki’nin, “O toplantı yapılırsa ben Ankara’ya gelmem” diye rest çekmesi sonucu Dışişleri Bakanlığı’nın girişimiyle ertelenen Iraklı Sünni grupların oluşturduğu “Irak Halkına Destek Toplantısı” bir ay gecikmeyle İstanbul’da yapıldı. Cumhuriyet’in ulaştığı bilgilere göre, İstanbul’da başlayan ve kamuoyundan gizli tutulan toplantıya, Iraklı Sünni grupların temsilcileri katıldı. Katar hükümetinin desteklediği ve Iraklı Sünni grupların yetkililerinin yanı sıra, Sünni aşiret temsilcileri, Irak Uzlaşma Cephesi ile Müslüman Bilginler Heyeti Başkanı Haris el Dari’nin de yer aldığı toplantıda, İran’a karşı Sünni grupların desteklenmesi istendi. Toplantıya Irak’ın yanı sıra bölge ülkelerinden de Sünni siyasi parti yetkilileri katıldı. Toplantının, ilk planlanandan daha az katılımla ve daha dar kapsamlı yapıldığı belirtilirken, geniş katılımlı asıl toplantının gelecek yıl Ürdün’de yapılacağı dile getirildi. “Irak Halkını Destekleme Konferansı” Irak’ta Sünnilerin yeniden güç kazanmasını ve Şiilere yönelik olarak daha aktif duruma gelmelerini hedefliyor. Konferans, Iraklı Sünni partiler tarafından da destekleniyor. Ancak içinde radikal bazı Sünni grupların bulunmasının, Türkiye’nin Irak’ta gözettiği dengeler açısından sıkıntı yaratabileceği belirtiliyor. Toplantı, 1516 Kasım’da İstanbul’da gerçekleştirilmek istenmiş, ancak El Maliki’nin Ankara ziyaretinin aynı tarihlerde yapılmasının gündeme gelmesi ve El Maliki rest çekmesi sonucu toplantı ertelenmişti. Irak’taki Sünni gruplar, bir süreden bu yana Şiilere karşı organize bir yapı içinde olma çabasına girerken Suudi Arabistan’ın, Washington yönetimine “ABD’nin Irak’tan çekilmesi halinde, Irak’ta Şiilere karşı bir savaşta Sünnilere mali destek sağlayabileceğini” bildirmesi dikkat çekmişti. Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz’in ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin Riyad ziyareti sırasında ABD ile İran arasında diplomatik görüşmelere karşı olduğunu dile getirmiş olması da, Sünnilerin İran’a karşı geniş çaplı bir diplomatik harekât başlattığını göstermişti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle