Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 ŞENAL SARIHAN C dizi EKİM CUMA ŞİRİN TEKELİ Birlikte direnmede deneyim kazandık Ü lkemizde kadın hareketi, köklü bir geçmişin mirası üzerinde yükselmektedir. Tanzimat döneminde, Batılılaşma akımı, kadın hakları mücadelesinin de itici güçlerinden birini oluşturmuştur. Bu dönemde kadınların en önemli talebi, erkekler gibi eğitim hakkından yararlananabilmektir. Kadınlar, ancak eğitim hakkı ile yaşam içinde söz sahibi olabilecekleri, hakları için mücadele birliği sağlayabileceklerinin bilinci içindedirler. Aile yaşamından başlayarak, sosyal yaşam ve özellikle iş yaşamı içinde yer alabilmelerinin ilk adımı, eğitim ve öğretimde erkeklerle eşit koşullara sahip olabilmeleridir. Bu istem için verilen mücadelenin ilk somut ürünü, 1869 tarihli Maarif Nizamnamesi olmuştur. 6 10 yaşları arasındaki tüm kızlar için ilköğretim zorunluluğu getiren bu düzenleme, 1876 tarihli ilk Osmanlı Anayasası’nda kız erkek bütün çocukların ilköğrenimlerini zorunlu hale getirerek, kadınları, eğitim hakkı yönünden ilk köklü yasal güvenceye ulaştırmıştır. Bugün baktığımız yerden basit gibi görünebilecek bu kazanımlar, o günün koşulları içinde çok önemli başarılardır. Nitekim, eğitim hakkına ilişkin diğer kazanımlar, adım adım başarılabilmiş ve her mücadele, zorlu koşulların aşılması ile gerçekleşmiştir. Bilindiği gibi kızların yüksekokula gidebilmeleri, ancak, 1914 yıllarında gerçekleşebilmiştir. LALE DEVRİ... Tanzimat dönemi, basında kadın haklarından söz edilmeye başlandığı bir dönemdir. Ancak, kendi sorunlarını, kadınların bizzat gazete ve dergilerde yazabilmeleri, 1868’lerde mümkün olabilecektir. Bu yıllarda yayımlanan ‘Terakki’ gazetesi, imzasız kadın mektupları yayımlayarak kadın sorunlarını ilk kez doğrudan, kadın kalemi ile okuyuculara ulaştırmıştır. Bu mektuplarda kadınlar, eğitim, çalışma ve diğer alanlardaki yasal haklardan eşitçe yararlanma istemlerini dile getirmekte ve çok karılılıktan yakınmaktadırlar. İmzalı kadın istemlerini taşıyan ilk yayın, 1883 yılında yayın yaşamına başlayan Şüküfezar’dır. Bu dergiyi, 1895’te Hanımlara Mahsus Gazete izleyecektir. Bu yayınlarda yer alan yazıların şehirli kadın yazarları, özellikle iş yaşamı içinde yer alma, erkeklerle birlikte çalışabilme isteminde yoğunlaştırmışlardır. Anadolu köylerinde kadınların iş yaşamında eşitlik gibi bir istemi yoktur. Onlar, zaten tarlalarda, bahçelerde erkekle bir aradadırlar. Eğitim onlar için de çok önemli bir gereksinim iken çalışma birlikteliği ve giyim kuşam sorunları gibi sorunları bulunmamaktadır. Kadın hareketinin ‘Lale Devri’ 1908’li yıllardır. 2. Meşrutiyet, Batı’da gelişen kadın mücadelesinden ve ülkede yaşanan özgürlük ortamından etkilenen kadınların cesur adımları ile en yüksek düzeye çıkacaktır. Kadınlar, eğitim hakkından tam olarak yararlanmak, çalışma hakkına kavuşmak, kamusal yaşama katılmak, çok karılılıktan kurtulmak, ‘boş ol’ sözü ile boşanmış sayılmamak istiyorlardı. Bu tarihe dek gazetelerde, ancak bir köşeye sahip olmakla yetinen kadınlar bu dönemde dergiler, hatta günlük gazeteler çıkarmaya başladılar. Gazetelerde, kadın sayfaları yayımladılar. Dernekler kurdular. Güçlerini birleştirmenin ve örgütlü mücadelenin ilk deneyimlerini yaşadılar. Bu dönemin önemli isimleri, Halide Edip, Nezihe Muhiddin, Öğretmen Nakiye Hanım’dır. ULUSAL DEVRİM ETKİLEDİ Kadın hareketinin önderleri olarak saydığımız bu isimler, bizim belleğimizde öncelikle kurtuluş mücadelesinin önderi kadınlar olarak yer almışlardır. Oysa, bu kadınlar aydınlanma hareketinin bir sonucu olarak kadın hakları mücadelesinde yer alırken bu mücadeleyi üzerinde yükseltebilecekleri, bağımsız bir vatan ülküsünü de baş erek olarak kavramış durumdadırlar. Bu nedenle kadın hakları mücadelesinin önder isimleri, Balkan Savaşları, 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşımızın da önemli isimleridir. Bütün bu süreç içinde, kadın hareketinin eşitlik mücadelesi, ulusal bağımsızlık mücadelesiyle buluşan ve kendisini bu mücadele içinde geliştiren bir hareket olmuştur. Cumhuriyet’in ilanından sonra gerçekleşen Cumhuriyet devrimlerinin kadınlara özel kazanımlar getirmiş olmasının temel nedeni, kadının kendi sorunlarını, ulusal sorunlarla ve ülkenin bağımsızlığı mücadelesiyle özdeş kılmış olmasındandır. Mahmut Esat Bozkurt tarafından kaleme alınmış olan Medeni Yasa’nın gerekçesi, laiklik sorunuyla kadın sorununun ne denli ilişkili olduğunun, aynı zamanda da kadın yurttaşların Cumhuriyetin inşasındaki önemli katkılarının somut bir belgesi niteliğindedir. Türk kadın hareketinin temel niteliği, yurtsever oluşudur. Kadınlar, o dönemdeki Batı’nın salt kadın hareketlerinden değil, aynı zamanda ulusal devrim hareketlerinden de etkilenmişlerdir. Halide Edip’in o dönem kadın hareketiyle ilgili şu cümleleri kadın hareketinin karakterini göstermek yönünden önemlidir: ‘‘Bir kadın evvela Osmanlı bir vatanperverdir... Vatanın hukuku, kadının hukukundan bin kat mühim ve muhteremdir.’’ 04.04.1914 tarihli Kadınlar Dünyası dergisinde yer alan şu cümle de kadın hareketinin amacını göstermek yönünden anlamlıdır: ‘‘Fransız inkılabını izleyen erkeklerimiz de pek iyi bilirler ki, en mühim rolleri kadınlar oynamıştır. Komünlere taraftar olan kadınların gördükleri işleri, gösterdikleri cesareti erkekler gösterememiştir. ‘Versailles’ askerlerine karşı boğaz boğaza savaşan kadınlar idi. Akıllara durgunluk verecek derecede olan cesaretleri inkâr edilemez... Bir millet için kadınları önemsememek kadar büyük bir hata olamaz.’’ 29.04.1913 tarihli Kadınlar Dünyası dergisinde Nezihe Muhiddin, kadınların çalışma yaşamına katılmalarına ilişkin öneriler sunarken dokuma tezgâhları kurulması önerisine destek olarak şu satırları yazar: ‘‘Medeni bir millet, diğer medeni devletlere kendini ezdirmemek, yutturmamak için savunma araçlarını güçlendirir. Bu araçlar çok ve çeşitlidir. En büyük kuvvet ekonomidir. Sanattır. İşçiliktir. Çarşılarımıza bakalım... Hep Avrupa malları ile süslenmiş değil mi?.. Avrupa’nın bu ekonomik boyunduruğundan bizi kim kurtaracak?’’ 1913 yılında kurulan Osmanlı Kadınları Müdafaai Hukuk Derneği’nin amaçlarından biri, kadınların dışarı çıkarken kullan Kadınların sesi barış çığlığı B ana sorulan soruyu çok iyi anlamış olmayabilirim. Soru, son İsrailLübnan savaşında henüz ateşkes imzalanmadan sorulduğu için, bir feminist olarak bu bağlamda ne düşündüğümün merak edildiğini varsaydım. Ben, kendimi, ideolojik planda feminist, savaş karşıtı, enternasyonalist (milliyetçilik karşıtı) antimilitarist, radikaldemokrat olarak tanımlıyorum. Feminizm tartışmalarında kadınların savaş karşıtlığı önemli yer tutar. Kimi feministler, kadınların ‘‘doğaları’’ yani doğurganlıkları nedeniyle barışçıl olduğunu düşünmüştür. Ben bu görüşte değilim. Özcülüğe, doğalcılığa inanmam. Buna karşılık, tarihi tecrübenin kadınları savaş karşıtı yapmaya yetecek bir kültürel birikim sağladığı kanısındayım. İstisnalar daima vardır yakın dönemde Mrs. Thatcher, Golda Meir, İndira Gandhi, Tansu Çiller, savaş kararı alan kadın politikacılar olarak tarihe geçtiler ancak, savaşların uzun tarihini düşünürseniz, savaş yanlısı kadınların istisna olduklarını da görürsünüz. İĞNEYLE KUYU KAZAR GİBİ... vaşta kadın bedeni savaşçı erkekler için stratejik bir saldırı hedefi oldu. Savaşın ahlaki kurallara bağlanmaya çalışıldığı modern dönemde (on dokuzuncu yüzyıl sonrası) kadınlar cepheye gönderilmediler belki ama, cephe gerisinde savaşlara en yüksek insani bedeli ödeyen kitleyi onlar oluşturdu. Ev dışında çalışmalarının uygun görülmediği yıllarda kadınlara silah fabrikalarında iş verildi. Savaş bitince de ‘‘Haydi artık evinize! Erkeklere iş lazım’’ denildi. İşgal altındaki, bombalanan şehirleri yaşatmak, geride kalan yaşlıları, çocukları korumak, beslemek, yaralılara bakmak, bombalanan şehirleri savunmak, sonra da yıkıntılardan yeni hayatlar yaratmak, hep kadınlara düşen sorumluluklardı. Ama, bütün bunlar için kadınlara teşekkür edilmedi. Hatta, direnme ya da savunma mücadelelerinde kadınların gösterdikleri olağanüstü çabalar, savaş biter bitmez unutuldu. Tarihe bile geçmedi. Koloniciliğe karşı verilen ulusal bağımsızlık savaşlarında olduğu gibi... Bu eski defterler yeni yeni açılıyor. Ve ne ilginçtir ki, bu unutturulan tarihi gün ışığına çıkarmak kadın tarihçilere düşüyor. Tarihi bir yana bırakıp bugüne gelirsek; kısaca söylemek istediğim şu: Müzminleşmiş çağdaş savaşların hepsinde kim barıştan yana derseniz, kadınları bulursunuz. İrili ufaklı kadın networkleri, iğneyle kuyu kazar gibi barış için çalışmaktadır. Yaptıkları görünür değildir; medya onlarla ilgilenmez. Ama, kadınlar oradadır. Kırk yıl süren Kuzey İrlanda savaşında son yıllarda etkili olan barış inisiyatifi Katolik ve Protestan kadın örgütleri tarafından başlatıldı. Konu, birkaç güzel sinema filminde de işlendi. BARIŞ GİRİŞİMLERİ KADINLARDAN... Türkiye’de, Kardak krizinin, çok kısa süre sonra Winpeace’i, Türkiye ve Yunanistan Kadınları Barış Girişimi’ni, harekete geçirdiğini kaç kişi bilir? Oysa, iki ülkenin kadınları, 1997’nin ilk günlerinde bu saçma savaşa karşı çıkmak için bir araya geldiler; Türkiye tarafından Zeynep Oral’ın, Yunanistan tarafından Margarita Papandreou’nun öncülüğünde savaşa karşı barış kültürünün inşa edilmesinin, uzun soluklu bir mücadele gerektirdiğini kavradılar ve kolları sıvadılar. Agroturizm, gençlik kampları, iki ülke edebiyatının öbür dile çevrilmesi, okul kitaplarından düşmanlık yayan önyargıların ayıklanması amaçlı somut projeler başlattılar. Yarım yüzyıldan fazla bir süredir devam eden Filistin/İsrail çatışmasında da kadınların barış girişimi, savaşın alternatiflerini ortaya koydu. Aynı topraklarda yaşayagelen halkların orada yan yana, bir arada ve eşit koşullarda yaşama haklarının karşılıklı olarak tanınması ilkesini en başta kadınlar geliştirdi. Karşılıklı diyaloğa girdiler. Zira, diyalogsuz, karşıdakini dinlemeden, anlamadan, her iki tarafın haklı taleplerini kabul etmeden barış sağlamak mümkün değil. İsrail, 1948’den beri uluslararası topluluğun yaşama hakkını tanıdığı bir devlet. İran’ın halihazır cumhurbaşkanının ya da Hizbullah veya Hamas’ın İsrail’in varlığını yok saymak için giriştikleri saldırılar kabul edilemez. Aynı şekilde, 1948 BM kararıyla öngörülen, bunca zamandır İsrail’in yürüttüğü savaş politikasıyla baltalanan Filistin devletinin kurulması da engellenemez. Oslo anlaşmalarıyla gündeme girmiş olan iki devletli barış çözümü kaçınılmazdır. Artık geciktirilemez. Geçen günlerde eski Alman Dışişleri Bakanı Joschka Fisher’in önerdiği gibi, Ortadoğu barışı için (aslında Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin hepsinin katılması gereken) uluslararası bir konferans toplanmasının tam zamanıdır. Her iki taraftan kadınlar, yarım yüzyıldır süren savaşların acısını en fazla duyan kişiler oldukları için barıştan yana tavır alacaklardır. Bundan en ufak bir kuşkum yok. Bu acıları en iyi, günlük gazetelerde çıkan fotoğraflardan ya da ne kadar duyarlı olurlarla olsunlar ‘‘haber’’in güncel çekiciliğinden kendilerini kurtaramayan gazetecilerden çok, insanlığın vicdanı olan edebiyatçılar yansıtıyorlar. Ben, Ortadoğu savaşının kadın gözüyle nasıl görüldüğünü anlamak için J.M. G.’yle Clezio’ya kulak vermeyi öneriyorum. Türkçeye de çevrilmiş Göçmen Yıldız (Can Yayınları, 1996) romanında anlatılan, 1943’te Yahudi olduğu için Fransa’nın İtalya’ya yakın bir dağ köyüne sığınmış ve hayatta kalabilmek için tek seçeneği İsrail’e göç etmek olan Ester ile, İsrail’in 1948’den sonra topraklarını işgal ettiği için göçe zorladığı Filistinli Nejma’nın, birbirlerinin acısını derinden anladığı karşılaşma anı üzerine kurulu paralel öykülerini okumanızı isterdim. Kitap, barışı bu iki kadının neden herkesten fazla istediğini anlamanıza yardım edecek. Her şey iki taraftan iki kadınla başlıyor. O kadınları dinleyen başka kadınların sesi koroya katılıyor, katılacak. Kadınların sesini dinleyin, bunun barış çığlığı olduğunu duyacaksınız. B İ T T İ Bosna’da kadın olmak... Günümüzün kuralsız düzeninin kuralsız savaşlarında, yukardan emperyal askeri gücün en üstün silahları ile bombardımanla başlayan işgaller, devlet terörü uygulamalarında kurbanlar silahlı askeri güçten çok sivil halk olunca, savaşlardan çocuk ve kadınlara düşen pay çok boyutlu katlanıyor. Aşağıda, yüz yüze çatışmalarda, erkeklerin çaresizliğinin, en ilkel güç gösterilerinin yansımaları; işkence ötesinde cinsel güdülerle beslendiğinde, Bosnalı kadınların sistemli tecavüze uğramaları benzeri dehşet sonuçları doğuruyor.. Geçenlerde Günter Grass’a bir soru sorulmuştu: ‘Yazarın savaş karşısındaki tutumu nedir’ diye. İşaret ettiği nokta bana ilginç geldi. ‘Yakın dönemde savaşın olmadığı bir zaman aralığı olmadığı için, yazarın savaşsız bir dünyaya göre tavır belirlemesi mümkün değildir’ diyordu Grass. Bu doğru bir saptamadır. Geçen yüzyıla damgasını vuran iki kanlı dünya savaşı ve nükleer savaş tehdidi altında yaşanan otuz yıllık soğuk savaşın yanı sıra, dünyanın her yanında irili ufaklı yüzlerce milliyetçi, etnik, dıkları giysilerin düzeltilmesidir. dinci çatışma oldu. Modern insan savaşKadınlar, peçe ve çarşaftan kurtulmak 1980’ler sonrası 12 Eylül’ün de katkıları ile, sız bir dünyayı tanımıyor, bilmiyor. Yakın istemektedirler. Dernek de yeni giysilerin dünya gelişmelerine paralel, çoğu ülkeden dadönemle ilgili bu gözlemi, uzun dönemli iş görmeye uygun ve sade olmasını önerha bir dinamik gündeme gelen kadın hakları tarih için de tekrarlayabiliriz. Antropologmektedir. Yukarıda da değindiğimiz gibi, savaşımı, örgütlülüğü bir yandan kadın haklaların bize söylediğine göre, savaş, insanlıdoğal olarak anılan dönemde de giyim korında önemli kazanımlara aracı oldu. Diğer ğın, neolitikte icat ettiği bir felaket. Yani 10 nusunda sorunları olanlar, köylü kadınlar yandan da tüm siyasal, toplumsal örgütlenmebin yıldır savaşlar sürmüş. değildir. Köy kadını, üretimin zaten içindelerin kadın dinamiğinden yararlanmak üzere Neolitik, aynı zamanda erkek egemenlidir ve kapalı olmayan, iş tutmaya uygun kadını öne çıkarmalarını gündeme getirdi. Anğinin ortaya çıktığı ve kendini toplumlara bir kıyafete sahiptir. Kadınların sorunları, cak örgütlenmelerin kendilerini kadın üzerindayattığı dönem. Buna karşılık, paleolitikyasal planda Cumhuriyet Devrimleri ve bu den ifade etmeleri, kadın gücünden yararlante, yani insanlığın neolitikten 10 kat daha devrimlerin temeli olan yasalarla çözülmaları, kadınların örgütlenmeler içinde ağırlık uzun süren hayat evresinde ki bu aynı zamüştür. Ancak, yasaların yaşamın bir parkazanmalarını getirmedi. Kadınlar barış eymanda kadınların erkek egemenliğine taçası olması uzun süre almıştır. Ayrıca Melemleri de dahil, her yerde ön saflarda yer alırbi olmadıkları, tersine, toplumda erkeklerdeni Yasa’nın gerekçesinde de ifade edillarken, yönetimde hatta, vitrinde bile yoklar. le neredeyse eşit ve saygın kodiği gibi, 1923 sonrası çıkarılnumda yer aldıkları bir evreydi inmış olan yasaların da ilerleyen sanlık savaşı bilmiyordu. Paleoliçağa uygun olması için mücatikten kalma mezarlarda yapılan dele sürdürülmüştür. kazılarda araştırmacılar savaşa 1998 tarihli Ailenin Korunişaret eden hiçbir yaralama, kıyım ması Yasası, 01.01.2002 tariizine rastlamadılar. hinde yürürlüğe girmiş olan Neolitikle birlikte, kadınlar yenik Medeni Yasa ve nihayet düştü; erkekler mülkiyeti, iktidarı, 01.06.2005 günü yürürlüğe gisavaş ve ölüm kararını verme teren TCY, kadınların eşitlik iskelini ele geçirdiler. O dönemden temlerini karşılayan ciddi dübu yana, kadınlar, cephe savaşlazenlemeleri içerdi. rında savaşmadılar ama, zaman Anayasanın 10 ve 41. madiçinde değişen savaş teknolojileri deleri, kadınerkek eşitliği kone olursa olsun, savaşın birinci nusunda temel değişikliklere kurbanı daima onlar oldu. Antikuğradı. Kadınlar, yasal plandaçağlardan yirminci yüzyıl sonuna ki bu önemli kazanımları, bizzat kadar yapılan pek çok savaşta kakendi örgütlü mücadeleleri ile dınlar, doğrudan bir savaş ganielde ettiler. Son dönemde Avmeti olarak görüldüler; bedenlerirupa Birliği’ne girme çabalarıne, galiplerin soyunu üretecek bir nın da bu düzenlemelerin kaaraç olarak el konuldu. Roma’nın bulünde etkili olduğu söyleniCumhuriyet kazanımları, devrimler, laiklik sayesinde Türkiye’de çağkuruluş efsanesindeki savaş esiri yorsa da bu sav, gerçeği ifade daş yaşamı yakalayan kadınlar, kimi şeriatın baskıcı uygulamalarınSabina’lardan, yirminci yüzyılın etmiyor. 1998’li yıllardan başladan kurtulmaya çalışan Müslüman ülkeler için de örnek, umut oluşson Avrupa savaşlarında Sırp asyarak kadınlar, istemleri doğturdular. Gelin görün ki, küreselleşmenin, zengin yoksul uçurumu, kerlerinin tecavüzüne uğrayan rultusunda birlikte çalışmak ve kültürlerdinlerırklarmezhepler çatışması olarak pazarlanınca olanBosnalı kadınlara kadar (İkinci direnmek konusunda önemli lar oldu. Ötekilerbiz cepheleşmesi, kadın üzerinden, hele de kadının Dünya Savaşı sırasında Japon mideneyimler kazandılar. yaşam biçimi, giysisinden yürütülür olunca.. Türkiye, Tunus.... sahilitarizminin işgal ettiği ülkelerin kalinden çekilebilecek yukarıdaki fotoğraf karesindeki gibi, yan yana kadınlarına uyguladığı ve hesabı yeHaftaya: Kadın hareketinin dınların yaşamları arasındaki uçurumu yansıtacak boyutlar kazandı. ni yeni görülmeye başlayan tecakazanımları vüzlerden geçerek...) birçok sa Barış eylemlerinde hep önde Yan yana, ayrı dünyalarda...