05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 AVRUPA PARLAMENTOSU’NUN TÜRKİYE RAPORU’NDAKİ ERMENİ İDDİALARI C A strateji ATİNA’DAN MURAT İLEM EKİM CUMA Rapor Ermeni iddiaları taraftarı DOÇ. DR. KAMER KASIM vrupa Birliği içerisinde Ermeni sorununa yönelik olarak alınan ilk önemli karar 18 Haziran 1987 tarihinde Avrupa Parlamentosu’nda alınan ve "Ermeni Sorununun Siyasi Çözümü" başlığını taşıyan tavsiye kararıdır. Bu kararın dikkat çekici yönü Türkiye’nin AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunmasından üç ay sonra alınmış olmasıdır. Kararda 19151917 dönemindeki olaylar 1948 BM Sözleşmesi’ne göre soykırım olarak adlandırılıyor ve Türkiye’nin Ermeni soykırımını tanımamasının tam üyelik yolunda engel olduğu savunu17 Aralık 2004 tarihli Bürüksel Zirvesi Sonuç Bildirgesi’nin 21. paragrafında Avrupa Parlamentosu tarafından alınan 15 Aralık 2004 tarihli karara işaret etmiştir. Zirve Sonuç Bildirgesi’nde Avrupa Parlamentosu’nun 15 Aralık 2004 tarihli kararına işaret etmesi Ermeni iddiaları bağlamında Konsey’in Avrupa Parlamentosu’nun çizgisinde olduğunu gösteriyor. Avrupa Parlamentosu 27 Eylül 2006 tarihinde kabul ettiği Türkiye raporunda ise "Ermeni Soykırımını tanımak resmen Kopenhag kriterleri arasında olmamasına rağmen üyelik yolundaki bir ülke geçmişini tanımalı" demekte ve Türk otoritelerin entelektüel ve akademisyenlere tarihi arşivlerini açması ve onlara her türlü dokümanı sağlaması istenmektedir. Yine aynı raporda Avrupa Parlamentosu’nun 19872005 yılları arasında aldığı kararlar, Katılım Ortaklığı ve Müzakere Çerçeve Belgesinin gereği olarak Türkiye’den gerekli adımları atması istenmekte ve ayrıca ön koşulsuz olarak Ermenistan’a uyguladığı ekonomik ablukayı kaldırması ve sınırı açması istenmektedir. RAPORUN DEĞERLENDİRİLMESİ Avrupa Parlamentosu’nun bu raporu da daha öncekiler gibi pek çok yanlış ve eksik bilgiyi içeriyor. Parlamento Ermeni iddiaları demiyor veya soykırım sözcüğünü tırnak içinde kullanmıyor. Yine Ermeni Soykırımının tanınması deniyor ancak bunun Kopenhag kriterleri arasında olmadığı gerçeğini vurguluyor. Fakat hemen ardından isteklerini de sıralıyor. Burada Türkiye’nin tasnif edilmiş arşiv belgelerinin herkesin kullanımına açık olduğu ve arşivlerin açıklığı konusunda Türkiye’nin konumunun örneğin İngiltere’den daha farklı olmadığı gerçeği göz ardı ediliyor. Yine Ermeni iddiaları ile ilgili olarak Ermeni tezlerinin doğru olmadığını ortaya koyan çalışmalar dikkate alınmıyor. Raporda TürkiyeErmenistan ilişkileri ve sınır kapısı konusunda da tek yanlı ve tüm resmi görmemizi engelleyen bir ifade bulunuyor. Ayrıca ekonomik abluka (economic blockade) terimi de Türkiye ile Ermenistan arasındaki mevcut durum dikkate alındığında hukuksal olarak doğru değildir. Raporda Türkiye’nin Ermenistan’a uyguladığı ablukanın bölgesel istikrarı tehdit ettiği belirtilirken nedense Ermenistan’ın bölgesel istikrara zarar veren işgal politikası ile ilgili bir ifade yok. Türkiye ile Ermenistan arasında kara sınırı kapalıdır. Ancak Ermenistan’ın abluka altına alınması gibi bir durum söz konusu değildir. Türkiye Ermenistan’ın bağımsızlığını tanımasına rağmen iki ülke arasında normal diplomatik ilişkiler kurulamamıştır. Bunun önünde üç engel bulunuyor. Bunlar; Ermenistan yönetiminin soykırım iddialarının uluslararası alanda tanınması için gösterdiği çabalar, Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi’nde ifadesini bulan ve bir kısım Türkiye topraklarını Batı Ermenistan olarak gösteren Türkiye’nin toprak bütünlüğünün ve TürkiyeErmenistan sınırının Ermenistan tarafından tanınmaması anlamını taşıyan ifadeler ve Dağlık Karabağ sorunudur. ŞIMARTAN UNUTKANLIKLAR 23 Ağustos 1990 tarihinde yayınlanan Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi’nin 11. maddesi "Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiyesi ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen 1915 soykırımının uluslararası düzeyde tanınması çabalarını destekleyecektir" deniyor. Bağımsızlık Bildirgesi’ne, Ermenistan Anayasası’nda da atıf yapılıyor. Yine Ermenistan Parlamentosu’nda zaman zaman TürkiyeErmenistan sınırını düzenleyen 1921 Kars Antlaşması’nın tanınmaması gerektiği şeklinde konuşmalar yapılıyor. Ermenistan’ın 1992 yılında o zamanki adıyla Avrupa Güvenlik ve İşbirliği KonferansınaAGİK (1994 yılında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği TeşkilatıAGİT olarak değiştirilmiştir.) üyeliği ile sınırların değişmezliğini kabul ettiği düşünüldüğünde Bağımsızlık Bildirgesi’ndeki Batı Ermenistan ifadesi ve 1921 Kars Antlaşması’nın sorgulanması Ermenistan’ın uluslararası yükümlülükleriyle de çelişiyor. Ermenistan bağımsızlığını kazandıktan sonra Türkiye ile iyi komşuluk ilişkileri, sınırların dokunulmazlığı ve toprak bütünlüğü gibi konuları kapsayan bir deklarasyonu imzalamayı reddetti. Bir ülkenin toprak bütünlüğünü tanımayan üstelik komşu bir ülkenin topraklarını işgal altında tutan bir ülkenin normal diplomatik ilişkiler kurmayı beklemesi gerçekçi değildir. AB’nin konu ile ilgili tutumu da rasyonel değildir. Eğer Bir AB üyesi ülke başka bir AB üyesi ülkeden, örneğin Fransa, İspanya’dan toprak talep etse ve bir kısım İspanya topraklarını Batı Fransa olarak adlandırsa ve yine Fransa ve onun desteklediği kuvvetler başka bir komşu ülkeyi işgal etse her halde İspanyaFransa ilişkileri bugünkü gibi olmazdı. AMATÖRCE HATALAR AB kurumları ve özellikle de Avrupa Parlamentosu gerek Ermeni iddiaları gerekse TürkiyeErmenistan ilişkileri hakkında profesyonelce olmayan eksik ve yanlış bilgilere dayanan değerlendirmeler yapıyorlar. Üstelik bu sürekli yineleniyor. Bunun en bariz örneklerinden birisini Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu üyesi İsveçli Per Garhton’un hazırladığı "Ortaklık ve İşbirliği Anlaşmaları Çerçevesinde AB’nin Güney Kafkasya İle ilişkileri" başlıklı 28 Şubat 2002 tarihinde kabul edilen rapordur. Raporun 15. maddesinde Avrupa Parlamentosu "Türkiye’den, Avrupa’ya katılmak amacıyla uyum halinde olarak, Ermenistan’a uyguladığı ablukayı sona erdirmeye yönelik uygun önlemleri almasını ister; bu konuda 1915 Ermeni soykırımını bir gerçek olarak tanıyan 1987 yılındaki kararındaki tutumunu teyit eder ve Türkiye’den de aynısını yapmasını talep eder" deniyor. Garhton’un raporundaki ilginç noktalardan birisi de bir dipnotta Atatürk’ün 10 Nisan 1921 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada İttihat ve Terakki rejiminin Ermeni halkına karşı soykırımda bulunduğunu söylediğini iddia etmesidir. Oysa belirtilen tarihte Büyük Millet Meclisinde oturum düzenlenmediği tespit edilmiş durumda. Garhton raporunu yazarken Ermenistan’daki görüştüğü kişilerden etkilenerek taraflı tarihi gerçeklere uymayan ve hukuki açıdan da hatalı ifadeler taşıyan bir rapor kaleme almıştır. Nitekim Garhton yukarıda belirtilen Atatürk’e ait sözü, Erivan’daki "soykırım" anıtı yöneticisinin ve Ermenistan Parlamentosu Hukuk İşleri Başkanı’nın kendisine aktardığını belirtiyor. Fransa’ya Tepki! maya karar verdim. Geçen akşam ‘‘Ne dersin Sofia, bu Fransızlara nasıl karşılık vermeliyiz?’’ diye soracak oldum, ‘‘Senin başka işin yok galiba, otur güzel güzel yazını yaz’’ diye cevap aldım. Yani hiçbir zaman bu kadar sıkışmamıştım. Tam ‘‘çaresizlik ne kadar kötü bir şey, tepki vermeyi bile beceremiyorsun’’ diye düşünüyordum ki, karşıma Yunanlı arkadaşım çıktı. Peloponez’li Arap Kosta. Üstelik eşi de şaka kaldırır bir ‘‘Fransızdır.’’ Kosta, Arap filan değildir, esmer olduğu için onu böyle çağırırım. ‘‘Gel bakalım Kosta, sen gündemi takip edersin, akşamları dakikalarca televizyon izliyorsun, şu Fransız Meclisi’nde olanlardan haberin var mı?’’ diye sordum. Güldü, Yunanlı olur da Türkiye ile ilgili bir konuda, hele de Türkiye’nin aleyhine olan konulardan haberi olmaz mı? Fikrini sorduk ya, ayağına düştük ya, bizim Kosta havalara girdi hemen ‘‘Benim dışımda hiç kimse bir şey yapamaz, hele siz Türkler bu durumda hiçbir şey yapamazsınız’’ diye üstten bakarak cevapladı. ‘‘Nedenmiş’’ diye soracak oldum, kolumdan tutup dışarı çıkardı. Anlattıklarına şaşırdım, adam haklıydı, şeytanca bir fikri vardı, biraz kural dışıydı ama sonunda şu Fransızlara tepki ‘‘verebilecektik.’’ Dikkat edin çoğul konuşup ‘‘verebilecektik’’ diyorum. Ben veremeyeceğim için benim yerime dostum Kosta tepki verecekti. Ne de olsa biz aynı coğrafyanın insanlarıyız. Sonunda hafta içinde ‘‘bir gece’’ bizim Kosta, Fransız eşinin de rızası (!) ile Türkiye adına tepki gösterip intikamımızı almış!.. Geçen gece Kosta ve Fransız eşini yemeğe çıkardık. Eşi biraz durgundu ama Arap Kosta çok neşeliydi, üstelik gözleri de parlıyordu. Gecenin ortasında kulağıma ‘‘Murat, Fransa konusunda başın sıkışırsa her zaman yardıma hazırım’’ dedi. İnanın son dönemde en keyifli Uzo’yu bu masada içtim diyebilirim. Yaşa be Kosta! murilem?otenet.gr S vrupa Parlamen tosu’nca Türkiye hakkında yayımlanan raporun Ermeni iddiaları bölümü, maddi yanlışlarla dolu. Rapor, Ermeni propagandaları nı sayfalarına taşıyor. Ermeni diasporasının tarihsel olayları yasalar ve kararlarla düzenleme anlayışı onaylanıyor. A luyor. Avrupa Parlamentosu’nun 1987 yılında aldığı karar henüz Soğuk Savaş döneminin sona ermediği bir uluslararası ortamda alınmıştı. Ancak Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun Batıya yönelik tehdidi azalmıştı. Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov Devlet Başkanı’dır. İspanya ve Portekiz’in Avrupa Topluluğu’na üyeliği bir yıl önce gerçekleşmişti. Türkiye’nin üyeliğine karşı bir atmosfer vardı. 1987 yılında Avrupa Parlamentosu’nun kararı alındığında henüz Sovyetler Birliği çözülmemişti ve Ermenistan faktörü devrede değildi. Burada Ermeni diasporasının faaliyetleri ve Avrupa Parlamentosu üzerindeki etkisi önemli bir rol oynamıştır. ERMENİSTAN SONRASI SÜREÇ 1991 yılından sonra ise Ermeni sorununda diasporanın yanı sıra, Ermenistan faktörünün de devreye girdiğini görüyoruz. Avrupa Parlamentosu’nun 1987 yılındaki karardan sonra Türkiye’nin üyelik süreci bakımından en önemli karar 15 Aralık 2004 tarihli tavsiye kararıdır. 262 ret oyuna karşılık 407 kabul oyuyla kabul edilen kararda Avrupa Parlamentosu Türkiye ile AB arasında müzakerelerin başlatılmasını tavsiye etmekle birlikte Türk otoritelerin (Avrupa) Parlamentosu’nun 18 Haziran 1987 tarihli kararının gereğini yerine getirmediğini de ifade etmektedir. Yani Avrupa Parlamentosu Ermeni soykırım iddiaları konusunda 1987 yılındaki görüşünde ısrarcıdır. Konu Avrupa Komisyonu ilerleme raporunda da 6 Ekim 2004 tarihinde yer almıştı. Ancak orada soykırım sözcüğü kullanılmamakta trajik olaylar denmekteydi. Avrupa Konseyi de onunda beklenen oldu ve Fransız Meclisi yasayı onayladı. Şimdi artık söz Senato’da. Ardından şu Ermeni hayranı Cumhurbaşkanı Chirac’da olacak. Gerçi o ‘‘yasanın çıkmaması için elimden geleni yapacağım’’ dedi ama, Türk kamuoyu bu adamı artık çok iyi tanıyor. ‘‘Allah bir’’ bile dese kimse inanmaz. Çünkü bu adam çadır dansözü gibidir. Çevirin etrafını bezlerle, koyun içeri Türk düşmanlarını ve Ermenileri, bakın bu cumhurbaşkanı onlara moral vermek için nasıl şakır şakır döktürür. Şimdi artık olanlar oldu. Önemli olan bundan sonra neler olacağı. Aslında olacaklar belli! Belki bu yasa Senato’dan geçmeyecek ama bizim de canımızı burnumuzdan çıkartacaklar. ‘‘Tepki verelim’’ diyoruz, olmuyor. ‘‘Aman fevri davranmayın’’ diye nasihatler alıyoruz. ‘‘Büyükelçimizi çekelim’’ diyoruz, ‘‘Yapmayalım, iletişimi tamamen koparmayalım’’ deniyor. ‘‘Silah firmalarını ihale dışı bırakalım’’ diyoruz, ‘‘Aman bu da olmasın, biz de zarar görürüz’’ diye diretiyorlar. ‘‘Şu Renault arabalarını almayalım’’ diyoruz, ‘‘Yahu lütfen, bu fabrikada sekiz bin Türk işçi çalışıyor onlar da darbe alır’’ deniyor. ‘‘Peki bir takım sanayi, gıda ve kozmetik ürünlerini boykot edelim’’ diyoruz, bu defa iş adamlarımız devreye girip ‘‘Lütfen, işimize büyük darbe vurursunuz’’ diye uyarıyorlar. ‘‘TSK’nın ihalelerinden çıkartalım’’ diyoruz, ‘‘Çıkartsanız ne olur, katılan Fransız firmaları zaten çokuluslu şirketler. Bu şirketler kanalı ile yine işin içinde olacaklar’’ deniyor. ‘‘Şiddetle kınayalım’’ diyoruz, ‘‘Kınasan ne olur, adamlarda zaten yüz astar yok, kızarmazlar bile, boşuna yorulmayın’’ deniyor. Yani bir haftadır ‘‘aşermiş hamile kadınlara döndük.’’ Ne istediysek, ne yapalım dediysek, bir türlü olmadı. ??? Ağzı olan konuşuyor, ama bir Allah’ın kulu çıkıp ‘‘somut bir öneri’’ getiremiyor. Baktım aklı başında hiç öneri yok, sonunda en yakınıma, yani eşim Sofia’ya açıl Fransa’nın Cezayir utancı vrupa Parlamentosu’nun son Türkiye raporunda da görülen ve profesyonelce olmayan yaklaşıma AB üyesi ülkelerin Ermeni iddiaları ile ilgili tutumunda da rastlanıyor. Hollanda’da 22 Kasım 2006’da yapılacak olan Genel seçimler için aday olmak isteyen Hıristiyan Demokratlar Birliği’nden iki Türk ile Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nden bir Türk’ün adının Ermeni iddialarını kabul etmedikleri gerekçesiyle parti listelerinden çıkartılması Ermeni lobisinin baskısıyla AB üyesi ülkelerin demokratik değerlerden bile ödün verebilecekleri bir noktaya doğru gittiklerini gösteriyor. Fransa’da da yaklaşan seçimler öncesinde sözde soykırımı inkar edenlere yönelik cezanın gündeme taşınması ve Chirac’ın Ermenistan ziyareti sırasında Ermeni iddialarına destek veren açıklamaları konunun Avrupa ülkelerinin iç politikalarında bir malzeme haline geldiğinin kanıtıdır. Üstelik Chirac’ın Fransa’nın 1940 ile 1962 yılları arasında 1.5 milyon Cezayirliyi öldürdüğü ve soykırıma tabi tutuğu yolundaki görüşlere karşın tarihi yargılamanın tarihçilerin işi olduğunu ifade ettiği biliniyor. Burada tabi önemli bir nokta Hollanda’daki az sayıda Ermeni’nin etkin lobi çalışmalarında bulunmasına karşın bu ülkedeki Türklerin yeterince seslerini duyuramamalarıdır. Avrupa’da Ermenilerin en fazla sayıda bu A lunduğu Fransa için de aynı durum söz konusudur. Yaklaşık 400 bin Ermeni’nin yaşadığı Fransa’da da Türkler sayılarıyla orantılı bir güç oluşturamıyorlar. NEFRETE DAYALI ENDÜSTRİ Ermeni soykırım iddiaları Kopenhag kriterleri arasında yer almasa da özellikle Ermeni lobisinin güçlü olduğu Fransa gibi ülkelerin tutumu dolayısıyla Türkiye’nin AB üyelik süreci önünde engel olmaya devam edecektir. Avrupa kamuoylarının Ermeni iddialarına karşı bilgilendirilmesi konusunda hem Türkiye’nin hem de Avrupa’da yaşayan Türklerin yapacağı çok şey bulunuyor. Gerek bu konudaki bilimsel yayınların geniş kitlelere ulaştırılması gerekse bizzat karar verme sürecinde olanların bilgilendirilmesi konusunda etkili olunabilmesi özellikle Ermeni lobisinin etkin olduğu ülkelerde işlevsel bir Türk lobisi oluşturulmasına bağlıdır. Soykırım iddiaları Ermeniler için bir kimlik unsuru olduğu ve Ermeni lobisinin ilgilendiği neredeyse tek konu olduğu ve Ermeni lobisinin bir soykırım endüstrisi oluşturarak sürekli gelir sağlamayı başarmış olmasından dolayı Avrupa kamuoylarında ve idarecilerinde Ermeni iddiaları doğrultusunda bir bakış açısı oluşmuş durumda. Bunun değiştirilebilmesi zaman alacaktır. Diasporada özellikle radikal unsurların soykırım iddiaları üzerine ve nefrete dayalı kimlik oluşturup bunları gelecek nesillere aktarma stratejisinin Ermeniler açısından da zararlı olduğu anlatılmaya çalışılmalıdır. Türkiye Ermeni iddiaları konusunda her türlü bilimsel çalışmaya açıktır. ERMENİSTAN YÖNETİMİNİN ROLÜ Keza Türkiye, arşivlerin açıklığı noktasında da İngiltere gibi Avrupa ülkeleriyle aynı durumdadır. Ermeni diasporası soykırım olmadığını ortaya koyan yayınların ve bu doğrultudaki görüşlerin açıkça ortaya konulup tartışılmasını istemiyor. Çünkü kendilerinin gerçek olarak kabul ettikleri bir kavramı tartışmaya açmak onun sorgulanmasına neden olacak ve soykırım iddialarını kabul eden çevrelerde acaba sorusunun sorulmasına yol açacaktır. Avrupa Parlamentosu’ndaki Parlamenterler ile Komisyon ve Konseyin Ermeni iddialarını desteklemeyen yayınlar ile bilgilendirilmeleri bu noktada Türkiye’nin AB süreci bakımdan önem taşıyor. TürkiyeErmenistan ilişkileri ve sınır kapısı konusunda da Ermenistan’ın atması gereken adımlar bulunuyor. Öncelikle Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirgesi’nde yer alan Batı Ermenis tan ifadesinin değiştirilmesi, sınırların dokunulmazlığı, toprak bütünlüğüne saygı ve iyi komşuluk ilişkilerini içeren bir deklarasyonun imzalanması ve Karabağ sorununa çözümde de ilerleme sağlanması gerekir. Bunlar yapılmadan, Ermenistan herhangi bir adım atmadan Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi ve sınır kapısının açılması, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü sorgulayan ve soykırım iddialarını gündeme getirmekten kaçınmayan (Nitekim 2001 yılında Fransa parlamentosunda alınan kararda Koçaryan yönetiminin çabaları etkili olmuştur.) ve kendinden önceki TerPetrosyan iktidarı dönemine göre Türkiye’ye karşı radikal bir politika izleyen Koçaryan’a ve Ermenistan’daki radikal gruplara hizmet edecektir. Bu durumda Koçaryan ve onun destekçileri, TerPetrosyan’ın Türkiye ile ilişkilerin normalleştirilmesi amacına TerPetrosyan’ın tersine Türkiye’ye karşı sertlik yanlısı bir politika izleyerek ulaşmış olduklarını belirtip, bunu iç politikalarında da başarı olarak sunabileceklerdir. Ermenistan’ın Türkiye ile olan problemlerinin çözümü için adım atabilmesi için öncelikle diasporanın radikal kesimlerinin baskısından kurtulması gerekir. Ermenistan’da daha ılımlı bir yönetimin işbaşına gelmesi de TürkiyeErmenistan ilişkilerinin gelişmesine katkıda bulunacaktır. Barroso: Türkiye kaygılandırıyor Dış Haberler Servisi Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Türkiye’nin Ankara Protokolü’nden kaynaklanan sorumluluklarını henüz yerine getirmemiş olmasından kaygılandığını bildirdi. Barroso, Alman Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesine verdiği demeçte, ‘‘AB, 2005 yılının eylül ayında, üyelik müzakerelerinde gelişme sağlanmasının, Türkiye’nin Ankara Protokolü’ndeki sorumluluklarını yerine getirmesine bağlı olduğunu belirtmiştir. Bu konuda Türkiye’den beklediğimiz sinyallerin gelmemesinden endişeliyim’’ şeklinde konuştu. Türkiye’nin AB üyeliğinin ‘‘hassas’’ bir konu olduğunu belirten Barroso, ‘‘Ancak tüm üye ülkelerin oybirliğiyle aldığı karar gayet açıktır: Biz üyelik konusunda müzakere yapıyoruz’’ dedi. ‘ÜYELİK ŞİMDİ MÜMKÜN DEGİL’ ‘‘Türkiye’nin AB üyeliğinden sonra Avrupa değerleriyle İslami kurallar arasında gerginliklerin yaşanmasından endişe duymuyor musunuz’’ şeklindeki bir soruyu da Barroso, şöyle yanıtladı: ‘‘Bu, İslamiyet ile Avrupa değerleri arasında bir çelişki görmeyen Türkiye’deki ılımlı çevrelerle işbirliğinin neden bu kadar önemli olduğunu gösteriyor. Ben İslamiyeti Avrupa mirasının bir parçası olarak görüyorum. Ancak biz değerlerimizi hiçbir şekilde değiştirmeyeceğiz. Türkiye AB’ye girmek istiyor, bunun tersi söz konusu değil.’’ Türkiye’nin AB üyesi olabilecek ‘‘olgunluğa’’ erişip erişmediği şeklindeki bir soruya karşılık da Barroso şunları söyledi: ‘‘AB’nin bugün Türkiye’yi kabul edemeyeceği gibi, Türkiye de şimdi hazır değil. Ancak 10, 15 yıl ya da daha fazla bir süre sonra bunun gerçekleşmeyeceğini düşünmek büyük bir hata olacaktır. Türkiye fazla dindar, çok büyük ya da yeteri kadar zengin olmadığı gibi gerekçelerle üyelik olasılığını sonsuza kadar dışlayamayız.’’
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle